KAPİTALİZMİN
BATIŞI
-bir
tekmede sen vur-
Yusuf
KÖSE
Türk
burjuva ekonomisinin yapısal ve finansal krizi her geçen gün
giderek derinleşiyor. Türk ekonomisinin içine girdiği kriz salt
Türk tekelci burjuvazisinin derin bir endişe içine sokmuş değil,
bütün kapitalist dünyayı özellikle de AB emperyalist burjuvazisini de bu
endişenin içine itmiş bulunuyor.
Emperyalist-kapitalist
dünyanın zincirlerle birbirine bağlandığından bu yana,
kapitalist zincirlerden birinin zayıflaması diğerlerini de ciddi
bir şekilde etkiliyor. Kapitalist dünyanın büyük
ekonomilerindeki kriz daha büyük oranda bir etki yaratırken,
Türkiye gibi orta düzeydeki kapitalist bir ekonominin etkisi de
ekonomik büyüklüğüyle doğru orantılı olmaktadır.
Türk
burjuvazisinin içinde bulunduğu finansal-borç krizinin spekülatif
yanları olsada, sorun bunu doğuran ekonomik biçimdir. Kapitalist
ekonomilerin kaçınılmaz bir kaderi olarak ekonomik krizle belli
aralıklarla sürekli bir karşı karşıya kalışları söz konusu
ve bundan kaçamıyorlar. Çünkü aşırı üretim prensipli ve
tüketime dönük ekonomi, ister istemez yarıyolda tökezlemektedir.
Kapitalizmin “kumar” ekonomisi uzun bir süre ayakta kalamaz ve
yıkılmakla karşı karşıya kalacaktır.
“Dolar-Avro”
ve “Rahip Brunson” etrafından döndüğü söylenen krizin,
perde gerisinin konuşulmasından mümkün olduğunca kaçılıyor.
Arka perdesi: Türkiye’nin
2000’ler öncesi gibi olmadığı, emperyalist bir ülke olduğu ve
bölüşülmüş pazarlardan pay istemesiyle doğrudan bağlantılıdır.
Türkiye, Ortadoğu’nun yırtıcı kaplanı ve en azından burada
söz sahibi olmak istiyor. Buna bağlı olarak da farklı emperyalist
kutuplaşmaların içinde yer alabileceğini ve ABD’nin çemberi
içindeki kutuptan çıkmayı dayatıyor. ABD ise Türkiye’nin
kendi kutup çemberi içinden çıkmasını istemediği için
“cezalandırma” yoluna gidiyor. TL’nın değersileşmesinden
bağımsız olarak çatışmanın esas nedeni bu. ABD-Türkiye “dost”
da olsa, TL, bu kadar borç yükü altında erimek zorunda yine
kalacaktı.
Sorunun
bu yanı görülemedikçe, ABD-Türkiye, (ve aynı şekilde
AB-Türkiye) arasındaki çelişmeler ve krizler bireylerin
(Trump-Erdoğan) çatışmasına indirgenir ki, bu, burjuvazinin
gerçekleri kitlelerden saklama argümanlarına teslim olunmuş
olunur.
Türk
ekonomisi borçla büyümesine karşı diğer kapitalist-emperyalist
ülkelerinde borçla büyüdüğü ve dünya borç yükünün dünya
GSMH’nın çok çok üstünde olduğu biliniyor. Özellikle
kapitalizmin “neoliberal” süreci borçla büyüdü ve büyük
bir borç balonu oluştu. Bu balon artık daha fazla şişirilemiyor.
Örneğin,
dünyanın toplam (özel ve kamu) borcu 1950 yıllarında toplam
üretime (gelir) oranı % 50 civarındayken, 2007 yılında bu oran %
170 ve 2017 yılında ise yaklaşık iki katı birden artarak %
320’lere çıktı. Bugün dünyanın toplam (kamu-özel) borcu 237
trilyon ABD doları. 2017 itibariyle toplam üretiminin ederi ise 81
trilyon ABD doları kadardır. Borçların büyük (174 trilyon ABD
doları) bölümü emperyalist-kapitalist ülkelere, 63 trilyon ABD
doları kadarı ise diğer ülkelre ait.1
Türkiye
ve dünyadaki son gelişmeler, yani ekonomik krizler ve savaşlar ve
üretimden fazla borçlanma kapitalizmin tarihi sınırına
daynadığının açık bir göstergesidir.
Emperyalist
burjuvazinin büyük şaşalı gürültülerle neoliberal
politikaları (küreslleşme adı altında) kitlelere kurtarıcı
olarak göstermesi ve sonunda yine ulusal çitlerine (ABD’nin
ticaret savaşı) dönme eğilimi (bu
“eğilim” esasta gerçekçi değil ve kapitalizm gelinen aşamada
ulusal çitlerin arkasında kendini varedemez)
içine girmesi, kapitalist yolun sonuna gelindiğini gösteriyor.
Emperyalistler arasındaki kutuplaşmanın arttığı ve neredeyse
her geçen gün yeni kutuplaşmaların ortaya çıktığı ve kriz
içinde kıran kırana bir savaşın yaşandığı süreçte,
kapitalizmin, geçicide olsa kendini kurtarmasının olaslığı
kalmamıştır.
Sosyal
şovenizm, ırkçılık, din çemberi ve daha bir çok alt kimliklere
bölündürülmüş işçi sınıfı ve emekçileri daha fazla uykuya
yatırmanın olasılığı da kalmamıştır. Uyuyan dev uyanacak ve
kapitalizmin dünyayı uçuruma atmasına son verecektir.
Dünya
konjonktürü, komünistlerin daha iyi hazırlanmasını ve işçi
sınıfı içinde örgütlenmelere daha fazla ağırlık vermesini ve
hazırlıklı olmasını dayatıyor. Emperyalist
savaş tehlikesinin arttığı bir sürecin içindeyiz ve emperyalist
burjuvazi büyük bir savaşa doğru hızla gidiyor. Sosyalist
devrimlerin dışında bu çarkı durdurmanın başka bir olasılığı
da gözükmüyor.
Türk
tekelci burjuvazisi, büyük bir şiddet ve baskıyla ve
“demokratik” seçimler adı altında “allem-kallem edip”,
ülkeyi bir şirket gibi tek adam yönetimine (görünüşte) verdi
ve kendisi için grevsiz, demokratik ortamsız, direnişsiz ve
toplumun ilerici kesimlerinin bütünüyle baskı altında tutulduğu
ve islamlaştırılma eğilimli bir cennet yarattı. Ancak bu uzun
sürmeyecek önümüzdeki kısa süre içinde, devletin tüm
şiddetine rağmen başta işçiler olmak üzere kitle direnişleri
artacaktır. Bu kaçınılmazdır. Burjuvazinin zorla yararttığı
“cennet” yine kendisi için bir cehennem olmaya adaydır.
Çünkü,
son kriz: İşsizliği, pahalılığı, çalışanlar üzerindeki
vergileri daha da artıracak ve çalışanların daha da
yoksullaşmasını beraberinde getirecektir. “Tek vatan, tek
bayrak, tek din, tek dil” vb. gibi kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı
ve kitleleri birbirine kırdırıcı ırkçı-faşist ve gerici
propagandalar artık kitle üzerinde etki etmeyecek süreci de
beraberinde yaratmaktadır. Burjuvazinin, kitlelerin aşırı
sömürüsü üzerine kurduğu cenneti yıkılacaktır.
Bu
nedenle, “aynı gemideyiz” burjuva söylemi, işçi sınıfı ve
emekçileri daha fazla ölü sessizliğinin içinde tutamaz.
Kapitalizmin batışı işçi ve emekçilerin batışı değildir.
Kapitalizmin batışı, Türkiye ve Kürdistan’da yaşayan çeşitli
milliyetlerden işçi ve emekçilerin vatanlarının batışı
değildir. Batan, burjuvazinin kanalı saltanatı olacaktır. Bu
yıkımı, işçi sınıfı ve emekçilerin burjuva sistemine karşı
verdiği mücadelesi gerçekleştirecektir. İşçi
sınıfı ve ezilen kitleler, fazlasıyla cefasını çektikleri
kapitalist sistemi, sefasını çekecekleri bir sistemle
değiştirmesini de bileceklerdir.
Daha
güçlü tekeme vurmanın tam zamanı... 14.08.2018
***
1
Fortune Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder