Türk
tekelci devleti, paylaşılmış alanları yeniden paylaşmak istiyor
Yusuf
KÖSE
Somut
durumun açıklanması yöntemi
Marksist-Leninistler,
somut durumu daha gerçekçi bir şekilde diyalektik materyalist
yöntemle yeniden üreterek, verili somut durumun çelişmelerini
açığa çıkarıp bunun devrimci tarzda değiştirilmesi için
mücadele ederler. Ve bu bir marksist analiz yöntemidir. Küçük
burjuva oportünizmi ise, liberal “sol” burjuvaların
argümanlarıyla somut durumları açıklamaya çalışırlar. Böyle
bir yaklaşımla ve metafizik yöntemle somut durumların devrimci
tarzda değiştirilmesi amaçlı doğru açıklaması yapılamaz.
Küçük burjuvazi, bilimsel olmayan ya dogmatik ya da subjektif
analizlerle, işçi sınıfı ideolojisine karşı burjuvazinin
ideolojisini besleyici politikaların yeniden üretmine hizmet
ederler.
Türk
egemen sınıfların içinde bulunduğu durumu, kendi aralarındaki
çelişmeleri ve bu çelişmelerden kaynaklanan çatışmaları;
emperyalist ülkelerle olan egemenlik alanları için çatışmaları,
somut olarak ortaya koyup analiz etmek, ancak ve ancak bu durumların
diyalektik materyalist yöntemle açıklanmasıyla olabilir. İşçi
sınıfının sosyalizmi gerçekleştirmek için mücadele
taktikleri, daha doğru bir şekilde bu yöntemle sağlanabilir.
Bugün,
Türk egemen sınıfların geldiği aşama, diğer emperyalistlerle
aralarındaki çelişme ve yine kendi aralarındaki çelişme ve
çatışmaların ne niteliği ne de pratik ve politik yöneliminin
nedenleri doğru olarak analiz edilememektedir. Bu nedenle de
emperyalist Türk tekelci devleti, işçi sınıfı ve emekçilere
yanlış tanıtılmaktadır. Emperyalist bir devletin niteliği
“emperyalizm” olarak konmuyor ya da konmaktan kaçınılıyorsa,
orada sosyal şovenizmin etkileri söz konusudur. Özünde bu
yaklaşımın içeriğinde; diğer emperyalistlere karşı, kendi
ülke burjuvalarını - küçümseme görüntüsü altında- koruma
eğilimi saklıdır.
İzlenen
dış politikalar nedeniyle, burjuva liberaller, “devletimiz zarar
görecek” diye avaz ederlerken, gerçekte kapitalist devletin zarar
görmesinden çekinirler. Marksistler ise, kapitalist devletin
izlediği bütün politikaları, ekonomik ve politik durumlardan ayrı
ele almaz; burjuvazinin saldırganlığının ya da o an için
“barış”çılığının toplumsal ekonomik yapıyla doğrudan
bağını kuraralar. İzlenene politikalara hangi ekonomik ve politik
çelişmelerin yön verdiğini marksist bilimsellikle açıklarlar.
Emperyalizmin
saldırganlığı, işgalciliği, pazarlar uğruna ve egemenlik
alanlarını genişletmek için birbirleriyle savaşları keyfi
değil, tekelci kapitalist ekonomik yapıdan kaynaklanan çelişmelerin
onları böyle bir eyleme, politikaya itmesinden kaynaklanır. Yani,
bu, iradelerden bağımsız olarak kapitalist ekonomik politikanın
önlenemez bir gelişmesidir. Türk egemen sınıflarının da
işgalci, ihlakçı politikaları sahip oldukları ekonomik yapının
iç çelişmelerinden kaynaklanan –kişilerden bağımsız-
kaçınılmaz emperyalist serüvenidir.
Bu serüven, “uşak-efendi” ilişkisi ile açıklanamayacak kadar
basit olamaz. Bu tür açıklamalar; çelişmeleri ve çelişmelerden
kaynaklanan çatışmalı gelişmeleri keyfi ve iradi olarak
açıklamak ya da nedenleri öznelciliğe indirmek olur ki, tam da
idealist-metafizik yöntem budur.
Paylaşılmış
alanların yeniden paylaşımı savaşı
Türk
Tekelci burjuva devleti, emperyalist amaçları doğrultusunda her
fırsatı, büyük emperyalist devletler arası her çelişkiyi
değerlendirip, kendi amaçları için kullanma politikası izliyor.
Bu, burjuva politik temsilcilerinin çok “kurnaz” oluşundan
değil, sermayenin yayılmacılığının devlet politikasını
buraya zorlamasından ve yönlendirmesinden kaynaklanmaktadır.
Sermaye büyüyüp merkezileştikçe, genel eğilimi yeni pazaralar
bulmak olur. İzlediği dış politika da buna uygun olarak gelişir
ya da geliştirmeye çalışır.
Emperyalistler
arası ilişkilerde (bütün kapitalist devletler içinde bu
geçerlidir), “dostluk” ilişkisi olmaz, çıkar ilişkisi olur.
Yine emperyalistler arası bloklaşma da emperyalist çıkar
ilişkileri üzerine kurulur ve dağılır. Bugün bir blok içinde
olan, yarın bir başka blok safında ya da daha sıkı ilişki
içinde olabilir. Keskin çıkar çelişmeleri nedeniyle, emperyalist
bloklaşmalar da sık sık değişiklik gösterir.
Birinci
dünya ve ikinci dünya savaşları farklı bloklaşmalara tanıklık
etmiştir. Daha sonraki süreçte de bloklaşmalar, bloklar arası
ilişkiler, bazılarının katı bazılarının gevşek olması ve
özellikle günümüzde de, bir blokta yer alanın diğer blokla daha
sıcak ilişki kurması (Türkiye) ve AB içindeki değişik
ülkelerin değişik bloklarla iilşki kurması, yine Hindistan’ın
BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ve Şangay
İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) içinde yer alıp, ABD ile sıkı
ilişki kurması...
AB
içinde yer alan ülkelerden Fransa ve İtalya’nın (ve son
yıllarda Almanya’nın) ABD ile ilişkilerinin hep soğuk olması
ve özellikle Fransa’nın ABD ile bir çok alanda ciddi çelişkiye
düşmesi ve ABD’den bağımsız olarak, AB’nin kendi
emperyalist amaçlarını yerine getirecek işgal ve saldırı
ordusunu kurmaya zorlaması vb.
Ancak,
geçmişte olduğu gübi günümüzde de hem savaş (ve çelişme)
vardır ve hemde barış, birbirleriyle sıkı ilişkileri vardır.
Kapitalist emperyalist ülkeler arasındaki bu ilişki, giderek daha
da sıklaşmıştır. Sermayenin
büyümesi ve merkezileşmesine ve de üretimin uluslararasılaşmasına
bağlı olarak, ekonomik ilişkiler daha fazla iç içe geçmiştir.
ABD ile Çin arasında dünya egemenliği konusunda büyük bir
rekabet olmasına karşın, birbirlerinden kopmaları, ekonomik
ilişkileri kesme ve hatta azaltma gibi bir eğilimleri söz konusu
değildir. Her bir ülke, emperyalizmin ortaya çıkmasıyla,
emperyalizmin birer halkaları haline gelmiştir. Ve son yıllarda
“milli”cilik, “ulusal pazar” sözlerinin dile getirilmesi,
kendi iç pazarlarına kapanma, sınırlara, göçmenlere kurdukları
dev sınır (gümrük) duvarlarını örmek değil, tersine,
sermayenin hiç bir zorlanmayla karşılanmadan sınırdan sınıra
serbestçe geçebilmenin yollarını örmüşlerdir. Emperyalist
sermaye için bunun geriye dönüşü söz konusu olamaz.
Kapitalizm ayakta durduğu sürece bu ilişki daha da gelişecektir.
Ancak, bu ilişkiler, savaşları, çatışmaları, bloklaşmaları
ortadan kaldırmayacak, tersine emperyalistler arası çelişmeleri
keskinleştirerek ilerleyecektir. Bu sermayenin çelişmeli
doğısından, eşitsiz gelişme yasasından ve easas olarak da emek
sermaye çelişmesinin her geçen gün yeniden ve yeniden
üretilmesinden kaynaklanmaktadır.
Türk
devletinin NATO, ABD, AB, Rusya, Çin vb. gibi ülkelerle çelişmeli
ilişkilerine de bu çerçeveden bakılmalıdır. Bugün “dostum”
dediğine, yarın rahatlıkla “düşmanım” diyebilir. Onun
dorstunu ve düşmanını belirleyen, sermayenin politik
temsilcisinin kişiliği değil, sermayenin genel çıkarları
belirler.
