bugün dün
Faşizmin
Adını “Popülizm” Koydular!
Yusuf
KÖSE
Almanya’nın
Hanau kentinde 9 göçmen insanın öldürülmesiyle sonuçlanan son
faşist katliam, bir kez daha, bu ülkedeki faşizmin ve faşist
terörün münferit olayalar olmadığını, sistemli olarak
geliştirilen ve derinleştirilen toplumsal bir olgu olduğunu daha
da netleştirmiştir.
Bir
ülkede 9 kişi katlediliyor ve faşist ideolojiye sahip Alman
federal içişleri bakanı Horst Seehofer, Hessen eyalet başbakanı
Volker Bouffier ve Hessen eyalet içişleri bakanı Peter Beuth hala
koltuklarında oturabiliyor. Bu makamlarda oturanlar kılını
kıpırdatmıyor ve bunların istifaları toplumun büyük bir kısmı
tarafından istenmiyorsa, bu faşist eğilimin güçlü olduğunu ve
devletin ise faşizmi beslediği ve faşist terörü koruduğu net
olarak söylenmeli ve bunun bilincinde olunmalıdır.
Bu
ilk değil çünkü.
Bir
şehrin (Kassel) valisi öldürülüyor ve faşist katil için,
“bireysel terörist” olarak adlandırılıyor ve arkasındaki
faşist örgüt gizleniyor. Ya da faşist katiller için sık sık
tekrarlandığı gibi “piskomanyak” damgası vurulup, “hasta”
olduğu ilan ediliyor.
Mölln,
Solingen katliamları çok gerilerde kalmadı. Onlara yenileri
ekleniyor ve eklenecektir. Gelişmeler bunu net olarak gösteriyor.
2000-2007 arası aralarında bir polisin ve diğerlerinin yabancı
(bir Yunanlı diğerleri Türkiye vatandaşı) olduğu toplam on
kişiyi katleden faşist NSU (Nationalsozialistischer Untergrund)
örgütünün içinde Alman istihbaratı olmasına karşlık, hiç
bir önlem alınmadığı gibi, tersine, destek verilmiştir. Bu
mahkeme kayıtlarına geçmiştir. Ve bu katliamı yapan faşist
katillerde “şaibeli bir şekilde” ortadan kaldırılmıştır.
Faşist
NPD (Almanya Miliyetçi Partisi) yöneticileri devletin gizli
servisinin adamlarıydı. Hatta o zaman Almanya’da gündem olmuştu.
“Alman devleti istihbarat görevlileriniı çekerse NPD yöneticisiz
kalacak” diye. Bunu açıklayan 1968’lerin gençlik liderlerinden
olan ve önce Yeşiller partisinin kurulmasında yer alıp sonra
SPD’ye geçip Schröder-Fischer döneminin (1998-2005) federal
içişleri bakanı olan Otto Schily açıklamıştı.1
Federal
içişleri bakanının ağzından yapılan bu açıklama, faşist
yapılanmalar ile devlet güvenlik güçlerinin içiçe olduğunun
resmi belgesidir.
Bu
devlet, faşizmi koruyor. Çünkü, bütün faşist örgütlenmeler,
başta da AfD (Almanya İçin Alternatif) partisine karşı en küçük
bir soruşturma açılmadığı gibi, parti faşist değil “sağ
popülist” olarak adlandırılıyor. AfD ve diğer küçük faşist
parti ve örgütlenmelerin kendilerine örnek aldığı parti ve
ideoloji Hitler’in NSDAP (Nationalsozialistische Deutsche
Arbeitepartei –Almanya Milliyetci Sosyalist İşçi Partisi)’dir.
Bunu pek gizlemiyorlarda.
Burjuvazi,
bu partilerin yasaklanmasını önledi. Almanya Marksist Leninist
Partisi (MLPD) bu sorunu, defalarca gündeme getirmesine karşın,
Alman tekelci devleti, faşist örgütlenmeleri koruma altına aldı.
Alman tekelci burjuvazisinin faşist örgütlenmeye ihtiyacı var. Ve
onu giderek geliştiriyor. Bütün bunlar, Alman İstihbarat Servisi
ve Anayasayı Koruma Örgütü (BfV) gözetiminde olduğu da bir
gerçek.
Bunu
nereden biliyoruz: NSU davasından ve son olarak 2018 Agustos ayında
Chemnitz’de faşistlerin Yahudi ve göçmenlere saldırıları
olayları arkasından, olayın “basit bir tepki” olduğunu
açıklayan o dönemin Anayasayı Koruma Örgütü (BfV) başkanı
Maaßen’dı. “Faşist örgütlenmeleri gizliyor ve küçük
göstermeye çalışıyor” diye, bu açıklama kamuoyunda tepki
çekti. Bunun üzerine bu görevinden alındı, peşinden ise ödül
gibi içişleri bakanlığında dengi bir göreve atanmıştı. O,
Nazi faşist terörünü tehlike değil, islamcı örügtlenmeleri
tehlikeli2
görüyordu. Oysa,
Chemnitz olayı3,
faşistler için şehirleri tek tek ele geçirme provasının bir ilk
denemesiydi.
