İbrahim
KAYPAKKAYA'nın Ölümünün 50. yılı Vesilesiyle
“CEHENNEMİN
GİRİŞ KAPISI”NI YIKAN KAYPAKKAYA
VE
ONUN
ÖĞRETTİKLERİ...
Yusuf
KÖSE
Kaypakkaya'nın
ölümünün 50. yılı vesilesiyle bir çok etkinlikler ve paneller
düzenlenmektedir. O, bunları fazlasıyla hak ediyor. Ancak, onun
ardıllarının ondan yeterince öğrenmedikleri, hala, “somut
koşulların somut tahlili”
yerine, doğmatizmde direttikleri, diyalektik materyalist yöntem
yerine metafizik yöntemi yeğledikleri ve böylece Kaypakkaya'nın
günümüze ışık tutmasını engellediklerini, öncelikle
belirtmekte yarar var.
Kaypakkaya’yı
Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) 50 yıldır okuyor ve ondan
öğrenmeye devam ediyor. Bu ne bir abartı ne de bir övgü
gereksinimidir. Bunun böyle olmasının nedeni: Kaypakkaya’nın
felsefesi diyalektik materyalizm, bilimi ise tarihsel materyalizm
oluşudur. Genç yaşına rağmen, bu bilgilerle ve içinde olduğu
devrimci pratikle an ve an kendini geliştiren Kaypakkaya, kendi
deyimiyle, “Marksizm-Leninizm ve Mao Zedung Düşüncesi”
teorisiyle donandıktan sonra, kendinden emin bir şekilde, ne
yaptığını bilen ayaklarını sağlam yere basan birisiydi.
Kaypakkaya,
1970’lerin başında TDH içine bir ışık gibi sızmış, Türkiye
işçi sınıf içindeki oportünizm ve revizyonizmin üzerine ise
adeta bir meteor gibi düşmüştür.
Ve bundan sonra, TDH içindeki ideolojik, siyasal ve teorik
tartışmaların seyri de içeriği de değişmiştir. Materyalist
epistomolojik tartışmanın niteliği ise küçük burjuva
entellektüellerin akademik tartışma aracı olmaktan çıkarılıp,
proletaryanın sınıf mücadelesini aydınlatır bir duruma
getirilmiş; “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz”
Leninist ilkesi, yeniden, devrimci militanın kitleleri mücadeleye
sevk etmenin yol gösterici ışığı omuştur.
Marksizm,
çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı hareketi içinde
yerli yerine oturmaya başlamıştır.
Kaypakkaya;
Marksist-Leninist-Maoist teoriyi, ülke içinde ayakları üstüne
diken bir komünist önderdir. Bunu, 1972’lere kadar TDH içinde
tartışılan konular ve bunların içerikleri dikkate alınırsa,
bu belirlemenin hiç de aşırıya kaçmadığı kendiliğinden
anlaşılır.
Kaypakkaya’dan
önce, reforumculuk ile sosyalizm arasında gidilip geliniyordu.
Marksist teori, kah sosyal şovenizm güzergahında, kah burjuva
devlet teorisi olan kemalizm şakşakçılığında kah ise sınıf
uzlaşmacılığı bataklığında boğuluyordu. İşçi sınıfının
ideolojik, siyasal ve örgütsel önderliği ise halkçılıkla yer
değiştirmişti. Kaypakkaya’nın görüşlerinin gün yüzüne
çıkmasıyla, TDH; bilimsel sosyalizm, işçi sınıfının
ideolojik siyasal ve örgütsel önderliği, sınıf mücadelesinin
kesintisiz sürdürülmesi ve özel mülkiyetçi sistemin bütünüyle
ortadan kaldırılması tartışmalarıyla yakından tanışmıştır.
Daha açıkcası, TDH içinde, Marksist-Leninist-Maoist bilgi
teorisini kavrayış ve onun pratik anlamı gerçek yerine oturmaya
başlamıştır.
TDH
içinde yer alanlar, Kaypakkaya’ya kadar, “Kemalist Kadro
Okulu”nun burjuva entellektüellerinden ve siyasetçilerinden ciddi
bir şekilde etkilenmişlerdi. Özellikle o dönemin T”K”P’sinden
devşirme “kadro”lar sayesinde, burjuva Türk devletinin niteliği
“ilerici” ve hatta “devrimci” olarak ezberlettirilmişti.
Kaypakkaya, bunalara bir set çekti. Bu düşüncelerin
Marksist-Leninist değil, burjuva düşünceler olduğunu açık bir
şekilde ortaya koydu. Marksizm-Leninizm ile sınıf uzlaşmacılığını
birbirinden ayırdı.
1970’lerin
TDH, daha çok da, Kemalizm, burjuva devletin niteliği, Kürt ulusal
sorunu gibi konularda, o güne kadar tanık olmadıkları bir düşünce
sistematiği ile karşı karşıya kalarak, yer yer sert karşı
koyuşlarla Kaypakkaya’yı dıştalamaya çalışmıştır. Ancak,
süreç içinde, bazan utangaçca, bazan ise bilerek ve öğrenerek,
kendi hata ve eksikliklerini, Kaypakkaya’nın doğrularıyla
tamamlama yolunu seçmişlerdir. Bazıları ise, büyük
“marksistler” kisvesine bürünerek, onu görmezden gelip, ama
onun düşüncelerini kendi düşünceleri olarak yarım-yamalak da
olsa “teorilerine” eklemişlerdir.
1990’lardan
sonra, bazıları da var ki; (bunlar, M. Suphi’den sonraki T”K”P
gelenekçileri ve devamcılarıdır) sınıf uzalşmacı teorileri
terk etmeyerek, işçi sınıfı içine oportünist öğeleri
itelemeye devam ediyorlar. Haksızlık etmemek için, bunlar da,
“burjuva Kemal”in iç yüzünü, Türk devletinin niteliğini,
Kürt ulusal sorununa bakışlarını, eskiye oranla kısmen de olsa
olumlu anlamda değiştirdiler. Ancak, hala Kaypakkaya’yı “çok
aşırı” bulmaya devam ediyorlar. Çünkü Kaypakkaya’da
sınıf uzlaşmacılığı teorisi yoktur.
Bazıları
da var ki; Kaypakkaya’nın “maoculuğu”nu çok “iğreti”
bulurlar. Bu tür argümanlar ve de teroik girişimler; Kaypakkaya’yı
Kaypakkaya yapan en önemli ilkelerden birini Kaypakkaya’dan alarak
içini boşaltama denemeleri ve küçük burjuva kırılmalarıdır.
Kaypakkya’nın
TDH katkıları salt bunlarla sınırlı olmayıp, esas olarak da,
işçi sınıfının öncülüğünü net olarak ortaya koyarken,
proletaryanın öncü örgütü olmadan iktidarı alamayacağını;
işçi sınıfının öncülüğünü halkçılığa indirgeyen ya da
proleter öncüsüz halkçı devrimci anlayışları eleştirmiş ve
anti-MLM olduğunu belirtmiştir. Kaypakkaya’nın
en büyük katkılarından biri; Marksist teoriyi halkçı düzeye
indirgeyen 50 yıllık revizyonist-oportünist anlayışı mahkum
etmesidir.
Bu
bağlamda, Kaypakkaya, komünist ve devrimcilerin işçi sınıfına
ideolojik-siyasal yabancılaşmasını kırmıştır.
Kaypakkaya’nın
teorisi bütünlüklüdür. Onda eklektizm yoktur.
Kaypakkaya;
TDH’ne, “devrimci ihtilalciliğin”, işçi sınıfının
teorisiyle donanmadığı zaman, halkçı devrimcilikten ileri
gidemeyeceğini, anti-emperyalist ve “yurtseverlik”le sınırlı
kalacağını da göstermiştir. Özellikle de, işçi sınıfıyla
burjuva sınıfı arasındaki antagonist çelişmenin toplumsal
realitesinin, hayatın her alanına yansıdığının görülememesi,
işçi sınıfının kendi sınıf realistesinin inkarı olmuştur.
Kaypakkaya, 50 yıllık birikmiş ve küllenmiş bu inkarı kıran
komünist bir önderdir.
TDH’nin
bütün olumlu ve olumsuz yanlarına karşın, son 50 yıl içinde
Kaypakkaya’dan çok şey öğrendikleri bir gerçektir.
Kaypakkaya,
proletaryanın kızıl bayrağını hep yukarılarda taşıdı. Onun
kızıl rengini lekelemek isteyenlere karşı MarksistLeninist teori
ışığında proleter disiplin ve kararlılıkla karşı koydu.
KAYPAKKAYA'yı
15-16 HAZİRAN İŞÇİ HAREKETİ YARATMIŞTIR
Kaypakkaya,
TDH içinde yetişmiş bir militan olarak, onun halkçı yanlarından
etkilenerek devrimcileşmişti. O, Marks, Engels, Lenin, Stalin ve
Mao’yu okudukça, görüşleri, süreç içinde, TDH’nin
geleneksel görüşlerinden ayrılmaya, yerli yerine oturmaya
başlamıştı. Marksist teorik derinliğin ve bilmsel bilginin
kendisindeki gelişmine koşut olarak; Kaypakkaya'yı,
enternasyonal alanda revizyonizmden kopuşu Büyük
Proleter Kültür Devrimi sağlarken,
O'nun,
50 yıllık TDH’nin halkçı teorisinden kopuşunu esas olarak
15-16 Haziran İşçi direnişi yaratmıştır.
15-16 Haziran Büyük İşçi direnişinden sonra Kaypakkaya'nın
işçi sınıfına yaklaşımı niteliksel olarak değişmiş, MLM
bir çizgiye oturmuştur. Bu değişim, PDA saflarındayken İşçi
Köylü gazetesinde çıkan yazılarında görülebilir.
Kaypakkaya'yı
Kaypakkaya yapan ilkelerin başında proletarya diktatörlüğünü
savunması gelir.Onun
bazı ardılları bu ilkeyi çoktan terk etmişlerdir.
Devlet
zoruyla bastırılan işçi hareketi, Kaypakkaya’yı zorunluluğun
bilincine vardırırken; özgürlüğünde, zulüm yuvası devletin,
yine işçi sınıfı önderliğinde köylülerin ve tüm ezilen
emekçilerin zoruyla yıkılarak kazanılabileceği bilincini
yarattı. İşçi hareketinin bu gelişimi; Kaypakkya’da, devletin
niteliğine, Kemalizme, ulusal soruna ve işçi sınıfının
önderlik sorununa yaklaşımında, nitel bir bilinç sıçraması
yarattı ve düşünceleri bütünüyle değişerek Marksist bir
rotaya oturdu. Kaypakkaya’nın o süreçte, içinde yer aldığı
(TİİKP)
örgütüne karşı Marksist içerikli ilk ciddi eleştirileri bundan
sonra başlamıştır. (Örneğin, TİİKP Programı Eleştirisi,
Kaypakkaya'nın ML parti öğretisini bilimsel düzeyde kavradığının
bir belgesidir.)
Nasıl
Marx, işçi sınıfının biliminin yaratırken “bilimin eşiğinde,
cehennemin giriş kapısında” bilinciyle hareket ettiyse,
Kaypakkaya’da, 50 yıllık sınıf uzlaşmacı oportünist teoriler
karşısında, cehennemin giriş kapısını kırarark adımını
içeriye atmıştır. İşte bundan sonra, TDH’nin bir çok temel
ideolojik-siysal konularda ezberi bozulmuştur.
Nasıl
ki, “maddi
yaşamın üretim tarzı genel olarak toplumsal, siyasal ve
entellektüel yaşam sürecini koşullandırıyor”sa
(Marx), komünist militanlığı belirleyen de; işçi sınıfının
sınıf bilinciyle ve onun sınıf çıkarları doğrultusunda
hareket etmeyi ve bunu yaşama geçirmeyi zorunlu kılar.
Kaypakkaya’yı
yaşadığı tarihsel mitin içinde bırakarak, onu ileri taşımamak,
onun yaşayan düşünceleriyle çelişir. Çünkü o, işçi
sınıfının alegorik bir miti değil, düşünceleriyle yaşayan
bir öznesdir.
Kaypakkaya,
okuyan, öğrenen ve öğrendiklerini pratiğe geçirmeye çalışan
ve kendini kendi hataları üzerinde de eğiten komünist bir
kişilikti. O, düşüncelerini yüksek sesle söyleyen ve hatalarını
yüksek sesle kabul eden, doğruları ise anında alan bir işçi
sınıfı militanıydı. O, kitlelerin hem öğretmeni hem de
öğrencisiydi. O nedenle de hatalarını gördüğü anda düzeltme
yolunu teredütsüz seçmiştir.
Kaypakkaya,
insanlığın, tarihin öte yanından alıp kendi boyunlarına
takarak bugüne taşıdıkları kölelik halkası olan özel mülkiyet
sistemini, işçi sınıfının gücü ve bilimiyle yıkılacağına
inanmıştı. Düşmanın karşısına da bu inançla çıkarak, onu
kendi ininde mağlup etmesini bilmiştir.
Kaypakkaya’dan
öğrenmek; onu
olduğu gibi savunmak değil, onun eksik ve hatalarını da ortaya
koymaktan kaçınmamak olmalıdır.
Kaypakkaya, kendinden önceki devrimci kuşağa aynen böyle
yaklaşmıştır. Eksik ve hataları görmezden gelmeden, onların
üstüne üstüne giderek, kendi doğrularını yaratabildi.
Kaypakkaya, böyle bir özelliğe sahip olmasaydı, bugüne
ulaşamazdı. Onu yaşatan, onu tartıştıran ve onun düşüncelerini
devrimci-komünist militanlarda yol gösterici bir öğe yapan; hiç
kuşkusuz, devrimci
teorinin bir doğma değil, bir eylem kılavuzu olmasındandır.
Kaypakkaya’nın
doğruları kadar eksikliklerini de ortaya koymak, onun öğretilerinin
canlılığının bir gereğidir. Kaypakkaya’yı 50 yıl öncesinde
dondurmak, Kaypakkaya’ya yapılan büyük bir haksızlıktır. O'nu
dogmatikleştirmeye, sınıf mücadelesinde “arkaik”leştirmeye
kimsenin hakkı yoktur ve buna da güçleri yetmez. Çünkü o
proletaryanın sınıf mücadelesinin canlı pratiğindedir.
Kaypakkaya’nın
en büyük hatalarından biri, ülkeyi, “yarı-feodal”
değerlendirmesidir. Kendi araştırması olan “Çorum ve
Kürecik”in ekonomik araştırması ve analizleri, bilimsel bir
yöntemle ele alınmasına karşın, Türkiye için aynı yöntemden
hareket etmemiştir.
Sosyo-ekonomik
yapıdan hareketle, ülkede devrimin yolunu “Halk Savaşı”
olarak belirlemesi, öznelciliğin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Aynı zamanda, Türkiye devriminin gelişimini Çin Devrimi gibi
gelişeceğini varsayarak şablonculuğa düşmüştür.
Kaypakkaya,
o (12 Mart cuntası) süreçte siyasal durum değerlendirmesini ve
özellikle de “işçi
ve köylülerin büyük çoğunluğu silahlı mücadeleyi
kavramıştır”
saptaması, sosyal gerçeklikle uyuşmuyordu. Kaypakkaya’yı,
yerelden bağımsız, böylesi öznelci saptamalara götüren, o
günün dünya konjonktüründeki işçi, emekçi ve ezilen ulus
hareketlerindeki gelişmelerdi.
Genç
bir komünistin bu tür hatalar yapması anlaşılır bir şeydir. 24
yaşın son beş-altı yılını, okuyarak, yazarak, eylemlere
katılarak; örgütlü mücadele içinde o günün sınıf mücadelesi
tarihi onu öne çıkarmıştır. İşçi
sınıfı hareketi içindeki oportünizme karşı mücadelesinin bir
ürünü olarak, işçi sınıfının öncü örgütünün
kurulmasına önderlik yapan bir komünistin, kendi teorisini sosyal
gerçekliğin mihenk taşına aktaramadan, aktardıklarını ise
sorgulayamadan katledilmesi; eksik ve hatalar ona değil, onun
yükseklerde tuttuğu bayrağı taşıyanların hanesine yazılır.
Bu
nedenle, Kaypakkaya’nın, kuru ve sosyal gerçeklikten uzak soyut
övgülere gereksinimi yoktur. TDH içinde, çeşitli milliyetlerden
Türkiye işçi sınıfı hareketi içinde onun yeri
ölümsüzleşmiştir. Türkiye ve Kürdistan devriminin bayrağında
Kaypakkaya’nın yeri her zaman olacaktır. Kaypakkaya’nın
gereksinimi; onun sınıf bilinçli duruşunu anlamaya, düşüncelerini
yaşayan bir organizma gibi eylem kılavuzu olarak ele alıp,
ilerletmeye, bugüne ve yarınlara taşımaya gereksinimi vardır.
Kaypakkaya, öğrencisi olduğu öğretmenlerine karşı böyle
yaklaşmıştır. Kaypakkaya’nın öğrencilerinden öğretmenlerine
böyle yaklaşmaları beklenir. 02.05.2013
***