Artı-Değerin
Kaynağı-2
II.
Bölüm
Makinaların
Marifetleri:
Makinalar
canlı emeğin yerini aldığında, toplumsal yapıda da buna uygun
temel değişimler olacaktır. Ortada artı-değer, ya da daha yalın
söylemle işçi sömürüsü olmayacağı için, işçi sömürüsü
üzerine kurulu kapitalist sistemin varolmayacağı açıktır.
“Fabrika
sisteminin gelişmesi, sermayenin gittikçe büyüyen kısmını, bir
yandan değerinin sürekli olarak kendisinin büyütebileceği, öte
yandan da, canlı emekle ilişkisini kopardığı anda hem
kullanım-değerini ve hem de değişim değerini yitireceği bir
şekle sokar.”1
İşçinin
bütünüyle üretim süreci dışına çıkması olası mı? Elbette
olası.
Üretici güçlerin devasa (yüksek düzeyde dijitalleşme) gelişmesi
ve üretim sürecinin bütünüyle makinalaşması, kaçınılmaz
olarak işçiyi de üretim sürecinin dışına itecektir. İşçi
(insan) burada, kapitalist üretim sürecinde olduğu gibi artı-değer
üreten bir emekçi olmayıp, salt “denetleyici ve düzenleyici”
olarak yer alacaktır.
Marx,
Grundrisse’de, canlı emeğin (işgücü) üretim sürecinden
çıkışını açıklamıştır.
“Canlı
emeğin nesneleşmiş emek (makinalar –YK-) karşılığında
değişimi; yani toplumsal emeğin sermaye ve ücretli emek
karşıtlığı halinde konumu –değer
ilişkisinin
ve değere dayalı üretimin son gelişmesidir.”2
Kapitalist
sermayenin biricik kaynağı olan canlı emek, üretim sürecinin
dışında kaldığında, ortada sermaye de olamayacağı için, var
olan şey toplumsal bir servet olacaktır. Çünkü ürünler,
kapitalist meta üretiminde olduğu gibi üretilen ürünlerin
değişim değeri olmaycaktır. Değişim değeri olmayan bir ürünün
kapitalist meta olması sözkonusu olamaz.
Marx,
yukarıdaki alıntıda ortaya konan gelişmelere bağlı olarak,
insanın üretim süreci karşısında düzenleyici ve denetçi
olmasını şöyle açıklar.
“Emek,
artık üretim sürecinin kapsamı içine iyice alınmış durumda
değildir, insan daha çok üretim süreci karşısında bekçi ve
denetleyici durmundadır.”3
Burada
anlatılan komünist toplumdur. Komünist toplumda servetin kaynağı
toplumsal emek olacaktır. Ortada artı-değerin zorla gasp
edilmesiyle elde edilen sermayenin yerine toplumun ortak ürünü olan
toplumsal servet birikimi olacaktır. Bu süreçte emek doğrudan ve
fazlasıyla servetin kaynağı olmaktan çıkacaktır. Çalışmanın
zorunlu olmaktan çıkması ve insanın kendisine daha fazla zaman
ayırmasının toplumsal koşullarının yaratılması olacaktır.
“Emek
doğrudan biçimiyle servetin büyük kaynağı olmaktan çıkar
çıkmaz, emek zamanı da onun ölçüsü ve dolaysıyla
değişim-değeri kullanım-değerinin ölçüsü olmaktan çıkar ve
çıkmak zorundadır. Kitlenin artı-emeği, genel servetin
gelişmesinin koşulu olmaktan çıkmıştır, bunun gibi,
birilerinin
emeği olması da
insan beyninin genel güçlerinin gelişmesinin koşulu olmaktan
çıkmıştır. Değişim değerine dayanan üretim bununla birlikte
çöker ve doğrudan maddi üretim süreci de geçicilik ve karşıtlık
biçimine girmiş olur. Bireyselliğin özgür gelişmesi artı-emek
sağlamak için gerekli-emek zamanının azaltılmasına değil,
bireylerin hepsinin sanatsal, bilimsel vb. gelişmesine uygun düşen
serbest zamanın ve araçlarına yaratılmasına olanak sağlayan
toplumun gerekli-emeğinin enaz düzeye indirilmesine bağlıdır.
Sermaye artık süreç halindeki çelişkidir, çünkü en alt düzeye
indirilmesini engeller ve bir taraftan da emek-zamanını gereksiz
zaman biçiminde çoğaltmak için gerekli-zaman biçiminde
azaltır.”4
Burada
da Marx’ın açıkladığı gibi, sermaye, bir taraftan gerekli
emek zamanını azaltma eğilimi içindeyken, öbür yandan ise
gelişmiş toplumsal üretim güçlerini artı-değerine el koymak
için kapitalist üretim ilişkilerini sürdürmeyi elden bırakmamaya
çalışır. Bu, emek sermaye arasındaki çelişme olarak topluma
yansır ve gelişen ürtici güçlere karşın kapitalist üretim
ilişkilerini devam ettirmek bir yerde imkansız hale gelir. “Sermaye
artık süreç halindeki çelişkidir”, çünkü üretim
araçlarının ve genel anlamda üretici güçlerin gerekli emek
zamanını alabildiğine kısaltacak düzeydeki gelişmişliği, ama
buna karşın burjuvazinin işgününü uzatma eğilimi, burjuvazi
ile proletarya arsındaki çelişmeyi daha da keskinleştirmektedir.
Marx,
sermayenin eğiliminin yaralanabilir zaman yaratmak ve onu aynı
zamanda artı-değere dönüştürmektir dedikten sonra şöyle devam
eder:
“Birincisinde
(yararlanabilir zaman –YK-) çok başarılı olursa, artı-üretimden
zarar görür ve o zaman sermaye tarafından değerlenmiş olması
gereken artı-emek olmayacağı için gerekli-emek kesintiye uğrar.
Bu çelişki ne kadar çok gelişirse, üretken güçlerin
gelişmesinin artık ötekinin artı-emeğinin maledilmesiyle
durdurulamayacağı, işçi yığının kendisinin kendi artı-emeğini
kendine maletmesi gerekliliği de o kadar ortaya çıkar. İşçi
yığını bunu yaptığı zaman –ve bununla birlikte
yararlanılabilir
zaman,
çelişkili
bir varlık olmaktan çıktığı zaman- bir yandan gerekli emek
zamanı, ölçüsünü, toplumsal bireyin gereksinimlerinde bulacak,
öte yandan da toplumsal üretken gücün gelişmesi öyle hızla
büyücektir ki, artık üretim herkesin servetinden sayılmakla
birlikte, herkesin yararlanabilir zamanı da artacaktır. Çünkü
gerçek servet, bütün bireylerin gelişmiş ürtken gücüdür.
Artık o zaman servetin ölçüsü hiç de emek-zamanı değildir,
yaralanabilir zamandır.”5
Ama
bu kapitalist toplum olmayacaktır. Komünist toplumun kendisi
olacaktır. Kapitalist toplum sürdüğü sürece üretici güçlerin
gelişmişliği ve hatta “yapay zeka”nın bütünüyle üretim
sürecine egemen olduğu süreçte, üretim ilişkileri kapitalist
üretim ilişkisiyse burada işçi salt, üretim sürecinin bir
düzenleyicisi ve bekçisi olarak değil, yine makinenin bir parçası
olarak yer alır ve artı-değer üretir. Yani, üretici güçlerinin
gelişmesinin derecesi, kapitalist sistemde işçiyi üretim
sürecinin dışına atamaz, tersine daha büyük artı-değer için
daha büyük miktarda işçiye gereksinimi ve işgünün uzatılması
vardır.
Bunun
tersi olursa, yani, işçiler salt düzenleyici olarak üretim
sürecinin dışında yer alırsa, ortada artı-değer üretimi
olmayacağı için, ortada bir işçi sınfı ve burjuva sınıfı da
olmayacaktır. İşçinin sermaye için artı-değer ürettiği
kapitalist toplumun yerini; sömürünün, sınırların ve de
sınıfların olmadığı toplumsal bir sistem alacaktır. Bu
komünizmdir.
Üretimin
bütünüyle makinalaştığı bir üretim sürecinde metanın değişim
değeri olamaz. Kapitalistlerin meta üretimini, işçileri üretim
sürecinin dışında bırakarak bütünüyle yapay zeka ya da
robotlarla yaptığını varsayalım. Bu muazzam bir aşırı üretimi
de beraberinde getirecektir. Kapitalistlerin birbiriyle ölümcül
rekabeti, daha fazla üretimin pazara sürülmesiyle sonuçlanacak.
Ancak, böyle bir üretim sürecinin sonucunda metanın pazarda
sermayeye dönüşmesi gerçekleşmeyecektir. Çünkü ortada metanın
alıcısı olmayacaktır. Burjuvazinin çalışana gereksinimi
olmadığına ve bütün işlerini makineler ile yaptığına göre,
üretim dışında kalan nüfusun %99’da üretilen metaları ürün
olarak alacak paraları olmayacaktır. “Yapay-zekalı” kapitalist
bir toplum düşleyenler, artık toplumun %99’unun artı-nüfus
olacağını da hesaplamaları gerekiyor. Ve salt toplumun %99’u
değil, kapitalistin kendisi de aç kalacaktır çünkü meta pazarda
sermayeye (para) çevrilemeyecektir.
Kapitalist
üretim ilişkileri içinde bu olası mı? Elbette ki hayır.
Burjuvazi ürettiği metanın pazarda tüketilmesi için, yani,
değişim değeri için üretiyor ve metanın sermayeye dönüşmesi
gerekiyor ki, tekrar yeniden üretimi gerçekleştirebilsin. Meta
sermayeye dönüşmeyince üretim süreci tıkanır ve yeniden üretim
süreci gerçekleşmez.
Yani Marx’ın, kapitalist üretim sürecinin temeli olarak ortaya
koyduğu MPM süreci gerçekleşemez. Basit formülüyle, kapitalist
toplumun üretim süreci Meta-Para-Meta şeklindedir.
Toplumun
%99’unu üretim sürecinin dışında bırakanlar, kapitalist
toplumun geleceğini, kaçınılmaz olarak komplo teorileri ile devam
ettirmek zorunda kalıyorlar. Ancak, tarihsel olarak hiç bir
toplumsal sistem komplo teorileri ile var olmadığı gibi
varlıklarını da komplo teorileri ile devam ettiremezler.
Toplumlar, iradi olarak değil nesnel olarak vardırlar.
Emek-zamanı
değerin ölçüsü olmaktan çıktığında, toplumsal servetin
ölçüsü de Marx’ın vurguladığı gibi yararlanabilir-zaman
olacaktır. Bu süreç çok uzak değildir.
Sermaye
Birikim Süreci Proletaryanın Artışı Süreci Olmaktan Çıktı
Mı?
Sermaye
olmadan işçi olmaz, işçi olmadan sermaye olmaz ve sermayenin
büyümesine koşut olarak işçi nüfusu da mutlak bir biçimde
artar. Sermayenin artış oranıyla işçi nüfusunun artış oranı
elbette aynı oranda olmaz, sermaye birikim oranına göre işçi
nüfusu düşmesine karşılık, gerçekte ise mutlak
olarak bir artış gösterir. Sermaye mülksüzleştirdiği bütün
insanları işçi olarak kendine bağımlı hale getirir.
Mülksüzleştirilenler, üretim araçlarından yoksunlaştırılanlar,
kaçınılmaz olarak sermayenin emri altına girer. Ancak, sermaye,
hepsini istihdam edemez, belli bir kısmını yedek nüfus olarak
cephe gerisinde tutar. Bu sermayenin birikimi için olmazsa
olmazlardan birisidir.
Makinalaşmanın
hızlanması ve üretim sürecinde yoğunlaşmasına bağlı olarak
işsizliklerde artmasına karşın, işçi sayısında da mutlak
olarak bir artış vardır. Sermaye birikimi işçinin artı-değeri
olduğu için, ne kadar fazla işçi çalıştırıyorsa kapitalist o
kadar fazla artı-değer elde eder. Bu nedenle de işçi çıkarmasına
karşın aynı zamanda işçi çalıştırmak zorundadır.
Aşırı
meta (aşırı sermaye) üretimi için kapitalist üretim süreci
içine makinaları katar. Kapitalist, sermayenin organik bileşimini,
her yeniden üretim süreci içinde yoğunlaştırır. Bunu pazardaki
diğer kapitalist rakiplerine karşı üstün gelmek, daha fazla
pazar payı elde etmek ve de en asgarisinden pazar payını korumak
için yapmak zorundadır ve o durmadan büyümek için durmadan artan
ölçüde aşırı meta üretimine baş vurur.
Bunun
için işçi çalıştırmak zorundadır. Daha öncede vurguladığımız
gibi bu çelişmeli bir durmdur. Bir taraftan, azami kar elde etmek
için sermayenin organik bileşimini (üretim süreci içinde
makineleşmenin artması) değişen sermaye aleyhine büyütürken,
öbür yandan ise salt bu nedenle kar oranında düşme eğilimi
yasası devreye girer.
Marx’ın;
“sermaye
birikim süreci proletaryanın artışı sürecidir”
belirlemesi eskidi mi? Ya da gerçekten işçi sayısında azalma mı
var? Eğer, işçiler artık üretim sürecinin dışına itiliyorsa,
tek tek ülkelerde ve dünya toplamında, genel nüfusa oranla işçi
sayısında yani çalışan sayısında azalma olması gerekiyor.
Ancak bütün istatistiki veriler, kapitalizmin gelişmesine bağlı
olarak çalışan sayısında da artış olduğunu ortaya
koymaktadır.
Buraya,
seçilmiş ülkelerin ve bölgelerin, seçilmiş yıllara göre (OECD
2018) işgücü (labour force) istatistik verilerini aktaralım.
Uluslararası
işgücü karşılaştırması (bin)
Tablo-1
2009
|
2011
|
2013
|
2015
|
2018
|
|
OECD
Ortalaması
|
591
391
|
596
646
|
606
749
|
616
332
|
635
358
|
Avrupa
Birliği (28)6
|
240
197
|
239
241
|
241
630
|
243
843
|
247
325
|
Avro
Bölgesi7
|
158
830
|
158
378
|
159
817
|
161
138
|
163
745
|
G78
|
364
757
|
364
127
|
368
343
|
372
735
|
383
067
|
Türkiye9
|
23
710
|
25
594
|
27
046
|
29
678
|
32
274
32
594 (2019)
|
Dünya
Toplamı
5.81 milyar10
|
Kaynak:OECD
İşgücü İstatistikleri 2019. www.oecd-labour-force-statistic-2019
Yukarıdaki
Tablo-1’deki veriler, toplam işgücü sayısının yıldan yıla
arttığını göstermektedir. Örneğin, Türkiye’de 2009-2019
arası, yani dokuz yılda, işgücü yaklaşık 9 milyon bir artış
söz konusu. Nüfus artışıyla işgücü sayısındaki artışın
yaklaşık olarak birbirine paralel gittiği görülüyor.
Seçilmiş
ülkelerin ve bölgelerin, seçilmiş yıllara göre çalışan
(employment/istihdam) nüfusu (bin)
Tablo-2
2009
|
2011
|
2013
|
2015
|
2018
|
|
OECD
Ortalaması
|
332
574
|
334
512
|
338
259
|
343
065
|
351
717
|
Avrupa
Birliği (28)11
|
131
460
|
130
168
|
130
795
|
131
726
|
133
246
|
Avro
Bölgesi12
|
87
257
|
86
211
|
86
399
|
86
850
|
88
008
|
G7
|
199
287
|
198
474
|
199
717
|
201
747
|
2016
126
|
Türkiye13
|
20
615
|
23
266
|
24
601
|
26
621
|
28
08014
|
Dünya
Toplamı
3.37 milyar
|
Kaynak:
OECD, agR-2019
Tablo-2’de
de görüleceği gibi, yıllar itibariyle makinalaşmanın artmasına
karşın işçi istihdamında bir yükseliş vardır.
Seçilmiş
bölge ve ülkelerin, seçilmiş yıllara göre sanayi ve hizmet
istihdamı (bin)
Tablo-3
2010
|
2015
|
2018
|
||||
Sanayi
|
Hizmetler
|
Sanayi
|
Hizmetler
|
Sanayi
|
Hizmetler
|
|
OECD
Ortalaması
|
122694
|
393
235
|
127
674
|
419
646
|
133335
|
441
486
|
Avrupa
Birliği (28)15
|
54
299
|
150
579
|
52
905
|
158
101
|
55
166
|
166
058
|
Avro
Bölgesi16
|
35
684
|
101
273
|
33
869
|
105
122
|
35
209
|
110
618
|
G7
|
71
517
|
255
187
|
73
606
|
270
140
|
75
823
|
282
555
|
Türkiye
|
5
924
|
11
313
|
7
247
|
13
940
|
7
662
|
15
776
|
Dünya
Toplamı
|
Kaynak:
OECD, agR-2019
Burada,
bir çok iş dalını hizmetler sektöründe göstermelerine karşın,
sanayi sektöründe çalışanların saysında artış vardır.
Örneğin yine İLO’nun 1991-2019 verilerine göre sanayi
sektöründe çalışanların oranı, genel çalışanlara oranı
%21,8 iken 2019 yılında nda %23,02’ yükselmiştir.18
Bu olgu, sanayi proletaryasının gücünü ve uluslararası
niteliğini ortaya koymaktadır.
Sermaye
birikimi geliştikçe çalışma alanları da genişleme gösteriyor.
Örneğin, 2015 yılı %100 olarak alındığında, 2018 yılında
OECD toplamı 104.7 olmuştur. Yani, 4 yıl içinde yeni iş
alanlarının genişleme oranı %4.7 olarak artış göstermiştir.
Bu artış, daha çok hizmetler sektörüne tekabül etmesine
karşılık sanayi indekslerinde genişleme olmaktadır.
Marx’ın
“sermayenin artması işçi sınıfının artması” belirlemesi,
dün olduğu gibi bugünde geçerlidir. Yüzeysel bir saptama değil,
kapitalist sermayenin büyüme yasasıyla doğru orantılıdır.
“ ...
iş
bölümünün daha yüksek düzeylere ulaşması sonucu işçi
sınıfının büyümesi eğilimi söz konusudur. Sadece doğrudan
üretim yapan işçilerin sayısı göreli olarak azalmakta,
ama aynı zamanda kontrol, bakım ve üretimin sürdürülmesi için
gereken diğer görevlerle uğraşan işçilerin sayısı da
artmaktadır. “Hizmet sektörü”nün bütün meslek grupları,
çoğunlukla ya dar ya da geniş anlamda işçi sınıfına
dahildirler. Azınlıkta kalan bir kesim ise küçük-burjuva ara
tabakalara dahildir. Tüm
toplumun sanayileşme yolunda gelişimini yaşamaktayız.”19
Burjuvazi,
“hizmetler sektörü”nü geniş anlamda tutatarak ve burada
çalışan işçileri işçi sınıfı dışında göstermesinin
nedeni, işçileri bölme politikalarından birisidir. Ne var ki,
küçük burjuva oportünizmide burjuvazinin bu böl-yönet
politikasına balıklama atlamakta gecikmemiştir. MLM
güvensizlikleri yanında işçi sınıfına olan güvensizlikleri,
onları burjuvazinin yalan propagandacısı durumuna düşürmüştür.
Oysa,
Haziran 2013’te (GEZİ) sokaklarda çatışan işçişlerdi. Belli
bir sayıda küçük burjuva ara tabakalardan da emekçilerin olması,
sorunun özünü değiştirmiyor. Burjuvazinin severek “ara”
tabaka dedikleri kafa ve kol emekçisi işçilerden başkası,
işgücünden başka bir serveti olmayan işçiler ya da iş arayan
işsizlerdi.
Bazı
Yıllara Göre Seçilmiş Bölge ve Ülkelerin İşgücü ve İstihdam
Oranları %, 2015=100
Tablo-4
2009
|
2011
|
2015
|
2018
|
|||||
İşgücü
oranı%
|
İstihdam
oranı%
|
İşgücü
oranı%
|
İstihdam
oranı%
|
İşgücü
oranı%
|
İstihdam
oranı%
|
İşgücü
oranı%
|
İstihdam
oranı%
|
|
OECD
Ortalaması
|
96.0
|
94.6
|
96.8
|
95.6
|
100.0
|
100
|
103.1
|
104.7
|
Avrupa
Birliği (28)20
|
98.5
|
99.0
|
98.1
|
97.9
|
100.0
|
100
|
101.4
|
104.3
|
Avro
Bölgesi
|
98.6
|
100.0
|
98.3
|
99.1
|
100.0
|
100.0
|
101.6
|
104.7
|
G7
|
97.9
|
95.6
|
97.7
|
95.8
|
100.0
|
100.0
|
102.8
|
104.1
|
Türkiye
|
82.0
|
79.9
|
89.1
|
90.5
|
100.0
|
100.0
|
108.7
|
107.9
|
Dünya
Toplamı
|
Kaynak:
OECD agR-2019
Türkiye’deki
iş indekslerini incelediğimzide de sanayi ve hizmetlerde bir artış
olduğu görülecektir. 2009 yılında iş endeksi %79’,9 iken 2014
yılında %97.4’e çıkmıştır. Yine 2015 yılı baz alınıp
%100 olarak kabul edilirse, 2018 yılında %100.7’e genişlemiştir.
Yukarıda adı geçen ülke ve bölgelerdeki iş genişlemesinde de aynı artışlar söz konusudur. TÜİK’in en son verilerine göre, 2019 yılında işgücünün genel nüfusa oranı %53 iken, çalışanların (istihdam) oranı ise %45.7’dir. İstihdam oranı her yıl artış göstermektedir. Örneğin, 2006 yılında Türkiye’de, çalışabilir işgücü içinde istihdam oranı %40,5 idi. Son 13 yılı içinde istihdam %5,2 artış göstermiş. Bu verinin ortaya koyduğu yalın gerçek, çalışanların sayısı azalmıyor, tersine artıyor.
ILO’nun
hazırladığı; “Küresel İş Gücü Piyasasının Fotoğrafı
2018” (Snapshot ot the global labour market, 2018) raporuna göre,
dünyanın çalışan ve çalışmayanların istatistiki fotoğrafı
şöyle:
Dünya
nüfusu 7.7 milyar. Bunun 5.7 milyarı çalışabilir yaşta (15 ve
üstü). 172 milyon işsiz var ve 140 milyon ise işgücüne
katılabilir bir potansiyel nüfus var. Toplamda çalışabilecek
yaştaki 2 milyarı aşkın insan işsiz ya da sürekli olmayan
işlerde yer yer çalışıyorlar. Bu 2 milyar nüfus, iş
aramayanları, ama çalışabilir yaşta olduklarını ifade ediyor.
İş arayıp iş bulamayan işsiz sayısı ise 170 milyon olarak
ifade ediliyor. Buna ek olarak 140 milyon kişi daha çalışabilir
durumda, ama çalışabilecekleri bir işleri yok. Bütün bunlara
karşın İLO’nun işsiz rakamı, dünya çapında 170 milyondur.
Bu, İLO’nun devletlerin resmi istatiklerden aldığı genel bir
sonuç toplamıdır. ILO, bir gerçeği daha açığa vurmakta. Dünya
nüfusunun gelişmesi ile çalışanların sayısı aynı oranda
artmamaktadır. Örneğin 2000 yılında çalışabilir nüfusun
%61.1’i istihdam edilirken 2020 yılında bu oran %58’e
gerilemiştir.21
3.3
milyar çalışan nüfusun; %61’i düzensiz ya da sosyal güvenceden
yoksun (informal) işlerde çalışıyor, %39’u ise düzenli
(formal) işlerde çalışıyorlar.
3.3
milyar nüfus’ta çalışanlar içinde sayılanların %3’ü
işveren, %11’i aile işletmelerinde, %34 (1.1 milyar) kendi
hesabına ve %52’i ise ücret ve maaşlı çalışanlardan
oluşuyor.
Bütün
bu veriler; toplumsal bir sistem olarak kapitalist sistemin
sürdürülemez oluşunu ortaya koyuyor. Çünkü, 2 milyar kişi ya
işsiz ya da düzenli olmayan geçici işlerde çalışmaktadır.
Dünya nüfusunun neredeyse yarısı günlük 1,90 ABD doları
altında gelire sahiptir.
İşgücünün
artışı ile istihdam orantılı değildir. İşgücü her yıl
istihdama göre daha fazla büyümektedir. İLO’nun adı geçen
raporuna göre; dünyada çalışma nüfusu 1990-1995 yılları
arasında %1,9 artmış, bu oran 2013-2018 arası ise yıllık %1,3’e
gerilerken 2030 yılnda %1,1’e düşeceği tahmin ediliyor. Yani,
çalışma yaşındaki nüfusta bir azalma eğilimi söz konusu. Bu da,
tek tek ülkelerde burjuvaziyi derinden düşündüren toplumsal bir
gerçeklik.
Aynı
rapor’un verilerinden devam edersek: 1990’lar boyunca istihdam
artışı %1,5 iken 2018 yılında %1’in altına düşüyor. Yani,
sermaye birikimine oranla mutlak bir büyüme varken, aynı şekilde
bir düşmede söz konusudur. Kapitalizmin kısmen istikrarlı
gittiği 2010-2017 arasında istihdam ve işgücü artışı oranları
birbirlerine yakın. Ne var ki, 2018 ortalarında başlayan kriz ve
peşinden gelen Korona virüs (Covid-19) salgını, işsziliği daha
da çoğaltacaktır. ILO’nun korona virüsünün daha ilk
günlerinde, salgından dolayı 2 milyon insanın işsiz kalacağını
açıkladığını buraya alalım. Bu en iyimser bir rakam olmakla
birlikte gerçeği yansıtmaktan oldukça uzaktır. Rakam çok daha
yüksek olacaktır.
Konumuz
açısından önemli olan, sermaye birikimi ile istihdam oranları
aynı gitmemekte, sermaye birikimi (burjuvazi verimlilik diyor) daha
fazla artmaktadır. Bu da kapitalist üretim ilişkilerinin doğal
bir sonucudur.
Kısacası,
istihdamın, genel nüfus oranına göre düşmesine karşılık,
çalışanların sayısı her geçen yıl artmaktadır. Yani,
çalışanların nüfusu bir önceki yıla göre azalmıyor, tersine
artış gösteriyor. Bu da, kapitalistlerin işçiyi bütünüyle
üretim sürecinin dışında bırakacak anlayışını doğrulamıyor.
Yukarıda da belirtiğim gibi, o aşmaya geldiğinde kapitalizm
kapitalizm olmayacaktır.
Tablo-4’de
de görüleceği gibi, çalışanlar ve iş gücü oranı sürekli
artmaktadır. Ancak, kapitalizmin yürüyebilmesi için bir işsizler
ordusuna gereksinim vardır. İLO raporunda verilen işsizler oranı,
kapitalizmin yedekte tuttuğu ve tutmak zorunda kaldığı
mülksüzleştirilmiş ve yalnızca iş gücünden başka satacak bir
şeyleri olmayan kitlelerdir. Yani, yedekte tutulan işsiz üretim
ordusudur.
Kapitalizmin
en iyi döneminde dahi yüzde yüz istihdam gerçekleşemez. Böylesi
koşullarda sermaye birkimi olmaz. Sermaye birikiminin en önemli
şartlarından biri işsizler ordusunun varlığıdır.
Devam
Edecek...
1
Marx, Kapital, C.1, sf. 434-435, Birinci Baskı, Sol Yayınları
2
Marx, Grundrisse Cilt 2, sf. 174
3
Marx, age, sf.174
4
Marx, age, sf. 175
5
Marx, age, sf. 177
6
İngiltere dahil
7
Avro Bölgesinde 19 devlet var: Belçika, Danimarka, Almanya,
Estonya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İrlanda, İtalya,
Luxemburg, Letonya, Litvanya, Malta, Hollanda, Avusturya, Portekiz,
Slovakya, Slovenya, İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti.
8
ABD, Kanada, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya,
9
Türkiye’nin istatistikleri TÜİK İşgücü İstatistikleri‘nden
alınmıştır.
10
İLO, World Employment and Social Outlook
– Trends 2020 . (5.81 milyar’ın içinde bütün çalışabilir
nüfus var) Erişim: Nisan 2020
11
İngiltere dahil
12
Avro Bölgesinde 19 devlet var: Belçika, Danimarka, Almanya,
Estonya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İrlanda, İtalya,
Luxemburg, Letonya, Litvanya, Malta, Hollanda, Avusturya, portekiz,
Slovakya, Slovenya, İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti.
13
Türkiye’nin istatistikleri TÜİK İşgücü İstatistikleri‘nden
alınmıştır.
14
2019 yılına ait
15
İngiltere dahil
16
Avro Bölgesinde 19 devlet var: Belçika, Danimarka, Almanya,
Estonya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İrlanda, İtalya,
Luxemburg, Letonya, Litvanya, Malta, Hollanda, Avusturya, portekiz,
Slovakya, Slovenya, İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti.
18
www.databank.worldbank.org/indicator/SLIND.EMPL.ZS.
Erişim: Nisan 2020-04-19
19
Stefan Engel, “Küreselleşme” Tanrıların Günbatımı,
Uluslararası Üretimin Yeniden Örgütlenmesi, sf. 118, Umut
Yayımcılık. (açYK)
20
İngiltere dahil
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder