“Eylem Herşey “ Olunca, Amaç Belirsizleşir!
Yusuf Köse
Marksizmle
küçük burjuva “sol”culuğunun ayrıldığı en temel noktalardan birisi; somut
koşulların somut tahlili ve buna uygun mücadele biçimlerinin yaşama geçirilmesi
konusundaki farklılıktır. Mücadele biçimlerini, insan iradesi değil, ekonomik
ve siyasal koşullar belirler. Ve bu koşulların çelişmelerini çözecek siyasal
taktikler uygulanır. Proletaryanın “davranış çizgisi” (Stalin), devrimci
durumun alçalma ve kabarma dönemlerinde aynı kalmaz. Her sürecin ruhuna uygun
mücadele biçimleri uygulanır.
Küçük
burjuva “sol”culuğu, ekonomik ve siyasal koşulları ve kitlelerin ruh halini veri
almaz, iradeciliği öne çıkarır. Bu anlamda, hem idealist düşünce tarzıyla
hareket ederler hem de siyasal olarak marksist düşünce diyalektiğinden
uzaklaşırlar.
Küçük
burjuva “sol”culuğuna göre, tarihi yapan halklar değil, bir avuç elit
“devrimci” kahramanlardır. Halk kahramanların peşinden gelir. Önemli olan
kahramanların eylemlere kalkışmasıdır. Devrimci kahramanların iradi eylemlerle,
ekonomik ve siyasal koşullar, kahramanların düşünceleri doğrultusunda değişir.
Vb. vb.
Evet,
küçük burjuva “sol”culuğu aynen böyle düşünür ve eylem biçimlerini de bu
anlayış etrafında belirlerler. Bu anlayış, onları bireysel eylemlere tapmayı,
bireysel eylemleri her şey, amacı ise hiç bir şey görmeye götürür. En azından
pratik duruşları budur. Buna uygun teori de geliştirirler.
Fokocu
yaklaşımlar ve bundan kaynaklı “suni denge” teorileri, onları, kitlelerden
kopuk eylemlere sürükler. Ve savaşı, daha doğrusu sınıf savaşımını, bir avuç
kahramanlar ile burjuvazi arasında görürler. Kitleler ise, bu savaşta galip
gelenleri takip edeceklerdir.
Bu tür
anlayışlar, salt günümüze özgü olmayp, yüz yılı öncede böyle düşünen siyasal
yapılar mevcuttu. Örneğin bunlardan biri Narodnik'lerdi, diğeri ise Rus
“Sosyalist Devrimciler”iydi.
1902 yılında,
küçük burjuva “Sosyalist Devrimciler” örgütü de şöyle düşünüyordu:
“Her terörizm alevi zihnleri aydınlatır.” Yani,
bireysel eylemlerin, kitlelerin zihnini aydınlatacağını söylemişlerdi. Ve yine; “Ve
eğer terörizm sistemli bir şekilde uygulanırsa (!), terazinin kefesinin en
sonunda bizim tarafımıza ağır basacağı açıktır”[1]
Lenin
ise, küçük burjuva “sol”culuğun, kitlelerin nesnel duruşunu yok sayan böylesi
şiddet anlayışını eleştirmişti.
“Sosyalist Devrimciler”den 70 yıl sonra Mahir
Çayan’da aynı düşünceyi paylaşmıştı:
“Büyük
şehirlerde yürütülen gerilla savaşı; ...
Halk kitlelerine hainlerin yönetiminin ne kadar kof ve çürük olduğunu
gösterecektir.”[2] Bugün, DHKP-C’de bu çizgiyi sürdürmeye
çalışıyor.
Büyük
şehirlerde yürütülen savaşla halk kitlelerine burjuvazinin “kof” olduğu gösterilmesi
anlayışı, eylem her şey amaç ise hiç bir şeye indirgeniyor. Böylece, eylem
olsun da nasıl olursa olsun anlayışı, bir siyasal hareketin temel anlayışı
haline gelince, amaç dedikleri şeyin ise ne olduğu belli olmuyor.
Sultanahmet’deki polis karakoluna yönelik intihar saldırısını, siyasal olarak
farklı kutuplarda yer alan iki karşıt siyasal yapının aynı anda üstlenmesi
(sonra DHKP-C üstlenmekten vazgeçti), bu yaklaşımın yalın bir göstergesidir.
Yani, amacın belirsizleşmiş halinin gizlenemeyen çıplak görüntüsüdür. Bu, aynı
zamanda, “eylem çizgisinin” belirsizliğidir.
Amaç
belirsizleşince; kitlelerin içinde bulunduğu durum, eylemlerin onları ilgilendirip
ilgilendirmemesi, ve bunların dikkate alınması gerekliliği gözden kayboluyor. Eylemlerin
kime hizmet edip etmemeside önem taşımaz hale geliyor. Çünkü, “eylem herşey”
yönteminden hareket eden küçük burjuva “sol”culuğu, baş çelişmenin kendisi ile
burjuvazi (oligarşi)[3]
arasında olduğuna inanıyor. Baş çelişme bir avuç öncü ile düşman arasındaki
çelişmeye indirgenince, ekonomik ve siyasal gelişmeler, sınıflar arasındaki
durum, dost ve düşman sınıfların birbirleriyle ilişkileri ise doğal olarak yok
sayılır.
Fokocu “şehir
gerillacılığı” anlayışı, kitleleri örgütlemeye hizmet etmiyor. İşçi sınıfının
diyalektik materyalist felsefesini içine sindiremeyen küçük burjuva aydın
“sol”culuğunun ondan kaçışını açığa vuruyor.
O zaman
geriye, haklı olarak, komplo teorileri ve spekülatif siyasal değerlendirmelere
yol açan silahlı eylemlerin ortaya çıkmasının da teorik zemini yaratılmış hali
kalıyor. Böyle anlayışlar; eylemin amaç ve niteliğini değil, eylemin kendisini
öne çıkarır. Yeter ki, silahlı bir şeyler olsun. Çünkü, böyle bir yöntemle
“suni denge” bozulup, kitleler kahramanları takip edecektir. Nitekim, DHKP-C,
bu anlayışını, son ölüm oruçlarında da gösterdi. Devrimci militanların ölüme
yatmasıyla (ölümleriyle) kitlelerin ayağa kalkacağını, bunu ise devletin “göze
alamayacağı” anlayışından hareketle, suni dengenin “bozulabileceğini” düşündü. Türk
devleti ise ölüm oruçlarının süresinin uzamasına sevinmişti. Böylece, “terörist”
dediği devrimciler kendi kendilerini imha ediyorlardı. Çünkü, küçük burjuva
“sol” çocukluğunun elinde, ölüm oruçları da etkisizleştirilmişti.
“Sol”
çocukluk anlayışı, eylemle görevlendirdiği militanlarının güvenliğine önem
vermediği gibi, güçlerin doğru ve yerinde değerlendirmeyi de başaramaz. Oysa,
devrimci bir örgüt, eylemi önemser, anacak, militanlarının can güvenliğini daha
da önemser ve en az kayıpla sorunu çözmeye çalışır. Ancak, son iki eylemde
(rehine ve Polis merkezine saldırı)
ortaya çıkan görüntü; militanların düşman tarafından öldürülmesi bir
eylem biçimi haline dönüştürdüğünü gösteriyor. Özellikle Aksaray polis
merkezine, gündüz gözüne yapılan saldırı(!) eylemi, bu ideolik yaklaşımın
görsel sunumuydu.
Küçük
burjuva “sol”culuğunun anlayışı “salt silahlı propaganda” olunca, ortaya böyle
görüntülerde çıkıyor. Kitlelerin örgütlenmesi ve mücadeleye sevk edilmesi
değil, militanların ölümü (öldürülmesi) devrimci(!) bir eylem yöntemi haline
geliyor.
Milyonların sahiplendiği bir Berkin Elvan’ın
kadledilmesinin sıradanlaştırılması, kriminalize edilmesi ise, olsa olsa onu
katledenlerin işine yaramıştır. Burjuvazi, milyonlara mal olmuş devrimcileri
kriminalize etmek, değersizleştirmek için, bir değil on savcısını feda eder.
Kızıldere’de üç İngilizi gözden çıkaran devletin, sıradan savcı ya da bürokratlarını gözden
çıkarmayacağını düşünmek; işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki sınıf savaşımın
tarihsel boyutunu kavramamanın yanında, burjuvazinin de sınıf niteliğini
kavramamaktan kaynaklanır.
Burjuvazi
ile proletarya arasındaki savaşımında duygusallığın ve anarşizan tepkisel
çıkışların yeri olmaz. Sınıf mücadelesi bu tür tepkilerle yürütülemez. Bu tür “sol” “çocukluk” tepkileri, olsa olsa
burjuvazinin soluklanmasına ve güç biriktirmesine neden olur.
Küçük
burjuva “sol” çocukluğu, proleter sınıf bilincinden yoksun küçük burjuva
aydınların ve sınıfsal olarak da
yarı-lümpen kitlelenin desteğini de alır. Bazı yoksul mahallelerde, “fuhuş
yapıyor” diye kadınlara şiddet uygulanması ve teşhir edilmesi, bu sınıfın
sınıfsal tepkisinin ürünü olarak ortaya çıkıyor. Bu nedenle de bilimsel
sosyalizmin teorik hazinesinden oldukça uzakta dururlar. Burjuvazinin
vahşiliğinin genel propagandasıyla yetinerek siyasal olarak demokratik çizginin
ötesine de geçemezler. Küçük burjuva aceleciliği ve tepkiciliği, onları, işçi
sınıfının uzun soluklu sabırlı mücadelesine yabancılaştırır.
Komünistler
hiç bir mücadele biçimini reddetmezler. Ancak, mücadele biçimlerinin
belirlenmesi nesnel koşularla direkt ilgildir. Kendine devrimci diyen bir
örgütün nesnel koşulardan kopuk iradi olarak mücadele biçimi belirlemesi,
kaçınılmaz olarak kitlelerden kopmayı getirir. Ve “eylem her şey”, “amaç hiç
bir şey” anlayışı, düşmana karşı yapılıyor gibi olsada, nesnel koşullardan
kopuk olması nedeniyle, düşmana hizmet eder. Çünkü sorun niyet sorunu değil,
eylemin nesnellikle bağlantısıdır.
Bu tür
eylemler kitlelerin örgütlenmesine hizmet ettiğinde bir anlamı olur ve sınıf
mücadelesinin gelişmesine hizmet eder. Tersi, kitlelerin örgütlenmesine ve
mücadelesine zarar verir. Silahı kullanmasını bilmeyenlerin silahı kendisine
döner. Bu bir doğa kuralı olduğu kadar, aynı zamanda toplumsal bir kuraldır.
Ayrıca, yanlış anlayışların eleştirilmesi, Marx’ın; “... eleştirinin silahı silahların
eleştirisinin yerini almıyor” ile bir ilgisi olmadığı gibi, Marx, bunun
devamında, “... teori de kitleleri sarar sarmaz somut güç durumuna gelir”[4]
der. Özellikle, Marx’ın bu sözünü, “her şey eylem” anlayışına destek olarak
sunmak, Marx’ı hiç mi hiç anlamamaktır. Bütün devrimler, silahların eleştirici
gücünü kullanmıştır. Toplumsal tarih, başka türlü de ilerlememiştir ve sınıflar
varolduğu sürece bu şaşmaz yöntemle ilerleyecektir.
Evet,
ülkemizde faşist devlet, işçi sınıfına ve emekçilere vahşice saldırıyor ve
saldırılarını her geçen gün de artırıyor. Devletin bu zulmüne karşı bu tür
“sol” tepkilerin ortaya çıkması da kaçınılmaz oluyor. Daha doğrusu, bu tür “sol”
çıkışların nesnel sınıfsal temelleri var. Ancak, bu çıkışların, yani, Lenin
deyimiyle “gürültülerin”, kitleleri doğru hedefe yöneltmediği gibi, doğru örgütlenmesine
ve devrimcileşmesine de hizmet etmiyor. Bu tür amaçsız ve sıradanlaştırılmış
eylemler, devrimci şiddetin kitleler üzerindeki bırakacağı olumlu etkileri de etkisizleştiriyor.
Bu
ülkenin 1970’lerindeki devrimci ve komünistleri, “Seni halk Adına Ölüme Mahkum
Ediyorum”u, “Partizanlar Ölmez”i, “Partizanın Kızı”nı, “Komiser Memo”yu, “Yarın Bizimdir Yoldaşlar”ı, “Saygon Zindanları”nı, “Kızıl Kayalar”ı, “Ana” ve “Ve Çeliğe Su Verildi”yi
okumuşlardır. Bugünde okunması gereken kitaplardır. Devrimci deneyimlerle
doludur. Elbette devrimci ve komünistler mücadele içinde ölüm korkusunu
taşımazlar. Ne zaman ölüp ölmeyecekleri onların akıllarına dahi gelmez. Komünist
ve devrimciler, sınıf mücadelesini sürdürmenin bedelinin ne olduğunu bildikleri
gibi, devrimci mücadelenin İzmir Kordonboyu’nda yürümeye benzemediğini de iyi
bilirler. Ancak, her devrimcinin yaşamı, devrimci mücadele içinde çok
önemlidir. Onları, küçük burjuva “sol”cu anlayışlarla değersiz hale getirmek, işçi
sınıfının devrimci sınıf mücadelesinin zararınadır.
Hiç
kuşkusuz, burjuvazinin en büyük korkusu, işçi sınıfının örgütlü direnişi ve sınıf
mücadelesidir. Kapitalist sistemi yıkacak olan da; sınıf bilincini kuşanmış
örgütlülük önderliğindeki işçi sınıfıdır. Onların en büyük kokuları 15-16
Haziranlar, Gezi’lerdir. Ve işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlenerek ayağa
kalkışlarıdır. Burjuvaziyi de tahtından indirecek güçler bunlardır. Mücadeleyi
buralarda odaklaştırmak, buraları örgütlü bir güce dönüştürmek ve iktidar
mücadelesinde hazırlıklı hale gelmek: Sosyalizmin ve komünizmin kazanmasını
isteyenlerin temel anlayışları olmalıdır. 05.04.2015
***
[1]
Lenin, Örgütlenme Üzerine, sf. 43,
(Devrimci Maceracılık) Eriş Yayınları, Kurtuluş Cephesi, com
[2] Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim, sf.
170, (“İhtitatlin Yolu” başlıklı bölüm) Devrimci Sol Yayınları
[3] Mahir Çayan,: “Bunun pratikteki
görünümü, halkın devrimci öncüleriyle oligarşi arasındadır” der. (age, sf. 159,
dip not)
[4] Marx, Hegel’in Huku Felsefesinin
Eleştirisi, sf.201, Sol Yayınları
Yazınız harika tespitlerle dolu. Ellerinize sağlık. Bundan sonra düzenli takipçinizim. Saygılar sunuyorum!
YanıtlaSilBen de aslında kendi bloğum da "Türkiye sol hareketlerinin, örgütlenme ve eylem anlayışı üzerine bir kaç eleştiri" başlıklı bir yazı kaleme almayı düşünüyordum. Yazınızı okuyunca "şimdi gerek kaldı mı?" diye düşündüm. Sizin kadar detaylı izah edemeyeceğim için şimdilik vazgeçtim!))
YanıtlaSil