"Kürtleri
Vurmak”:
Bitmeyen
Bir Seçim Taktiği (!)
Yusuf
KÖSE
Son günlerde faşist Erdoğan’nın ağzından Türk devleti, Rojava
Kürt bölgesine askeri saldırı ve işgali daha sık dillendirmeye
başladı.
Bir
çok yorumcu ve hatta ilerici, demokratlarda, Türk devletinin,
Rojava’ya saldırıyı yeniden gündemine almasının adını; “
Mart 2019 yerel seçim” taktiğine bağladılar.
Türk
devletinin Kürtleri vurması için seçim mi gerekiyor? Ya da
gerçekten her seçim döneminde mi Kürtlere saldırdı, bu eli
kanlı barbar devlet. Ya da TC, kurulduğu günden itibaren Kürtlere
saldırmamakta mıdır?
Türk
sermaye devletinin Afrin’i işgal etmesini de “seçim taktiği”
olarak yorumlayanlar hiç de az olmadı. Bugünde aynı şekilde
gerçeği yansıtmayan liberal-şovenist argümanlar sıralanmaktadır.
Liberal burjuva kesimlerin böyle yorumlamaları normal, onların
Türk devletinin bekasına bakışları gereğidir bu. Ama, bu tür
yorumları, burjuva liberallerin argümanlarının peşine takılan
“ilerici” kesimlerin yapması, Türk devletinin gerçek yüzünün
gizlenmesi amaçlı olduğu görülememesindendir.
Türk
egemen sınıfları, taktik amaçlı Kürtleri baskı altına almıyor
ya da Kürtlerin topraklarını taktik olsun diye işgal etmiyor ya
da sömürgeleştirmiyor. Kürdistan’ın işgali, asimilasyonu ve
sürekli baskı altında tutulması Türk devletini startejik bir
eylemidir. Türk devletinin kuruluş felsefesi budur. İşgalci,
sömürgeci bir güç olarak devamlılığını sağlamaktadır.
Türk
devletinin gündeminde hiç bir zaman Kürtlerin kendi kaderini
özgürce tayin etmesi ilkesi geçici taktik olarak bile yer
almamıştır. En başta Kürtlerin asimile edilmesi, asimile
edilemeyenler ise silah zoruyla baskı altına alınması ve
ezilemesi, ve mümkün olduğunca Kürt illerinin demografik
yapısının değiştirilmesi ilkesi esas alınmıştır.
Bugün
bu amaç, Suriye’deki gelişmeler nedeniyle Rojava’yı da Kuzey
Kürdistan durumuna getirmek amaçlı hareket edilmektedir. Yani,
Emperyalistlerin Suriye üzerindeki egemenlik paylaşımına aktif
bir şekilde katılmak ve Rojava Kürdistan’ını işagal etmek
Türk devletinin gündemine girmiş ve bir daha da çıkmamıştır.
Türk
egemen sınıfları bunu önce İŞİD ile denemeye çalışmıştır.
İŞİD’i Rojava üzerine saldırtarak oranın düşmesini ve
burayı rahatlıkla işgal etmesinin önünü açmak içindi. Türk
devletinin bu taktiği Kobena’dan geri tepince, başka yöntemlere
baş vurmaya, ABD ve Rusya arasındaki çekişmeden yararlanma yolunu
seçti.
Şimdi
de ABD’ye Rojava’nın kontrolünü kendisine bırakılmasının
çeşitli taktiklerini denemektedir. Çünkü bu büyük
emperyalistlerin rızasını almadan bölgede fazla bir harekat alanı
yoktur.
Türk
devleti, Rojava’nın bağımsızlaşması ya da özerk bir yapıya
kavuşması halinde Kuzey Kürdistan’ı artık kolay kolay işagal
altında tutamayacağını bildiği için, Rojava’nın doğmadan
boğulmasını istiyor ve bunun için Rusya ve ABD’ye her türlü
tavizi vermeye hazırdır. Ve pazarlıkları kızıştırmaya
çalışıyor.
Rojava
Kürdistanı'nın bağımsız ya da en asgarisinden özerk bir yapıya
kavuşmasını istemeyenlerin başında Türk devleti gelmesine
karşın, karşı olanların içinde İran ve Suriye devleti de
gelmektedir. Bu üçlü ve Irak genel olarak her zaman Kürtlerin
ezilmesi konusunda birleşmişlerdir.
Türk
devleti işgalci emperyalist bir devlettir. Kıbrıs eski bir örnek
olmasına karşın Afrin yeni bir örnek ve her fırsatta
Kürdistan'ın tamamını kendi egemenliği altına katmak istiyor.
Bugün de Rojava'nın işgalini gündeme getirmesi stratejik
egemenlik amaçlıdır. Salt gelip geçici bir “seçim taktiği”
olarak görülmesi, Türk devletinin uzun vadeli gerçek niyetini
görememek anlamına gelir. Elbette burjuvazi, seçim dönemlerinde
“işgalleri” milliyetçiliği ırkçılık düzeyinde kışkırtarak
kullanacaktır. İşgalin amacı, salt “seçimleri kazanma taktiği”
değildir. Bu tali bir yöndür.
Türk
devleti, 7 Haziran 2015 seçimlerinin hemen arkasından “barış
süreci” dediği, zaman kazanma taktiğine son verdi. Kürtlerin
kazanımlarını önlemek için açıktan askeri saldırıya geçti.
Kuzey Kürdistan şehirlerinin yıkılması Rojava'nın (Kobani'nin
kurtuluşu) zaferi ile doğrudan bağlantılıdır. Aynı zamanda
egemen sınıflar arası çatışmanın bir başka boyuta
evirlimesinin de bir sonucuydu. AKP'nin Gülen'le ittifakının
bitirilmesi ve Ergenekoncularla ittifaka geçmesiydi. Ancak, bu
“ittifak” değişimleri Kürtlere yönelik devlet taktiğinin
açıktan saldırıya dönüşmesinin esas nedeni değil, saldırı
sürecini hızlandırıcı ve daha yıkıcı bir rol oynadı.
Rusya,
ABD yerine Türk devletinin Rojava'da olmasından fazla bir
rahatsızlık duymaz. Bu İran içinde böyledir. ABD, Türk
devletinin işgaline onay verirse Rusya ve İran salt “dostlar
alışverişte görsün” babında kınama mesajı yayınlamakla
yetineceklerdir. Bunun anlamı “işgali onaylıyoruz” olacaktır.
Aynı, Afrin işgalinde olduğu gibi. Suriye devletinin ise Rusya'nın
onayına karşı çıkacak bir durumu söz konusu değil.
ABD'nin
Suriye'deki esas sorunu Türkiye ile değil Rusya ve ikinci düzeyde
ise İran ile. Bu bağlamda Suriye'nin Kuzeyini bir başka güce
bırakmak istemiyor. ABD bu tavrını ileride Türk devleti lehine
değiştirebilir de. Onun ilkesi kendi egemenliğini sağlamlaştırma
ve çıkarlarını koruma ve geliştirme amaçlıdır. Emperyalistler
arası çatışma ve dengeler, izlenen taktikleri de değiştirebilir.
ABD için Rojava'da kalmak, bölgedeki egemenliğini (İsrail ve
Suudi Arabistan'da dahil) zayıflatmamak için önemli taktiksel bir
durum.
Türk
devleti işgal ettiği bölgelerden kendi isteği ile çıkmayacaktır.
İşgal altındaki halkların mücadelesiyle çıkarılabilir. Kıbrıs
bunun en açık örneğidir. Türk devleti işgal ettiği yerlerde
“barış gücü” olarak değil, egemenliğini genişletmek amaçlı
silah zoruyla işgal ediyor.
Bütün
bunlar göz önüne alındığında, Rojava'nın işgal edilmek
istenmesi, Türk devleti için bir “seçim taktiği” değil,
kalıcı olarak o bölgelerin işgal edilmesi ve egemenlik altına
alınması içindir. Bu, emperyalist amaçlı bir hamledir. Kuzey
Kürdistan Kürtleri üzerindeki işgalci ve sömürgeci barbarlığın
her geçen gün yoğunlaştırılmasının arkasındaki gerçekte
budur. Sosyal şovenizm ise bu gerçeğin üzerini örtme telaşı
içine girerek “sefil Faust” rolünü oynamaktadırlar.
Kapitalist
devlet, sermayesini büyütmekte ve egemenlik alanlarını
genişletmekte sınr tanımaz. Kaptalizmin barbarlığı sermayenin
büyüme oranıyla doğru orantılı artar. Türk devleti barbarlıkta
sınır tanımıyor. O, İsrail ve Suudi Arabistan gibi bölgenin
saldırgan ve egemen gücü olmak istiyor. Bağımsız ya da özerk
bir Kürdistan'ı ise, bölgedeki emperyal emellerinin önünde engel
görüyor. İç siyasal durumu (Cumhurbaşkanlığı Hükümet
Sistemi vb.) ve toplumsal şekillenmeyi kendi emperyal hedeflerine
göre dizayn etmeye çalışıyor. 19.12.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder