V.
BÖLÜM
Üretim
Sürecinin Değişimine Bağlı Olarak İşçi Sınıfının Değişimi
İşçi
sınıfının değişimi, esas olarak başka bir incelemenin konusu
olmakla birlikte, konuyu burada, makalenin genel içeriğine bağlı
kalarak, kısaca ele alınacaktır. Dijitalleşmenin artması, üretim
sürecinde yüksek teknolojinin giderek daha fazla yer almasının,
işçi sınıfı üzerinde yaratacağı etkilere de değinmek
gerekiyor.
Makalenin
içinde “makinelerin marifetleri” bölümünde, üretim sürecinde
makineleşmenin artmasıyla işçinin üretim süreci dışında
nasıl kaldığını anlattık ve bunun kaçınılmaz olduğunu da
belirttik. Üretim süreci içinde bilgi teknolojileri (informasyon
teknolojisi -IT) ve operasyonal teknolojilerin (OT) gelişmesi ve
birlikte üretim süreci içinde yer almasının giderek
yagınlaşması, kapitalist üretim sürecinin doğal diyalektik
gelişimidir. Bazı kesimler, makineleşmenin işçi sınıfının
aleyhine, işçiyi üretim sürecinin dışında bırakacağını ve
kapitalist toplumsal sistemin, insanlığın son geldiği yer olarak
kalacağını ileri sürecek kadar, -tanrı adına konuşan din
tüccarları gibi- idealistleşiyorlar. Kapitalizm koşullarında
işçi sınıfının üretim sürecinin dışında kalamayacağını
önceki bölümlerde –verilerle desteklenerek- konu etraflıca
açıklandı. İşçi sınıfının IT ve OT teknolojilerinin üretim
süreci içinde yer almasından dolayı korkacağı bir şey olamaz.
Korkması gereken burjuvazidir. Çünkü bir tarafta sermayenin
organik bileşimi alabildiğine yükselirken, makineleşmenin artması
sonucu istihdamın (değişen sermaye bölümünün) azalması,
kapitalistin kar oranının düşme eğilimini hızlandıracaktır.
Marx,
sanayinin teknik temelinin devimci olduğunu söyler:
“Modern
sanayi, mevcut üretim sürecinin hiç bir zaman son ve değişmez
bir şekil olarak görmez ve ele almaz. Bunun için de, bu sanayinin
teknik temeli devrimcidir, oysa daha önceki üretim biçimleri
özünde tutucuydu. Makineler, kimyasal süreçler ve diğer
yöntemler yardımıyla, yalnız üretimin teknik temelinde sürekli
değişikliklere yol açmakla kalmaz, işçilerin görevleriyle,
iş-sürecinin toplumsal bileşiminde de değişikliklere yol açar.
Böylece aynı zamanda, toplumdaki işbölümünde de köklü
değişiklikler yapmakta ve, sermaye ile işçi kitlelerinin durup
dinlenmeden bir üretim sürecinden diğerine atmaktadır.”1
Kapitalizmin
tarihi ele alındığında bir çok defa teknik temel gelişmiş ve
buna bağlı olarak da üretim süreçleri kendini yenileyerek ve
değişmlere uğrayarak bugüne gelmiştir. El değirmenlerinden,
buharlı ve peşinden elektirkle çalışan makinelere ve üretimin
daha seri bir şekle (otomasyon) dönüştüren üretim bandların
ortaya çıkması ve son 70 yıllık süreçte bilgisayraların
gelişmesi ve özellikle 1990’lardan sonra robotlaşmanın artması,
IT (Bilişim teknolojisi) ve OP (Operasyonel Teknoloji) tekniklerinin
(dijitalleşme) üretim süreçlerine dahil olması, iş bölümlerinde
ve iş-sürecinde de yeni değişiklikleri de beraberinde
getirmiştir. Her yeni teknolojinin üretime girmesi, üretimde yeni
iş bölümlerini de beraberinde doğurmaktadır. Sermayenin büyüme
ve merkezileşmesiyle doğru orantılı olarak kapitalist üretim
hacmi de genişlemektedir. Üretim sürecine yeni giren makine, işini
elinden aldığı işçiye başka bir iş bölümünde işi ve yeni
iş alanlarını da birlikte yaratmaktadır. Makineyi yaratması,
makinenin her parçası için yeni bir iş alanı ve iş bölümü
yaratması demektir. Ve bu makinenin her bir parçasının ayrı
üretim yeri ve süreçleri vardır. Örneğin bir bilgisayarın her
parçasının ayrı bir üretim alanında yapılması gibi.
Makinelerin her parçası aynı fabrika içinde de olabilir. Böylesi
bir üretim süreci kapitaliste bir çok açıdan maliyeti pahalıya
geliyor.
Birincisi, fazladan istihdam gerektiriyor ve daha fazla işçiyle karşı karşıya kalma sorunu var.
İkincisi ise, her bir parçanın farklı yerlerde üretilmesi kapitaliste daha ucuza geliyor. Bu hem esnek üretim hem de esnek çalışma olarak karşımıza çıkıyor. Bu, işçi sınıfının birliğinin parçalanmasını getirerek, örgütlü olarak ortak hareket etmesini zorlaştırıyor.
Birincisi, fazladan istihdam gerektiriyor ve daha fazla işçiyle karşı karşıya kalma sorunu var.
İkincisi ise, her bir parçanın farklı yerlerde üretilmesi kapitaliste daha ucuza geliyor. Bu hem esnek üretim hem de esnek çalışma olarak karşımıza çıkıyor. Bu, işçi sınıfının birliğinin parçalanmasını getirerek, örgütlü olarak ortak hareket etmesini zorlaştırıyor.
Nasıl
ki, kapitalist toplumun yapı taşları kapitalist üretim ilişkileri
üzerinde yükseliyorsa, her bireysel kapitalist için üretimin
temel nedeni artı-değer elde etmek için meta üretimi olması;
kapitalistler arasındaki bitmek bilmez aşırı rekabet, üretimi
artırmak amacıyla durmadan üretim sürecine yeni teknikleri de
katmıştır ve katmak zorundadır.
Burjuvazi,
üretimin teknik temelini geliştirirken, aynı şekilde iş
bölümünün de daha da yagınlaştırmaya ve geliştirmeye devam
etmiştir. Ama, aynı şekilde, işçiyi de yetkinleştirmektedir.
Diğer yandan ise, üretim ilişkilerinin temelini, emek-sermaye
çelişmesini de sıkı sıkıya korumak için tutuculuğu, en geri
bağnazlığı da elinden bırakmamıştır. Bir taraftan üretimi
teknik olarak geliştiriken, bir yandan ise, sermayenin büyüklüğüne
koşut olarak gericileşmesini, işçiyi ve doğayı artan ölçüde
tahribatı da artırmıştır.
“Modern
sanayinin –der Marx- teknik zorunlulukları ile, bu kapitalist
biçimi içinde yatan toplumsal niteliği arasındaki mutlak
çelişkinin, işçinin durumundaki her türlü kararlılık ve
güvenliği nasıl yok ettiğinin; iş araçlarını elinden alarak,
gerekli yaşam araçlarından da yoksun bıraktığını ve,
parça-işlerine bile el atıp onu nasıl gereksiz hale getirdiğini
görmüş bulunuyoruz.”2
İşçiyi
gereksiz hale getiren üretim biçimi, ama öbür yanda ise iş
çeşitliliğinin gelişmesi, iş bölümlerinin artması, işçiyi
değişik üretim alanlarında çalışmaya itmesi, işçinin artan
ölçüde ve üretimin teknik temelinin gelişmesine koşut olarak
her işi yapacak yetkin duruma getirmesini de sağlamıştır.
Günümüzde ise dijitalleşmenin gelişmesi ve bu alanda işçilerin
çalışması, işçinin yetkinliğinin teknik gelişmelerin
gerisinde kalmadığını ve kalamayacağını göstermektedir.