Alman
basının bazılarında, ordu ve polis teşkilatları içinde nazi
örgütlenmelerinin ciddi boyuta vardığının haberleri ara sıra yer aldı. Ancak, burjuva hükümeti, faşist terör örgütlenmeleri
hedef alma yerine, komünistleri, devrimcileri, demokratik kitle
örgütlenmelerini ve Kürt yurtseverlerini hedef aldı.
Hanau’daki
faşist katlimadan sonra ise, devlet yetkililerin ve diğer burjuva
partilerin temsilcilerinin ağzından “faşist terörü kınıyoruz”,
“bu bir faşist terördür” sözü çıkmamıştır. “Sağcı
terör eylemi” ya da “popülist çıkışlar”. Burjuvazi,
faşistlere faşist demeye kıyamıyor. Ama, Kürtlerin kitap evini
kapatabiliyorlar. Almanya ve Avrupa Birliği içindeki hiç bir
ülkede yasak olamayn TKP/ML’nin, “üyesi” diye bir çok
komünisti tutuklayıp yargılayabiliyorlar. MLPD’nin (Almanya
Marksist-Leninist Partisi) yöneticilerini tehdit ve terörize edip,
merkezi binalarını sudan gerekçelerle kapatabiliyorlar. Grup Yorum
konser’lerini yasaklayabiliyorlar.
Bunlara
karşın, faşist terör ülkede kol geziyor. Devletin güvenlik
güçlerinin gözü önünde katliamlar yapıyorlar. Faşist partiler
açıktan, yahudileri, göçmenleri ve komünistleri ölümle tehtid
ediyor. Almanya’da faşist terör sadece göçmenleri hedef
almıyor. Başta Alman komünistleri olmak üzere bir çok tanınmış
demokrat ve hatta burjuva liberal kesimleri de hedef alıyorlar.
Sadece
2019 yılının ilk altı ayı içinde ırkçı-faşist saldırı
sayısı 8 bin 605’dir. Bunun 179 yaralama, 363 şiddetli suç ve
diğerleri ise tehdit ya da doğrudan saldırıdır.4
Demirel’in
bir zamanlar: “Bana,
sağcılar adam öldürüyor detirtemezsiniz”
dediği gibi, şimdiki Alman emperyalist burjuva (CDU-SPD) hükümeti
de aynı şeyi faşist neonaziler için yineliyorlar: “Bize,
bunlar faşistir dedirtemezsiniz!”
Faşistlerin
yabancıları hedef almasının esas nedeni, Alman halkı içinde
yabancı düşmanlığını geliştirerek, faşizme bir kitle tabanı
oluşturmak ve aynı zamanda göçmenler üzerinden Alman işçi ve
emekçilerine korku salarak onları teslim almaktır. 1930’larda
Alman faşzimi Yahudileri hedef alırken, esas olarak, Alman işçi
sınıfı ve emekçileri faşist baskı yöntemiyle denetim altına
almaktı.
Bugün
de, göçmenler üzerinden dünün taktiği izleniyor. Bu,
burjuvazinin, işçi sınıfına karşı geliştirdiği tarihsel
olarak bilinen faşist saldırı taktiğidir. Almanya’da
yoksullaşmanın (nüfusun %19’u yoksulluk sınırı ya da altında
yaşıyor) artışıyla beraber, yabancı düşmanlığı da toplumda
bilinçli olarak geliştiriliyor. Ve, yabancı düşmanlığını
geliştirme oranı ile demokratik hak ve özgürlüklerin gaspı da
paralel yürütülüyor.
Bütün
bunlar:
Almanya’da
sadece faşist bir terör tehlikesinin olduğunu değil, devlet
düzeyinde de bir faşist yönetim eğilimin egemen olduğunu ve
bunun giderek faşizme doğru kaydığını göstermektedir. İşte
esas tehlike budur. Adeta Weimer Cumhuriyeti’nin son günlerinin
yaşandığı bir durum söz konusu ve kapitalist-emperyalist
sistemin içinde bulunduğu kriz ve uluslararası konjonktürde buna
uygun. 22.02.2020
***
2
Oysa,
19 Aralık 2016 yılında Berlin’in göbeğinde kurulu neol
pazarına TIR ile saldırıp 12 kişinin ölümüne neden olan dinci
faşist katili ise Alman istihbaratının “iyi” tanıdığı
ortaya çıktı. 209 agiústos azinin son
3
2018 Agustos aynın son haftası içinde faşist neonazilerin yahudi
ve göçmenlere saldırısı. Polis, faşist saldırılara karşı
çıkan halka saldırırken, neonazileri koruma altına almıştır.
4www.watson.de/deutschland/rehtsextremismus.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder