Küçük
Burjuvazinin Sefil Halleri
Yusuf
KÖSE
9-10 Haziran tarihleri arasında
7. Kongresinin yapan ÖDP, kuruluşunda ki felsefesini koruduğunu bir kere daha
ilan etti. Soruna ÖDP’nin sınıfsal yapısından bakınca, bundan başka farklı bir
şey de beklemek saflık olurdu. Çok iddialı bir şekilde kongre yapan ÖDP,
yaşanan gelişmelerden doğru dürüst bir dersler çıkarabilirdi. Ne var ki, küçük
burjuvazinin yaşı ilerledikçe akllanıp sınıfsal yapısını terk etmiyor. Aynı
düşünce yapısı gençliğinde neyse, yaşlılığında da o oluyor.
Burada ÖDP’nin savunduğu
görüşlerinin ayrıntısına girmeyeceğim. Bir kaç noktaya vurgu yaparak, küçük
burjuvazinin bir elinin büyük burjuvazi de oluşunun resmini çizmeye
çalışacağım.
ÖDP’nin Kürt Ulusal Sorununa Yaklaşımı:
ÖDP’nin parti programına bakıldığında,
bu konuda pek bir gelişme olmadığı hemen görülecektir. Yani, Kürt ulusunun
kendi kaderini tayin hakkı yerine, Kürt ulusuna “birlikte yaşamak”
dayatılmaktadır. Alper Taş’ın Kongre konuşmasında da yeni olan bir şey yok. O,
sosyal şoven görüşlerini bir kere daha vurguluyor ve Kürt ulusuna; “ya birlikte
oluruz ya birlikte” diyerek başka bir seçenek olmadığını söylemeye çalışıyor.
O konuşmadan bir örnek:
“Biz Kürt kardeşlerimizle eşit
ve özgür bir birlik temelinde bir arada yaşayabiliriz. Kürt kardeşlerimizin
dil, kimlik, kültür talepleri ve bunların anayasada güvence altına alınması
insani ve demokratik bir taleptir. Bu
talepler karşılandığında ülkemiz bölünmez, daha da zenginleşir, daha da
birleşir.” (açYK)
Marksist-Leninist-Maoistler
açısından ulusal sorunun çözümü açıktır. Ulusların kendi kaderini tayin hakkını
kayıtsız şartsız tanımak ve savunmak. Bunu savunmayan Marksist olamaz. Olsa
olsa iyi bir soyal şovenist olur. “Ülkemiz
bölünmez” diyerek yola çıkan ÖDP, de sosyal şoven görüşlerini Kürtlere
dayatmaktadır. Aklına , Kürt ulusunun ayrılma, ayrı devlet kurma ve Türklerden
ayrı olarak yaşamak isteyeceklerini getirmiyor, getiremiyor.
Türk egemen sınıfları da
“kardeşlik”, “bölünmez bütünlük”, “birarada yaşam” vs. üzerine bolca nutuklar
atıyorlar. Ne zaman ki, Kürtlerin ayrılma hakkı olduğu savunulduğunda, bunu
savunanlara karşı vahşice saldırıyor. Kürtlerin üzerine ise bomba yağdırıyor.
Egemen burjuva “kardeşliği” bu olsa gerek!
ÖDP, geldiği (Dev-Yol) köken olarak
da, hiç bir zaman ulusal sorunu MLM temelde ele alamadı. Sosyal şoven yanları
ağır bastı. “Vatan bölünmez” noktasında burjuvazi ile yan yana yürümekte bir
sakınca görmedi, göremedi. Kürtlerin ayrı devlet kurma hakkını açıktan
savunmadı, savunamadı.
Ülkemiz de ulusal soruna
yaklaşım her zaman önem taşımıştır. Çünkü Türkiye çok uluslu bir ülkedir. UKKTH
savunmayan demokrat dahi olamaz. Ülkemiz özgülünde Kürt ulusunun ayrılma ve
ayrı devlet kurma hakkını savunmayan bir siyasal yapının demokratlığı dahi
sorunludur. “Ulusal haklarınızı anayasayla güvence altına alacağız, aman
ayrılmayın” demek, ulusal sorunun çözümü olamaz. Bu tek taraflı bir
yaklaşımdır. Daha doğrusu egemen ulus bakışlı bir yaklaşımdır. Doğrusu; ezilen
ulusun, kendi kaderini özgürce tayin etmesidir. Bu, ister ayrılma yönünde olsun,
isterse birlikte yaşama yönünde olsun, Marksistler, bu hakkı kayıtsız şartsız
savunur ve savunmalıdır da. Ayrılmasını eleştirebilirsiniz, ama, eleştirinin
ötesine geçemezsiniz.
Özellikle bugün, Türk
sosyalistleri ve komünistleri, Kürtlerin ayrılma hakkını daha gür bir şekilde
haykırmalı ve savunmalıdır. Kürt ve Türk işçi ve emekçileri arasında ki sınıf
bağının güçlenmesi burdan geçer. Sosyal şoven yaklaşımlar, sınıfın birliğine
zarar verir ve veriyor da.
ÖDP’nin Kürt Ulusal Hareketi’yle
fazla birlikte hareket etmemesinin bir nedeni de, sosyal şoven bakış açısının
içinde saklıdır. Bir taraftan “Türkiye Meclisi Kuralım” diyerek herkese çağrı
yapan ÖDP, DHK’’inden (Demokratik Halklar Kongresi) uzak kaldı. Oysa, reformsit
bir dünya görüşüne sahip olan ÖDP, aynı reformist taleplerle yola çıkan DHK’ya ortak
hareket edebilirdi.
CHP’ye Uzatılan Kardeşlik Eli
Kürt ulusal hareketinden
esirgenen “kardeşlik eli”, CHP’ye rahatlıkla uzatılabiliyor. ÖDP, kendi içinde
tutarlı hareket ediyor. Ulusal sorunda sosyal şovenist bir yaklaşımın siyasal
kökleri, kemalizme bakış açısında ve doğal olarak onun uzantısı egemen sınıf
partisi CHP’ye bakış açısının içinde vardır.
A.Taş, konuşmasında; “Yerel
seçimlerde geniş bir işbirliği ile AKP geriletilebilir. Dikkat edin, biz CHP’yi
eleştirmiyor, hedef almıyoruz. Çünkü şimdi asıl sorunumuz bu iktidar ve onun
uygulamaları. Biz bu kongremize CHP’yi davet ettik.”
“Asgari düzeyde de olsa eşitlikçi ve özgürlükçü bir
yerde durursa, Kürt muhalefetini dışlamayan bir tavır alabilirse, en azından
Ankara ve İstanbul’da üzerinde anlaşılan adaylarla yerel seçime gidilebilir.
İzmir zaten CHP’nin. Ama Ankara ya da İstanbul’u almak AKP’yi ciddi ölçüde
gerileten bir adım olacaktır” (Birgün Gazetesi, 08.06.12, A gazeteci L. Doğan Tılıç’ın
A. Taş’la yaptığı roportaj’dan)
Alıntıda da görüldüğü gibi, A.
Taş, CHP’yi yerel seçimlerde desteklemek amacında. Onunla işbirliğinden
yanalar. Aslında bu yaklaşım, CHP’ye nasıl baktıklarını ortaya koyuyor. Onu
“ilerici” bir parti olarak değerlendirdikleri ortaya çıkıyor. Bu, aynı zamanda,
küçük burjuvazinin kendine güvensizliği, sıkça tekrarladıkları “kitlelere
güvenin”in tersine, işçi ve emekçilere güvenmediklerinin bir göstergesini de
oluşturur.
Burada CHP’nin niteliğini
anlatmayacağım. CHP bir burjuva partisidir. İktidara geldiğinde faşizmi
uygulamaktan kaçınmayacaktır. Ve iktidarda olduğu zaman işçi ve emekçilerin en
büyük azılı düşmanı olmuştur. Bunun örneklerini saymakla bitmez. Türkiye’de
ırkçılığın şampiyonluğunu bu parti yapmıştır. Kürt ulusuna karşı katliamların
çoğunlu bu parti tarafından yapılmış ve uygulanmıştır.
Bugün ise ne değişti? CHP
“ilerici” bir parti mi oldu? Hayır? CHP, muhalfette iken, özellikle kendine
yönelik baskıların da yapıldığı bir süreçte “ilerici” gözükmeye çalışıyor. Daha
doğrusu “demokrat” rolünü oynamaya çalışıyor.
CHP, 1950’ler sonundaki
Menderes’e karşı yaptığı hamleleri şimdi yapmaya çalışıyor. O zaman da
demokrat”gözükmeye çalışmıştı. Bugün de, İşçi ve emekçilerin düzene karşı
tepkisini kendi potasına çekmenin yollarını arıyor. CHP’de, ırkçılığın kökleri
o kadar derinlerde ki, Kürtlere, Kürt demeye dilleri dahi varmıyor.
CHP’den medet umanlar, ondan
“demokrat” olmasını bekleyenler, geçmişte olduğu gibi, şimdi de yanılıyorlar.
Devrimciler, komünistler, emekçiler, Kürtler ve aleviler, kısacası ezilenler,
CHP’nin hep yumruğunu yemişlerdir. İşçi ve emekçilere CHP’yi “dost” göstermek,
aptallık değilse, küçük burjuva sefilliğidir. Küçük burjuvazi, TC tarihi
boyunca, CHP’nin kemalist balyozunu hep sırtında taşımıştır. Bizim küçük
burjuvazinin, sınıf mücadelesindeki netsizliğinin bir kaynağı da buradan
geliyor denebilir. O, burjuvazinin kendisine yüklemek istediği taşı taşımaya
hevesli gibi...
Bir zamanlar, “karaoğlan”
Ecevit’de “devrimcilik” keşfedip, onun peşinden gitmeyi hayatlarıyla ödeyenler,
bir kere de Kılıçdaroğlu’nu denemek istiyorlar. Anlaşılan o ki, ÖDP,
Kılıçdaroğlu’nda da “ilericilik” görmüş olmalı ki, “Ankara ve İstanbul’u da
alsınlar” diyor. Yani, “biz onları destekleriz.” Kemalizmin sopası,
şeritçıların sopasından daha eheven olmalı...
1789 ve 1923
ÖDP eş başkanı A. Taş şöyle
buyuruyor:
“1789’u ilerici olarak
gördüğümüzde nasıl bir burjuva devrimcisi olmadıysak, 1923’de kurulan
cumhuriyeti ilerici olarak tanımlamamız bizi Kemalist yapmaz. Cumhuriyet
ilerici bir gelişme olarak kurulmuş ancak geçen süre içinde gericileşmiştir.”
Marksistlerin bu iki tarih ve
bu iki olay arasında bir benzerlik kurmalarının pek olasılığı yok. Biri gerçek
anlamıyla ilerici bir burjuva devrimi. Diğeri ise burjuvazinin ilerici olmaktan
çıkıp gericileştiği bir dönemde ortaya çıkan bir iktidar biçimidir. Kemalizm’in
anti-emperyalist bir yanı yoktur. 1. Emperyalist paylaşım savaşı sonucu
Osmanlı’nın paylaşılmasıyla, geriye kalan “Türkiye” denen toprak parçası
olmuştur. Emperyalist burjuvazi burayı tamamıyle sömürgeleştirmek için her
hangi bir çaba harcamamıştır. O günün emperyalistler arası güçler dengesi, Osmanlı’dan
geriye kalan Anadolu’nun TC olmasını kabul etmişlerdir.
Kemalist burjuvazinin abarttığı
ve şişirdiği gibi herhangi bir “kurtuluş savaşı” da olmamıştır. Kemalistler’in
tek savaşı, Yunanlılara karşı “Büyük Taaruz” adını verdikleri 23 gün süren
savaşları vardır. Gerisi ise, yalan propagandadan ibarettir. Kemalizmin tarihi
katliamlar, baskılar ve yalanlar üzerine kurulmuştur. Kemalist burjuvazinin
tarihi, Kürt ulusuna, azınlıklara, çeşitli milliyetlerden işçi ve emekçilere
karşı savaşımın tarihidir.
Kemalistler, daha 1919’dan
itibaren emperyalist burjuvaziyle uzlaştı. Aynı şekilde içerde de toprak
ağalarıyla ve diğer feodal sınıflarla birlikte hareket etti. Kemalist devlet;
işçi ve emekçilere karşı kurulan bir devlettir. “Güdük” anti-emperyalist bir
yanı dahi olmamıştır. 1789 Fransız burjuva ihtilali ise, burjuvazinin
feodaliteden iktidarı almasının adıdır.
Fransız burjuva devrimi aynı
zamanda laiktir. Kemalizm’in ise laik bir yanı da yoktur. Kemalizm, dini
kontrol altına almış ve onu kitleleri aldatmanın bir aracı olarak kullanmıştır.
Öte yandan, sünniliğin her alanda etkin olmasını sağlarken, aleviliği
yasaklamıştır. Kürtlere ve diğer azınlık uluslara yaptıklarını ise burada
tekrarlamanın bir anlamı yok. Çünkü bu hala yaşanıyor.
Bizim küçük burjuvazi, kemalizm
sevdalısı olmaktan hiç bir zaman kurtulamamıştır. Kemalist iktidar tarafından,
hırpalanmış, haps edilmiş, katledilmiş ve her türlü zulme maruz kalmış, ama bir
türlü kemalizm hayranlığından vazgeçememiştir. Çünkü kemalizmin yalan tarihini, TKP’den dönme
küçük burjuva “kadro”lar yazmıştır. Ondan sonra gelen küçük burjuvalarda bu
“büyük abilerinin” yalanlarını gerçek sanarak, kitlelere karşı savunmaya devam
etmişlerdir. Küçük burjuvazinin kendine ve halka olan güvensizliği, büyük
burjuvaziye övgüye dönüşmüştür.
Genel de küçük burjuva
kesimlerin, “kemalizm süreç içinde gericileşlti” demeleri, esas olarak 1950 DP
iktidarını kast ediyorlar. Bunlara göre emperyalizm de Türkiye’ye DP ile geldi.
Ondan önce “bağımsız bir ülke” vardı. Bir tarih ancak bu kadar çarpıtılabilir.
Nazi yanlısı İnönü’yü bile savunmak zorunda kalıp, kendilerini neden bu tür
zorlukların içine atarlar, anlaşılmaz!... Bu ayrı bir tartışma konusu olduğu
için uzatmıyorum.
ÖDP vb. küçük burjuva reformist
hareketler kitlelere, kırk satır yerine kırk katırı tercih etmelerini
öğütlüyorlar. Bu nedenle, bunların anlayışlarının açığa çıkarılıp teşhir
edilmesi önem kazanmaktadır.
“Yunan Solunun Başardığını Biz Niye Başarmayalım?“
Küçük burjuva kesimler de bir
SYRİZA tutkunluğu başladı. Yukarı da ki başlık da A. Taş’a ait. SYRİZA,
bilindiği gibi Yunanlı küçük burjuva reformist örgütlerin kurduğu bir blok.
Yunanistan’da bu dönemde güçlenmelerinden doğal bir şey de yok. Çünkü koşullar
buna elverişli. Devrimci durum oldukça yüksek. Ancak, bir devrim durumu yok.
Bunun en önemli ayağı olan Yunanistan işçi sınıfı partisinin sınıfı
kucaklayamaması ya da ortada böyle ciddi bir partinin olmamasının da önemli bir
etkisi olduğu bir gerçek.
SYRİZA, devrimci bir blok
olmaktan çok reformist bir blok. AB’nin sömürgeci politikasına karşı çıkmak zorunda. Ancak, görülen o ki, kitlelerin devrimci dinamiğini de pasifize
etmenin yollarını arıyor. Devrimci bir parti, devrim yapmak için mücadele eder.
Onun görevi; burjuva düzeninin aşırı uçlarını törpüleyerek reformize etmek
değildir,. SYRİZA, eğer, yarın ki (17.06) seçimlerde, hükümeti kuracak kadar oy
alırsa ve hükümetin başına geçerse, o düzeni değil, düzen onu ehlileştirecektir.
Devrimci gibi gözüküp devrimci olmayanlar ehlileşir. Bunu hep birlikte
yaşayarak göreceğiz. Sorun deneme-yanılma sorunu değil, sınıfsal sorundur. MLM
olmayanlar ya da bu çizgiden hareket etemeyenler burjuva düzeniyle uzlaşarak
devrimin karşısında yerlerini alırlar.
ÖDP’nin savunduğu da böyle bir
durumdur. Daha ötesi değil.
16.06.2012
***