KUZEY
KÜRDİSTAN (BAKUR) ROJAVA’YLA BİRLEŞMELİDİR
"... milli haksızlık kadar proleter sınıf dayanışmasının gelişmesini
geciktiren hiç bir şey yoktur."
Lenin
Yusuf
KÖSE
7 Haziran Genel Seçimleri’nden sonra Türk devletinin Kürtlere yönelik
saldırılarını artıracağı biliniyordu. Akp’nin tek başına seçimleri kazanması
halinde bile bu saldırının olacağı aşikardı. Çünkü devlet, Suriye Kürtlerinin
başarısının ve özerk bir yapı haline gelmelerini istemedi. Bunu çeşitli
şekillerde önlemeye çalışmış olmasına karşın, önleyemedi ve PYD önderliğindeki
güçler İŞİD’i Kürt bölgelerinden temizleyerek büyük başarı elde ettiler.
Gelinen aşmada Akp hükümetini faşist Türk devletinden ayrı bir yere koymanın doğru olmayacağı açıktır. Türk egemen sınıfları arasında bir çelişme olsa da bu baskıların uygulanması konusunda hem fikir oldukları da biliniyor. Bu bir devlet politikasıdır. Salt Akp hükümetinin politikası olarak bakıldığında yanılgıya düşülür. Sermaye sınıfı, Kürt sorunun yok sayılmasını, baskı ile susturulmasını ve ezilmesini istiyor. Bu nedenle de, özellikle Kürt ulusal mücadelesinden yana olan, Kürt ulusu üzerinde baskıların kalkmasını isteyen, Kürtlerin ulusal demokratik haklarının verilmesinden yana olan ve bu konuda faaliyet yürüten ya da faaliyet yürütenlere destek verenleri kitlesel olarak tutuklamaya başlamıştır.
TC tarihi boyunca, Kürt ulusuna ağır baskılar uygulamış ve yer yer büyük katliamlar yapmış ve yapmaya devam etmektedir. Kürt ulusu özgürlük istediğinde bombalamış, katliam yapmış, örgütlenmek istediğinde ise zindanları Kürt yurtseverleriyle doldurmuştur. Bir ulusun her şeyi yok edilmek isteniyor ve Türk devletin yasalarına göre legal olarak örgütlenmesine dahi müsade edilmiyor. Bütün legal siyasi ya da siyasi olmayan “potansiyel Kürt”ler içeri alınıyor. Bu da siyasi bir katliam. Kürtlerin ulusal anlamda kendi ulusal kimliğini korumaya karşı bir katliamdır.
Özellikle Batı (Rojava) Kürdistan’ın başarısı, Türk devletini oldukça
rahatsız etti. Burada özerk ya da bağımsız bir Kürdistan’ın oluşmasını önlemek,
en azından zayıflatmak için her türlü yola başvurdu. En son, Türk devleti
tarafından organize edilen Suruç katliamı, İŞİD’e saldırının gerekçesi gibi
gösterilsede, esas olarak PKK’yi askeri olarak hedeflemektir. Devlet, salt
PKK’ya yönelik askeri saldırıyla yetinmeyip içeride de HDP ve birleşenlerine,
yani devrimci demokrat güçlere yönelik saldırılarını daha da artıracaktır.
Akp hükümeti’nin ayakta kalmasını iç savaş ve dış savaş olgularıyla
birlikte ele almaka gerekir. Akp, hükümet olup iktidara tam olarak yerleşlince,
savaş dışında bir şey konuşmadı. Hem içte hem de dışta. İçte
devrimci-demokratalara ve diğer muhaliflere saldırdı. Özellikle
devrimci-demokrat (Kürtlerde dahil) kesimlerin örgütlü olması AKP hükümetini
rahatsız eden olguların başında geliyordu. Bu nedenle de seçim öncesi ve
sonrası saldırılarını daha da yoğunlaştırdı. Yoğun tutuklamalara girişti.
Devrimci-demokrat gçleri elimine etmeden ya da iyiyce zayıflatmadan uzun bir
süre iktidarını sürdüremeyeceğini biliyor. Bu nedenle de saldırılarının
hedefinde bu güçler hiç eksik olmadı.
Suruç (Pirsus) vb. katliamlarını, Roboski katliamlarından ayrı ele almamak
gerekiyor. Akp hükümeti, İŞİD ya da benzeri dinci gericiliği yurt içinde daha
bir çok katliamlarda kullanacaktır. Bu tür katliamlarla iktidarda kalma
sürecini uzatmayı hedeflerken, işçi ve emekçilerin sınıf mücadelesinin
gelişmesinin önüne geçmeyi planlıyorlar. Sermaye kesimleri, sınıf mücadelesi
etrafında burjuvaziye karşı birleşmiş bir işçi sınıfı yerine, mezheplerine
kadar bölünmüş bir işçi sınıfını tercih ediyor.
Suruç katliamının diğer katliamlardan bir farkı, Kürtlerle enternasyonal
dayanışmayı önleme ve vazgeçirme amacınıda içinde barındırıyor olmasıdır. yani, direkt olarak Türk sosyalistlerine verilen bir gözdağıdır.
Bunlar, elbette salt Akp hükümetine özgü bir olay olmayıp faşist Türk
devletinin kuruluş felsefesiyle birlikte bugüne kadar gelmiştir.
Türk devleti’nin İŞİD’le bir sorunu yoktur. “Var” gibi göstermesi, ABD ve
AB’nin dayatmasını ve de kabul etmek zorunda kalmasının yanında kamuoyunun bir
kısmını yanıltmak amaçlıdır. Ayrıca, İŞİD’in Kürtleri ezemediğini görünce, İŞİD
karşıtı gibi gözükmeye başladı. Türk devletinin bir kaç İŞİD mevzisini
bombalaması (?) bile, İŞİD’e zarar verici olmayacaktır.
İŞİD’i yaratanlar emperyalistler ve yerli faşist-gerici devletlerdir.
Bunlara karşı savaşılmadan İŞİD vb. örgütlere karşı savaşılamaz. Emperyalistler
ve onların yerli uşakları Ortadoğu’dan ellerini çektikleri anda İŞİD vb.
örgütlerin varlık nedenleride kalmayacaktır.
Türk devletinin esas sorunu İŞİD’i bitirmek değil, PKK ve PYD’i
bitirmektir. Yani, Kürtleri ezmek, askeri ve legal siyasal güçlerini yok
etmektir. Özellikle PKK’nın askeri ve legal siyasal güçlerinin zayıflatılması,
Rojava Kürdistanı’n zayıflatacağını ve İŞİD’i ya da diğer islamcı gericileri
güçlendireceğini bilmektedir. Çünkü ilerici Kürt ulusal hareketinin beynini ve
omurgasını bugün izlediği politikayla PKK oluşturmaktadır.
Suriye’ye yönelik hava saldırılarının bir çok nedenleri olsada, sorunun
esasını Kürtlerin ezilmesi amaçlı olduğu görülmelidir.
Erdoğan ve Türk devleti, başından beri Suriye’ye saldırmak istiyordu.
Uluslararası konjonktür nedeniyle bunu göze alamadı. Ancak şimdi, İŞİD’e
saldırı gerekçesi adı altında bunu gerçekleştirmeyi düşünüyor.
Akp hükümetinin savaş politikası karşısında susmak değil, ona karşı çok
yönlü mücadele etmeyi zorunlu kılıyor. Başta kitle mücadeleleri olmak üzere,
devletin sindirme ve yıldırma politikalarına karşı aktif bir savaşımı ve karşı
koymayıda devrimci ve komünistlere dayatmıştır.
Türk devletinin esas amacı, uluslararası proletaryanın yakın müttefiki
durumuna gelmiş ilerici Kürt ulusal güçlerini yok etmek ya da zayıflatmak
olunca, Kürtlerin durumunu ve izleyecekleri taktikleri de konuşmak gerekiyor.
Kuzey Kürdistan Kürtleri Ne yapmalıdır?
Genel bir söylem olarak, bütün uluslardan işçi ve emekçilerin mücadelesi ortaktır. Komünistler işçi ve emekçilerin birliğini savunurlar. Türkiye özgülünde de sorun ele alındığında bu genel bir doğrudur. Ancak, her genel doğrunun her özgülde yeri de farklı olabilir. Ezen ulus komünistleri, başından itibaren ezilen ulus üzerinde her türlü baskıya karşı çıktıkları gibi, ezilen ulusun ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkını da kayıtsız şartsız savunurlar. Ezilen ulus komünistleri ise birliği savunurlar.
Çeşitli ulus ve milliyetlere mensup işçi ve emekçilerin sınıf dayanışması önündeki en büyük engelerden birisi hiç kuşkusuz ki ulusal haksızlıktır. Lenin bunu şöyle belirtir:
“Çünkü milli haksızlık kadar proleter sınıf dayanışmasının gelişmesini ve güçlenmesini geciktiren hiç bir şey yoktur.”[1]
Türk devleti varolduğu günden beri Kürtleri yok saydığı ve bu nedenle de her tülü baskıyı meşru gördüğü bilinen bir gerçektir. Türk devleti düne kadar “Kürt yok” diyordu. Kürtler ise kendilerinin Kürt olduğunu kabul ettirmek için, geçmiş isyan ve ayaklanmaları saymazsak, sadece son 30 yıl içinde en az 40 bini aşkın (bazı kaynaklar 60 bin diyor) insanını kaybetti. Elbette, sorun bu kadar kayıpla kalmayacağı da açıktır. Bundan sonra da, Kürt ulusu kendi kaderini özgürce tayin edene kadar, daha büyük kayıplar vereceği de bir gerçektir. Türk egemen sınıfları, içeride Türk halkının önemli bir kesiminin, dışarı da ise emperyalistlerin desteğini aldığı sürece, Kürtlere yönelik baskı ve katliamlarına devam edecektir.
Kürt ulsu kendi kaderini özgürce tayin etmediği sürece, Türk halkı üzerinde de baskılar eksik olmayacaktır. En asgari düzeyde demokratik hak ve özgürlüklerden mahrum bırakıldığı gibi, kitleler üzerinde faşizmin kanlı sopası da eksik olmayacaktır.
Kürt ulusu üzerindeki egemen sınıf baskısı, çeşitli ulus ve milliyetlerden emekçilerin dayanışmasının önünde de önemli bir engel olarak duruyor. Kürt işçi ve emekçileri Türk işçi ve emekçilerine karşı kardeşçe duygular beslemiyor. Çünkü, Türk şovenizminin etkisi altındaki, Türk işçi ve emekçileri de Kürt işçi ve emekçiler üzerindeki ulusal baskıya karşı çıkmıyor.
Halkların kardeşliğin temeli, halklar arasındaki her türlü eşitsizliğe karşı çıkılması ve bu da yetmez bu haksızlıkların ortadan kaldırılmasıdır. Kürtler üzerindeki ezen ulus baskısı var oladuğu sürece Kürt halkının Türk halkına karşı güvenlerini beklemek hayalciliktir.
Kuzey Kürdistan Kürtleri Ne yapmalıdır?
Genel bir söylem olarak, bütün uluslardan işçi ve emekçilerin mücadelesi ortaktır. Komünistler işçi ve emekçilerin birliğini savunurlar. Türkiye özgülünde de sorun ele alındığında bu genel bir doğrudur. Ancak, her genel doğrunun her özgülde yeri de farklı olabilir. Ezen ulus komünistleri, başından itibaren ezilen ulus üzerinde her türlü baskıya karşı çıktıkları gibi, ezilen ulusun ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkını da kayıtsız şartsız savunurlar. Ezilen ulus komünistleri ise birliği savunurlar.
Çeşitli ulus ve milliyetlere mensup işçi ve emekçilerin sınıf dayanışması önündeki en büyük engelerden birisi hiç kuşkusuz ki ulusal haksızlıktır. Lenin bunu şöyle belirtir:
“Çünkü milli haksızlık kadar proleter sınıf dayanışmasının gelişmesini ve güçlenmesini geciktiren hiç bir şey yoktur.”[1]
Türk devleti varolduğu günden beri Kürtleri yok saydığı ve bu nedenle de her tülü baskıyı meşru gördüğü bilinen bir gerçektir. Türk devleti düne kadar “Kürt yok” diyordu. Kürtler ise kendilerinin Kürt olduğunu kabul ettirmek için, geçmiş isyan ve ayaklanmaları saymazsak, sadece son 30 yıl içinde en az 40 bini aşkın (bazı kaynaklar 60 bin diyor) insanını kaybetti. Elbette, sorun bu kadar kayıpla kalmayacağı da açıktır. Bundan sonra da, Kürt ulusu kendi kaderini özgürce tayin edene kadar, daha büyük kayıplar vereceği de bir gerçektir. Türk egemen sınıfları, içeride Türk halkının önemli bir kesiminin, dışarı da ise emperyalistlerin desteğini aldığı sürece, Kürtlere yönelik baskı ve katliamlarına devam edecektir.
Kürt ulsu kendi kaderini özgürce tayin etmediği sürece, Türk halkı üzerinde de baskılar eksik olmayacaktır. En asgari düzeyde demokratik hak ve özgürlüklerden mahrum bırakıldığı gibi, kitleler üzerinde faşizmin kanlı sopası da eksik olmayacaktır.
Kürt ulusu üzerindeki egemen sınıf baskısı, çeşitli ulus ve milliyetlerden emekçilerin dayanışmasının önünde de önemli bir engel olarak duruyor. Kürt işçi ve emekçileri Türk işçi ve emekçilerine karşı kardeşçe duygular beslemiyor. Çünkü, Türk şovenizminin etkisi altındaki, Türk işçi ve emekçileri de Kürt işçi ve emekçiler üzerindeki ulusal baskıya karşı çıkmıyor.
Halkların kardeşliğin temeli, halklar arasındaki her türlü eşitsizliğe karşı çıkılması ve bu da yetmez bu haksızlıkların ortadan kaldırılmasıdır. Kürtler üzerindeki ezen ulus baskısı var oladuğu sürece Kürt halkının Türk halkına karşı güvenlerini beklemek hayalciliktir.
Gelinen aşamada Kuzey Kürdistan
Kürtleri Rojava Kürdistanı’yla birleşmelidir. Siyasal yönelim olarak birleşmelerine karşın,
devletlerin fili işgalleri nedeniyle bu birleşme gerçekleşemiyor.
Rojava’da gerçekleştirilen devrim, ulusal demokratik karakterlidir. Yani,
komünistlerin desteklemesi gereken bir devrim ve enternasyonal proletaryanın
müttefikidir. Bu devrime, önderlik eden sınıf; orta ve küçük burjuva ulusal
siyasal ittifakıdır. Tarihsel olarak, içinde geçtiğimiz süreçte siyasal olarak
ilerici ve desteklenmesi gereken bir devrim ve Kürdistan’ın diğer parçalarından
daha ileri bir konumdadır. Gerici Barzani yönetimi altındaki Güney Kürdistan
emperyalist burjuvazinin neoliberal politikalarını uygularken, Rojava Devrimi bunun
karşısında yerini almıştır.
Kuzey Kürdistan’ın Rojava’yla birleşmesi, ilerici bir ulusal birlik olacaktır
ve Türk işçi sınıfı ve Kürt işçi sınıfı bu birliği aktif olarak
desteklemelidir. Çünkü, bu birlik, proleter devrimin karşısında değil, ona
hizmet edici bir rol oynayabilecektir.
Aynı zamanda faşist bir devletin işgali altında olan bir Kürdistan yerine ilerici
bir Kürdistan’ın varlığı, bölge halkları açısındanda ileri bir rol
oynayabilecektir.
Birleşmenin önünde çok ciddi engeller olduğu bir gerçektir. Zorluğun nedenini; Kürtlerin birleşmek
istememesinden değil, Kürt ulusunun kaderini zorla baskı altında tutan
devletlerin askeri baskı ve saldırıları oluşturmaktadır.
Kuzey Kürdistan’ın Rojavay’la birleşme
kararı aldığında Türk devleti saldırılarını daha da yoğunlaştıracaktır.
Buna açıktan katliamlarla cevap verebilecektir. Ancak, uluslararası işçi sınıfı
ve emekçileri bu ilerici birliğin yanında yer almaktan ve desteklemekten
kaçınmayacaktır. Türkiye komünist ve devrimcileri de, Kürt komünist ve
devrimcileri de böyle bir birliği aktif olarak desteklemelidir. Bu birleşme ya
da birleşme siyaseti, ilerici Kürt ulusal hareketiyle Türkiye’li devrimcilerin
Türk faşist devletine karşı ortaklaşa mücadelesinin önünde engel değil, tersine
onu gelştirecek niteliktedir.
Rojava ulusal demokratik devrimi ortadayken, Kuzey Kürdistan’ın hala Türk
devletinin işgali altında olmasını savunmak gericiliktir. Bunu “işçi ve
emekçilerin birliği” adı altında savunmakta siyasal olarak gericiliğin yanında
yer almaktan kurtarmaz. Gelinen aşamda böyle bir birliği savunmak ileri bir
taktiktir. Halkların ve çeşitli milliyetlerden işçi sınıfının birliğini ve
dayanışmasına güçlendirir.
Emperyalizmin böl-yönet politikasıyla Kuzey Kürdistan-Rojava birliğini
savunmak aynı şeyler değildir. Evet, Kürtler, Türk devletinin egemenlğinden
kurtulacak. Ama başka bir gericiliğin altında değil, ulusal demokrat bir yapı
altında birleşeceklerdir. Rojava devrimi bunun örneğidir. Rojava devriminin
sosyalist bir devrim olmaması, bu birliğe karşı çıkmayı değil, savunmayı
gerekli kılar. Elbette sosyalist devrim olması arzu ve amaçtır.
Kürtlerin demokratik birliği, emperyalist politikaların da karşısında
olacaktır. Ayrıca Kürdistan’ın parçalarını işgal altında tutan faşist ve gerici
devletler, böyle bir birliği onaylamayacaktır. Böylesi bir birlik İran
gericiliğini de ürkütecek ve bu konuda Türk devletinin yanında yer almasını
sağlayacaktır. Kürt ulusunun, faşist ve ırkçı Türk devletinin saldırıları
karşısında daha geniş birleşmelerini ve güçlenmelerini sağlayacaktır.
Sonuç olarak, gerici ve faşist bir devlet egemenliği altında kalmak yerine,
ilerici bir yapıyla birleşmek en doğru siyasal eylem biçimidir. Böyle bir eylem
desteklenmeli ve geliştirilmelidir. Bu sorunun gerekliliği başta Türk işçi ve
emekçileri olmak üzere Kürt işçi ve emekçilerine de anlatılmalıdır. Böyle bir
eylem biçimi ve Kuzey Kürdistan’ın (Bakur) Rojava’yla birleşmesi, egemen
sınıfların kışkırtmaları nedeniyle kısa vadeli olarak egemen ulus şovenizmini
artırıcı bir rol oynacaktır, ancak, uzun vadede bu şovenizmin izleri silinecektir.
Bu birleşme, Türk egemen sınıflarını zayıflatacağı gibi, devrimci-demokrat
ortamın gelişmesini ve işçi sınıfı hareketinin yükselmesine de hizmet
edebilecektir.
Böylesi bir birlik, Türk devletinin, 90 yılı aşkın bir süredir Türk
ırkçılığını ve şovenizmini kitleler üzerinde demoklesin kılıcı gibi tutmasını
da büyük ölçüde elinden alıp demokratik ortamın güçlenmesine hizmet edecektir. 26.07.2015
***