Burjuvazi,
makineleşmeyi geliştirmesine karşın, işçiyi bütünüyle üretim
dışına atacak durumda değildir. Çünkü böyle bir şey yaptığı
anda, üretim ilişkilerinin niteliksel olarak yeni bir biçime
bürünerek kendisinin de gereksiz hale geleceğinin bilincinde
olmalıdır. Bilincinde olmasada sermayenin değersizleşmesiyle
kendisi de gereksiz hale gelecektir. Artı-değerin kaynağı canlı
emek olduğu için, burjuvazi, işçiyi üretim sürecinin dışına
itemez. Teknik gelişmelerin o düzeye gelmesi, emek-sermaye
çelişmesinin dayattığı çözümü de güncel hale getirici
toplumsal gelişmeler ve sınıf çatışmalarının daha da
keskinleşmesi kaçınılmaz olur. Ancak, toplumlar tarihi
kendiliğinden değil devrimlerle alt-üst olduğundan, üretimin
teknik temelinin gelişmişliği, toplumsal değişimin aciliyetini
daha da zorunlu hale getirecektir. Çünkü,
üretim ilişkileri üretici güçlerin gelişmesine cevap veremez
hale gelmiştir. Üretim sürecindeki bir bütün olarak üretici
güçlerinin gelişmişlik düzeyi ile üretim ilişkilerinin
kapitalist niteliği arasındaki çelişme kaçınılmaz bir sona
yaklaşmaktadır.
Bir
çok kesim, ve elbette küçük burjuva oportünizmi, işçi sınıfın
başkalaştığını ve gelinen aşamada, Marx ve Lenin’in
zamanındaki “devrimci işçi” olmaktan çıktığını ileri
sürüyorlar. Bunun anlamı; kapitalist üretim ilişkileri sürerken,
bu ilişkilerin bir başka temel ayağı olan işçi sınıfı
nitelik değiştirmiş oluyor. Ama, kapitalist üretim ilişkileri
ise, nasıl oluyorsa aynı kalıyor. Ve düşünce silsilesi,
utangaçca , işçi sınıfı olmazsa, size, onun alternatifi olarak
“prekarya” verelim diyor.
Üretici
güçlerdeki ve üretimdeki iş bölümündeki gelişmelere bağlı
olarak işçilerinde gelişmesi, başkalaşması kadar doğal bir
şey olamaz. Tarım ülkesindeki tarım proletaryasının, şehire
gelip fabrikaya girdiğinde sanayi işçisi olması ne denli doğalsa,
bilgi teknolojisi (information Technology –IT-) alanında çalışan
bir işçi ile bir fabrikada temzilik işçisi arasında sınfsal
olarak her hangi bir fark olamaz. ikisi de kapitalist üretim
ilişkilerinin zorunlu koşulları altında çalışırlar, ikisi de
artı-değer üretir, ve ikisi de iş bölümü gereği, kapitalist
üretimin bir parçasıdır ve her şeyden önce, üretim
araçlarından yoksun oluşları nedeniyle üretim ilişkileri
içindeki konumları aynıdır.
Şu
anda (yıl 2020) kapitalizmin içinde bulunduğu kriz ve Koronavirüs salgını nedeniyle
bu krizin daha da derinleşmesi, ve her krizde olduğu gibi,
mülksüzleşmeyen küçük mülk sahiplerinin mülksüzleştirlmesinin
hızlanması ve bu çerçevenin daha da genişlemesi,
mülksüzleştirilenlerinde işçi sınıfı saflarına katılmasını
getirmektedir. Yani, işçi sınıfı
safları
daralmıyor, sermayenin büyümesine oranla daha da genişlemye devam
ediyor.3
Makineleri
biligisayarla yöneten işçi ile kol gücü kullanarak elinde
aletleriyle makineleri tamir eden işçi arasında bir fark olamaz.
İkiside aynı sınıfın üyeleri ve aynı üretimin (bunlar farklı
alanlarda da çalışıyor olabilirler) ayrı ayrı birer parçaları
olarak toplumsal bir üretim bütünlüğünü oluştururlar.
Burjuvazi,
bilinçli olarak işçi sınıfını bölmektedir. Bu özünde
yüzeysel bir bölünmedir. Örneğin “hizmet” iş kolunda
çalışanları işçi sınıfının dışında tutarlar. Büroda
bilgisayar başında patronuna artı-değer üreten büro işçisiyle,
aynı büroyu temizleyen temizlik işçisi, sınıfsal olarak ayrı
gösterilir. Birine “beyaz yakalı”, olarak işçi gözükmezken,
diğerine de işçi gözüyle bile bakılmaz. Hatta temizlik
işçileri genelde “işçi” sınfı içinde bile gösterilmekten
itina edlir. Bir çok istatistikler ise temizlik işçilerini
“hizmet” iş kolunda gösterirler. Bu bilinçli bir ayrımdır.
Bu tür ayrımlar Marx’ın yaşadığı dönemde de vardı. Bu
nedenle Marx bu konuya da değinmek durumunda kalmış.
Bugün
bütün ülkelerde “beyaz yakalı” olarak tanımlanan ve işçi
sınıfının “dışında” gösterilen işçilerin büyük bölümü
asgari ücret ya da onun altında bir ücretle çalışmaktadır.
Çin’de ya da herhangi bir ülkedeki paket dağıtıcısı işçiler
buna örnektir.
1800’lü
yıllarda İngiliz fabrika yasaları, fabrikada değişik iş
kollarında çalışan işçilerinin bir bölümünün “işçi”
kapsamı dışında bırakmıştı. Bu bilinçi bir istatistik
oyunuydu.4
“Doğa
sisteminde kafa ile kolun bir birlik oluşturdukları gibi, iş
süreci de kafa emeği ile kol emeğini birleştirir. Daha sonra her
ikisi, birbirine düşman olacak bir karşıtlığa varacak kadar
ayrışırlar. Ürün, bireyin dolaysız ürünü olmaktan çıkar
ve, kollektif işçinin ürettiği toplumsal bir ürün, yani her
biri, iş konusu üzerindeki işlemlerin az ya da çok bir parçasını
yapan bir işçi topluluğunun ortak ürünü halini alır. İş
sürecinin bu ortaklaşa niteliği, gitgide daha belirli hale
geldikçe, bunun zorunlu sonucu olarak, bizdeki, üretken
emek ve bunu sağlayan üretken işçi kavramı genişlik kazanmış
olur. Üretken biçimde çalışmak için artık elle çalışmanız
gerekmez, kollektif işçinin bir parçası olmanız , onun yerine
getireceği alt işlevlerden bir tanesini yapmanız yeterlidir.”5
Marx,
burada meseleyi çok açık bir biçimde koymuştur. Toplumsal üretim
süreci içinde yer alan işçilerin birliğini, bu ister kafa emeği
ile ister kol gücüyle çalışsın, üretim sürecinin birer
parçaları olarak işçi sınıfının birer üyeleridir. Günümüzde
ister bilgisayar başında makineleri yönlendirsin, ister temizlik
yapsın, ister fabrikada eşya taşıyıcı olsun, bir üretim
bütünülüğünü yerine getirmeleri nedeniyle, işçi sınıfının
üyeleridir. Yani, ücretli işçiler, toplumsal üretim
kollektifliğinin birer üyeleri olarak yer alırlar.
Küçük
burjuva oportünizmi, IT ‘de çalışan işçi’yi düz fabrika
işçisi ile aynı sınıflandırmanın içine koymuyorlar. Oysa, her
ikisi de üretimin birer parçaları olarak patrona artı-değer
üreten üretken işçidir. Yani, ikisi de sermayenin birikimine ve
büyümesine hizmet etmektedir. Biri kol gücüyle çalışırken,
diğeri ise kafa gücü (emeği) ile çalışmaktadır. Üretim
içinde patron ile ilişkileri emek-sermaye çelişkisi kapsamı
içindedir. Sömüren ve sömürülen, işgücünü (ister kol ister
kafa olsun) bir meta olarak satan konumdadırlar. İşçiyi salt kol
güzüyle çalışan olarak tanımlamak, tam da burjuva liberallerine
uygun bir tanımlama ve amacı, işçi sınıfının sınıfsal
olarak değersizleştirme çabalarının bir ürünüdür.
“Şirketler
son yıllarda gittikçe daha çok, “esas iş” saymadıkları
kısımları kendi bünyelerinden çıkardılar. Bu süreçten
kantin, iş elbiselerinin yıkanması ve onarılması, büro
binalarının temizlenmesi, bakımı ve tamir işleri, muhasebe,
araştırma, meslek öğrenme ve ilerletme eğitimi, bilgi işlem
bölümü gibi görevlerden; üretim, sevkiyat ve nakliyatın bazı
kısımlarına kadar birçok bölüm etkilendi. Bunun neticesi ise,
çalışanların bazı kesimlerinin gittikçe daha fazla dıştalanıp
bölünmesiyle, ya daha düşük ücret ödeyen, daha kötü çalışma
koşullarıyla çalıştırılan daha küçük işletmelere
çevrilmesi ya da kiralık işçiler haline dönüştürülmesiydi.”6
Örneğin,
büyük otomobil tekelerin üretim fabrikaları birer montaj yerine
dönmüştür. Hemen hemen bütün paraçalar değişik üretim
alanlarında ve hatta değişik ülkelerde üretilip montaj yerinde
bütünleştirilir. En ucuz ve en kaliteli otomobil parçaları
üretim yerinde değil, başka firmalara yaptırılmaktadır. Ayrıca,
bütün otomobil üretim fabrikalarında onlarca taşeron firma ve bu
firmalara bağlı işçiler vardır. Fabrikanın asıl işçisi ile
aynı işi, hatta daha ağır işleri yapmalarına karşın taşeron
işçilerinin saat ücretleri fabrika işçisine göre düşüktür
ve bu işçiler bir çok sosyal haklardan da mahrumdurlar.
Yine,
büyük bilgisayar ve iletişim firmalarının bir ürünün içinde
en az on ayrı ülkede (ya da farklı üretim yerlerinde) yapılmış
parça vardır. Bunlar, en ucuz işgücü olan ülke ya da bölgelerde
yaptırılıp, belli bir yerde (Apple’nin kendi ürünlerini Çin’de
Foxconn’a yaptırdığı gibi) montaj ettirilip son şekli
verilerek pazara sürülecek hazır hale getirilir.
“Yeni
Proletarya Makinalardır, İşçi Sınıfı Artık Belgelerini Alıp
Gidebilir” Mi?
Yukarıdaki
bölümden devam edersek; istisnasız bütün emperyalist ülkelerin
ve gelişmiş kapitalist ülkelerin işgücü açığı varken,
ülkelerinin dışından işgücü çekmek için birbirleriyle
yarışırken, bu bölümün başlığına konu olan sözü, çok
içten söylediği belli olan 1981’den itibaren uzun yıllar
Mitterand’dın özel temsilciliğini ve danışmanlığını yapmış
Jacques Attali nin söylediklerine ne demeli:
Bu
retorik, o zamanın emperyalist burjuvazinin neoliberal
politikalarının ideolojik defermasyon açısından işçi sınıfına
düşürülen kesmiydi. 1980’lerin başında burjuvazinin
neoliberal ekonomik politikalarının pratikte daha sert görünümü,
işçi sınıfının sınıf olmadığı argümanı da sınıfa
yönelik en sert ideolojik saldırıların başında geliyordu. Aynı
yıllarda, Andre Groz’un da “elveda proletaryası” piyasaya
sürülmüştü. Ne tesadüf! Burjuvazinin ekonomik saldırısı
ideolojik saldırılarıyla birlikte gelmiştir ve gelir.
Burjuvazinin
temel isteği ve düstürü; işçi sınıfının, burjuvaziye
alternatif ve onun karşısında sınıf olmadığı gösterilmeli ve
bu konuda ideolojiik bombardıman onun başından eksik edilmemeli ve
her zaman yeni bir şeyler söyleniyormuşçasına, içeriği aynı
olan reteorikler bıkmadan, usanmadan tekrarlanmalıdır.
İşçi
sınıfı kavarmı; burjuvaziye ve onun sistemi kapitalizme karşı,
salt bir soyut tanımlama değil, aynı zamanda toplumsal bir
içeriği, toplumsal bir duruşu ve toplumsal bir alternatif devrimi
de içermektedir. İşçi sınıfının sınıf olarak
yozlaştırılması, içeriğinin boşaltılması, sınıfsal dünya
görüşünün de bulanıklaştırılması ve toplumsal alternatif
oluşununda büyük bir yara alması ve de hiçsizleştirilmesiydi.
Böylece, uluslararası emperyalist burjuvazi, sınıflararası
mücadelede, işçi sınıfına karşı büyük bir avantaj elde
edecekti. Burjuvazi, daha baştan sınıfı bölmek için uğraşa
gelmiştir. Sermaye karşısında aynı üretim süreci içinde olan
işçileri, hizmet, sanayi, “informasyon” vb. isimler altında
özellikle ayırmayı ihmal etmemiştir. İşçi sınıfının üretim
sürecinde kol ve kafa emeğinin, Marx’ın belirttiği gibi bir
birbirinin amansız düşmanı haline getirmiştir. Şimdi onu
“prekarya”, “orta sınıf” adlandırmalarıyla, revize etme
görevini küçük burjuva oportünizmi devralmıştır. Burada,
küçük burjuva oportünizmi revizyonizme evrilmiştir.
Çünkü,
işçi sınıfı demek: Burjuvaziye karşı tavizsiz bir duruş ve
kapitalizm karşıtı olmaktır. İşçi sınıf demek;
anti-emperyalist, anti-faşist cephede yer almak ve mücadele etmek
demektir.
İşçi
sınıfı demek; toplumda ilerici olan, ileri olan tüm ekonomik ve
kültürel yaratımların yaratıcısı demektir.
Ve
her şeyden önce, işçi sınıfı demek; sömürüsüz, sınıfsız,
sınırsız bir dünyanın kurtuluşunu temsil etmek, sosyalizm ve
komünizm savunucusu ve kurucusu olmaktır. İşçi sınıfı
dışında başka hiç bir sınıf bu tarihi toplumsal görevi yerine
getirebilecek bir niteliğe sahiğ değildir.
İşte,
“elveda proletarya”, bu kadar geniş karşı-devrimci bir
toplumsal anlam içeriyor. Bu bağlamda, neoliberal burjuvazinin yeni
ideolojik saldırısı olan “elveda proletarya”; burjuvazinin ve
kapitalizmin savunucusu, üretim araçları elinden alınmış
proletaryanın ise can düşmanıdır.
Marx’ın
işçi sınıfı tanımı:
“Ödenmemiş
artı-emeğin –der Marx- doğrudan üreticilerden çekilip
alınmasının özel iktisadi biçimi, doğrudan üretimin
kendisinden doğan ve kendisi de belirleyici bir öğe olarak onu
etkileyen, yönetenler ile yönetilenlerin ilişkisini belirler. …
Tüm toplumsal yapının ve onunla birlikte egemenlik ve bağımlılık
ilişkisinin siyasal biçiminin, en içteki sırrını, gizli
temelini açığa vuran şey, her zaman, üretim koşullarına sahip
olanlar ile doğrudan üreticiler arasındaki ilişkidir.”8
Sınıfa
karşı ideolojik saldırılar, doğrudan emperyalist burjuvaziden
gelmesine karşın, aynı şekilde onun idelojik etkilenmesi altına
giren, işçi sınıfı içindeki küçük burjuva saflardan da
geliyor. Sınıf açısından en tehlikli ve sinsi olanı budur.
Çünkü burjuvazi açıktan gelirken, bunlar sınftan yanaymışçasına
gelirler. Küçük burjuva oportünizmi, özünde, bir çok liberal
burjuva aydınını papagan gibi tekrarlamayı “ileri görüşlülük”
bilirler.
Dijitalleşmenin
yoğunlaştığı ve yoğunlaşma eğiliminin kaçınılmaz olarak
süreceği günümüzde, işçi sınıfının yerini makineler mi
alacak? Sermaye artı-değeri makinalardan mı elde edecek?
Bu
sorulara yukarıda yanıt verilmişti. Makinaların artı-değer
üretmediğini, artı-değerin kaynağının canlı emek olduğu
geniş bir şekilde açıklandı.
Miterand’ın
temsilcisi bu burjuva liberal “tarihi öngörüsünü” en az
35-40 yıl önce söylemiştir. Ondan bu yana proletaryanın
sayısında bir düşüş olmadığı gibi, tersine bir artış söz
konusu. Bu ististiki verilerle ortaya kondu. Ancak, bu bayın
entellektüel sözcülüğünün yaptığı Fransız sermaye
sahipleri, daha fazla işgücü lazım diye reklam kampanyaları
açmaya devam ediyorlar. Ve 2018 yılında 33 bin göçmen işçiye
vize vermişer. Ve ayrıca her yıl 33 bin kalifiye iş kotasını
verileceği belirtiliyor. Bir çok iş kolunda (ev temizlik işçileri
de dahil) işçi açığı olduğunu dönemin çalışma bakanı
açıklıyor. 9
Her yıl binlerce insanın “kaçak” olarak gelip iltica etmeleri
ise bu sayının içinde yer almıyor.
Sermaye
dijitalleşmeye ağırlık verirken, öbür yandan ise çalışma
saatlerini uzatmak için çaba harcıyor. Neredeyse, işçilerin tüm
zamanlarını çalarak, bir tek uyku saatlerini onlara bırakacaklar,
onu da fabrika içinde uysunlar diyecek kadar ileri gitmektedirler.
Çin’de bu uygulamanın yaygın olduğu biliniyor.10
Elbette,
“işçilerin
belgelerini alıp gitme zamanı geldi”
diyen yalnızca burjuvazinin sözcüleri olan liberal burjuva
aydınları değil, kendine komünist diyen ve hala işçi sınıfı
temsilcisi olduğunu iddia edenlerde aynı söylemle yakınlık
kurmaları ise, bir başka handikap. Burjuvazi, nedense, işçilere
belgelerini vermiyor, tersine “daha fazla, daha fazla işgücü
açığı var” diyerek, göçmen işçi çekmek için çaba
harcıyor. Burjuvazi kendi karşıtı olan işçi sınıfından
vazgeçemiyor. Vazgeçtiği anda kendisininde yaşayamayacağını
bildiği içindir. Burjuvazi, bunu biliyor, ama küçük burjuva
oportünizmi, burjuvazinin gördüğünü göremiyor.
Küçük
burjuvazi, işçi sınıfını salt kol gücüyle çalışan olarak
ele alınca, ideolojik olarak savrulmanın sınırı ve yönü
belirsizleşiyor. Marx’ın hiç bir eserinde, “işçi sınıfı,
salt kol gücüyle çalışanlar” diye tanımlanmamıştır.
Özellikle kafa ve kol emeğinin içiçe geçtiği ve ikisinin de
birbirini tamamladığını belirtmiştir. Marx’ın bu
tanımlamasının bilinmemesi söz konusu olamaz. Ancak, sorun bilmek
değil, ideolojik duruş ve dünya görüşünde netlik olmayınca
daldan dala konmanın kaçınılmazlığı da kendiliğinden geliyor.
“Elveda
Proletarya”cı Andre Gorz, Türkiye Devrimci Hareketinin tam
yenilgi (12 Eylül 1980) döneminde, proletaryadan nasıl
kurtulacağını bilemeyen küçük burjuva revizyonizmi ve
reformizmi için teroik bir kurtuluş oldu. Tabi, ülkemizde, en
başta Birikim’ci (M. Belge, Ö. Laçiner, A. İnsel vd.) tayfasını
da saymamak olmaz. Onlar çok eskiden beri proletaryadan
kurtulmuşlar, “yetmez ama evet”e kadar ideolojik-politik uzlaşı
merdivenlerini tırmanarak, işçi snıfının dünya görüşünün
tüm etkilerini, bütünüyle üzerlerinden atmışlardı. Sosyal
demokrat çizgi, onlar için, kapitalizm çağında en ileri kurtuluş
teroisiydi.
Andre
Gorz, en keskin “proletaryacıları”da etkilemişti. Etkilememesi
düşünülemezdi. Bazıları Gorz’u da aşmış durumdalar. Gorz,
işçi sınıfının üretim dışına atılarak
etkisizleştirildiğini savunurkan, kendine komünist diyen bazı
kesimler ise, işçi sınıfının “mülk sahibi” olduğunu öne
sürerek, proletaryaya sınıf atlatmışlar.
Nasıl
mı? İşte bir örnek!
“İşçi
sınıfı diyalektik tarihsel gelişme bakımından sadece işini
kaybedecek veya zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan
bir durumda değildir. Tarihsel gelişmenin tabi tezahürü de olsa,
işçi
sınıf artık bir eve, evinde kapitalist kullanım araçlarına ve
hatta arabaya da sahip olacak düzeyde bir “özel mülkiyete”
sahiptir.11
Öyle ya da böyle sendika ve sigortaya, tazminat hakkına sahiptir.
Mücadelelerinin sonucu olarak belli haklara , yasallaşmış çalışma
ve iş saat haklarına sahiptir. Bu işçi sınıfının kaybetmekten
korkacağı birşeylere sahiptir12
denebilir ki, bu kaybetme korkusu işçi sınıfının ideolojik
duruş ve fikir dünyasına da etki yapmaktadır.”13
Buna,
işçi sınıfı diyalektiğini burjuvazinin dünya görüşünden
okumak denir. Bir ve aynı ilişki içinde yer alan iki zıt kutubun,
birinin diyalektik gelişimini (burjuvazinin) olduğu gibi kabul
ederken, diğerinin (işçi sınıfının) burjuvaziye yaklaştığını
söylemek, daha baştan materyalist diyalektiğin reddidir. Mao’nun
söylediği gibi, çelişkinin iki kutbunu oluşturan zıtlar, bazı
koşullar altında birbirine dönüşebilir. Ancak, zıt kutupta
oldukları ilişkinin niteliği de değişir. Ya da Marx’ın,
kapitalizm tahlili yanlıştır. Marx, “sermayenin büyümesine
koşut olarak yoksullaşmanın da büyüdüğünü” söyler. Bu
araştırma içinde ortaya koyduğumuz gibi, güncel tüm istatistiki
veriler de Marx’ı doğruluyor. Buradaki anlayış ise; sermaye
büyüdükçe işçiler de ekonomik olarak burjuvaziye yaklaşıyor.
İşçi sınıfı, içinde bulunduğu somut duruma mı inansın,
yoksa, kendisine “zenginsizin gözünüz aydın!” diyenlere mi
inansın? Hiç kuşku yok ki, işçiler, kendi yaşamlarına göre
düşünmeye devam edecklerdir.
“Kullanım
araçları” ile ne anlatılmak isteniyor net değil, ancak, evde
kullanılan “dayanıklı tüketim malları” olarak adlandırılan,
buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinası, bilgisayar vb.)
kastediyorlarsa, bunlar üretim araçları değil, tüketim
araçlarıdır. Ve işçiler, evde kapitalist pazar için meta
üretmiyorlar. Tersine, kullanım ve değişim değeri olduğu için
işçi tarafından üretilmiş ve pazar için bir meta haline
sokularak, patron tarafından pazarda satışa sürülen ve işçinin
kendi ürettiği ve ama yabancılaştığı ürününü meta
pazarından parayla satın alması döngüsüdür. Kapitalizmin
geldiği aşama açısından her evde zorunlu hale getirilmiştir.
Bunları, işçiler tüketmeyecek de kim tüketecek? Burjuvazi,
elbette üretiklerini işçilere satacak. Çünkü toplumun neredeyse
%99’u üretim araçlarından yoksunlaştırılarak işçi haline
sokulmuştur. Ve az yukarıda Marx’ın (bkz. 88 nolu dipnot)
“kafa-kol” emeğini aynı üretimin bir parçası görürken,
Buradaki anlayış, işçiyi sadece “kol gücü”yle çalışan
olarak tanımlıyor. Yani, kapitalizmin ilk yüzyılındaki işçiyi
“işçi” kabul ediyor. Bu görüş, üretici güçler ile üretim
tarzı arasındaki temel ilişki biçimini (sınıfsal olanı) yok
saymaktan kaynaklıdır.
Marksist
ustaların tersine, küçük burjuva oportünist ve revizyonist
çevrelerden bu tür değerlendirmeler sıkça yapılıyor ve hatta
işçilerin bir kısmına “orta sınıf”14
gözüyle bakıyorlar. Ne de olsa evlerinde “kapitalist kullanım
araçları” var. Anlaşılan, bu tüketim araçlarını “üretim
araçları” olarak değerlendirmiş olmalılar ki, böylesi bir
değerlendirme yapabiliyorlar. Böyle bir değerlendirme; işçi
sınıfını devrimci görmemektir. Böyle
açıklama yapanlar, işçi sınıfının “devrimci barutunu
bitirdiğini” ilan etmişlerdi.
Ülkemizde bunlardan biride “Sol Parti” (önceki adı ÖDP)
reformist kesimlerdir. Uluslararası alanda liberal burjuvazi ile
ideolojik dostluk kuran bir çok kesim ve “okul” vardır.
Buraya
Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi sınıfının ekonomik durumuyla
ilgili bazı verileri aktaralım. Belki işçi sınıfını tanımak
isteyenlere yararı olur. Kaynağım, DİSK Araşatırma Merkezi
(DİSK-AR) 3 Aralık 2019 tarihinde hazırladığı; “DİSK Asgari
Ücret Raporu, 2020 “den birkaç veriyi buraya alalım.
DİSK
net asgari ücretin 3200 TL olmasını öneriyor. Devlet, 2020
yılı için, brüt asgari ücreti 2324 TL, net: 2020 TL yaptı.
Tablo-7
: Asgari Ücret Civarında Ücret Alan İşçi Sayısı (2017) (Bin)
Ücret
Düzeyi
|
İşçi
Sayısı
|
Toplam
İşçi Sayısına Oranı
|
Asgari
Ücret Altında
|
1.800.000
|
11,1%
|
Asgari
Ücret Düzeyi ve Altında
|
6.871.550
|
42,2%
|
Asgari
Ücretin %1 Fazlasının Altında
|
7.654.600
|
47,0%
|
Asgari
Ücretin %5 Fazlasının Altında
|
8.360.640
|
51,4%
|
Asgari
Ücretin %10 Fazlasının Altında
|
9.214.200
|
56,6%
|
Asgari
Ücretin %15 Fazlasının Altında
|
9.899.440
|
60,8%
|
Asgari
Ücretin %20 Fazlasının Altında
|
10.413.790
|
64,0%
|
Kaynak:
DİSK-AR, DİSK Asgari Ücret Raporu, 2020 (PDF), sf. 17.
DİSK-AR’ın
bu raporu 2017 yılı için. Ekonomik krizle beraber, 2018 yılından
itibaren işçilerin alım gücü daha da düştü. 2020’de
(KoronaVirüsü salgınıyla) ekonomik krizin derinleşmesiyle işçi
sınıfının alım gücü daha da gerilemiş olması da hesaba
katılmalıdır.
Bu
rapor, Türkiye’deki işçilerin durumunu net olarak ortaya
koyuyor. Rapor, Çin ve Türkiye’deki asgari ücreti ABD doları
cinsinden karşılaştırıyor. Türkiye’de 2016 yılında asgari
ücret 484 ABD doları iken 2019’da 448’e geriliyor. Çin’de
ise, 2016’da 299 ABD doları iken, 2019 yılında 352’e çıkıyor.15
İşçilerin “zincirlerinden
başka kaybedecekleri şeyleri olduğunu”
iddia edenlerin bihaber oldukları sınıfın ekonomik durumu bu!
Asgari
ücretin %20 fazlasının altında alan işçilerin ne kadar ücret
aldıkları kolayca hesaplanabilir. Şu anda brüt asgari ücret 2324
TL. Bunun %20 fazlası, yaklaşık 2789 TL yapar. Bu brüttür.
Türkiye’de “en yüksek ücret alan” işçilerin durumu bu.
Tabi, bu ücretle nasıl geçinildiğini ve bununla bir işçinin
nelere sahip olabileceğini o işçilere sormak gerekiyor. Ancak,
aşağıda, Türk-İş sendikasının “açlık ve yoksulluk”
sınırında açıkladığı, “bir çalışanın aylık maliyet
tutarı” ile karşılaştırınca onun altında kaldığı
görülecektir. Salt lafızda “işçi sınıfından yana”
gözükenlerin, bu verilere bakarak işçilerin nasıl yaşadıklarını
kolayca görebilirler.
Türk-İş’in
her ay hazırladığı “açlık ve yoksulluk sınırı” raporu
ise, zincirlerin üzerine yeni zincirlerin eklendiğini ortaya
koyuyor. Buradan da kısaca bir kaç istatistik verelim (Mart 2020):
“Bir
Çalışanın Aylık Yaşam Maliyeti Tutarı 2.847 TL
Dört
Kişilik Ailenin Açlık Sınırı 2.345 TL, Yoksulluk Sınırı
7.639 TL
MKP’nin
“işçi sınıfı tanımı” başlı başına ayrı bir makale
konusu olmakla birlikte, yukarıdaki alıntıda her şey ortadadır.
Miterand’ın danışmanı, Andre Groz’un “elveda proletaryası”,
Birikmi’cilerin teorik açılımları, Almanya’da Die Linke (Sol
Parti) vb. gibi burjuva liberallerinden reformistlere kadar hepsinin
birleştiği ortak bir nokta var. İşçi sınıfının hali hal
değil! Baksana “hatta
arabaları”17
var.
Evleri18
var. “evinde
kapitalist kullanım araçları
var.” Haliyle, işçi sınıfı burjuva sınıfı olup çıkmış,
ama bundan sınıfın haberi yok, sadece küçük burjuva
oportünizmin ve kapitalizm sevici liberallerin haberi var.
Anlaşılan, işçilere, “hatta arabaları ve evleri var” diye
hayret edenler, işçiler için bunları lüks buldukları açık.
Dünyanın nüfusu 7.7 milyar. Dünyada, trafikte olan binek (2019
yılı itibariyle) araba sayısı ise 1 milyar 200 milyon.19
Bu sayıya ticari arabalarda dahil. Dünya nüfusunun yarısından
fazlası bunlardan zaten yoksun yaşıyor. Günlüğü 1-2 ABD doları
altında yaşayan nüfusun 3 milyarı aştığı, burjuva basınının
maşetlerinde bile yer bulabiliyor. İLO’nun 2019 yılı
hesaplarına göre ise, 234 .4 milyon işçi günlük 1.90 ABD doları
kazanırken, 402.3 milyon işçi ise günlük olarak 3.20 ABD doları
kazanıyormuş.20
Aynı Ropor’un verilerine göre, 2004’den beri bütün dünyada
reel ücretlerde gerileme yaşanıyor.
İşçiler,
kapitalist toplumun üyeleri olduğu için kendi üretikleri ve
kendilerine yabancılaşmış olan tüketim için pazardan satın
aldıkları ve kendi ürettikleri “kapitalist kullanım
araçlarını”, yaşamak için almak zorundalar. Çünkü feodal ya
da bir başka toplumsal sistemde yaşamıyorlar.
Ve
elbette “hatta arabaları var” diye yazanlar, her ne kadar
kendilerinin “Türkiye ve Kürdistan” işçi sınıfının
“temsilcisi” ilan etmiş olsada, “zincirlerinden başka
kaybedecek şeyi olanlar” olarak Türk ve Kürt işçilerinden söz
etmiş olamazlar. Çünkü bu tanımlamanın Türkye ve Kürdistan
işçi sınıfına uymadığı çok açık. Eğer işçilere
sorarlarsa, her geçen gün daha kalın zincirlerle mıhlandıklarını
anlatacaklardır. AKP iktidarına muhalif burjuva liberallerin bile,
Türkiye’li işçilerle ilgili böylesine bir tanımlamaya
yanaşacaklarını sanmıyorum. Özellikle son 18 yıllı süreç
için. Ama TÜSİAD saflarında ve de Erdoğan’nın “milli
medyası”nda işçilerin çok şeylere sahip oldukları ve “hatta
çok iyi yaşadıkları” sıkça yazılıyor. Ama “Ayşe Teyze”
ekonomisinin yaratıcısı T. Güngör Uras bile böyle “refah
içinde yaşayan bir işçi”yi yazamıyordu.
“Asırlar
öncesi sınıf durumu ve koşullarına uygun olarak yapılmış
klasik sınıf tanımının günümüz koşullarındaki işçi
sınıfının durumu ve koşullarıyla birebir örtüştüğü iddia
edilemez.”21
“Asırlar
öncesi”nden kasıt, Marx-Engels-Lenin’in sınıf tanımlarıdır.
Bunların eskidiğini söylüyorlar.
Sağlık
sigortası, sendikal haklar, tazminat vb. gibi haklar dünde vardı
ve bugünde var. Burjuvazi, bugün, işgününü uzatmak için
uğraşıyorlar ve bir çok emperyalist ülkede bunu
resmileştirdiler. Bu çalışmanın içinde hangi ülkeler olduğu
ve nasıl olduğu anlatıldı, belgeleriyle. Ayrıca, günümüzde
tazminat hakları ile sendikal haklarda alabildiğine kısıtlanmış
durumda. Ve patron bir işçiyi çıkarmak istiyorsa, işçiyi
“suçlu” çıkarıp, tazminatsız işten atabiliyor ve bunun
yaygın bir durum olduğu açık. MKP kendi taraftarı olan işçilere
sorsaydı bunu rahatlıkla öğrenebilirdi.
Referansları
Marx, Engels, Lenin, Stalin ve Mao olmayanların, işçi sınıfını
devrimci olmaktan çıkarmaları da kaçınılmaz oluyor.
“İşçi
sınıfı içinde işçi aristokrasisi ciddi oranda büyüyerek sınıf
niteliğini tartışmaya açık hale getirmiş, yeni tanımlamayı
gerektirecek boyutlara ulaşmıştır.”22
Buradaki
anlayış, işçilerin büyük bölümünün işçi aristokrasisi
saflarında olduğunu ifade ediyor ve bu anlayıştan hareketle
işçilerin neredeyse sınıf atladığını yazacaklar. Böylesi
küçük esnaf değerlendirmelerini, daha çok bürokratlaşmış
–Almanya’da DGB23
gibi- sendika yönetimleri yapabilir. Oysa, bu, nesnel bir
değerlendirme olmaktan oldukça uzak. Çünkü kendilerinin ortaya
koyduğu bir araştırma yok. Ve benim DİSK-AR’dan aktardığım
tabloda da bu net olarak görülüyor. Ayrıca, işçi aristokrasisi
salt bugüne özgü bir olgu değil, dün de (bkz. Engels,
İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu, 11 Ocak 1892 tarihli
Önsözü ve Lenin’in Ekim 1916 yılında yazdığı “Emperyalizm
ve Sosyalizmde Bölünme”24
makalesi) vardı. Lenin’in “işçi aristokrasisi” üzerine
yaptığı analizler, hala işçi sınıfı devrimcilerinin temel
argümanlarıdır. O, “oportünizm işçi sınıfı içinde
burjuvazinin ideolojik ajanıdır” belirlemesini boşuna
yapmamıştı.
Lenin’in,
2016 yılının Ağustos-Ekim ayları arasında kaleme aldığı;
“Markszimin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm”’in
“Monizm ve Dualizm” bölümünde, işçi aristokrasisi için
şöyle bir saptamada bulunur:
“Ulusal
mesele bakımından, ezen ve ezilen ulusların işçilerinin gerçek
durumu aynı mıdır? Dedikten sonra devam eder.
“Hayır,
aynı değildir.
(1)
Ekonomik
olarak,
aradaki fark, ezen uluslarda işçi sınıfının bir kesimi, bu
ulusaların burjuvazilerinin ezilen ulusların işçilerinin fazla
sömürüsünden elde ettikleri aşırı
karlardan
kırıntılar almaktadır. Bundan başka, ekonomik istatistikler
burada, ezilen uluslara nazaran işçilerin daha
büyük bir
yüzdesinin ‘küçük patronlar’ olduğunu, daha büyük bir
yüzdenin işçi arsitrokrasisine
katıldığını göstermektedir. Bu bir gerçektir. Ezen ulusların
işçileri, ezilen ulusların işçilerini (ve halk kitlelerini)
yağmalamada kendi burjuvazileriyle belli bir dereceye kadar
ortaktırlar.
(2)
Siyasi
olarak,
aradaki fark, ezilen ulusların işçileriyle karşılaştırıldığında,
siyasi hayatın bir çok alanında imtiyazlı
bir çok yer işgal etmektedirler.
(3)
İdeolojik
olarak,
veya manen, aradaki fark, onlara, okulda ve hayatta, ezilen ulusların
işçilerinden nefret etmeleri ve hor görmeleri öğretilmiştir.
Örneğin bu büyük Ruslar arasında yetişmiş veya yaşamış her
Büyük Rus’da görülmektedir.”25
Günümüzde
de işçi aristokrarasisi var. Ancak, bunlar, işçi sınıfının
çok az bir kesmini oluşturur.
Burjuva
liberallerin, işçi sınıfını bölmek için bilinçli olarak
“orta sınıf” diye bahsetiği şeyleri, kendini “sınıf
temsilcileri” olarak görenlerde tekrarlıyor. Tabi, ortada bir
işçi sınıfı yoksa siz neyin temsilcisisiniz? diye soruda hemen
peşinden gelir. İşçi sınıfın artık zincirlerinden (bunun
anlamı, işgücünden başka birşeyi olmayan) başka kaybedeceği
şeyler varsa, o sınıf devrimci olmaktan çıkmıştır. Devrimci
olmayan bir sınıfın temsilcisi olmanın da -devrimci bir parti
için-, bir anlamı ve gereği kalmaz.
MKP’nin
sınıf tanımı, üretim araçları mülkiyeti ve emeğin üretimdeki
yerinden kopuk ve de emek-sermaye ilişkisinde emeğin yerini yok
sayarak, tüketime göre (bazılarının orta sınıf olarak
adlandırdığı) bir sınıf belirlemesine gitmiştir. Bu
revizyonist bir tanımlamadır.
“Siyaset
alanında –der Lenin- revizyonizm Marksizmin temelini, yani sınıf
mücadelesi öğretisinin değiştirmek için gerçekten çaba
gösterdi.”26
Oysa,
üretim içinde emeği denetleyen, sömüren ile üretim süreci
içinde kendi emeğinin (işgücünün) kullanımını meta olarak
bir başakasına, yani denetleyici ve üretim araçları sahibine
satanın aynı toplumsal sistem içinde aynı sınıfın mensubu
değildirler. Bu, kapitalist sistemin nesnelliğinden kaynaklı işçi
ile burjuvazi arasındaki temel sınıfsal ayrımdır. İşgücünü
meta olarak (belli bir ücret karşılığı) satan ile bunu meta
olarak alıp üretim süreci içinde kullanan kişiler aynı sınıfsal
yapıya sahip olmadıkları gibi, toplumsal yapıda belirleyici olan
üretim ilişkileri olduğundan, toplumsal yapı içinde de aynı
konumda değildirler. Biri salt işgücünü satarak yaşarken,
diğeri ise üretim araçlarına sahip olduğu için, işgücünü de
kendi çıkarları doğrultusunda üretim sürecinde kullanır. Belli
bir işgünü içinde İşgücünü kullanarak ürettiği ürünler
işçinin değil, üretim araçlarına sahip olan kapitalistindir.
Kapitalist toplumsal sistem, kapitalist üretim ilişkisi üzerinde
var olur ve üretenle, üretilenlere el koyanlar arasındaki sınıf
çatışması toplumsal sistemin temel (emek-sermaye) çelişkisi
halini alır. Kapitalist sistemi belirleyende bu çelişmedir.
Kapitalist toplumsal sisteme damgasını vuran bu çelişme
çözülmeden kapitalist sistemin kendisi de çözülmez.
Lenin’de
sınıf tanımı:
“Büyük
İnisiyatif” adlı ünlü makalesinde, sınıflar sorununu, Lenin
şöyle açıklıyor:
“Tarihsel olarak belirli bir toplumsal üretim sistemi içinde tuttukları yer, üretim araçları karşısındaki ve çoğu zaman yasalarla saptanıp kabul edilen ilişkileri, toplumsal emeğin örgütlenmesi içindeki işlevleri, öyleyse sahip oldukları toplumsal zenginlik payının elde edilme biçimi ve büyüklüğü ile de birbirinden ayrılan geniş insan topluluklarına sınıf adı veriliyor. Sınıflar, belirli bir yapı içinde, toplumsal ekonomi içinde tuttuğu farklı yer nedeniyle, biri ötekinin emeğini sahiplenebilen insan toplulukları oluşturuyor. ”27
“Tarihsel olarak belirli bir toplumsal üretim sistemi içinde tuttukları yer, üretim araçları karşısındaki ve çoğu zaman yasalarla saptanıp kabul edilen ilişkileri, toplumsal emeğin örgütlenmesi içindeki işlevleri, öyleyse sahip oldukları toplumsal zenginlik payının elde edilme biçimi ve büyüklüğü ile de birbirinden ayrılan geniş insan topluluklarına sınıf adı veriliyor. Sınıflar, belirli bir yapı içinde, toplumsal ekonomi içinde tuttuğu farklı yer nedeniyle, biri ötekinin emeğini sahiplenebilen insan toplulukları oluşturuyor. ”27
Lenin’in
bu marksist sınıf tanımı (28 Haziran 1919), bir asırı
doldurmasına karşın, eskimemiş, tersine güncelliğini
korumaktadır. Çünkü Lenin, revizyonist sınıf uzlaşmacı bir
anlayışını değil, sınıflara bölünmüş kapitalist bir
toplumdaki sınıfsal yapıyı, Marksist dünya görüşü
perspektifinden açıklamaktadır.
Bu
sınıf tanımlamasından sonra devam edelim:
Ev,
araba, ve ev eşyaları üretim araçları değil, işçiyi işçi
yapan üretim araçlarından yoksun oluşudur. Araba vb. eşyalar
günümüzde lüks değil, bir nevi yaşamın bir parçası haline
getirilmiş ve burjuvazi, ürettiği arabayı, ev eşyalarını
elbette işçiye satacaktır. Ayrıca bir işçinin bir evinin
olması, onun üretim aracına sahip olduğu anlamına gelmediği
gibi, yaşamı boyunca, yemekten içmekten ve eğlencesinden kısıp
eve yatırmasıdır. Ve ev de üretim aracı değildir. Bir barınma
yeri ve herkesin sahip olması gerekir. Ancak, her işçinin evi
olmadığı da biliniyor. Evi olanlarda ölene kadar ev kredilerini
ödediği de biliniyor. Bugün Türkiye’de her işçinin cebinde en
az birden fazla banka kredi kartı vardır.28
Burjuvazi, işçiye verdiğini son kuruşuna kadar geri almak için
çaba harcıyor ve onu borçlandırıyor. Borçlu olmayan işçi yok
gibidir. Evine buzdolabı almak içinde borçlanır, çocuğuna
bilgisayar, cep telefonu almak içinde borçlanır. Hatta çoğu genç
işçilerin elinde son model ve en pahalısından cep telefonları
vardır ve bunları borçla almışlardır.
Nasıl
mı?29
İşte
Böyle: (buraya, işçilerin iş yerlerinde neler yaşadıklarını
deneyimlemek için sahte belgelerle iş yerlerine girip çalışan
bir yazarın Emily Guendelsberger’in notlarını, uzun olmasına
karşın, işçilerin yüksek teknoloji altında nasıl
çalıştırıldıklarını daha iyi anlamak için buraya alalım)
“Her
ne kadar (sıklıkla ekonomik olarak bunalımlı şehirlerin
yıkıntılarındaki) Amazon depoları genellikle çevredeki diğer
yerlere göre daha iyi ücret verseler de, sizi mahveden zaman
disiplini. İş aşırı derecede tekdüze. (Guendelsberger bununla
baş edebilmek için şirket politikasını ihlal ederek şapkasının
içine kulaklık dikiyor.) Mola zamanı geldiğinde deponun çıkışına
gelmesi o kadar uzun sürüyor ki, vardığında hemen geri dönmesi
ve çalışmaya devam etmesi gerekiyor. Stresin yanında fiziksel
ağrılar var. ... Amazon işçilere ücretsiz ağrı kesiciler
dağıtıyor ve Guendelsberger kaç tane içtiğinin sayısını
hemencecik unutuyor. Yazdığına göre bir keresinde aşağıdaki
bir raftan bir eşya almak için eğildiğinde bedeni ‘isyan
ediyor’. ‘Ayağa
kalk,
bugün yüzüncü kez ayaklarıma emir veriyorum, fakat sanki bütün
istismardan bıktılar ve beynimle bağlantıyı kopardılar. Ayağa
kalk seni aptal,
yavaşça tekrar bir oturma pozisyonuna ulaşmak için yuvarlanana
kadar beynim bağırıyor.’ Başka bir işçi ‘Ayaklarım, kıyma
gibi. Daha önce sırt çantasıyla günde 20 mil çorap
değiştirmeden yürüyordum ve hiç
bir zaman
şimdi oldukları kadar berbat görünmüyorlardı’ diye şikayet
ediyor.“30
Türkiye’de,
Şok süper market işçilerinin nasıl ve kaç saat çalıştıklarını
yazmaya gerek bile yok. Bunlar bazı günlük gazete ve internet
sitelerinde yer alıyor. Yine, Gazete Duvar’da, Pınar Öğünç’ün,31
kendi köşesinde, işçilerin nasıl çalıştıklarını, direkt
işçilerin ağzından aktardıklarını (maden işçisinden sağlık
emekçilerine, sahne tasarımcısından sokaklarda çöp
toplayanlarına kadar) okumak, işçi sınıfının “iş yeri”
denen kapitalistin cehenneminde, nasıl bir sosyal yaşama mahkum
edildiği kendiliğinden anlaşılır. Üretim sürecindeki
makinaların yıpranması ile üretimdeki işçinin yıpranmasının
oranı aynı değildir. İşçinin fiziksel ve psikolojik yıpranması
işçi için bir zulme dönüşür.
MKP,
araştırma yapmadan analiz yapmış. Araştırmalarını okuyucuya
sunsaydı hiç fena olmazdı. En azından böylesi bir sonuca, hangi
verilerle ulaştıklarını öğrenme bahtiyarlığına sahip
olurduk. Ayrıca, MKP’nin böyle bir sonuca varması, 3.
Kongre’lerinde proletarya diktatörlüğüne karşı “halk
iktidarı” kararı almalarının doğal bir sonucudur. Düşüncelerin
de diyalektiği vardır, üretenlerin sınıfsal düşünce
yapılarınının eğilimine uygun bir şekilde birbirini
tamamlarlar. Bu, tam da küçük burjuva işçi aristokrasisinin
düşünce yapısıdır.
Bu
tür “sınıf” tahlillerini okuyunca, insanın aklına, Daniel
Bell’in “ideolojilerin sonu”ndaki, A. Negri ve M. Hardt’ın
“imparatorluk”32
kitabındaki “işçi sınıfının devrimciliği kalmadı”
görüşleri ya da bunların “çokluk” olarak adlandırdıklarına
bazılarının “prekarya” diye adlandırmaları geliyor.
Oportünizmin ve revizyonizmin uluslararası bir olgu olduğu,
Lenin’in deyimiyle çok net.
“İdeolojilerin
sonunu” getiren D. Bell gibi burjuva lieberallerine, Engels’in
bir sözü var:
“Öte yandansa, toplumsal bozuklukları, sermaye ve kara hiç ilişmeksizin her derde deva reçeteleriyle ve bin bir çeşit yamayla ortadan kaldırmak isteyen bir sürü toplumsal şarlatan. Bunların hepsi de, işçi sınıfının dışında duran ve daha çok ‘mektep medrese’ görmüş sınıfların desteğini arayan adamlardı.”33
Elbette
uluslararası alanda doğru değerlendirmeler yapan marksist-leninist
partilerde var. Bunlardan biri de MLPD.
MLPD
(Almanya Marksist Leninist Partisi)’nin parti programında, işçi
sınıfıyla ilgili şu saptamada bulunuyor:
“Uluslararası
işçi sınıfı, kapitalist toplumda belirleyici ve toplumu
değiştirebilen güçtür. Günümüzde işçi sınıfının
başında, en ileri üretim tarzının temsilcisi ve mutlak
egemenliğine sahip uluslar arası mali-sermayeye doğrudan zıt olan
uluslararası sanayi proletaryası bulunmaktadır. Kapitalizmin
ekonomik yapısının ilerleyen radikal değişimi, işçilerin
gittikçe artan bir bölümünü, makinaların uzmanlaşmış kölesi
konumundan kurtarıp, karmaşık üretim süreçlerinin çok yönlü
eğitim görmüş denetleyicisi ve yürütücüsüne
dönüştürmektedir. Üretim süreci, çoktandır işçi sınıfının
yaratıcı gücü ve inisiyatifi sömürülmeden işleyemiyor.”34
Liberal
burjuva ve küçük burjuva oportünizmine karşı marksist-leninist
ve maoist dünya görüşünü savunmak, onu ileri götürmek ve
geliştirmek; uluslararası proletaryanın burjuvaziden siyasal
iktidarı alması için olmazsa olmaz bir mücadele yöntemidir.
Devam
edecek...
1
Marx, Kapital, C.I, sf. 514-515
2
Marx, age, sf. 515
3
ILO’nun 29 Nisan 2020 tarihli verilerine göre; koronavirüs
salgınıyla beraber, dünyadaki işyeri toplamının %68’ini
oluşturan 436 milyon orta ve küçük işletmelerin kapanma riski
olduğunu ve bu işletmelerde 2,7 milyar insan çalıştığını
ve bununda toplam çalışanların %81’ini oluşturuyor. Bu
işletmelerin 232 milyonu toptan ve perakende, 111 milyonu imalat,
51 milyonu konaklama ve gıda, 42 milyonu ise gayri menkul ve diğer
ticari faaliyetlerde bulunuyor. Bkz. www.ilo.org.global/about.
2020.04.29
4
Bkz. Marx, Kapital C.I, sf. 449, Dip Not: 98
5
Marx, C.I, sf. 538 (açYK)
6
Stefan Engel, “Küreselleşme” Tanrıların Günbatımı
Uluslararası Üretimin Yeniden Örgütlenmesi, sf.115, Umut
Yayımcılık.
7
Jeremy Rifkin, „Das ende der Arbeit und ihre Zukunft“ (orjinal
ismi „İşin Sonu“), aktaran: Stefan Engel, age, sf.120.
8
K. Marx, Kapital C.III, sf. 695, Sol Yayınları, İkinci Baskı
10
Çin’de 2011-2018 arası, işgücü 46 milyon eksilmiş. Bu iş
gücü eksikliğini gidermeye yoğun robotlaşmayla gidermeye
çalışıyor. Bkz. “Çin’de robot satışları otomobil
endüstrisinde yavaşlayacak”, Uluslararası Robot Federasyonu,
www.ifr.org. Member blog-Nisan 2019
11
Anlaşılan, en büyük uluslararası 500 tekelin içinde yer alan
bir tekel temsilcisi Ali Koç; “çocuklarımızın geleceğinden
endişeliyim” derken haklıymış. Çünkü, buradaki bilgiye göre
işçi sınıfı “özel mülkiyete sahip”miş(!)
www.milliyet.com.tr/ali-koc-cocuklarımızın...
25.02.2015
12
Rana Plaza (Bangladeş-Dakka) yıkılması sonucu ölen 1138
işçinin ortalama aylığı 38 ABD doları kadardı. İşçilerin
“zincirlerinden başka kaybedecekleri başka şeyleri varolduğunu
yazanların matematik bildiklerini, ama işçi sınıfına
yabancılaştıkları sonucuna varıyorum. (Ve Rana Plaza’da 250
Türk şirketi de fason üretim yaptırıyordu.
www.wsj.com/22.05.2013/
by Ayşegül Akyarlı Güven). (Bkz. Yusuf Köse, Tarihi Yapan
Sıradışı Kadınlar, 26.11.2018.
www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/tarihi-yapan-siradisi-kadinlar
13
MKP 4. Kongre Kararlarının Teorik Açılımı, “Sınıfın
Tanımı Üzerine” başlıklı bölüm, sf. 56. (açYK)
14
Çin’de “aristokrat işçi” tanımına bir örnek: Çin’in
uluslararsı telekomünikasyon tekeli Huawei şirketinde muhasebeci
olarak çalışan Li, yılda büyük şehirlerde çalışan bir
işçinin yaklaşık 4 katı (40 000 USD) kazanıyor. Bütün yaşamı
“iş”le geçiyor. İş kendisine başka bir hayat bırakmıyormuş.
“Bu parayı almak için dört kişi kadar çalışmanız
gerek”diyor. İşte aristokrat işçinin hali. Ve büyük
ihtimalle sonu deprosyon vb. (FT adına röportaj yapan, Wang
Xueqiao ve Tom Hancock, 17 Ocak 2019. www.ft.com/content
15
Ayrıca bütün ülkeler için bkz.
www.tradingeconomics.com/china/minimum-wages
17
“Yeni nüfus bilgileriyle kişi başına tüketici kredisi borcu
4817 TL olarak gerçekleşti. Bu borcun yarısı konut ve taşıt
kredisi için kullanılırken, 202 milyar TL’si diğer ihtiyaçlar
için kullanıldı.” (Toplam ihtiyaç kredisi borcu 395 milyar TL.
Veriler 2018 yılına ait. YK) Birgün gazetesi, 02.02.2019
18
DİSK-AR’ın “Türkiye İşçi sınıfı Gerçeği” 2017
araştırmasına göre, Türkiye genelinde ev sahibi olan işçilerin
oranı %44, ev sahibi olmayan işçilerin oranı ise %56. Türkiye
genelinde ise ev sahibi oranı %60,4. Bölgelere göre ise Batı’da
ev sahibi işçi oranı %38, Doğu (Kürdistan)da ise bu oran %66
gibi yüksek bir rakam.
19
www.adac.de/27.02.2020
Buraya eklemek gerekiyor, Gelişmiş AB ülkelerinde arabası olan
sadece yüksek sayılabilecek işçiler değil, işsizlik ya da
sosyal yardım alanlarında arabası olabiliyor. Ve Almanya’da
asgari ücretle çalışanların arabası olduğuda bilinen bir
gerçek. Ve büyük bir çoğunluğu kullanılmış ve bir kaç el
değiştirmiş arabadır.
20
World Employment and Social Outlook-Trends
2020, sf.35. www.İlo.org
21
MKP, agb, sf. 54
22
MKP, agb, sf. 55.
23
DGB: Alman Sendikalar Birliği
24
Lenin, Emperyalizm, sf. 209, Sosyalist
Yayınlar, Şubat 1995.
25
Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, sf. 63,
(açL) Koral Yayınları, Ocak 1977.
26
V.İ.Lenin, Marksizm ve Revizyonizm, sf15, Günce Yayınları, 1.
Baskı 1975
27
Lenin, Ekim Devrimi Dosyası, sf. 530-531, Sol Yayınları, Birinci
Baskı
28
Almanya’da, hiç bir yerde çalışmayan ve sadece sosyal yardımla
geçinen işsizlere, bir çok bankanın 5 bin Avro’ya kadar kredi
verdiği biliniyor. Yine, aynı şekilde, dayanıklı tüketim
mallarını (buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın vb.) büyük
süper marketler aylık taksitlerle (işsiz ve sosyal yardım
alanlarada) verdiği biliniyor. “Kapitalist kullanım araçları”na
sadece çalışan ve “yüksek ücret” alan işçiler değil,
işsizlerde sahip. Net 1100-1200 Avro civarında ücret alan bir
işçi, orta düzeyde sıfır bir otomobil alabiliyor. Banka bu
krediyi karşılıyor. Yine, net 1500-2000 Avro alan bir işçi
taksitle ev alabiliyor ve banka bu maaşa ev kredisi verebiliyor.
29
“BBC’ye göre, bir e-ticaret şirketi için profesyonel bir
programcı olan Li Zhepeng, 996’daki işi için ayda 3.500 Yuan
aldı. Bu, net olarak, saatte sadece 1.60 Avro demektir.”
www.techkou.net/kultur/996-protest/09
Nisan 2019. Erişim: Nisan 2020
30
Gabriel Winant, “Alogoritma eğemenliğinde yaşam”,
www.sendika63.org./2020/04/.
Erişim: 2020-05-02
31
Bkz. Pınar Öğünç, www.gazeteduvar.com.tr
32
Yusuf Köse, “Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi”, sf.
279, El yayınları 2005.
33
Engels,
Komünist Manifesto, sf. 33, Önsöz, Aydınlık Yayınları,
Birinci Baskı Mart 1979
34
MLPD Parti Programı, sf. 16, türkçe basım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder