O’nun
yolunda düşen yoldaşlarımın anısına...
KAYPAKKAYA
VE
ONUN
ÖĞRETTİKLERİ...
Yusuf
KÖSE
Doğanın
bahar üretkenliğiyle, işçi sınıfının sınıf ruhunu
haykırdığı 1 Mayıs’ıyla; Mayıs ayı, Kaypakkaya ayı desek,
diğer aylar gücenir mi bilmiyorum. Bilinen bir şey varsa, o da,
Kaypakkaya’dan öğrenmenin ayı ve günü olmadığıdır.
Kaypakkaya’yı
Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) 40 yıldır okuyor ve ondan
öğrenmeye devam ediyor. Bu ne bir abartı ne de bir övgü
gereksinimidir. Bunun böyle olmasının nedeni: Kaypakkaya’nın
felsefesi diyalektik materyalizm, bilimi ise tarihsel materyalizm
oluşudur. Genç yaşına rağmen, bu bilgilerle ve içinde olduğu
devrimci pratikle an ve an kendini geliştiren Kaypakkaya, MLM teroi
ile donadıktan sonra, kendinden emin bir şekilde, ne yaptığını
bilen ayaklarını sağlam yere basan birisiydi.
Kaypakkaya,
1970’lerin başında TDH içine bir ışık gibi sızmış, Türkiye
işçi sınıf içindeki oportünizm ve revizyonizmin üzerine ise
adeta bir meteor gibi düşmüştür. Ve bundan sonra, TDH içindeki
ideolojik, siyasal ve teorik tartışmaların seyri de içeriği de
değişmiştir. Materyalist epistomolojik tartışmanın niteliği
ise küçük burjuva entellektüellerin akademik tartışma aracı
olmaktan çıkarılıp, proletaryanın sınıf mücadelesini
aydınlatır bir duruma getirilmiş; “devrimci teori olmadan
devrimci pratik olmaz” Leninist ilkesi, yeniden, devrimci militanın
kitleleri mücadeleye sevk etmenin yol gösterici ışığı omuştur.
Marksizm,
çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı hareketi içinde
yerli yerine oturmaya başlamıştır.
Kaypakkaya;
Marksist teoriyi, ülke içinde ayakları üstüne diken bir komünist
önderdir, demek, öznelci bir yaklaşım değildir. Bunu, 1972’lere
kadar TDH içinde tartışılan konular ve bunların içerikleri
dikkate alınırsa, bu belirlemenin hiç de aşırıya kaçmadığı
kendiliğinden anlaşılır.
Kaypakkaya’dan
önce, reforumculuk ile sosyalizm arasında gidilip geliniyordu.
Marksist teori, kah sosyal şovenizm güzergahında, kah kemalizm
şakşakçılığında kah ise sınıf uzlaşmacılığı
bataklığında boğuluyordu. İşçi sınıfının ideolojik,
siyasal ve örgütsel önderliği ise halkçılıkla yer
değiştirmişti. Kaypakkaya’nın görüşlerinin gün yüzüne
çıkmasıyla, TDH; bilimsel sosyalizm, işçi sınıfının
ideolojik siyasal ve örgütsel önderliği, sınıf mücadelesinin
kesintisiz sürdürülmesi ve özel mülkiyetçi sistemin bütünüyle
ortadan kaldırılması tartışmalarıyla yakından tanışmıştır.
Daha açıkcası, TDH içinde, Marksist bilgi teorisini kavrayış ve
onun pratik anlamı gerçek yerine oturmaya başlamıştır.
TDH
içinde yer alanlar, Kaypakkaya’ya kadar, “Kemalist Kadro
Okulu”nun burjuva entellektüellerinden ve siyasetçilerinden ciddi
bir şekilde etkilenmişlerdi. Özellikle o dönemin T”K”P’sinden
devşirme “kadro”lar sayesinde, burjuva Türk devletinin niteliği
“ilerici” ve hatta “devrimci” olarak ezberlettirilmişti.
Kaypakkaya, bunalara bir set çekti. Bu düşüncelerin Marksist
değil, burjuva düşünceler olduğunu açık bir şekilde ortaya
koydu. Marksizm ile sınıf uzlaşmacılığını birbirinden ayırdı.
1970’lerin
TDH, daha çok da, Kemalizm, burjuva devletin niteliği, Kürt ulusal
sorunu gibi konularda, o güne kadar tanık olmadıkları bir düşünce
sistematiği ile karşı karşıya kalarak, yer yer sert karşı
koyuşlarla Kaypakkaya’yı dıştalamaya çalışmıştır. Ancak,
süreç içinde, bazan utangaçca, bazan ise bilerek ve öğrenerek,
kendi hata ve eksikliklerini, Kaypakkaya’nın doğrularıyla
tamamlama yolunu seçmişlerdir. Bazıları ise, büyük
“marksistler” kisvesine bürünerek, onu görmezden gelip, ama
onun düşüncelerini kendi düşünceleri olarak yarım-yamalak da
olsa “teorilerine” eklemişlerdir.
1990’lardan
sonra, bazıları da var ki; (bunlar, M. Suphi’den sonraki T”K”P
gelenekçileri ve devamcılarıdır) sınıf uzalşmacı teroileri
terk etmeyerek, işçi sınıfı içine oportünist öğeleri
itelemeye devam ediyorlar. Haksızlık etmemek için, bunlar da,
“burjuva Kemal”in iç yüzünü, Türk devletinin niteliğini,
Kürt ulusal sorununa bakışlarını, eskiye oranla kısmen de olsa
olumlu anlamda değiştirdiler. Ancak, hala Kaypakkaya’yı “çok
aşırı” bulmaya devam ediyorlar. Çünkü Kaypakkaya’da
sınıf uzlaşmacılığı teorisi yoktur.
Bazıları
da var ki; Kaypakkaya’nın “maoculuğu”nu çok “iğreti”
bulurlar. Bu tür argümanlar ve de teroik girişimler; Kaypakkaya’yı
Kaypakkaya yapan en önemli ilkelerden birini Kaypakkaya’dan alarak
içini boşaltama denemeleri ve küçük burjuva kırılmalarıdır.
Kaypakkya’nın
TDH katkıları salt bunlarla sınırlı olmayıp, esas olarak da,
işçi sınıfının öncülüğünü net olarak ortaya koyarken,
proletaryanın öncü örgütü olmadan iktidarı alamayacağını;
işçi sınıfının öncülüğünü halkçılığa indirgeyen ya da
proleter öncüsüz halkçı devrimci anlayışları eleştirmiş ve
anti-MLM olduğunu belirtmiştir. Kaypakkaya’nın
en büyük katkılarından biri; Marksist teoriyi halkçı düzeye
indirgeyen 50 yıllık revizyonist-oportünist anlayışı mahkum
etmesidir.
Bu bağlamda, Kaypakkaya, komünist ve devrimcilerin işçi sınıfına
ideolojik-siyasal yabancılaşmasını kırmıştır.
Kaypakkaya’nın
teorisi bütünlüklüdür. Onda eklektizm yoktur.
Kaypakkaya;
TDH’ne, “devrimci ihtilalciliğin”, işçi sınıfının
teorisiyle donanmadığı zaman, halkçı devrimcilikten ileri
gidemeyeceğini, anti-emperyalist ve “yurtseverlik”le sınırlı
kalacağını da göstermiştir. Özellikle de, işçi sınıfıyla
burjuva sınıfı arasındaki antagonist çelişmenin realitesinin,
hayatın her alanına yansıdığının görülememesi, işçi
sınıfının kendi sınıf realistesinin inkarı olmuştur.
Kaypakkaya, 50 yıllık birikmiş ve küllenmiş bu inkarı kıran
komünist bir önderdir.
TDH’nin
bütün olumlu ve olumsuz yanlarına karşın, son 40 yıl içinde
Kaypakkaya’dan çok şey öğrendikleri bir gerçektir. Bunu inkar
edenler varsa, öğrenmediklerini açıkalmaları gerekiyor.
Kaypakkaya,
proletaryanın kızıl bayrağını hep yukarılarda taşıdı. Onun
kızıl rengini lekelemek isteyenlere karşı MarksistLeninistMaoist
teori ışığında proleter disiplin ve kararlılıkla karşı
koydu.
***
Kaypakkaya,
TDH içinde yetişmiş bir militan olarak, onun halkçı yanlarından
etkilenerek devrimcileşmişti. O, Marks, Engels, Lenin, Stalin ve
Mao’yu okudukça, görüşleri, süreç içinde, TDH’nin
geleneksel görüşlerinden ayrılmaya, yerli yerine oturmaya
başlamıştı. Marksist teorik derinliğin ve bilmsel bilginin
kendisindeki gelişmine koşut olarak, Kaypakkaya’yı
TDH’nin halkçı teorisinden kopuşu esas olarak 15-16 Haziran İşçi
direnişi yaratmıştır.
Devlet
zoruyla bastırılan işçi hareketi, Kaypakkaya’yı zorunluluğun
bilincine vardırırken; özgürlüğünde, zulüm yuvası devletin,
yine işçi sınıfı önderliğinde köylülerin ve tüm ezilen
emekçilerin zoruyla yıkılarak kazanılabileceği bilincini
yarattı. İşçi hareketinin bu gelişimi; Kaypakkya’da, devletin
niteliğine, Kemalizme, ulusal soruna ve işçi sınıfının
önderlik sorununa yaklaşımında, nitel bir bilinç sıçraması
yarattı ve düşünceleri bütünüyle değişerek Marksist bir
rotaya oturdu. Kaypakkaya’nın o süreçte, içinde yer aldığı
(TİİKP)2
örgütüne karşı Marksist içerikli ilk ciddi eleştirileri bundan
sonra başlamıştır
Nasıl
Marx, işçi sınıfının biliminin yaratırken “bilimin eşiğinde,
cehennemin giriş kapısında” bilinciyle hareket ettiyse,
Kaypakkaya’da, 50 yıllık sınıf uzlaşmacı oportünist teoriler
karşısında, cehennemin giriş kapısını kırarark adımını
içeriye atmıştır. İşte bundan sonra, TDH’nin bir çok temel
ideolojik-siysal konularda ezberi bozulmuştur.
Nasıl
ki, “maddi yaşamın üretim tarzı genel olarak toplumsal, siyasal
ve entellektüel yaşam sürecini koşullandırı”yorsa (Marx),
komünist militanlığı belirleyen de; işçi sınıfının sınıf
bilinciyle ve onun sınıf çıkarları doğrultusunda hareket etmeyi
ve bunu yaşama geçirmeyi zorunlu kılar.
Kaypakkaya’yı
yaşadığı tarihsel mitin içinde bırakarak, onu ileri taşımamak,
onun yaşayan düşünceleriyle çelişir. Çünkü o, işçi
sınıfının alegorik bir miti değil, düşünceleriyle yaşayan
bir öznesdir.
Kaypakkaya,
okuyan, öğrenen ve öğrendiklerini pratiğe geçirmeye çalışan
ve kendini kendi hataları üzerinde de eğiten komünist bir
kişilikti. O, düşüncelerini yüksek sesle söyleyen ve hatalarını
yüksek sesle kabul eden, doğruları ise anında alan bir işçi
sınıfı militanıydı. O, kitlelerin hem öğretmeni hem de
öğrencisiydi. O nedenle de hatalarını gördüğü anda düzeltme
yolunu teredütsüz seçmiştir.
Kaypakkaya,
insanlığın, tarihin öte yanından alıp kendi boyunlarına
takarak bugüne taşıdıkları kölelik halkası olan özel mülkiyet
sistemini, işçi sınıfının gücü ve bilimiyle yıkılacağına
inanmıştı. Düşmanın karşısına da bu inançla çıkarak, onu
kendi ininde mağlup etmesini bilmiştir.
Kaypakkaya’dan
öğrenmek; onu olduğu gibi savunmak değil, onun eksik ve
hatalarını da ortaya koymaktan kaçınmamak olmalıdır.
Kaypakkaya, kendinden önceki devrimci kuşağa aynen böyle
yaklaşmıştır. Eksik ve hataları görmezden gelmeden, onların
üstüne üstüne giderek, kendi doğrularını yaratabildi.
Kaypakkaya, böyle bir özelliğe sahip olmasaydı, bugüne
ulaşamazdı. Onu yaşatan, onu tartıştıran ve onun düşüncelerini
devrimci-komünist militanlarda yol gösterici bir öğe yapan; hiç
kuşkusuz, devrimci teorinin bir doğma değil, bir eylem kılavuzu
olmasındandır.
Kaypakkaya’nın
doğruları kadar eksikliklerini de ortaya koymak, onun öğretilerinin
canlılığının bir gereğidir. Kaypakkaya’yı 40 yıl öncesinde
dondurmak, Kaypakkaya’ya yapılan bir haksızlıktır.
Kaypakkaya’nın
en büyük hatalarından biri, ülkeyi, “yarı-feodal”
değerlendirmesidir. Kendi araştırması olan “Çorum ve
Kürecik”in ekonomik araştırması ve analizleri, bilimsel bir
yöntemle ele alınmasına karşın, Türkiye için aynı yöntemden
hareket etmemiştir.
Sosyo-ekonomik
yapıdan hareketle, ülkede devrimin yolunu “Halk Savaşı”
olarak belirlemesi, öznelciliğin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Aynı zamanda, Türkiye devriminin gelişimini Çin Devrimi gibi
gelişeceğini varsayarak şablonculuğa düşmüştür.3
Kaypakkaya,
o (12 Mart cuntası) süreçte siyasal durum değerlendirmesini ve
özellikle de “işçi ve köylülerin büyük çoğunluğu silahlı
mücadeleyi kavramıştır” saptaması, sosyal gerçeklikle
uyuşmuyordu. Kaypakkaya’yı, yerelden bağımsız, böylesi
öznelci saptamalara götüren, o günün dünya konjonktüründeki
işçi, emekçi ve ezilen ulus hareketlerindeki gelişmelerdi.
Genç
bir komünistin bu tür hatalar yapması anlaşılır bir şeydir. 24
yaşın son beş-altı yılını, okuyarak, yazarak, eylemlere
katılarak; örgütlü mücadele içinde o günün sınıf mücadelesi
tarihi onu öne çıkarmıştır. İşçi
sınıfı hareketi içindeki oportünizme karşı mücadelesinin bir
ürünü olarak, işçi sınıfının öncü örgütünün
kurulmasına önderlik yapan bir komünistin, kendi teorisini sosyal
gerçekliğin mihenk taşına aktaramadan, aktardıklarını ise
sorgulayamadan katledilmesi; eksik ve hatalar ona değil, onun
yükseklerde tuttuğu bayrağı taşıyanların hanesine yazılır.
Bu
nedenle, Kaypakkaya’nın, kuru ve sosyal gerçeklikten uzak soyut
övgülere gereksinimi yoktur. TDH içinde, çeşitli milliyetlerden
Türkiye işçi sınıfı hareketi içinde onun yeri
ölümsüzleşmiştir. Türkiye ve Kürdistan devriminin bayrağında
Kaypakkaya’nın yeri her zaman olacaktır. Kaypakkaya’nın
gereksinimi; onun sınıf bilinçli duruşunu anlamaya, düşüncelerini
yaşayan bir organizma gibi eylem kılavuzu olarak ele alıp,
ilerletmeye, bugüne ve yarınlara taşımaya gereksinimi vardır.
Kaypakkaya, öğrencisi olduğu öğretmenlerine karşı böyle
yaklaşmıştır. Kaypakkaya’nın öğrencilerinden de
öğretmenlerine böyle yaklaşmak beklenir. ***02.05.2013
1
Bu makale, 7 yıl önce, 2013 Mayıs ayında
yazıldı. Güncelliğini koruduğu için bugün yeniden olduğu
gibi yayınlıyorum.
2
TİİKP (Türkiye İhtilalci İşçi-Köylü
Partisi)
3
Kaypakkaya’nın bu hatalarını; “Tarihin önünde Yürümek”
(EL Yayınları, Nisan 2013) kitabımda ele aldığım için burada
kısa notlar halinde geçiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder