Tarih
Yapan Sıradışı KADINLAR
Yusuf KÖSE
Dünyanın
her yerinde kadına şiddet konuşuluyor bugünlerde. Kadına şiddeti
doğuran toplumsal sistemin savunucuları da “kadına şiddeti”
bir kaç gün konuşmaya devam edecek.
Kadına
şiddetin, kadını ikinci sınıf yerine koyan sistemin savunucuları
ve kadını bir süs eşyası, bir meta olarak ele alan sitemin
savunucularının “şiddet karşıt”lığı elbette sahte.
Özellikle kadına karşı şiddetin ekonomik, siyasi ve idelojik
toplumsal dokusunu oluşturan kapitalist sistem savunucuların
“kadına şiddeti” konuşmaları ve karşı çıkışları
inandırıcı olmaktan çok çok uzak.
Tarihi
sömürücü egemen sınıfların dilinden yazan bir sistem
savunucuları ile tarihi yapanların ve tarihi daha ileri
taşıyanların aynı yazın içinde yer almaları da olsa değildir.
Tarih, sıradışı insanların (emekçi kadın ve emekçi
erkeklerin, daha çok da emekçi kadınların) sırtında taşınarak
bugüne ulaştırılmıştır.
Kapitalist
toplumla birlikte ücretli köle olarak burjuvaziye artı-değer
üreten kadın işçilerin direnişleri, tarihi yapan sıradışı
insanların öyküleri olarak tarihe geçmiştir.
Kadına
şiddetin temelinde ekonomik ayrıcalıklar yattığını gizliyor
burjuvazi. Kapitalist ekonomik sistemin kadına şiddeti saniye
saniye doğurduğunu, kadını eve hapsetmenin kadını aşağılamanın
ve toplumdan dıştalamanın temel öğelerinden biri olduğunu
söylemekte çekiniyorlar.
Kadına
şiddetin boyutu, cinsiyetler arasındaki ücret ayrımında da
açıktan sırıtıyor. Burjuvazinin siyasal temsilcileri, “eşit
işe eşit ücret”ten sıkça söz etmelerine ve çoğu ülkede ise
bu yasal olmasına karşın, kadın ve erkek işçi arasındaki,
kadın çalışan ile erkek çalışan arasındaki ücret
farklılığını özelllikle korumaya çalıştıklarıda bir
gerçektir.
Her
fırsatta kadın ve erkeğin “aynı olamayacağını”, (“hadi
100 metreyi erkek ve bayan beraber koşsunlar”
, “Kadın
ve Adalet
zirvesi” nde konuşan faşist Erdoğan yine “adalet” dağıtmış”)
bu nedenle de aynı ücreti alamayacağını her fırsatta
tekraralıyorlar.
Buradan
hareketle, kapitalist toplumda kadına şiddetin boyutu, “cinsiyetler
arası ücret farklılığında” ve kadını eve hapsetmede
saklıdır desek yanılmış olmayız.
1857
yılında New York kentinde polisin fabrikaya kitlediği kadın
işçilerden 129 yakılarak katledildi. Bu direniş 8 Mart Emekçi
Kadınlar Günün yarattı.
24
Kasım 2013 tarihinde Dakka (Bangladeş) yakınlarında bir
fabrikanın (Rana Plaza tekstil fabrika Binası) yanması sonucu tam
1138 işçi yanarak öldü ve 2500 işçi ise yaralandı. Fabrikada
çalışanların %80’ni kadındı. Bu fabrika, “ünlü
markaların” sahibi batılı emperyalist tekeller için üretim
yapıyordu ve her türlü sosyal haklardan yoksun işçilerin aylık
ortalama ücreti ise 38 dolar kadardı. (İşçiler
beş dakikada diktikleri elbiseyi bir ay çalışmayla alamayacak
kadar artı-değer üretiyorlar.)
Bu tarihin en büyük kadın cinayeti ve kadınlara karşı doğrudan
uygulanan tekelci burjuvazinin şiddetinin katliam halini almış
biçimiydi. Ve bunların kadına yönelik şiddeti yeni değil, yine
Bangladeş ve Pakistan’da aynı emperyalist tekeller için üretim
yapan çoğu kadın olan işçiler yakılarak katledilmişti.1
Bangladeş’te
2005’ten Rana Plaza yangınına (2013) kadar toplam 700 işçi
yanarak ölmüştür. İşçilerin katilleri tekeller ise, daha çok
sermaye birikimi için işçileri yakmaya devam ediyorlar. İngiliz
tekeli Primark’ın ve diğerlerinin neden “ucuza sattığı”
ürünlerin üzerinde Rana Plaza yagınında ölen işçilerin kanı
vardır.
Giydiğimiz
elbiselerde kadın işçilerin kanı var!
Çoğu
kadın, Flormar işçilerin direnişi ise yedinci aynı doldurmak
üzere. Flormar kadın işçileri, burjuvazinin her türlü şiddetine
rağmen direnişlerini sürdürüyorlar.
Burjuvazi,
kadınlara ve erkek işçilere uygulanan bu şiddetten hiç söz
etmiyor. Adeta “işçi olmanın fıtratında var” demeye
getiriyorlar. Kadın emekçileri kızıl değil, “mor” renge
büründürmek için çaba harcayanlarda bunlardan söz etmiyor
nedense. Kadınlarınn ezilmesinin ekonomi politiğini manipüle
ettikleri içinde Marx’ı “cinsiyet körü” gösterecek denli
burjuvazinin argüman çöplüğüne uzanıyorlar.2
Kapitalist-emperyalist
ülkelerde de kısa süreli yarı zamanlı işlerde çalışanların
çoğu kadınlardır. Ve bu kadının, “işe yaramazlığı”
kanıtı olarak gösterilmektedir. Almanya’da iki saatlik işlerde
çalışanların ezici çoğunluğunu (yaklaşık üçte ikisi kadar)
kadınlar oluşturmaktadır.
Dünyada
ilk defa eşit işe eşit ücret Rusya’da 1917 Ekim Sosyalist
Devrimi ile hayat bulmasına karşılık, kapitalist ülkelerde ise,
resmi olarak ilk defa 1963 yılında ABD’de yasallaşmıştır.
Ama bu sadece kağıt üstünde kalmak şartıyla... Çünkü
kadınların mücadelesi sonucu gerçekleşen bu yasa, fiiliyatta
uygulanmamış ve hala uygulanmaması içinde direniyorlar. İngiltere
gibi gelişmiş kapitalist-emperyalist bir ülkede ise 1970 yılında,
kadın işçilerin kararlı direnişleri sonucu yasallaşmıştır.
Bütün
kapitalist ülkelerde, cinsiyetler arası ücret farklılığına
bakıldığında, kadınla aynı işi yapan erkeğin en az %15,46
(2014 OECD ortalaması) daha fazla aldığı görülecektir.
Türkiye’de ise TÜİK’e (2015) göre %21,52. Almanya’da ise
%21 civarında. AB ülkelerinde cinsel ve fiziksel şiddet ortalaması
ise %33 (2014 verileri) civarında. Yani yüz kadından 33’ü
cinsel ve fiziksel şiddete maruz kalıyor. Bugün ise bu veriler
düne göre daha da artmıştır. Gericileşme ve iç faşistleşme
kadına yönelik şiddetin boyutunu ve oranını daha da
artırmaktadır. İç faşistleşmenin faturasının ağır toplumsal
yükü öncelikle kadınlara çıkarılmaktadır.
Ezilenlerin
ezileni olarak kadınların dışatalanması, kriminalize edilmesi,
ezilmesi, aşırı sömürülmesi ve ikinci sınıf yerine konmasını
aynı zamanda eşit işe eşit ücret farklılığında aramak
gerekiyor. Bu tek başına yeterli olmasada, kadınların
üzrlerindeki cinsiyet baskısının kalkmasını ya da en azından
azalmasını da beraberinde getirecektir.
Türkiye’de
kadına yönelik şiddetin boyutu, TÜİK’in istatistiklerin de
üstündedir. Faşist-dinci hükümetin tepesindekiler öncelikle
kadın düşmanı bir yapıya sahiptirler ve her fırsatta kadınla
erkeğin eşit olamayacağını vaaz etmektedirler.
Kadına
uygulanan şiddeti, kapitalist sistemin kendisi yeniden ve yeniden
üretmektedir. Bu sistem var olduğu sürece kadınların toplumda
ezilenlerin ezileni olması da devam edecektir.
Kadının kurtuluşu kadın ve erkek işçilerin birlikte
mücadelesiyle kuracakları sosyalizm ile gerçekleşebilecektir.
Kadınlar sosyalizm ile gerçek özgürlüğün kapısından
adımlarını içeri atmış olacaklardır. Kadının kurtuluşu
insanlığın gerçek kurtuluşu olacaktır. 25.11.2018
1
Bilgiler, Rote Fahne News’dan alınmıştır.
2
Bkz. Yusuf Köse, KADIN ve KOMÜNİZM, El yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder