Yusuf
KÖSE
Türk
devleti, Rojava Kürdistan’ı işgal ederken, işgal hareketlerinin
adlarını; “zeytin dalı” ve son olarak da “barış pınarı
harekatı” koymakta bir sakınca görmemiştir. Hasan Hüseyin
Korkmazgil’in bir şiirinde söylediği gibi; rolü oynuyor. Bütün
emperyalistler ve işgaşlciler, bir başka ülkeye savaş
açtıklarında ya da işgal ettiklerinde “barış ve huzur” için
oraya girdiklerini ya da savaş açtıklarını söylerler. ABD’nin
yakın zamanda Afganistan’ı, Irak’ı ve daha bir çok ülkeyi
işgalinde ve saldırısında olduğu gibi. Barışın düşmanları,
sıkça “barış”tan söz etmeleri, kendi gerçek yüzlerini
gizlemek istemelerinden kaynaklanır.
Türk
devletinin Afrin işgalinden sonra Rojava’yı işagal savaşı,
bütünüyle Kürtlerin kazanımlarına yönelik top yekün bir
saldırıdır. Türkiye-Suriye sınırı boyunca “güvenlik
koridoru” dedikleri şey; Kürt nüfusunun yerlerinden edilmesi ve
Türk devleti tarafından oluşturulan, “Milli Ordu” ya da “ÖSO”
diye adlandırdıkları İŞİD’li çetelerin o bölgeye
yerleştirilmesidir. Kürt nüfusun bölgeden ve topraklarından
kovulması amaçlanmıştır. Bu bir etnik temizliktir.
Dört
parçaya bölünmüş Kürdistan’ın kaderi, emperyalistler ve
Kürdistan’ı işgal altında tutan ülkelerin elinde olmuştur.
Geçmişten beri, İran, Türkiye, Irak ve Suriye devletleri, Kürt
kazanımları karşısında birleşmilşler ve Kürtlerin
bağımsızlıkları ve kendi kaderlerini özgürce tayin etmeleri
önünde engel olmuşlardır. Bu engel, salt bir siyasal baskıyla
değil, katlimlar ve her türlü faşist şiddeti yağınlaştırıp
ve Kürtler üzerinde kurumsallaştırarak başarmışlardır. Bugün
de yaşanan onun bir devamıdır.
Rojava
Kürdistan’ın Türk devleti tarafından işgal edilmesinin
nedenleri:
Birincisi,
Türk devleti Kürt halkının tüm kazanımlarını yok etmek
istiyor. Ve aynı zamanda Kuzey Kürdistan ile Batı Kürdistan’ı
(Rojava) birbirinden koparmak istiyor. Bunu araya 30 km derinlikte
bir “arap kemeri” ile yapmak istiyor. Şimdilik!
İkincisi,
Türk devleti, Suriye’nin parçalanma fırsatından yararlanarak
buradan toprak almak istiyor. Bunu, ABD, Rusya ve İran’a rağmen
yapmak istiyor. Ve bu emperyalist güçler ile anlaşarak Afrin,
Cerablus işgal etmiştir.
Üçüncüsü;
bütün emperyalistlerin Suriye üzerinde büyük hesapları vardı
ve bu bitmiş değil. Özellikle ABD, AB, Türkiye, Suudi Arapistan,
Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Suriye’nin cehenneme
çevrilmesinde birinci derecede rol oynadılar. İran ve Rusya ise
Suriye devletinin yanında yer alarak, Batılı emperyalistlere ve
bağlaşıklarına Suriye’yi bırakmak istemediler. Rus
emperyalizmi, bölgede etkinliğini yeniden sağlama fırsatını
kaçırmadı.
Türkiye
ise, Rusya’nın Suriye’de ağırlık koymasıyla birlikte, çok
taraflı oynamaya başladı ve Rusya’nın oluru ile Kürtlerin
önemli bir bölgesi olan Afrin’i işgal etti.
Rojava’nın
işgali Rus emperyalist sermayesinin günümüz Çar’ı Putin,
Ruhani ve Erdoğan’ın Ankara görüşmesinde netlendirilmiş ve
yeşil ışık yakılmıştır. Suriye devleti’de kendisine “yar”
olmayacak bağımsız ya da özerk bir Kürdistan’ın yıkılmasına
razıdır. Afrin’de olduğu gibi Rojava’nın Kürtlerden
temizlenmesine destek veriyor.
ABD
ise, Türkiye’nin NATO’da kalmasının yanı sıra, Türkiye’nin
iyice Suriye’ye yerleşerek gelecekte Rusya ve İran ile
Türkiye’nin karşı karşıya kalmasının koşullarını yaratmak
içinde “yeşil ışık” yakmış olabilme olasılığı göz
önünde bulundurulsa da, sorunun özü emperyalistler arası bir
anlaşmanın sonucu olarak görülmelidir:
Rojava’nın
işgali ve Kürtlerin demokratik haklarının yok edilmesi ve
Suriye’nin geleceği konusunda esas olarak ABD ve Rusya’nın
anlaştığına dair emareler daha fazla gibi gözüküyor. Daha
büyük emperyalist çıkarlar için “Kürtlerin feda edilmesi”,
emperyalist haydutların nezdinde küçük bir teferruat olarak
kalıyor.
Bu
nedenlerle ABD emperyalizmi, Türk devletinin Rojava’yı işgaline
yeşil ışık yakmış, hava sahasını ise bütünüyle açarak,
işgali Türk devleti için iyice kolaylaştırarak, demokratik Kürt
hareketi ve demokratik Rojava yönetiminin kısa zamanda boğulmasını
amaçlamıştır.
Türk
devleti, Bölgede büyük emperyalistler arası çelişmeden
yararlanmasını bilerek, kendi işgalci emperyalist emellerine, bir
çok baskı, tehdit ve şantajlarla kendine yol açabilmiştir.
Dördüncüsü;
ABD emperyalizminin, Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG), Türk
devletine karşı koruma gibi bir amacı olmaz ve olamaz. Her şeyden
önce Rojava’nın toplumsal yönelimi kapitalizmin sermaye birikimi
modelinin dışında bir modeldir. Yani, ilerici bir yönetim modeli
ve uluslararası sermaye ile içiçe değildir. Emperyalist sermaye,
sermayesini büyütecek ve daha fazla birikim sağlayacak pazarlar
ister ve amaçlar. Rojava’nın böyle bir durumu söz konusu değil.
Ama, işgalci Türk devleti ise uluslararası sermaye ile içiçe ve
onun bir parçasıdır. Ve oldukça büyük bir sermaye ve meta
pazarıdır ve bu pazar her geçen gün büyümektedir. Emperyalist
bir güç, ilerici bir hareketi destekleyerek, onun bölgede kök
sağlamasına destek olmaz, tersine köstek olur. Bugün ABD’nin
SDG’ye yaptığı gibi.
Kürt
Ulusal Hareketinin bundan ders çıkarması gerekir. Emperyalizmden
asla dost olmaz. Çünkü emperyalizmin çıkarları ile ezilen
halkların ve ezilen ulusların çıkarları birbirinin zıddıdır.
Beşincisi;
bölgede Rojava devrimi, diğer halkalara da örnek olabillir. Böyel
bir potansiyel de taşımaktadır. Bu, hem AB’yi hem de ABD’yi
rahatsız etmiştir. ABD, Suriye’deki petrol bölgelerindeki
varlığını, Suriye devletiyle de anlaşarak koruyabilir.
Suriye’nin güney’deki petrol bölgeleri şimdilik ABD’e
bırakılmışa benziyor.
Altıncısı;
Türk
devleti faşist ve aynı zamanda emperyalist bir devlettir.
Ortadoğu’da yayılmacı politika izlemektedir.
Libya’da, Irak’ta ve Suriye’deki varlığı bu amaçlıdır.
Yine Nijerya ve Somali’deki gerici cihatçı çetelere destek
vermesi, yayılmacı politikanın bir sonucudur. Ayrıca, Kıbrıs
işgalinden beri, işgal ettiği bölgelerden çıkmadığı gibi,
kendine bağlı, “ordu” adı altında çetelerde oluşturmaktadır.
Yani, bir taraftan kendisi direk işgal ederken, bir taraftanda
vekalet savaşı yürütmektedir. Ve işgal ettiği bölgeleri
Türkiye’nin bir parçası haline getirmektedir.
Rojava
Türk devletinin Ortadoğu’daki emperyal hedefleri önündeki
önemli engellerden birisiydi. Ne şekilde olursa olsun bu toplumsal
yapıyı yok etmek istiyor.
Yedincisi:
Suriye
sınırları içinde olan Kürdistan topraklarının Türk devletine
bırakılması, salt bir lutüf değil, emperyalistler (ABD, Rusya,
Türkiye ve İran) arası bir anlaşmanın sonucudur. Türk egemen
sınıfları, adı geçen emperyalist devletlerle girdiği çeşitli
anlaşmaların sonucu, Suriye’nin kuzeyini kendi payı olarak
koparmıştır. Gerisi, askeri işgal ile orayı Kürtlerden
temizlemek kalmıştır, onu da yine diğer emperyalistlerin desteği
ile ele geçirmeye çalışıyor. İşte sorunun özü budur. İran’ın
bu işgale onay vermesinin esas nedeni ise; bağımsız bir
Kürdistan’a giden yolu tıkamak içindir. Çünkü kendisi de aynı
sorunla karşı karşıyadır. Öbür yandan Rusya ile beraber
Türkiye’yi ABD ekseninden uzaklaştırabilmek içindir.
Kısacası
Suriye, ABD, Rusya ve Türkiye arasında paylaşılmıştır. Ama,
Türk devleti’nin işgal ettiği bölgelerde “huzur içinde”
işgalci olarak kalması kolay değil. Kürtleri bütünüyle
karşısına almıştır. Üstelik Kürtler, örgütlü, silahlı ve
yıllardır savaşma tecrübesi olan silahlı güçlere sahiptir.
İşgalcilerin hiç biri işgal ettikleri bölgelerde kalmadığı
gibi bunlarda kalamayacaktır. Kürdistan ile Kıbrıs aynı
değildir. Bu unutulmamalıdır. Kürdistan dinamik bir yapıdır. Bu
dinamik yapı işgalcilere rahat yüzü vermeyecektir. Rojava’yı
kurtarmak için 11 binin üzerinde evladını şehit veren Kürt
halkı, işgalcileri topraklarından kovmak için bir kaç onbir
binin daha feda etmekten çekinmeyecektir.
Sekizincisi;
Türk devleti Suriye Kürdistanı’nı işgalle sınırlı
kalmayacak, Irak Kürdistanı’nı da işgal etme olasılığı her
zaman vardır. Fırsatı’nı bulduğunda işgal etmekten
kaçınmayacaktır. Ve Türk devletinin işgaller serisi Rojava ile
sınırlı kalmayıp, çevresindeki olası gelişmeleri
değerlendirerek, zayıf düşen komşusunu işgal etmekten
çekinmeyecektir. Bu emperyalist sermayenin hegomanik karekteristiği
ile doğrudan bağlantılıdır. Silahlanmış yeni bir emperyalist
güç, yayılmacı eğiliminin eyleme dökmekten kaçınmayacaktır.
Türk
egemen sınıflarının bütün kesimleri işgale onay vermişler ve
desteklerini açıklamışlardır. Özellikle tüm sermaye kesimleri,
Türk ordusuna “başarı” dilemişlerdir. Çünkü, kendi
emperyalist yayılmacı emellerini orduları vasıtasıyla yaşama
geçiriyorlar. Sermaye, hiç bir zaman barışçıl olmaz. Doğuşu
kanlıdır ve birikimini artırdıkça daha daha fazla kanla
beslenmeye (birikime) ihtiyaç duyar. En “barışçıl” göründüğü
dönemlerde de işçi sınıfının mücadelesinin buna izin
vermemesindendir.
Sermaye,
savaş dönemlerinde daha fazla kar elde eder. Sermaye birikimlerini
artırırlar. Çünkü, kitleler üzerinde daha fazla baskı
artarken, işçi sınıfı üzerindeki sömürü de artar. Sermaye,
savaş tamtamları arasında, ekonomik kriz altında ezilen kitleleri
milliyetçilik afyonu ile susturmaya çalışacaktır.
Türk
ekonomisinin içinde bulunduğu krizle beraber tek adam rejminin de
kriz içinde olması, işgalci savaşı; bu krizleri ötelemek
amaçlı zaman kazanma aracı olarak kullanacaklardır. Bütün
burjuva görsel ve yazılı medyasında savaş naralarının atılması
ve mehter marşı eşliğinde propaganda yapılması kitleleri kendi
sorunlarından uzaklaştırarak, sermayenin gündemine
odaklanmalarını sağlamaktır.
Dokuzuncusu:
Türk devletinin Rojava’yı işgal harekatını salt “iç krizin
yönünü değiştirmek”, hükümetin “içerde zayıflamasına”
bağlamak, sorunun özünü ya görememek ya da çarpıtmaktır.
Kürtler söz konusu olduğu zaman, “iç sorunlar”a bağlanıyor.
Seçim dönemlerinde Kürtlere yönelik saldırıların boyutunun
artması da “seçimi kazanmaya” bağlanıyor. Oysa, TC var olduğu
günden beri Kürtlere saldırıyor. Afrin’in işgal edilmesi de
“iç hesaplara” bağlanmıştı. Liberal burjuva aydınların
Türk devletinin Kürtlere yönelik saldırıları bu şekilde
yorumlamaları normal karşılanabilir. Ancak, kendine marksist
diyenlerin böyle yorumlamaları, işgalci güçlerin sınıfsal
niteliklerini yanlış değerlendirmelerinden kaynaklanmaktadır.
Devletin işgalci karakteri ve işgal girişimleri esas olarak iç
sorunlarından değil, emperyal amaçlı hareket etmesindendir. Bu
gözden kaçırılmamalıdır. Elbette, iktidardaki güçler, bu
işgal savaşını kendi lehlerine çevirmek içinde kullanacaklardır
ve kullanıyorlarda. İktidarda kalmak ya da iktidar ömrünü
kullanmak için, iktidardakiler bunu hep yapar.
Onuncusu:
Türk devleti, işgalci saldırılarıyla güçlü gibi gözükmesine
ya da kendisini güçlü göstermesine karşın, şu anda en zayıf
olduğu andır. Kuzey, Güney ve Batı (Rojava) Kürdistan’ında
savaş içindedir ve düşmanlarını giderek çoğaltmaktadır.
Ayrıca, Akdeniz’de “gaz” arama çalışmalarıyla da,
krizlerine yeni bir kriz daha eklemiştir. İç ekonomik ve politik
krizin yanında bu kadar dış kriz ile karşı karşıya kalan bir
devletin, daha büyük bir krizle karşılaşma olasılığı oldukça
yüksektir. İşgal
savaşı ekonomik ve politik krizi kısa bir süre “ötelesede”,
krizi daha da derinleştirecektir.
Rojava’nın
işgali, Türk devletini, işgal boyunca kızgın demir üzerinde
yürümeye zorlayacak ve yakın bir süreçte gelişmeler, Kürtlerin
özgürleşmesinin daha güçlü bir şekilde yolunu açacaktır.
Aynı şekilde ülkede de pompalanan ezen ulus miliyetçiliği, işçi
sınıfının kendi sorunlarının üzerini uzun süre örtemeyip,
sınıf mücadelesinin gelişmesini durdurmaya yetmeyecektir.
İçeride,
işçi ve emekçileri bir süre “milliyetçilik” afyonu ile
sustutabilir, ancak, yaşamın gerçekleri karşısında ne din ne de
milliyetçilik, insanların direkt karşı karşıya olduğu yaşamsal
araçların yerini alamaz. Çok yönlü baskıların ve devlet
terörünün şiddetinin arttırılmaya devam etmesi de, tek adam
rejminin ömrünü uzatmaya yetmeyecektir. İçerde pompalanan Kürt
düşmanlığı ve işçiler arasındaki kutuplaştırma politikaları
da işçi sınıfı ve emekçileri daha fazla oyalayamayacağı bir
gerçektir.
Ve
Rojava’nın kaybı, başta işçi sınıfı olmak üzere ezilen
dünya halklarının kaybı olacaktır. Her şeyden önce de Türk,
Kürt ve diğer azınlık uluslardan işçi ve emekçilerin kayıbı
olacaktır.
İşgalin
başarıya ulaşması halinde, işçi sınıfı üzerindeki baskı ve
sömürü daha da ağırlaşacaktır.
Türk
işçi sınıfı ve emekçileri bunları dikkate alarak, emperyalist
işgale karşı mücadelede en ön saflarda yerlerini almalıdır.
13.10.2019
1
HH Korkmazgil’in ‚Tuhaf‘ şiirindeki bu mısralarını, Gazete
Duvar’da, Tolga Tören’in, „ Volksvagen neden Türkiye’yi
seçti?“ başlıklı yazısından aldım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder