HER SINIF KENDİ ÖLÜSÜNE AĞLAR
Yusuf Köse
Akdeniz’de son bir ay içinde batan (batırılan) göçmen gemi ve
teknelerinde 1500’e yakın insan öldürüldü. Yoksulların çığlıkları yine
yıldızlara ulaştı, ama AB emperyalist burjuvazisine ulaşamadı.
Akdeniz’deki kitlesel yoksul göçmen katliamlarının acısı
yine yoksullar üzerinde ağıt bırakırken, emperyalist Batı burjuvazisi kendi
sınıfına yakışır bir şekilde; daha fazla “askeri önlemler”in alınmasından söz
etti. Bu katliamların birinci derecede sorumlusunun kendisi değilmiş gibi, yine
suçu Akdeniz’in sularında boğulanlarda buldular.
Boğulanlara göz yaşı dökenler yine yoksullardı. Zenginler
ise, yoksullar gözyaşı dökmedi. Çünkü, orada boğulan sermaye değildi. Şu anda
sermayenin gereksinim duymadığı işgücü ihtiyacı fazlası “Yeryüzü Lanetlileri”ydi.[1]
24 Mart 2015’de Fransız Alplerinde düşen bir Alman uçağında ölen 150 kişiye
karşı verilen tepki ile Akdeniz sularında boğulan binlerce yoksulla gösterilen
tepki aynı değildir. Çünkü Alman ve Avrupa burjuvazisi uçakta ölen 150 kişi için
değil, Lutfansa Havayolları tekelinin borsada değerinin düşmesine üzülmüştü.
Yakılan ağıtlar sermayenin değer kaybınaydı. Burjuva gazeteleri, haberi :
“Lutfansa’nın kara günü” diye verdi. Bu da her sınıfın kendi ölüsüne
ağladığının bir gereçeğidir. Burjuvazinin insanlığı “sermaye”dir. İşçi ve emekçilerin,
yani yoksulların insanlığı ise insanın kendisidir. Her iki sınıfın arasındaki
fark bu denli niteliklidir.
Alman emperyalist burjuvazisinin Nazi rejimi,
istemediklerini, kendinden olmayanları toplama kamplarında ve fırınlarda yakarak
öldürdü. Günümüzün emperyalist AB burjuvazisi ise istemedikleri göçmenleri
Akdeniz’de boğarak öldürüyor. Aynı sınıf, kendi karşıtı sınıflara karşı değişik
zamanlarda aynı davaranışta bulunuyorlar.
İnsanlığın doğduğu kara Afrika’nın zengin ve bereketli topraklarından
dünyaya yayılan insanlık, kendine yabancılaşmış olarak doğduğu toprakları,
sonradan geri dönüp yağmaladı. Doğduğu topraklarda kalan atalarını
kölleştirerek kendini zenginleştirdikçe Afrika’yı çölleştirdi. Afrika’nın
topraklarının çölleşmesi Afrika insanın çölleşmesiyle koşut gitti. Başka türlü
olması da beklenemezdi.
Afrika, dünyayı insanlaştırmanın bedelinin köleleşmek
olduğunu bilemezdi o zaman. Afrika köleleri Amerika ve Avrupa’yı yarattı. Bugün
Amerika ve Avrupa zenginlik üzerine oturuyorsa, bu Afrikalı kölelerin emeğidir.
Afrikalı kölelerin, yani Akdeniz sularında batırılarak öldürülen yoksul
göçmenlerin atalarının yarattığı değerlerdir. Göçmenlerde, yağma ve savaşlarla
kurutulan, çölleştirilen ve kendilerine yaşam alanı bırakılmadığı için ölüm
pahasına Avrupa kapılarına dayandılar. Çünkü kendilerine başka bir alternatif
bırakılmamıştı. Ya orada açlık ve savaştan öleceklerdi ya da bir ihtimal, bir
kısmının Avrupa kapılarından içeriye girme ihtimali olursa ötelenme pahasına
ayakta kalma şansları olacaktı. İşte onları emperyalist Avrupa burjuvazisinin
ırkçı ve yabancı düşmanı sistemleri altında kerhen yaşamaya “razı olmaya” iten
nedenler esasları bunlardır.
acıları
değil istatistikleri paylaşılan ölüler
Burjuvazi acıları paylaşmaz. İstatistiklere vurur
insanlığı. Özellikle de yoksulların acıları onların sermayesini ilgilendirdiği
oranda etki yaratır. Eğer sermayenin büyümesine hizmet ediyorsa, daha fazla
yoksulun ölmesi için elinden gelen çabayı harcarlar. Yok, işgücü kaybı
olacaksa, biraz dikkat ederler, çünkü sermayenin sömürmesi için işgücüne
gereksiniğmi vardır. Bunu da her yıl ihtiyaçları oranda alıyorlar. Bazen
övünerek söylüyorlar. “şu kadar göçmen aldık” diye. Oysa, Nüfusu her geçen gün
yaşlanan Avrupa burjuvazisine, artı-değer yaratacak genç ve dinamik işgücü
gereklidir.
Bir gerçek var ki; Avrupa burjuvazisine göçmen işgücü
lazım. Çünkü kendi nüfusu yetmiyor. Hem yaşlanıyor, hem de yedek işgücü sayısı
azalıyor. Bunu dengelemesi gerekli. Örneğin, Almanya’nın her yıl yaklaşık 500
bin göçmene[2]
ihtiyacı var. Alman sermayesi bu olmadan kendini yenileyemez, diğer emperyalist
sermaye kesimlerina karşı egemenlik mücadelesi veremez. Bir taraftan
anti-göçmen yasaları çıkarılıp yabanacı düşmanlığı körüklensede, bir yandanda
göçmen işçi almadan Alman sermayesinin büyümesi ve palazlanması söz konusu
olamıyor. Bu salt Alman sermayesi için değil, İngiltere, Fransa ve diğer irili
ufaklı emperyalist Avrupa ülkeleri içinde geçerlidir.
Almanya’ya AB
ülkelerinden yılda ortalama 70 bin göçmen işçi geliyor. Ancak bu sayı Alman
sermayesinin ihtiyacını karşılamıyor. Alman burjuvazisi “kalifiye göçmen”
istemesine karşın, bunu bulması olasılık dahilinde değil. Bu nedenle, belli
sayıda ilticacı ve göçmenin Almanya’ya girmesine izin veriyor. En son olarak
Suriyeli göçmenleri (Türkiye, Ürdün ve Lübnan’da bulunan göçmen kamplarından)
alması, onun iyi niyetinden öte, sermayenin ihtiyacına göre hareket etmesinden
kaynaklandı. Ayrıca Suriyeli göçmenler ise seçmeli olarak, yani, kalifiye (özellikle
“nitelikli” meslek sahibi) olanlar seçilip getirildi.
AB burjuvazisi, Akdeniz’i göçmen mezarlığı haline
getirmesi, gelenlerin kontrolsüz gelmesi ve sınır gevşetildiği anda daha
fazlasının akın edeceğini bildiği içindir. Bu nedenle de, göçmen tekneleri genelde
Avrupa kıyılarına belli bir mesafede batı(rılı)yor. Avrupa kıyılarına
yaklaşmasına izin verilmiyor. Elbette göçmen teknelerinin batmalarının çeşitli
“nedenleri” bulunuyor. Göçmen ölülerinin üzerine basarak sermayesini ve gücünü
artıran AB burjuvazisi kendini temize çıkarıyor. Ayrıca, ne kadar insanın deniz
dibine gönderildiği ise gerçekte belirsiz kalıyor ya da saklanıyor.
Uluslararası Af Örgütü’nün verdiği bilgiye göre, 2011-2015 arası Akdeniz’de 5.979 göçmen
boğuldu. Sadece 2014 yılında 3500 (üçbinbeşyüz) göçmen boğuldu. Yine
Uluslararası Af Örgütü’nün (Amnesty) verdiği bir tahmine göre bu yıl göç
yollarında 30 bin göçmenin ölmesi bekleniyormuş.
Göçmen
olmaktan kurtulmanın yolu
AB burjuvazisinin ileri gelenleri, göçmen akınını kesmek için
daha fazla askeri önlem istiyor. Bunu, göçmenlerin ölmelerine üzüldüklerinden
değil, kendi ülke halklarının burjuvazinin gerçek yüzünü görmelerinden
korktukları içindir. Daha fazla teşhir olmamak içindir. Onlar, artı-değer
yaratmayanların yaşamasını değil, “telef” olmasını yürekten istiyorlar.
İnsan kendi doğduğu toprakları kolay kolay terk etmez.
Orada yaşam koşulları kalmamışsa terk eder, daha yaşanır bir yere doğru yola
çıkar. Afrikalı ve Asyalı göçmenlere de yaşam koşulları bırakılmadığı için Avrupa’ya
akın ediyor.
Emperyalist burjuvazi, elini Afrika’dan çektiğinde ya da
çektirildiğinde, Afrikalılar Avrupa’ya gelmekten vazgeçeceklerdir. Çünkü o
zaman emperyalist uşağı efendileri rahatlıkla alt edip özgürce yaşayacakları
bir sistemi kurabilirler. Kendi yaşamlarına kendileri karar verebilirler. Ne
var ki, emperyalistler, baskıyla, katliamlarla, savaşlarla, böl-yönet
politikalarıyla halkları birbirine yabancılaştırdığı gibi düşünemez hale
getirdi. İnsanları bir lokma ekmeğe muhtaç hale getirdiler.
Afrika insanın bu denli yıkımlarla karşı karşıya
olmasının esas nedeni elbette emperyalist politikalar ve bunlar arasındaki egemenlik
dalaşmasıdır. Afrika’nın bitmeyen tarihsel zenginlikleri bütün emperyalistlerin
iştahını kabartmıştır. Afrika insanın vahice katledilmeside bundandır. Ne yazık
ki, Afrika üzerindeki yıkım her geçen gün dahada artmaktadır.
Sorun bütünüyle sınıfsaldır. Afrikalı ve asyalı
göçmenlerin Akdenizde boğdulmaları, AB içinde sadece Almanya’nın 2050 yılına
kadar yılda 500 bin göçmene ihtiyaç duyduğu ve ondan sonra ise bunun 600 bine
çıkacağı, Afrika’nın yoksulluğu ve savaşlarla imha edilmesi, yine Afrika’nın en
gelişmiş ülkelerinin yılda yaklaşık 1,5 tirilyon[3]
dolar tüketim (konsum) maddesi ihtiyacı
olduğu vs. vs. bütünüyle politik ve emperyalist burjuvazinin soruna, insani
duygular açısından değil, kendi sınıf çıkarları açısından yaklaştığı bir
gerçektir.
Burjuvazi, yoksul Afrikalıların Avrupa akınlarından
korkuyor. Belkide Roma’yı yıkan kavimler göçünün tekrarlanmasından
korkuyorlardır. Avrupa burjuvazisini elbette bu ülkelerde yaşayan işçi sınıfı
yenecektir. Ancak, emperyalizmin baskı ve sömürüsü altındaki ülkelerde devrimler
gerçekleştiğinde ise emperyalizmin hareket alanı iyice kısıtlanarak, hızla
yıkılmasının koşulları hazırlanmış olacaktır. Bu kez burjuvazi için kavimler
göçü işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesi olacaktır. Kitleler, kendilerinden çalınanları mutlaka bir gün geri alacaktır.
Yüzyıl önce Ermeni soykırımı gerçekleşmişti. O günden bu
güne burjuvazinin ve gericiliğin sınıf tavrında değişen bir şey yok. Soykırımlar
hala devam ediyor. Yüzyıl önce Anadolu ve Mezepotamya topraklarında yapılan
soykırım, bu kez Avrupa burjuvazisinin eliyle Afrikalılara uygulanıyor. Bu ise sınıfsal bir soykırımıdır.
Sınıflar arası mücadelede duyuga yer verilmez. Özellikle
burjuvazide insani “duygu”, “vijdan” vb. aramanın hiç bir anlamı yoktur. Onun
vijdanı sermayenin çıkarları doğrultusunda çalışır ve sermaye ne emredese
burjuva vijdanı da ona göre çalışır. Sermaye ise insani bir duygu taşımadığından,
artı-değer için işçi sınıfına ve ezilen halklara ölümlerden ölüm beğendirir. Bu
nedenle de, emperyalist burjuvazinin “demokrasi” heveslisi kesilmesi,
sermayenin büyümesi içindir. İşçi sınıfı için demokratik hakların yüksek olduğu
yerlerde ise sermayenin karı düşer. Baskı ve yasaklamaların yoğun olduğu
alanlarda ise sermayenin karı artar. İşçi ve emekçilere yasakların yoğun olduğu
yerlerde ise ne ekonomik ne de insani gelişme olabailir. Ya da çok sınırlı bir
gelişme olabilir. Bütün emperyalist burjuvazi ve uşaklarının yasaklamalara bu
denli düşkün olmalarının bir nedeni de budur. İnsanın kültürel ve entellektüel gelişmesi
yanında örgütsel gelişmeside ksıtlı olur. Ayrıca bunlar birbirini koşullar ve
biri olmadan diğerinin nitelikli bir gelişme göstermesi olası değildir.
Elbette, emperyalizm var oldukça, işçi ve emekçilerin
ölmesi, yakılması, katledilmesi, kurşunlanması, işten atılıp işsiz kalması ve
yoksulluk ve açlık eksik olmayacaktır. Bu durum, kapitalizmin nedeni değil onun
doğal bir sonucudur.
Kapitalizm varolmaya devam ettikçe, savaşlar sürecek,
yıkımlar olacak, Afrika ve diğer yoksul kıtalar yoksullaşmaya devam edecek,
işçilerin yarttıkları değerler bir avuç emperyalist burjuvazinin egemenlik
aracı olan sermayeye dönüşecektir. Kapitalizm yıkılmadıkça, bu yıkımlar artarak
devam edecektir. Ancak, işçi sınıfı ve tüm yoksullar üzerindeki yıkımın
önlenmesi sosyalizmle durdurulabilecektir. Başta işçi sınıfı olmak üzere ezilen
kitleler bunu kavradıklarında, sınıf bilincini aldıklarında ve örgütlenip
burjuva sınıfına karşı mücadele ederek kendi düzenlerini kurduklarında, o
güzelim Akdeniz göçmenler mezarlığı olmaktan kurtulabilecektir.24.04.2015
***