Türk
tekelci devlet kapitalizmin politik temsilcilerinin son 17 yıllık
süreçlerine bakıldığında, dost ve düşman sıkça yer
değiştirmiştir. AKP iktidara iyice yerleşmek için, (bu
süreç, aynı zamanda, Türk tekelci burjuvazinin emperyalist
amaçları doğrultusunda devleti yeniden dizayn etme sürecidir de)
önce AB “dost” olmuştur. AB dost olurken, ABD “düşman”
olmuştur. Rusya, önce “düşman” (uçak düşürme olayı ve bundan kaynaklı iki ülke arasındaki sert söylemler ve diğer gelişmleri anımsansın), daha uçağın enkazı kalkmadan en sıkı
“dostum”a dönüşebilmiştir. Suriye devlet başkanı Beşar
Esad ile aile dostluğundan “ebedi düşmanlığa” dönüşmeyi
ise burada açıklamanın bir gereği yoktur. Ve elbette ki, bu “sıkı
düşmanlığın” yarın “sıkı dost”luğa dönüşmemesinin
hiç bir garantisi de yoktur. Ve bu “dostluk” ve “düşmanlık”lar,
yayılmacı siyaset ile doğrudan ilişkilidir. Türk egemen
sınıfların emperyalist çıkarlarına engel olanlar “düşman”,
çıkarlarına hizmet edenler ise “dost” olarak adlandırılmıştır.
Bu
ilişkiler içinde burjuva politik temsilcilerinin öne çıkması,
sorunun özünü, yani siyaseti belirleyen sermayenin kendisi olduğu
gerçeğini değiştirmez. Bugün Putin, Trump, Şi Cinping, Erdoğan,
yarın bir başkaları olur. Ama sermayenin kendisi somut bir
gerçeklik ve belirleyici olandır.
Kısacası
sermaye
kesimi için dost ve düşman taktik bir sorundur. Sermaye
güçlendikçe dost ve düşmanları da sık sık yer değiştirir.
Çünkü, sermaye büyüdükçe yeni pazarlar isteyecektir ve
pazarlar ise bir öncekiler tarafından çoktan tutulmuştur. O zaman
paylaşılmış pazar kavgasının yeniden paylaşılması kavgası
burada sıklaşır ve sertleşir. Bu silahlı savaşıma kadar
varabilir.
Bugün, Afganistan’da, Irak’ta, Yemen’de, Libya, Suriye ve
dünyanın diğer bölgelerinde süren savaşlar, emperyalistler
arası egemenlik savaşının bölgesel yanıdır. Bugünkü
emperyalist konjonktürel durum, doğrudan emperyalistlerin kendileri
arasında silahlı savaşıma dönüşmesinin olasılığı her geçen
gün artmaktadır.
Liberal
burjuva yazarlar ve onların etkisinde kalan kimi küçük burjuva
“sol”cular, sorunu, burjuvazinin politik temcilerinin
kişiliklerine bağlarlar. Böyle yaparak kapitalist-emperyalist
sistemin özünü işçi sınıfından gizlemeye çalışırlar.
Örneğin, ikinci dünya savaşını çıkaran olarak Hitleri
gösterirler. Ya da Almanya’yı yönetenin Hitler olduğu
izlenimini yaratıp, Hitler’in arakasındaki sermaye güçlerini
(günümüz ThyssenKrupp, Siemens, BMW, Henkel, Bayer, BASF, Höchst
AG, IBM vd.) gizlelerler. Burjuva
liberal aydınları Trump’ı, Erdoğan’ı Putin’i ve diğer
siyasi liderleri öne çıkarıp, kapitalizmin işçi sınıfı
düşmanı karanlık yüzünü, yani, toplumsal çelişmelerin ana
kaynağını gizlemeye özel bir önem verirler.
Sanki,
dünya bir kaç “siyasi manyağın kişisel kaprisleri” yüzünden
karışıyormuş izlenimini yaratmaya çalışırlar.
Tekelci
sermayenin liberallerden istediği tam da böyle bir retoriktir.
Türk
tekelci devletin esas sahipleri Koçlar, Sabancılar, Kalyonlar,
Şahenkler, Enkalar, Rönesaslar, Yıldız Holdingler, Eczacıbaşılar,
Cengizler, Kolinler, Zorlular, Anadolu Grubu, İş Bankası ve
diğerleri özellikle gizlenmeye çalışılır.
Türk
tekelci devleti, bölgedeki en zayıf noktaları, işgal ve ilhak
ederek emperyalist egemenlik alanlarını genişletmeye çalışıyor.
Irak, Suriye ve Libya şimdilik bu çemberin içine girmiş durumda.
Özellikle Suriye’deki işgal ettiği bölgelerden çıkmak
istemediği gibi, işgal alanlarını büyütüp ilhak etmeye ve
hatta “ milli vatan sınır”larını buralara kadar genişletmenin
politik-askeri savaşını veriyor. Bunu gizlemiyorda.
Cumhurbaşkanları Erdoğan’ın ağızından açık açık dile
getiriyorlar. İşgal ettiği Suriye (Güney Kürdistan’ın bir çok
bölgesi) yerleşim bölgelerine kendi kaymakamlarını ataması,
polisi gücünü ve diğer devlet kurumlarını kurması, ilhak
siyasetinin kendisidir.
Bugün
İdlip üzerinde çıkan kavga, aslında Türk Tekelci sermaye
devletinin, Kuzey Süriye’yi (Güney Kürdistan’ı –Rojava-)
bütünüyle işgal ve ilhak etme amacından ileri gelmektedir. Türk
burjuvazisinin hedefi, “misak-i milli” sınırları, Musul ve
Kerkük’ün de içinde olduğu alanlara kadar uzatmak. Petrol
bölgelerine ulaşıp, buraları sermayenin hizmetine sunmaktır.
İngiliz emperyalizminin, yüz yıllardır Kuzey İrlanda düşmanlığı
ne ise, Türk devletinin Kürt-Kürdistan düşmanlığıda aynı
içeriktedir.
Türk
emperyalist sermayesi, Ortadoğu ile yetinmek istemiyor. Egemenlik
alanlarını Doğu Akdeniz’den Libya içlerine kadar uzatmanın
savaşını veriyor. Ve buralara asker gönderiyor, askeri üsler
açıyor, askeri manevralar yapıyor ve buranın pazarlarını
önceden kapmış emperyalist ülkeleri zorlayıcı politikalar
izleyerek pazardan pay almayı zorluyor. Bu zorlayıcı politikalar
salt politikayla sınırlı kalmayıp, askeri olarak da politikasını
destekliyor.
Türk
devletinin İdlip’ten çıkmak istemeyip, tersine, kendi paralı
askeri durumuna getirdiği faşist-gerici dinci örgütlerle burada
kalıcı olmak istiyor. Bu nedenle yerine göre ABD ile yerine göre
ise Rusya ile ilişkileri geren politika izlemekten çekinmiyor.
Türk
devletinin, Ortadoğu, Doğu Akdeniz,1
Balkanlar ve Libya’da karşısındaki güçler yarı-sömürge ya
da bağımlı ülkeler değil, ABD, AB, Rusya gibi büyük
emperyalist (ve İran) güçlerdir. Bu büyük güçler ile paylaşım
savaşı içine girmiştir. Türk Tekelci devleti, yeni bir
emperyalist devlet olarak paylaşılmış alanların yeniden
paylaşımını zorluyor ve zorladıkça çelişmeleri
keskinleştiriyor. Şimdilik bu paylaşım direkt emperyalistler
arası silahlı savaşıma dönüşmemişse de, dönüşmesi için
bütün koşullar eleverişli durumdadır. Ve giderek keskinleşen bu
çelişme, daha büyük bir emperyalist savaşın kıvılcımı
olabilecek içeriktedir.
Bütün
bu somut gelişmelerin ortaya koyduğu bir gerçek: Türk emperyalist
sermaye devletinin bölge halklarının en büyük düşmanları
arasında yer aldığı ve barışın düşmanı olduğudur.
19.02.220
***
1
Doğu Akdeniz’de , “Libya da silahsızlanmayı
korumak ”gerekçesiyle, AB’nin havadan ve karadan askeri devriye
çıkarması, esas olarak Türk devletinin yayılmasını sınırlama
ve önleme amaçlıdır. Ayrıca, Münih’de yapılan “Münich
Güvenlik Konferansı 2020”de, AB burjuva temsilcileri, Suriye,
Libya ve Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Rusya ile kapıştıklarını
açıktan dile getirmişlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder