BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...
Yusuf KÖSE
Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler,
Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, “barış”tan söz etmek abesle iştigaldir.
Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist
sistem yaşatılmaya devam edilirken, “kardeşlikten”, “barıştan” söz etmek büyük bir
aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel
katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.
Savaşları bu dünyaya ezilenler değil, ezen sömürücü
sınıflar getirdi. Ve onlar, kendi sınıfsal çıkarları için halkları boğazlamaya
devam ediyorlar. Suriye’de iki yıldan fazladır süren budur. Dünyanın gözleri
önünde Süriye halkı boğazlanırken, ABD ve yandaşları bununla yetinmeyip, daha
büyük bir saldırıyı gündeme getirme hazırlığı içine girmiş durumdalar. Ancak,
böyle bir emperyalist saldırı Ortadoğu’da daha büyük çalkantıları ve savaşları
da beraberinde getireceği bir gerçektir ve bu, ABD’nin bölge halkları
nezdindeki teşhirini daha da güçlendirecektir.
Aslında domino taşları çoktan yerinde oynadı. Özellikle
Tunus’ta başlayan ayaklanma ve bunun diğer Kuzey Afrika ülkelerine sıçraması,
ABD’nin BOP’nin (Büyük Ortadoğu Projesi) de tarihe gömülüşünün adı oldu.
Ortadoğu bu tarihten itibaren artık eskisi gibi olmadı ve olmasının nesnel
koşulları da kalmadı. Bunun böyle olduğu önümüzdeki kısa vade içinde daha net
olarak görülebilecektir. Bu kitle ayaklanmaları, tüm emperyalist saldırı ve
demogojilere rağmen, kitlelerin, tarihin dönüştürücü gücü olduğu bir kere daha
kanıtladı. Emperyalizmin ve gericiliğin ise kitle hareketleri karşısında fazla
da şanslarının olmadığını... Emperyalist hayduttlara düşen ise, kitlelerin
devrimci dinamizmini kırmak ya da etnik ve dinsel farklılıkları öne çıkararak,
kitle hareketlerini kendi içinde boğma çabalarıdır.
Emperyalistlerin, ülkeler için genel politikası, böl
yönettir. ABD Suriye’de de bunu yapmak istiyor. Irak’da bunu kısmen başardı. En
azından tohumlarını attı. Halkları dinsel ve ulusal kimliklerinden dolayı
birbirine boğazlatmaya devam ediyor. Suriye’de de aynısını yapıyor ve bunu
kalıcılaştırmaya ve resmileştirmeye çalışyor. Çünkü, birbirlerine düşman küçük
devletlerin baskı altında tutularak halkların ezilmesi ve sömürülmesi ve
anti-emperyalist baş kaldırıların önlenmesi daha kolay olur.
ABD’nin BOP şimdi,
çöküşünü engellemeye çalışıyor dense yeridir. Ancak, giderek yanlızlaşmaktadır.
İngiltere parlamentosu saldırıya karşı çıkarken, Almanya saldırıya
katılmayacağını açıkladı. Fransa ise, ABD’nin yanında Ortadoğu’da yeniden söz
sahibi olmak istiyor. AB içinde Almanya karşısında etkinliğini bu yolla
artırmanın yanında, Fransız tekelci burjuvazisi daha fazla egemenlik alanları
istiyor. Bu nedenle de her fırsatta askeri saldırıdan yana tavır alıyor. Libya
ve Mali’de olduğu gibi. Ayrıca NATO içinde yer alan bir çok Avrupa ülkesi
saldırıya katılmayacaklarını ya da destek olmayacaklarını söylediler. Çünkü,
Suriye sorunu, salt burayla sınırlı kalmayıp Ortadoğu’nun kalbinin
dinamitlenmesi dense yeridir. İran, Hizbullah ve Irak’lı şiileride çok yakından
ilgilendirmektedir.
ABD için Esad’ın kalması ise, bölgede ABD ve İsrail
karşıtlarının daha fazla güçlenmesini getireceğini tahmin ediyorlar. Esad’ın
ezilmesi, İran ve beraberindeki güçlerin ezilmesi ya da zayıflatılması olarak
görülüyor. Diğer yandan dünya jandarması ABD, askeri saldırıyla bir kere daha
dünya üzerinde söz sahibi olduğunu teyit ettirmek, kendisinin sözünden
çıkanların yerinin neresi olduğunun mesajını da vermek istiyor. ABD halkının
ezici çoğunluğu Suriye’ye askeri saldırı seçeneğini reddetmesine karşın, ABD
burjuvazisi saldırıdan vazgeçmeyeceğini açıklıyor. ABD emperyalist burjuvazisi,
Çin ve Rusya’ya karşı da bu saldırıyla yanıt vermiş olacaktır. Kendi pazarını
ve egemenlik alanlarını her şeye karşın koruyacağının mesajı da verilmiş
olacaktır.
Bütün bunlara
rağmen, emperyalist burjuvazi, artık eskisi gibi rahat değil. Hem kendi
aralarındaki pazar ve egemenlik alanlarını genişletme kavgası, hem de
kitlelerin hemen hemen her yerde baş kaldırışları, savaş karşıtı oluşları,
emperyalist burjuvaziyi oldukça rahatsız etmekte ve engelleyici bir rol
oynamaktadır.
ABD ve yandaşlarının Suriye halkına yardım için,
katliamları önlemek için kılını dahi kıpırdatmayacağını, tersine katliam ve
baskıları artırmak için halkları birbirine kırdırdığı, kendi besleme katilleri
vasıtasıyla vahşeti yaşattığını sağır sultan bile biliyor, görüyor. “Kimyasal silahların” bahane olduğu da açık. Çünkü Irak en yakın örneği. Ve bugün Irak’da
günde ortalama 50’yi aşkın insan yaşamını yitirmektedir. Neden? ABD’nin
saldırgan politikasından! Durum bu iken, ABD haydutları, halkları artık
kandıramaz.
Türk devleti ise, “bir koyup beş alma” hesabını hala
sürdürmektedir. Belki kendilerine de bir pay düşer hesabıyla ABD’nin kuyruğunda
gidiyor. AKP hükümetinin Osmanlı hayalleri olmasına karşın, bunu ona kimsenin
yedirmeyeceğini bilmemesi ya da bilmezden gelmesi biraz tuaf kaçıyor gibi
gözükse de, dincilerin daha farklı düşünme kapasiteleri de olmadığı biliniyor.
Elbette bu düşünce tarzı, onların sınıf çıkarlarıyla da örtüşmektedir.
AKP, Kuzey Afrika halk ayaklanmalarıyla beraber, sıfır
sorunlu politikadan “sorunlu” politikaya geçti. Elbette bu dönüşüm, ABD’nin
bölgeye ilişkin taktik politikalarının yönelimine koşut gelişti. Dış
politikasını, bölgede şiilerin ezilmesi ve sunni devletler topluluğunun
oluşturulması ve güçlendirilmesi, kendisinin de başı çekmesini üzerine oturttu.
Ülke içinde de kendi varlığını saldırı politikası üzerine oluşturdu. İşçi ve
emekçi kitlelerine saldırarak hükümet etmeye çalışıyor.
AKP hükümetinin bir “zafere” ihtiyacı var. Aslında o çoktan
kaybetti. Haziran (Gezi) ayaklanması onu ayakları altına aldı ve gücünü
bitirdi. Mısır’da Müslüman Kardeşler’in yenilmesiyle, kendisinin de bölgede
bölgesel güç hayalleri birlikte yıkıldı. Özellikle Suriye’de Esad’ın giderek
güç kazanması, batılı emperyalistlerin ve Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin
her türlü desteğine rağman dinci çetelerin güç kaybetmesi de buna eklenince,
AKP’nin kendi kaderine TV ekranlarında ağlamaktan başka çaresi kalmadı. Bu
nedenle, Türk devletinin iflas eden dış
politikası için de bir “Suriye” zaferine gereksinimi var. İçeri de kendini belki
böyle ayakta tutabileceğini ve dış desteğini yeniden artırabileceğini
hesaplıyor. Elbette yanılıyor. Çünkü, ne dış eski dış, ne de iç eski iç.
Bölge de önemli bir güç olan Kürtlerin ve özellikle
PKK’nın Suriye’ye müdahale edilmesine karşı çıkması olumlu bir adım. Türk
devletinin çok istediği bir şey Kürtlerin çıkarına değil, zararına olacağı
kendiliğinden açıktır. Türk devleti, boğmaya çalıştığı Rojava’yı, ABD
öncülüğündeki askeri bir müdahale ile Kürtleri bütünüyle ezebileceğini
düşünmektedir.
AKP, PKK ile “barış” sorunuda “Suriye zaferi” için yaptı.
Aslında, (en azından Türk devleti açısında) ortada bir “barış” yok. Var gibi
gösterilmek istendi. İki taraf açısından bir askeri bir saldırmazlık var. Kitleleri “barış” umudu servis edildi. PKK
lideri Öcalan’da buna büyük bir katkı sundu. “Ben de dahil herkes özgür olacak”
dedi. Kendinden başka da buna kimse inanmadı. İnananlar ise inanmış gibi
gözüktü. “inanın” diye sayfa sayfa yazılar yazdılar. Ama öbür yanda ise Rojava
Kürdistan’ı yalnız bıraktıklarını göremediler.
Ülkede PKK’yı “barış” adı altında etkisizleştiren AKP
hükümeti, emperyalistlerin ve kendilerinin beslemeleri katilleri Rojava üzerine
saldı. Ayrıca kendi ordusuna ve özel timlerine bağlı birlikleri sürekli Suriye
içine sürdü, Rojava’da Kürtlere karşı savaştılar ve savaşı örgütlediler.
“Geniş düşündüğünü” söyleyen PKK lideri, ülkede ateşkes yaparak
Türk devletini rahatlatması, Rojava’yı rahatlatma yerine büyük bir sıkıntıya
soktu. Ayrıca “barış” Gezi’ye de çarptı. Gezi barikatları, AKP’nni “barışı”nın
bir aldatmaca olduğunu, görmek istemeyenlere net bir şekilde gösterdi. Sonunda,
C. Bayık “yanlış yaptık” diyebildi. Çünkü, eğer Kürt ulusu özgür olacaksa bu
Türk halkının büyük bir desteği ve mücadelesiyle başarılabilecektir.
ABD ve yandaşlarının Suriye’ye yönelik saldırılarına
karşı mücadele etmek, anti-emperyalist savaş mücadelesini ve birlikteliğini
geliştirmek vazgeçilmez bir görevdir. Başta komünistler olmak üzere tüm
devrimci ve demokratların, Kürt yurtseverlerin görevi bu olmalıdır. Ayrıca, bu
savaşa dahil olan Türk devletine karşı ise mücadele daha ileri boyutlara
vardırılmalı, kitleleri harekete geçirici taktikler üretilmelidir. Burjuvazinin
emperyalist hayallerle başka ülkelere savaşı iç savaşa çevirmek marksistlerin
temel ilkesidir.
Yazının başında savaşı bu yeryüzüne ezen sınıfların
getirdiğini söyledim. Barışı ise bu yeryüzüne halklar getimiştir. Ezilenlerin
birbirleriyle selamlaşmalarının içinde barış ve kardeşlik vardır.
Yarın 1 Eylül Dünya Barış Günü. Sokaklar, meydanlar, daha
güçlü anti-emperyalist savaş karşıtı gösterileri bekliyor.
Savaşların olduğu
bir dünyada “barış ne yana düşer usta” sorusu hep sorulacaktır.
***31.08.2013