26 Nisan 2020 Pazar

Artı-Değerin Kaynağı-2






Artı-Değerin Kaynağı-2


II. Bölüm

Makinaların Marifetleri:

Makinalar canlı emeğin yerini aldığında, toplumsal yapıda da buna uygun temel değişimler olacaktır. Ortada artı-değer, ya da daha yalın söylemle işçi sömürüsü olmayacağı için, işçi sömürüsü üzerine kurulu kapitalist sistemin varolmayacağı açıktır.

Fabrika sisteminin gelişmesi, sermayenin gittikçe büyüyen kısmını, bir yandan değerinin sürekli olarak kendisinin büyütebileceği, öte yandan da, canlı emekle ilişkisini kopardığı anda hem kullanım-değerini ve hem de değişim değerini yitireceği bir şekle sokar.”1

İşçinin bütünüyle üretim süreci dışına çıkması olası mı? Elbette olası. Üretici güçlerin devasa (yüksek düzeyde dijitalleşme) gelişmesi ve üretim sürecinin bütünüyle makinalaşması, kaçınılmaz olarak işçiyi de üretim sürecinin dışına itecektir. İşçi (insan) burada, kapitalist üretim sürecinde olduğu gibi artı-değer üreten bir emekçi olmayıp, salt “denetleyici ve düzenleyici” olarak yer alacaktır.

Marx, Grundrisse’de, canlı emeğin (işgücü) üretim sürecinden çıkışını açıklamıştır.

Canlı emeğin nesneleşmiş emek (makinalar –YK-) karşılığında değişimi; yani toplumsal emeğin sermaye ve ücretli emek karşıtlığı halinde konumu –değer ilişkisinin ve değere dayalı üretimin son gelişmesidir.”2

Kapitalist sermayenin biricik kaynağı olan canlı emek, üretim sürecinin dışında kaldığında, ortada sermaye de olamayacağı için, var olan şey toplumsal bir servet olacaktır. Çünkü ürünler, kapitalist meta üretiminde olduğu gibi üretilen ürünlerin değişim değeri olmaycaktır. Değişim değeri olmayan bir ürünün kapitalist meta olması sözkonusu olamaz. 
 
Marx, yukarıdaki alıntıda ortaya konan gelişmelere bağlı olarak, insanın üretim süreci karşısında düzenleyici ve denetçi olmasını şöyle açıklar.

Emek, artık üretim sürecinin kapsamı içine iyice alınmış durumda değildir, insan daha çok üretim süreci karşısında bekçi ve denetleyici durmundadır.”3
 
Burada anlatılan komünist toplumdur. Komünist toplumda servetin kaynağı toplumsal emek olacaktır. Ortada artı-değerin zorla gasp edilmesiyle elde edilen sermayenin yerine toplumun ortak ürünü olan toplumsal servet birikimi olacaktır. Bu süreçte emek doğrudan ve fazlasıyla servetin kaynağı olmaktan çıkacaktır. Çalışmanın zorunlu olmaktan çıkması ve insanın kendisine daha fazla zaman ayırmasının toplumsal koşullarının yaratılması olacaktır.

Emek doğrudan biçimiyle servetin büyük kaynağı olmaktan çıkar çıkmaz, emek zamanı da onun ölçüsü ve dolaysıyla değişim-değeri kullanım-değerinin ölçüsü olmaktan çıkar ve çıkmak zorundadır. Kitlenin artı-emeği, genel servetin gelişmesinin koşulu olmaktan çıkmıştır, bunun gibi, birilerinin emeği olması da insan beyninin genel güçlerinin gelişmesinin koşulu olmaktan çıkmıştır. Değişim değerine dayanan üretim bununla birlikte çöker ve doğrudan maddi üretim süreci de geçicilik ve karşıtlık biçimine girmiş olur. Bireyselliğin özgür gelişmesi artı-emek sağlamak için gerekli-emek zamanının azaltılmasına değil, bireylerin hepsinin sanatsal, bilimsel vb. gelişmesine uygun düşen serbest zamanın ve araçlarına yaratılmasına olanak sağlayan toplumun gerekli-emeğinin enaz düzeye indirilmesine bağlıdır. Sermaye artık süreç halindeki çelişkidir, çünkü en alt düzeye indirilmesini engeller ve bir taraftan da emek-zamanını gereksiz zaman biçiminde çoğaltmak için gerekli-zaman biçiminde azaltır.4

Burada da Marx’ın açıkladığı gibi, sermaye, bir taraftan gerekli emek zamanını azaltma eğilimi içindeyken, öbür yandan ise gelişmiş toplumsal üretim güçlerini artı-değerine el koymak için kapitalist üretim ilişkilerini sürdürmeyi elden bırakmamaya çalışır. Bu, emek sermaye arasındaki çelişme olarak topluma yansır ve gelişen ürtici güçlere karşın kapitalist üretim ilişkilerini devam ettirmek bir yerde imkansız hale gelir. “Sermaye artık süreç halindeki çelişkidir”, çünkü üretim araçlarının ve genel anlamda üretici güçlerin gerekli emek zamanını alabildiğine kısaltacak düzeydeki gelişmişliği, ama buna karşın burjuvazinin işgününü uzatma eğilimi, burjuvazi ile proletarya arsındaki çelişmeyi daha da keskinleştirmektedir. 
 
Marx, sermayenin eğiliminin yaralanabilir zaman yaratmak ve onu aynı zamanda artı-değere dönüştürmektir dedikten sonra şöyle devam eder:

Birincisinde (yararlanabilir zaman –YK-) çok başarılı olursa, artı-üretimden zarar görür ve o zaman sermaye tarafından değerlenmiş olması gereken artı-emek olmayacağı için gerekli-emek kesintiye uğrar. Bu çelişki ne kadar çok gelişirse, üretken güçlerin gelişmesinin artık ötekinin artı-emeğinin maledilmesiyle durdurulamayacağı, işçi yığının kendisinin kendi artı-emeğini kendine maletmesi gerekliliği de o kadar ortaya çıkar. İşçi yığını bunu yaptığı zaman –ve bununla birlikte yararlanılabilir zaman, çelişkili bir varlık olmaktan çıktığı zaman- bir yandan gerekli emek zamanı, ölçüsünü, toplumsal bireyin gereksinimlerinde bulacak, öte yandan da toplumsal üretken gücün gelişmesi öyle hızla büyücektir ki, artık üretim herkesin servetinden sayılmakla birlikte, herkesin yararlanabilir zamanı da artacaktır. Çünkü gerçek servet, bütün bireylerin gelişmiş ürtken gücüdür. Artık o zaman servetin ölçüsü hiç de emek-zamanı değildir, yaralanabilir zamandır.”5

Ama bu kapitalist toplum olmayacaktır. Komünist toplumun kendisi olacaktır. Kapitalist toplum sürdüğü sürece üretici güçlerin gelişmişliği ve hatta “yapay zeka”nın bütünüyle üretim sürecine egemen olduğu süreçte, üretim ilişkileri kapitalist üretim ilişkisiyse burada işçi salt, üretim sürecinin bir düzenleyicisi ve bekçisi olarak değil, yine makinenin bir parçası olarak yer alır ve artı-değer üretir. Yani, üretici güçlerinin gelişmesinin derecesi, kapitalist sistemde işçiyi üretim sürecinin dışına atamaz, tersine daha büyük artı-değer için daha büyük miktarda işçiye gereksinimi ve işgünün uzatılması vardır.

Bunun tersi olursa, yani, işçiler salt düzenleyici olarak üretim sürecinin dışında yer alırsa, ortada artı-değer üretimi olmayacağı için, ortada bir işçi sınfı ve burjuva sınıfı da olmayacaktır. İşçinin sermaye için artı-değer ürettiği kapitalist toplumun yerini; sömürünün, sınırların ve de sınıfların olmadığı toplumsal bir sistem alacaktır. Bu komünizmdir.

Üretimin bütünüyle makinalaştığı bir üretim sürecinde metanın değişim değeri olamaz. Kapitalistlerin meta üretimini, işçileri üretim sürecinin dışında bırakarak bütünüyle yapay zeka ya da robotlarla yaptığını varsayalım. Bu muazzam bir aşırı üretimi de beraberinde getirecektir. Kapitalistlerin birbiriyle ölümcül rekabeti, daha fazla üretimin pazara sürülmesiyle sonuçlanacak. Ancak, böyle bir üretim sürecinin sonucunda metanın pazarda sermayeye dönüşmesi gerçekleşmeyecektir. Çünkü ortada metanın alıcısı olmayacaktır. Burjuvazinin çalışana gereksinimi olmadığına ve bütün işlerini makineler ile yaptığına göre, üretim dışında kalan nüfusun %99’da üretilen metaları ürün olarak alacak paraları olmayacaktır. “Yapay-zekalı” kapitalist bir toplum düşleyenler, artık toplumun %99’unun artı-nüfus olacağını da hesaplamaları gerekiyor. Ve salt toplumun %99’u değil, kapitalistin kendisi de aç kalacaktır çünkü meta pazarda sermayeye (para) çevrilemeyecektir. 
 
Kapitalist üretim ilişkileri içinde bu olası mı? Elbette ki hayır. Burjuvazi ürettiği metanın pazarda tüketilmesi için, yani, değişim değeri için üretiyor ve metanın sermayeye dönüşmesi gerekiyor ki, tekrar yeniden üretimi gerçekleştirebilsin. Meta sermayeye dönüşmeyince üretim süreci tıkanır ve yeniden üretim süreci gerçekleşmez. Yani Marx’ın, kapitalist üretim sürecinin temeli olarak ortaya koyduğu MPM süreci gerçekleşemez. Basit formülüyle, kapitalist toplumun üretim süreci Meta-Para-Meta şeklindedir. 
 
Toplumun %99’unu üretim sürecinin dışında bırakanlar, kapitalist toplumun geleceğini, kaçınılmaz olarak komplo teorileri ile devam ettirmek zorunda kalıyorlar. Ancak, tarihsel olarak hiç bir toplumsal sistem komplo teorileri ile var olmadığı gibi varlıklarını da komplo teorileri ile devam ettiremezler. Toplumlar, iradi olarak değil nesnel olarak vardırlar.

Emek-zamanı değerin ölçüsü olmaktan çıktığında, toplumsal servetin ölçüsü de Marx’ın vurguladığı gibi yararlanabilir-zaman olacaktır. Bu süreç çok uzak değildir.


Sermaye Birikim Süreci Proletaryanın Artışı Süreci Olmaktan Çıktı Mı?

Sermaye olmadan işçi olmaz, işçi olmadan sermaye olmaz ve sermayenin büyümesine koşut olarak işçi nüfusu da mutlak bir biçimde artar. Sermayenin artış oranıyla işçi nüfusunun artış oranı elbette aynı oranda olmaz, sermaye birikim oranına göre işçi nüfusu düşmesine karşılık, gerçekte ise mutlak olarak bir artış gösterir. Sermaye mülksüzleştirdiği bütün insanları işçi olarak kendine bağımlı hale getirir. Mülksüzleştirilenler, üretim araçlarından yoksunlaştırılanlar, kaçınılmaz olarak sermayenin emri altına girer. Ancak, sermaye, hepsini istihdam edemez, belli bir kısmını yedek nüfus olarak cephe gerisinde tutar. Bu sermayenin birikimi için olmazsa olmazlardan birisidir.

Makinalaşmanın hızlanması ve üretim sürecinde yoğunlaşmasına bağlı olarak işsizliklerde artmasına karşın, işçi sayısında da mutlak olarak bir artış vardır. Sermaye birikimi işçinin artı-değeri olduğu için, ne kadar fazla işçi çalıştırıyorsa kapitalist o kadar fazla artı-değer elde eder. Bu nedenle de işçi çıkarmasına karşın aynı zamanda işçi çalıştırmak zorundadır. 
 
Aşırı meta (aşırı sermaye) üretimi için kapitalist üretim süreci içine makinaları katar. Kapitalist, sermayenin organik bileşimini, her yeniden üretim süreci içinde yoğunlaştırır. Bunu pazardaki diğer kapitalist rakiplerine karşı üstün gelmek, daha fazla pazar payı elde etmek ve de en asgarisinden pazar payını korumak için yapmak zorundadır ve o durmadan büyümek için durmadan artan ölçüde aşırı meta üretimine baş vurur.

Bunun için işçi çalıştırmak zorundadır. Daha öncede vurguladığımız gibi bu çelişmeli bir durmdur. Bir taraftan, azami kar elde etmek için sermayenin organik bileşimini (üretim süreci içinde makineleşmenin artması) değişen sermaye aleyhine büyütürken, öbür yandan ise salt bu nedenle kar oranında düşme eğilimi yasası devreye girer.

Marx’ın; “sermaye birikim süreci proletaryanın artışı sürecidir” belirlemesi eskidi mi? Ya da gerçekten işçi sayısında azalma mı var? Eğer, işçiler artık üretim sürecinin dışına itiliyorsa, tek tek ülkelerde ve dünya toplamında, genel nüfusa oranla işçi sayısında yani çalışan sayısında azalma olması gerekiyor. Ancak bütün istatistiki veriler, kapitalizmin gelişmesine bağlı olarak çalışan sayısında da artış olduğunu ortaya koymaktadır. 
 
Buraya, seçilmiş ülkelerin ve bölgelerin, seçilmiş yıllara göre (OECD 2018) işgücü (labour force) istatistik verilerini aktaralım.

Uluslararası işgücü karşılaştırması (bin)
Tablo-1

2009
2011
2013
2015
2018
OECD Ortalaması
591 391
596 646
606 749
616 332
635 358
Avrupa Birliği (28)6
240 197
239 241
241 630
243 843
247 325
Avro Bölgesi7
158 830
158 378
159 817
161 138
163 745
G78
364 757
364 127
368 343
372 735
383 067
Türkiye9
23 710
25 594
27 046
29 678
32 274
32 594 (2019)
Dünya Toplamı 5.81 milyar10
Kaynak:OECD İşgücü İstatistikleri 2019. www.oecd-labour-force-statistic-2019

Yukarıdaki Tablo-1’deki veriler, toplam işgücü sayısının yıldan yıla arttığını göstermektedir. Örneğin, Türkiye’de 2009-2019 arası, yani dokuz yılda, işgücü yaklaşık 9 milyon bir artış söz konusu. Nüfus artışıyla işgücü sayısındaki artışın yaklaşık olarak birbirine paralel gittiği görülüyor.




Seçilmiş ülkelerin ve bölgelerin, seçilmiş yıllara göre çalışan 
(employment/istihdam) nüfusu (bin)
Tablo-2

2009
2011
2013
2015
2018
OECD Ortalaması
332 574
334 512
338 259
343 065
351 717
Avrupa Birliği (28)11
131 460
130 168
130 795
131 726
133 246
Avro Bölgesi12
87 257
86 211
86 399
86 850
88 008
G7
199 287
198 474
199 717
201 747
2016 126
Türkiye13
20 615
23 266
24 601
26 621
28 08014
Dünya Toplamı 3.37 milyar
Kaynak: OECD, agR-2019

Tablo-2’de de görüleceği gibi, yıllar itibariyle makinalaşmanın artmasına karşın işçi istihdamında bir yükseliş vardır.





Seçilmiş bölge ve ülkelerin, seçilmiş yıllara göre sanayi ve hizmet istihdamı (bin)
Tablo-3

2010

2015

2018

Sanayi
Hizmetler
Sanayi
Hizmetler
Sanayi
Hizmetler
OECD Ortalaması
122694
393 235
127 674
419 646
133335
441 486
Avrupa Birliği (28)15
54 299
150 579
52 905
158 101
55 166
166 058
Avro Bölgesi16
35 684
101 273
33 869
105 122
35 209
110 618
G7
71 517
255 187
73 606
270 140
75 823
282 555
Türkiye
5 924
11 313
7 247
13 940
7 662
15 776
Dünya Toplamı





3,3717 milyar
Kaynak: OECD, agR-2019 

Burada, bir çok iş dalını hizmetler sektöründe göstermelerine karşın, sanayi sektöründe çalışanların saysında artış vardır. Örneğin yine İLO’nun 1991-2019 verilerine göre sanayi sektöründe çalışanların oranı, genel çalışanlara oranı %21,8 iken 2019 yılında nda %23,02’ yükselmiştir.18 Bu olgu, sanayi proletaryasının gücünü ve uluslararası niteliğini ortaya koymaktadır.

Sermaye birikimi geliştikçe çalışma alanları da genişleme gösteriyor. Örneğin, 2015 yılı %100 olarak alındığında, 2018 yılında OECD toplamı 104.7 olmuştur. Yani, 4 yıl içinde yeni iş alanlarının genişleme oranı %4.7 olarak artış göstermiştir. Bu artış, daha çok hizmetler sektörüne tekabül etmesine karşılık sanayi indekslerinde genişleme olmaktadır.

Marx’ın “sermayenin artması işçi sınıfının artması” belirlemesi, dün olduğu gibi bugünde geçerlidir. Yüzeysel bir saptama değil, kapitalist sermayenin büyüme yasasıyla doğru orantılıdır.

... iş bölümünün daha yüksek düzeylere ulaşması sonucu işçi sınıfının büyümesi eğilimi söz konusudur. Sadece doğrudan üretim yapan işçilerin sayısı göreli olarak azalmakta, ama aynı zamanda kontrol, bakım ve üretimin sürdürülmesi için gereken diğer görevlerle uğraşan işçilerin sayısı da artmaktadır. “Hizmet sektörü”nün bütün meslek grupları, çoğunlukla ya dar ya da geniş anlamda işçi sınıfına dahildirler. Azınlıkta kalan bir kesim ise küçük-burjuva ara tabakalara dahildir. Tüm toplumun sanayileşme yolunda gelişimini yaşamaktayız.19

Burjuvazi, “hizmetler sektörü”nü geniş anlamda tutatarak ve burada çalışan işçileri işçi sınıfı dışında göstermesinin nedeni, işçileri bölme politikalarından birisidir. Ne var ki, küçük burjuva oportünizmide burjuvazinin bu böl-yönet politikasına balıklama atlamakta gecikmemiştir. MLM güvensizlikleri yanında işçi sınıfına olan güvensizlikleri, onları burjuvazinin yalan propagandacısı durumuna düşürmüştür.

Oysa, Haziran 2013’te (GEZİ) sokaklarda çatışan işçişlerdi. Belli bir sayıda küçük burjuva ara tabakalardan da emekçilerin olması, sorunun özünü değiştirmiyor. Burjuvazinin severek “ara” tabaka dedikleri kafa ve kol emekçisi işçilerden başkası, işgücünden başka bir serveti olmayan işçiler ya da iş arayan işsizlerdi.





Bazı Yıllara Göre Seçilmiş Bölge ve Ülkelerin İşgücü ve İstihdam Oranları %, 2015=100
Tablo-4

2009
2011
2015
2018

İşgücü oranı%
İstihdam oranı%
İşgücü oranı%
İstihdam oranı%
İşgücü oranı%
İstihdam oranı%
İşgücü oranı%
İstihdam oranı%
OECD Ortalaması
96.0
94.6
96.8
95.6
100.0
100
103.1
104.7
Avrupa Birliği (28)20
98.5
99.0
98.1
97.9
100.0
100
101.4
104.3
Avro Bölgesi
98.6
100.0
98.3
99.1
100.0
100.0
101.6
104.7
G7
97.9
95.6
97.7
95.8
100.0
100.0
102.8
104.1
Türkiye
82.0
79.9
89.1
90.5
100.0
100.0
108.7
107.9
Dünya Toplamı
Kaynak: OECD agR-2019

Türkiye’deki iş indekslerini incelediğimzide de sanayi ve hizmetlerde bir artış olduğu görülecektir. 2009 yılında iş endeksi %79’,9 iken 2014 yılında %97.4’e çıkmıştır. Yine 2015 yılı baz alınıp %100 olarak kabul edilirse, 2018 yılında %100.7’e genişlemiştir. 

Yukarıda adı geçen ülke ve bölgelerdeki iş genişlemesinde de aynı artışlar söz konusudur. TÜİK’in en son verilerine göre, 2019 yılında işgücünün genel nüfusa oranı %53 iken, çalışanların (istihdam) oranı ise %45.7’dir. İstihdam oranı her yıl artış göstermektedir. Örneğin, 2006 yılında Türkiye’de, çalışabilir işgücü içinde istihdam oranı %40,5 idi. Son 13 yılı içinde istihdam %5,2 artış göstermiş. Bu verinin ortaya koyduğu yalın gerçek, çalışanların sayısı azalmıyor, tersine artıyor.

ILO’nun hazırladığı; “Küresel İş Gücü Piyasasının Fotoğrafı 2018” (Snapshot ot the global labour market, 2018) raporuna göre, dünyanın çalışan ve çalışmayanların istatistiki fotoğrafı şöyle:

Dünya nüfusu 7.7 milyar. Bunun 5.7 milyarı çalışabilir yaşta (15 ve üstü). 172 milyon işsiz var ve 140 milyon ise işgücüne katılabilir bir potansiyel nüfus var. Toplamda çalışabilecek yaştaki 2 milyarı aşkın insan işsiz ya da sürekli olmayan işlerde yer yer çalışıyorlar. Bu 2 milyar nüfus, iş aramayanları, ama çalışabilir yaşta olduklarını ifade ediyor. İş arayıp iş bulamayan işsiz sayısı ise 170 milyon olarak ifade ediliyor. Buna ek olarak 140 milyon kişi daha çalışabilir durumda, ama çalışabilecekleri bir işleri yok. Bütün bunlara karşın İLO’nun işsiz rakamı, dünya çapında 170 milyondur. Bu, İLO’nun devletlerin resmi istatiklerden aldığı genel bir sonuç toplamıdır. ILO, bir gerçeği daha açığa vurmakta. Dünya nüfusunun gelişmesi ile çalışanların sayısı aynı oranda artmamaktadır. Örneğin 2000 yılında çalışabilir nüfusun %61.1’i istihdam edilirken 2020 yılında bu oran %58’e gerilemiştir.21

3.3 milyar çalışan nüfusun; %61’i düzensiz ya da sosyal güvenceden yoksun (informal) işlerde çalışıyor, %39’u ise düzenli (formal) işlerde çalışıyorlar.

3.3 milyar nüfus’ta çalışanlar içinde sayılanların %3’ü işveren, %11’i aile işletmelerinde, %34 (1.1 milyar) kendi hesabına ve %52’i ise ücret ve maaşlı çalışanlardan oluşuyor.

Bütün bu veriler; toplumsal bir sistem olarak kapitalist sistemin sürdürülemez oluşunu ortaya koyuyor. Çünkü, 2 milyar kişi ya işsiz ya da düzenli olmayan geçici işlerde çalışmaktadır. Dünya nüfusunun neredeyse yarısı günlük 1,90 ABD doları altında gelire sahiptir.

İşgücünün artışı ile istihdam orantılı değildir. İşgücü her yıl istihdama göre daha fazla büyümektedir. İLO’nun adı geçen raporuna göre; dünyada çalışma nüfusu 1990-1995 yılları arasında %1,9 artmış, bu oran 2013-2018 arası ise yıllık %1,3’e gerilerken 2030 yılnda %1,1’e düşeceği tahmin ediliyor. Yani, çalışma yaşındaki nüfusta bir azalma eğilimi söz konusu. Bu da, tek tek ülkelerde burjuvaziyi derinden düşündüren toplumsal bir gerçeklik.

Aynı rapor’un verilerinden devam edersek: 1990’lar boyunca istihdam artışı %1,5 iken 2018 yılında %1’in altına düşüyor. Yani, sermaye birikimine oranla mutlak bir büyüme varken, aynı şekilde bir düşmede söz konusudur. Kapitalizmin kısmen istikrarlı gittiği 2010-2017 arasında istihdam ve işgücü artışı oranları birbirlerine yakın. Ne var ki, 2018 ortalarında başlayan kriz ve peşinden gelen Korona virüs (Covid-19) salgını, işsziliği daha da çoğaltacaktır. ILO’nun korona virüsünün daha ilk günlerinde, salgından dolayı 2 milyon insanın işsiz kalacağını açıkladığını buraya alalım. Bu en iyimser bir rakam olmakla birlikte gerçeği yansıtmaktan oldukça uzaktır. Rakam çok daha yüksek olacaktır.

Konumuz açısından önemli olan, sermaye birikimi ile istihdam oranları aynı gitmemekte, sermaye birikimi (burjuvazi verimlilik diyor) daha fazla artmaktadır. Bu da kapitalist üretim ilişkilerinin doğal bir sonucudur.

Kısacası, istihdamın, genel nüfus oranına göre düşmesine karşılık, çalışanların sayısı her geçen yıl artmaktadır. Yani, çalışanların nüfusu bir önceki yıla göre azalmıyor, tersine artış gösteriyor. Bu da, kapitalistlerin işçiyi bütünüyle üretim sürecinin dışında bırakacak anlayışını doğrulamıyor. Yukarıda da belirtiğim gibi, o aşmaya geldiğinde kapitalizm kapitalizm olmayacaktır.

Tablo-4’de de görüleceği gibi, çalışanlar ve iş gücü oranı sürekli artmaktadır. Ancak, kapitalizmin yürüyebilmesi için bir işsizler ordusuna gereksinim vardır. İLO raporunda verilen işsizler oranı, kapitalizmin yedekte tuttuğu ve tutmak zorunda kaldığı mülksüzleştirilmiş ve yalnızca iş gücünden başka satacak bir şeyleri olmayan kitlelerdir. Yani, yedekte tutulan işsiz üretim ordusudur.

Kapitalizmin en iyi döneminde dahi yüzde yüz istihdam gerçekleşemez. Böylesi koşullarda sermaye birkimi olmaz. Sermaye birikiminin en önemli şartlarından biri işsizler ordusunun varlığıdır.

Devam Edecek...

1 Marx, Kapital, C.1, sf. 434-435, Birinci Baskı, Sol Yayınları
2 Marx, Grundrisse Cilt 2, sf. 174
3 Marx, age, sf.174
4 Marx, age, sf. 175
5 Marx, age, sf. 177
6 İngiltere dahil
7 Avro Bölgesinde 19 devlet var: Belçika, Danimarka, Almanya, Estonya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Luxemburg, Letonya, Litvanya, Malta, Hollanda, Avusturya, Portekiz, Slovakya, Slovenya, İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti.
8 ABD, Kanada, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya,
9 Türkiye’nin istatistikleri TÜİK İşgücü İstatistikleri‘nden alınmıştır.
10 İLO, World Employment and Social Outlook – Trends 2020 . (5.81 milyar’ın içinde bütün çalışabilir nüfus var) Erişim: Nisan 2020
11 İngiltere dahil
12 Avro Bölgesinde 19 devlet var: Belçika, Danimarka, Almanya, Estonya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Luxemburg, Letonya, Litvanya, Malta, Hollanda, Avusturya, portekiz, Slovakya, Slovenya, İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti.
13 Türkiye’nin istatistikleri TÜİK İşgücü İstatistikleri‘nden alınmıştır.
14 2019 yılına ait
15 İngiltere dahil
16 Avro Bölgesinde 19 devlet var: Belçika, Danimarka, Almanya, Estonya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Luxemburg, Letonya, Litvanya, Malta, Hollanda, Avusturya, portekiz, Slovakya, Slovenya, İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti.
19 Stefan Engel, “Küreselleşme” Tanrıların Günbatımı, Uluslararası Üretimin Yeniden Örgütlenmesi, sf. 118, Umut Yayımcılık. (açYK)
20 İngiltere dahil

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder