Emperyalist
Büyük Savaşa Doğru
Birinci
Bölüm
Yusuf
KÖSE
Emperyalist
savaş tehlikesinin kapıya dayandığını, gelinen aşamada bugün
hemen hemen herkes –burjuvazinin yayın organlarından The
Economist’de dahil- gizleyemiyorlar. Bunlar emperyalist savaşın
ekonomik nedenlerini gizleyip, karşıtı olduğu emperyalist gücün
saldırganlığına bağlarlar.
“Şom
ağızlı” olmak iyi bir şey değil, ancak, kapitalizmin nesnel
gerçekliği, bizi emperyalist savaşın bütün koşullarının –
bütün temel çelişmelerin keskinleşerek- olgunlaştığına
götürüyor. Stalin, 2. Emperyalist savaşın gelişini 1927 yılında
açıklamıştı.
Gelinen
aşamada ise, emperyalistler arasındaki çelişme “barış”
içinde çözülebilecek koşulları ortadan kaldırmıştır. Büyük
bir emperyalist savaşa doğru gidildiği gerçeği gizlenemez duruma
gelmiştir. Savaş, Trump, Putin, Şi Jinping vb. gibi bazı
liderlerin salt kötü niyetli oluşlarından değil, kapitalizmin
çarkının bu yönde işlemesinden kaynaklanıyor. Bu çarkı ancak
ve ancak uluslararası proletarya ve ezilen halkların birliği ve
mücadelesi durdurabilir. Başka kimse değil.
Bir
kaç yıl önce bunlar bu köşede de yazılmıştı. Son bir
yıldır ise, emperyalist savaş tehlikesinin ciddi bir duruma
geldiğini ve bunu önlemenin taktik mücadelelerinin
geliştirilmesinden söz etmiştik.
Yeni
bir emperyalist savaşın kapıya dayanmasını gösteren oldukça
fazla veri var. Birincisi, yeni emperyalist ülkelerin varlığı.
Dünyanın yeniden paylaşılma isteği.
Emperyalist
savaş, emperyalist ülkelerin birbirleriyle savaşmasıyla ortaya
çıkar. Bu da, dünyayı yeniden paylaşmak, daha fazla egemenlik
alanı ele geçirmek ve pazar alanlarını genişletmek içindir.
2.
Emperyalist savaşı öncesi, Alman emperyalizmi, dünya pazarındaki
egemenlik alanları diğerlerine göre (başta İngiltere ve
Fransa’ya karşı) daha geri durumdaydı. Alman emperyalizmi ile
aynı duyguları Japon ve İtalyan emperyalist tekelleride
paylaşıyordu.
1917
Rusya’daki Sovyet Devrimi’nden sonra dünya, esasta, kapitalist
ve sosyalist olmak üzere iki kampa ayrıldı. Ama, emperyalist büyük devletler
arasında da çelişme vardı ve bu çelişme ancak savaşla
çözülebilecek durumdaydı. Bu bağlamda, dünya üçe ayrılmıştı.
Birinci kamp SSCB ve ezilen dünya halkları (ulusal kurtuluş
savaşlarıda dahil), ikinci kamp ise, emperyalistlerin kendi
aralarındaydı. Burada birinci kamp, dünya kapitalist pazarına
egemen olan İngiltere ve bağlaşıkları olan ABD ve Fransa, ikinci
emperyalist kamp ise, başını Alman emperyalizminin çektiği ve
balağlaşıkları olan Japonya ve İtalya yer alıyordu. İtalya, 1. Dünya
savaşında birinci grup içinde yer almasına karşın, 2.
Emperyalist savaşta safını Almanya ve Japonya’nın yanında
belirledi. Emperyalistlerin safları çıkarlarıyla doğrudan
ilişkilidir. 1. Dünya savaşında İngilizlerle hareket eden
İtalya, bir çok bölgeyi kaybetmiş ve pazar alanlarını İngiliz
ve Fransızlara kaptırmıştı. Yani, “mağdur” durumdaydı.
Bugün
durum ise, daha farklıdır. Sosyalist ülkeler kalmamış ve
dünyanın 2. Emperyalist savaşından bu yana egemen olan ABD ise
giderek gerilemeye başlamıştır. Bu ABD’nin kendi isteğiyle
olan bir şey değil, yeni gelişen emperyalist devletlerin
(tekellerin) ABD pazarlarını ele geçirmeye başlaması ve
pazarlardan pay istemeleriyle oluyor. Ve ortaya kıran kıran bir
çatışma, mücadele, vekalet savaşları, bölgesel savaşlar
çıkıyor. Bu, ortadoğu’da olduğu gibi, vekalet savaşlarıyla
yürütülüyor. Ancak, vekalet savaşlarınında aradaki çelişmeyi
çözmeye yetmediğini göstermiştir. Emperyalistler, aralarındaki
çıkar çelişmelerini vekalet savaşlarıyla çözemeyince
doğrudan karşı karşıya gelmişlerdir. Bu Suriye cephesinde şu anda böyledir. Günümüz koşullarındaki kapitalizmin krizi,
onları doğrudan savaşın sıcak ön cephesine doğru hızla
itmektedir. ABD emperyalizminin geçtiğimiz Aralık ayı ortasında
açıkladığı “strateji belgesi”, yeni bir emperyalist savaşa
hazırlık ve diğer emperyalistlere meydan okuma belgesidir. Bunun
içeriği yazının diğer bölümlerinde ele alınacaktır.
Çin’in,
denizden, karadan ve havadan hayata geçirmeye çalıştığı “ipek
yolları”, ABD emperyalizminin egemenlik alanlarını tehdit ediyor
ve dünyayı bir ahtapot gibi sarıyor.
Lenin’in
yüzyıl önce belirttiği, kapitalist-emperyalist sistemin eşitsiz
gelişme yasası, dünyanın büyük emperyalist ülkeleri ve
tekelleri arasında, dünyanın yeniden paylaşılmasını kaçınılmaz
olarak gündeme getiriyor. Kapitalizm var olduğu sürece bu yasada
yürürlükte olacaktır. Bazı emperyalist ülkeler gerilerken bazıları
öne çıkacaktır. Bazı tekeller yutulurken bazıları gelişip
palazlanacak ve yeni pazarları ele geçirme mücadelesi verecektir.
Kapitalizmin insanlığın başına bela ettiği bu kısır döngü,
kapitalizmin yıkılışına kadar devam edecektir.
Şimdi,
sırasıyla belli başlı emperyalist ülkelerin durumunu incelemeye
geçebiliriz.
Çin’in
Durdurulamayan Hakimiyeti
Yeni
gelişen emperyalist ülkeler hangileri? Birincisi Çin’dir.
1990’lardan itibaren hızla gelişen Çin, dünya kapitalist
pazarlarında söz sahibi olmaya başladı. Bugün Çin’in sermaye
olarak girmediği yer kalmamış ve bir çok bölgede ABD’nin
önüne geçmiştir. Örneğin, “ABD’nin arka bahçesi” olarak
adlandırılan Latin Amerika ülkelerinde Çin’in yatırımları
devasa bir boyut almıştır. Çin’in 2016 yılında Latin
Amerika’daki (LA) doğrudan yatırım tutarı 260 milyar ABD doları
kadardı. Çin bu yatırımını 2019 yılı sonuna kadar 500 milyara
çıkarmayı hedeflemiş durumda.
Çin,
Nikeragua’da, Panama Kanalı’na rakip olarak, Atlas okyanusu ile
Pasifik Okyanusunu birleştiren yeni bir kanal açıyor. Peru ve
Brezilya topraklarından geçen demiryolu projesi var. Böylece en
kuzeyden (Nikeragua) iki okyanusu dünyanın en büyük şileplerinin
geçebileceği kanal projesiyle birleştiriken, kıtanın ortasından
ise iki okyanusu demiryolu projesiyle birbirine bağlıyor.
Çin’in
bölgeye olan yatırımları giderek artıyor. Çin, Brezilya, Şili,
Peru ve Ekvator’un şu anda en büyük ticaret ortağı olmasının
yanında, diğer L. Amerika ülkelerini de (başta Arjantin olmak
üzere) boş bırakmış değildir. Çin, bu ülkeleri hem
borçlandırıyor hem de o ülkelere doğrudan yatırım yapıyor. L.
Amerika’da ABD yavaş yavaş gerilerken, bir başka emperyalist güç
olan Çin bölgeye bütün ağırlığıyla yerleşmiştir.
Kapitalizmin
gelişmesi için ulaşım önemlidir. Günümüzde üretimin
uluslararasılaşmasının yaygınlaşmasıyla, uluslararası
ulaşımın kolaylaştırılması daha bir önem kazanmıştır.
Tabi, bu ulaşım hatlarının egemenliği de bir o kadar önemlidir.
Bugüne kadar dünyanın çöpünün yarısını (%49'unu) alıp
işleyen (bu yılın başından itibaren artık fazla çöp
almayacağını açıkladı) Çin, dünyayı kendisine bağlamışa
benziyor.
Çin
her yere “barış” yolları yapıyor. Adı “barış” olan bu
yollar, Çin mallarını ve sermayesini daha hızlı bir şekilde
diğer ülkelere taşıması ve o ülkeleri Çin’e bağlaması
içindir. Kutup İpek Yolu ( The Polar Silk Road),1
yine Türkiye’ye (Kars) kadar uzanan “Tren İpek Yolu” projesi
hayata geçmiş durumda. Türk burjuvazisi bu yolu, Samsun’dan
Mersin’e kadar getirmeyi planlıyor.
Çin’in
yayılmacılığı salt Güney Amerika ile sınırlı olmayıp,
Afrika ve Asya kıtasına da aynı ölçüde yayılmaktadır.
Özellikle Afrika’da doğrudan sermaye yatırımlarını
artırırken, doğrudan sermaye ihracıyla da kıtayı etkisi altına
almakta, başta ABD olmak üzere diğer emperyalistlerin pazarlarını
giderek daraltmaktadır.
Çin’in
Satın Aldığı Kıta: Afrika
Çin’in
Afrika kıtasındaki ülkelere yatırımı 2016 yılı sonu
verilerine göre yüz milyar ABD dolarını aşmış durumda. Yine,
Fortune dergisinin haberine göre 3100 üzerinde Çin şirketi Afrika
ülkelerinde iş yapıyor.
Alman
Zeit Online gazetesinin haberinde, Afrika-Çin ticaret hacmi 2016 verilerine
göre 300 milyar ABD dolarını aşmış durumda. Bu, son on yıl
içinde on kat artış anlamına geliyor. ABD ve AB’nin Afrika’yı
açlık ve göçmen olgusuyla karşı karşıya bıraktığını
yazan gazete, Çin’in ise, iş imkanı yarattığını yazıyor.
Elbette Çin, daha ağır sömürü koşullarını Afrika ülkelerine
dayatıyor. Yer altı zenginlik kaynakları (maden, petrol, gaz vd.)
Çin’e taşınıyor. Ya da orada üretilip Çin sermayesinin
gelişmesine sunuluyor. Çin’nin önceki emperyalistlerden bir
farkı Afrika’nın kendisine doğrudan daha fazla yatırım
yapmasıdır. Diğerleri yağmalayıp kendi ülkelerine götürürken,
Çin, yağmaladıklarının çok az bir kısmını Afrika’ya
bırakıyor. Bu da, sınıf bilincinden yoksun emekçilerin Çin’e
daha farklı bakmasını sağlıyor. Sömürücüler arasında tercih
yapmak, sınıf bilincinden yoksunluğun bir sonucu. Oysa, Çin’de
dahil hiç bir emperyalist olmadan Afrikalı emekçiler kendi
yaşamlarını özgürce kurup sürdürebilirler ve insanca yaşama
olanaklarına da en kısa zamanda kavuşabilirler.
Çin
Afrika’ya olanca gücüyle yüklenmiş durumda. Demir yolları,
büyük futbol sahaları, sosyal evler, alt yapılar, limanlar,
askeri harcamalar ve yatırımlar, enerji tüketimlerinin
karşılanması için yatırımlar vb. Ve ayrıca Çin, bir çok
Afrika (yaklaşık 60) ülkesinde Özel Ekonomik Bölgeleri (SEZ)
kuruyor. Bu projeyle Çin’li orta dereceli firmaların bile
Afrika’da yatırım yapmasının koşullarını oluşturuyor.
Devlet destekli Çin’li firmalar kolayca bu bölgelere giriş
yapabiliyor. Aynı zamanda yeni istihdam alanları yaratarak,
Afrika’nın ucuz iş gücü potansiyelini iliğine kadar sömürüyor.
Bir taraftan istihdam yaratırken, öbür yandan ise el koyduğu
artı-değer oranını artırıyor.
Çin’in
Afrika’da yaptığı otobanlar ve demir yolları, onu adeta oraya
kilitlemiştir. Aynı, Alman İmparatorluğu’nun Osmanlıya yaptığı
İstanbul-Bağdat demir yolu gibi. Osmanlı ve peşinden gelen TC,
Alman emperyalizmini bir daha terk edemedi. Bugün’de Türk ve
Alman burjuvazisi omuz omuza, kolkoladır.
Çin’in
her girdiği yere bir de “yol projesi” götürdüğünü
söylemiştik. Afrika’yı da demiryolu ağı ile birbirine
bağlıyor. Kenya, Uganda, Ruanda, Brundi ve Güney Sudan’ı 13.8
milyar dolarlık bir yatırımla devlete ait Çin Yolu ve Köprüsü
Kurumu (CRBC) eliyle gerçekleştiriyor. Bunların finansmanını ise
Çin Eximbank karşılıyor.
Ayrıca,
Afrika’nın işgücü potansiyeli 2050 yılına kadar iki katına
çıkacağı (2 milyar) hesaplanıyor ve Çin, yatırımlarını buna
görede yapıyor ve Çin 2020 yılına kadar ticaret hacmini 400
milyar ABD dolarına çıkarmayı hedefine koymuş.
Çin
Afrika’ya sadece sermaye ve doğrudan yatırımların yanında,
askeri alanda da yatırımlar yapıyor. Silah ihracatının yanı
sıra, bir çok Afrika ülkesinin ordularının silahlandırılması
ve yeniden yapılandırılmasını da yapıyor. Güney Sudan dahil
toplam Afrika’daki 7 yerde BM barış gücüne katılmıştır.
Sermayenin olduğu yerde onu koruyacak askerde olmalıdır.
Gelinen
aşamada, Afrika’da Çin’in üstünlüğünü bütün batılı
emperyalist tekeller kabul ediyor.2
Ne var ki,
Çin’in bu gelişmesi karşısında şimdilik yapacakları pek bir
şey de yok.
Sonuç
olarak ABD ve Batılı emperyalist tekeller Afrika’yı Çin
tekellerine kaptırmış durumda. Fransa bir kaç yerde direnmeye
çalışmasına karşılık, Çin’in bu kıtada ilerlemesini
durdurmaya gücü yetmiyor. Çin burjuvazisi gürültü yapmadan
sessizce Afrika’yı bir ahtopot gibi sarıyor.
Çin’in
yatırımlarından bazıları:
Çin’in “Mega projeleri” olarak
verilen ve çok az bir bölümünü yanıstan aşağıdaki tabloya
bir göz atmakta yarar var.
Proje/Ülke Proje Değeri
US dolar/ Mrd=milyarBitiş Yılı Nijerya, Demiryolu yapımı, 1.400 km 12 Mrd. 2014 Güney Afrika, yeni şehir Projesi, on bin kişilik konut yapımı, Johannesburg 7 Mrd. 2016 Kongo Demokratik Cum. Madenlerin alımı için alt yapı 6 Mrd. 2007 Çad-Sudan Demiryolu 1.344 km 5,6 Mrd. 2014 Nijerya, sekiz eyalette Çimento genişletme projesi 4,3 Mrd. 2016 Kenya, demiryolu projesi 3,8 Mrd. 2013 Mosambik, baraj ve Hidroelektrik santralı projesi 1.500 MW 3,1 Mrd. 2006 Malawi, kömür santralı, hava alanı, caddelerin yapımı, elektrik santrali, hastane yapımı 1,7 Mrd. 2007 Tanzanya, Bagamoyo deniz limanı 7 Mrd. 2015
Kaynak:
http/afkinsider.com/121477/10-mega-infrastructrual-projects-in-africa-funded-by-china/
Bu
tablo, Alman IHK (Endüstri ve Ticaret Odaları)’na ait. (IHK-
Orta-aşağı Ren bölgesi) www.subsahra-afrika-ihk.de/
19.06.2017
Küçük
bir istatistik daha verelim. Çin, AB ve ABD’nin 2015-2016 arası
Afrika ülkelerine yatırımları: milyar ABD dolar. Kaynak UNCTAD,
AEI ve Der Spigel online- 21.09.2017
|
Çin,
Afrika’nın gelişmekte olan en büyük petrol ülkesi ve yaklaşık
200 milyonluk nüfusa sahip Nijerya’da yatırımlarını artırdı.
Bu ülkede 2015 yılı verilerine göre, 240'ı aşkın Çin’li şirket
ile 404 proje gerçekleştirmiştir. Afrika’nın en gelişmiş
ülkelerinden Güney Afrika’da yatırımları da hızla
artmaktadır. Burada son 15 yıl içinde 280 proje
gerçekleştirmiştir. Zambia, Mısır, Etopya, Kongo Dem. Cum.,
Gana, Angola, ve bir “Çin şehri” olarak adlandırılan Zimbabve
ve Tanzanya’da da aynı şekilde büyük yatırımları ve
borçlandırmaları söz konusudur.3
ABD’nin
Afrika’daki yatırımlarının tutarı yüzmilyar ABD doları iken, Çin’in
yatırımlarının tutarı ise 400 milyar ABD dolarına yaklaşmış. ABD’nin
paçalarının tutuşmasının ve doğrudan Çin’i bir numaralı
düşman ilan etmesinin nedenleri çok açık değil mi?
Çin
Afrika’da ilerlerken, bugüne kadar Afrika’ya egemen olan diğer
emperyalistler ise gerileme gösteriyor. Eski emperyalistler Çin’in
bu gelişmesini bir savaş nedeni sayıyor. Şimdilik, en azından
ABD böyle görüyor. Bu bölgenin sessiz sedasız barış içinde
Çin emperyalizmine diğer emperyalistlerin terk etmesi olasılık
dahilinde gözükmüyor. Çünkü,
sorun Afrika’nın ötesine taşmaktadır. ABD’nin Sahra altı
Afrikasında en büyük askeri üssü Cubiti’de. Çin’de aynı
ülkeye askeri üs kurdu. Emperyalistlerin üsleri yanyana. Söylem;
“korsanlara ve teröristlere karşı”. Ancak, bunu birbirlerine
karşı kurduklarını şimdilik resmi olarak açıklamıyorlar.
İlginç olan, Kızıl Deniz ile Aden Körfezinin birleştiği
noktada stratejik öneme sahip olan Cubiti’de, ABD ve Çin dışında,
İngiltere, Fransa ve Japonya’nın askeri varlığı söz konusu.
Cubiti’nin nüfusu yaklaşık 800 bin civarında. Kendi nüfusundan
fazla emperyalist ülkelerin askerlerine ev sahipliği yapan bir
ülke, eski Fransız sömürgesi “bağımsız” Cubiti.
Devam
edecek: Çin’in
İpek Yolları
1Mühdan
Sağlam, duvargazetesi, 7 Şubat, 2018 msaglam@gazeteduvar.com.tr
2Der
Spigel, Çin’in, AB ve ABD’yi Afrika’dan kovduğunu yazmış.
21.09.2017
3Kaynak:
Wenjie Chen, IHK,
http/afkinsider.com/121477/10-mega-infrastructrual-projects-in-africa-funded-by-china/
Emperyalist Büyük Savaşa Doğru
Çin Düzeni
İkinci
Bölüm
Emperyalist
Çin’in Dünyaya Vermek İstediği Düzenin Adı: İpek Yolları
Dünyanın
küreselleşmesi kapitalizmle başlamıyor, daha önceki tarihlere,
Millattan önceki yıllardan başlayan ve Çin’den Avrupa’ya
kadar uzanan bir tarihi yol var. Bunun adı: İpek Yolu. Antik İpek
Yolu‘nu Tunç devrine kadar da geriye götürebiliriz. Hemen hemen
bütün medeniyetlerin uğrak yerlerinden,0 birisi olduğu söylenebilir.
Ticaretin
başladığından bu yana Çinliler Avrupa’ya kadar yollarını
uzatmışlardır. Avrupalıların o zamanda Çinlilerden
öğrenecekleri çok şey vardı. İpek yolu, kapitalizmin
gelişmesiyle birlikte, Avrupalı burjuvazinin vazgeçilmez yolu
olmuştur. Bu kez ise tersine dönmüştür. Çin burjuvazisi İpek
Yolu‘nun egemenliğini yeniden ele geçirmiştir. Şimdi,
ipek Yolu’nun
hikayesini Marco Polo değil, Çin tekelci burjuvazisi
yazmaktadır.
Çinlilerin „Yi Dai Yi Lu“ ya da ingilizcede söylendiği gibi „One Belt, One Road“ (OBOR) ve Türkçe karşılığı olan „Bir Kuşak Bir Yol“ (BKBY), yeni bir emperyalist süper gücün, dünyayı paylaşma stratejisi olarak pratiğe geçirilmiş durumdadır. Bunun önünde ne ABD ne de AB emperyalistleri durabiliyor. Kapitalizm kendi kuralları içinde, yutarak, karşı koymaları bir şekilde elimine ederek ve eski büyük emperyalist tekellerin egemenliklerini elinden alarak yoluna devam ediyor. Aynı, öncekilerinin yaptığı gibi.
2. Emperyalist savaşından sonra ABD’nin „Marshall Planı“, nasıl ki, ekonomik olarak geri ve zayıflamış ülkeleri bir ahtapotun kolları gibi egemenlik altına almışsa, BKBY projesi de aynı amacı taşımaktadır. Marshall Planı’nın resmi adı: European Recovery Program-ERP1 (Avrupa’yı Kurtarma Planı) Koşullar aynı olmasa da amaç ve yöntemler aynıdır. ABD 2. Emperyalist savaşın yıkımından yararlanarak, sermaye birikimini zayıf düşmüş ülkelere aktararak onların „kalkınması“na yardım ettiyse, Çin’de, „birlikte kalkınalım“ mesajıyla, aynı amacı, sermayesini daha zayıf ülkelere katarak egemenlik alanlarını genişleterek pazar payını olabildiğince yükseltmek istiyor.
Çin’in BKBY projesini, çok önceleri gündeme getirmesine karşılık, ilk olarak 2013 yılında açıkladı ve 14-15 Mayıs 2017 yılında ise Pekin’de devlet ve hükümet başkanlarının ve çeşitli uluslararası sermaye örgütlerinin katıldığı bir forumda tanıtımını yaptı.
BKBY Çin’in, Güney Pasifik Okyanusuna açılan Hangshou kentinden başlayıp, Çin’in içlerinden Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan, Türkmenistan, Mogolistan, Rusya, Gürcistan, Azerbeycan, Pakistan, İran, Hindistan, Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanan ve Endonezya'dan başlayıp, Hindistan Okyanusu etrafında yer alan Asya ve Afrika ülkelerini de kapsayan büyük bir deniz yolu projesidir. Kuzeyden Asya ve Avrupa’nın sarılması yanında Güney’den ise Deniz İpek Yolu projesiyle, Afrika ve Asya’yı bütünüyle kucaklayan ve Akdeniz içlerine kadar ulaşan bir proje. Kısacası, Orta Asya, Avrupa, Ortadoğu ve Güney Doğu Asya’nın demiryolları ve deniz yollarıyla Çin’e bağlanmasının adı, Bir Kuşak Bir Yol olarak adlandırılmaktadır.
Bu projeyle, ABD’nin „yeni Dünya Düzeni“ yıkılırken, Çin‘in „yeni dünya düzeni“ kuruluyor. Çin devlet başkanı Şi Jinping, BKBY projesini açıklarken, amaçlarının yeni sömürgecilik ve bu projeye katılanları sömürgeleştirmek değil, „kazan-kazan“ işbirliğine dayanan bir anlayışla hareket ettiklerini açıklıyor. Ve uluslararası yeni bir düzenin getirilmesinden söz ediyor. ABD’de , „YDD“ni açıklarken aynı „temennilerde“ bulunmuştu. „Dünyaya barış ve huzur gelecekti“, tersine, çatışmalı ortam daha da arttı.
Her emperyalist kendi egemenliğinde kendi düzenini kurmaya çalışır. Çin tekelci burjuvazisinin yapmak istediği de budur. Çin burjuvazisi bu yol projelerini 2049 yılına kadar bitirmeyi planlıyor. 1949 Devrimi’nden geriye bir şey kalmamışsa da, „devrimin yüzüncü yılını kutlama“ adı altında, Çin tekelci burjuvazisi dünyaya egemen oluşunu kutlamak istiyor.
Çin BKBY projesini hayata geçiriyor mu? Büyük ölçüde geçirmiş durumda. Ipek Yolu Ekonomik Kuşağı olarak adlandırılan ve Çin’den Türkiye ve oradan da Avrupa’ya (Roterdam) uzanacak demiryolunun bir ayağı Kars’a kadar gelmiş durumdadır. Bakü, Tiflis ve Kars demiryolu projesi Edirne’ye kadar uzanacaktır. Bunun anlaşması yapılmış. Ayrıca, demiryolunun kuzey kısmı ise Rusya üzerinden Avrupa’ya bağlandı.2
Tekelci sermaye, teknolojik gelişmelere bağlı olarak büyüyen ve hızlanan kapitalist üretimin anında daha hızlı bir şekilde pazarlara ulaşmasını hedefliyor. İpek yolu bunu sağlıyor. Çin’in malları bütün ülkelere hızlı bir şekilde ulaşırken, oradan da aynı şekilde Çin’e ulaşması sağlanıyor ve ülkelerin Çin pazarına daha kolayca dahil olmasını ve Çin’in egemenliğinin pekişmesine hizmet etmektedir. Aynı zamanda ulaşım süresini oldukça kısaltmaktadır. Örneğin Çin-Türkiye karayolu ulaşımı 30 günden 10 güne, deniz yolu ulaşımı ise iki aydan iki haftaya inecek. Çin’i demiryoluyla Londraya bağlayacak olan Kars-Edirne arası demiryolu projesinin maliyeti 40 milyar ABD doları olarak hesaplanıyor. Bu yol, Kars’a kadar geldi. Türk hükümetinin Kars-Edirne Hızlı Tren Projesi” diye övünerek söz ettikleri proje, Çin’in projesidir.
Projenin maliyeti de bütün tekellerin ağzını sulandırıyor. Projenin maddi büyüklüğü 21 trilyon ABD doları kadar.3 Ancak en önemlisi, bu projenin kapsamı içindeki ülkelerle birlikte ticaret hacmi oldukça yüksek. Birincisi, dünya nüfusunun %70 (yaklaşık 4,4 milyar), dünyanın gayri milli hasılasının %55’i, enerji kaynaklarının %75’ini ve toplamda 684 ülkeyi doğrudan içine alan devasa emperyalist proje.
2014-2016
yılları arasında Çin ve BKBY projesi dahilinde olan ülkelerin
ticaret hacmi 3 trilyon ABD dolarını bulurken, Çin bu ülkelere 50
milyar ABD doları yatırım yapmış.
Çin bu proje için, Dünya Bankası ve İMF'ye karşılık Asya Altyapı Yatırım Bankası kurmuştur ve bu banka bugüne kadar Orta ve Güney Asya ülkelerine 40 milyar ABD doları yatırım yaptığını açıklamıştır. Ayrıca, Çin’in kurduğu İpek Yolu Fonu vb. gibi bir çok yatırım fonu ve sermaye destek bankaları söz konusu.
Çin
sermaye ihracı yaptığı gibi, doğrudan yatırımlarda
yapmaktadır. Bu proje kapsamı içindeki ülkelerde alt yapı
yatırımlarını artırırken 20 ülkede ise 56 ekonomik iş
birliği bölgesi kurmuştur.5
Çin'in,
bu yatırımlardaki hedeflerinden biri de Çin yuan’nın öne çıkması
ve doların yerini almasıdır. ABD’nin de en büyük korkularından
biri budur. Bu projenin önemli ölçüde hayata geçmesi doların
dolaşımını da azaltarak yuanı öne çıkaracaktır. Bu
kaçınılmaz olarak görülmektedir.
Çin
devlet başkanı Şi Jinping, 14-15 Mayıs 2017 BKBY Formu‘nda
konuşurken şu mesajları da sıralamaktan geri durmuyor:
“■ İpek
Yolu Fonu'na 100 milyar yuanlık ek katkı.
■ Çin Kalkınma
Bankası ile Çin İhracat-İthalat Bankası'nda toplam 380 milyar
yuan tutarında özel borç verme programının oluşturulması.■ Projelerin desteklenmesinde Asya Altyapı ve Yatırım Bankası, BRICS'in6 Yeni Kalkınma Bankası, Dünya Bankası ve diğer çok taraflı kalkınma örgütleriyle birlikte çalışılması.
■ BKBY ülkeleriyle serbest ticaret anlaşmaları imzalanması için görüşmelerin başlatılması.
■ BKBY Bilim, Teknoloji ve Yenilik İşbirliği Eylem Planı'nın başlatılması.
■ Beş yılda 2 bin 500 yabancı genç bilim insanına kısa süreli araştırma bursu verilmesi; 5 bin yabancı bilim insanı, mühendis ve yöneticinin eğitilmeleri ve 50 ortak laboratuvarın kurulması.
■ Gelişmekte olan ülkelere ve uluslararası örgütlere, halkın refahını iyileştirmeye yönelik projeleri için 60 milyar yuan tutarında yardım sağlanması.
■ Projeye dahil gelişmekte olan ülkelere 2 milyar yuan tutarında acil gıda yardımı ile Güney-Güney İşbirliği Yardım Fonu'na 1 milyar dolar ek katkı yapılması.
■ İşbirliğini güçlendirmek amacıyla izleme mekanizmalarının kurulması.7“
ABD
Marshall Planı’nın Çin emperyalizmi nezdindeki 21.yy projesi ve
planı.
Çin’in bu projesi dışında kalmak isteyen ülkeler olabilir mi? Oldukça zor. Söylem yerindeyse; kapitalist ülkelerin hepsi (ABD, Japonya hariç) balıklama bu projeye dalmışlardır. Yol güzergahı içinde ya da kenarında kalan ülkelerin hiç biri bu projeye karşı çıkmamış, tersine, Çin yatrımlarını çekmek için büyük bir „nimet“ saymışlardır. Türkiye’de bunlardan biridir. ABD ve AB sermayesi şimdilik bu nimeti sunmakta yeterli değiller. Sorunda buradan kaynaklanıyor.
ABD, Çin’in ipek yollarını elbette hoş karşılamıyor. Çin, ABD’nin pazar alanlarını ve elbette egemenlik alanlarını daraltmaya devam ediyor. Bu nedenle, çatışma ve çekişme ve karşılıklı çok yönlü saldırı (şimdilik silahlar hariç) devam ediyor. Çin, ABD’nin saldırgan tavırlarına rağmen „barışçıl“ gözükmeye özel bir önem veriyor, ancak, geri adım atma bir yana daha ileri gitmek için daha yoğun çaba harcıyor. Dünyanın ticaret merkezini ABD’nin elinden alıp Çin’e getiriyor. Bu aynı zamanda dünya emperyalist egemenliğinin Çin’e geçmesi anlamına geliyor.
AB
ve İpek Yolu
AB
ülkelerinin başını çekenlerden biri olan Alman emperyalizmi, Çin’in
bu projesine destek veriyor ve katılıyor. Bu bağlamda, BKBY
projesinin finansı için kurulmuş olan Asya Altyapı Yatırım
Bankası’na (AIIB) % 4.7 oranında katılım sağladı.8
Alman burjuvazisi, ABD’nin dayatmalarına karşı çıkıyor ve
pazarlarını genişletmek için Çin’in etkinliğinden
yararlanmaya ve o pazarlarda söz sahibi olmaya çalışıyor. Alman
tekelci burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda yayın yapan
muhafazakar Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) gazetesi, Çin’in
ipek yollarından övgüyle söz ediyor ve Marco Polo’nun yeni
versiyonu olarak yorumluyor.9
Alman burjuvazisi ipek yolunu Duisburg’tan geçirirken, ticaret
merkezi Hamburg’u da karadan
İpek
yoluna bağlıyor.
„İş
bitirir“ dışişleri bakanı Gabriel, 2017 Kasım ayında Çin
ziyaretinde bu işi netleştirdiğini basına açıkladı.10
ABD’nin
tüm baskılarına karşı AB ve Asya’daki bir çok ülkenin yanı
sıra Güney Kore ve Avusturalya’da katılımcılar arasında
yerlerini aldılar. AIIB’nin ortakları arasında Almanya, Fransa,
İtalya, Hollanda, İngiltere ve diğer AB ülkelerinin hemen hemen
hepsi var. 2016 yılı verilerine göre toplam 57 ülke bu bankanın
ortakları arasında. Bunun anlamı, Dünya bankası ve IMF’ye
alternatif olarak kurulan bir bankadır. Japonya’nın da buna
benzer bankası olması nedeniyle, Çin öncülüğünde kurulan bu
bankanın karşısında yer aldı.
ABD’nin
en büyük korkusu, bu girişimin Çin’in „Bretton-Woods“
sistemi olmasıdır. Çin’inde hedefi bu. ABD’nin dolar
egemenliğini elinden alıp yuan egemenliğini yaşama geçirmenin
savaşını veriyor. Adı „Bretton-Woods“ değil, ama Çin „BKBY“
olarak şimdilik yerini ABD’nin B-W sisteminin karşısında yerini
almışa benziyor. Önümüzdeki süreç oldukça çatışmalı
geçecek gibi görülüyor. Olası bir kriz, ticaret çatışmasını
hızla silahlı çatışmaya dönüştürme kapasitesine sahip
gözüküyor.
Devam
edecek: Emperyalist Zincirin Halkaları: Ne
Çin'le ne de Çin’siz olamamak
1
1948´1952 arası ERP, toplamda 13,12 milyar ABD
doları (şimdiki değeri ile 131 milyar ABD doları) ile ABD planı
hayata geçirmişti. Çin ise, bunun çok misli değeri ile “dünyayı
kurtarmaya” çalışıyor. de.wikipedi.org/wiki/Marshallplan
2
Tefik Güngör, Dünya Gazetesi, 06.12.2017
3
www.politikaakademisi.org.2017/12/23yen-ipek-yolu-projesi-nedir
5
www.dünya.com.bir-kusak-bir-yol-projesi/21.yuzyilin-yapi-tasimi-/21/Haziran/2017
6
BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika)
7
www.dünya.com.bir-kusak-bir-yol-projesi/21.yuzyilin-yapi-tasimi-/21/Haziran/2017
8
German.china.org.cn/08.03.2017
9
www.faz.net./aktuell/wirtschaft/handelswege-der-zukunft-chinas-neue-seidenstrasse
10
Faz.
Emperyalist
Zincirin Halkaları
Yusuf KÖSE
ABD
burjuvazisi, 18 Aralık 2017’de Trump’a okutturduğu „Ulusal
Güvenlik Strateji Belgesi‘nde–UGSB- “ birinci düşman olarak
Çin devleti görülüyor. ABD’nin Asya’daki çıkarları için
Çin büyük bir tehlike sayılıyor. Tabi, açıklanan UGSB’nin
içinde Rusya ve İran’da var. Bu ayrı bir konu olduğu için
geçiyoruz.
Büyük
emperyalist devletlerin açıklamaları içinde „öncelikle
barış“a yer verdiklerini ve bütün dertlerinin „dünya
barışını korumak“ olduğunun altını çizerek bıktırıcı
bir şekilde tekrarlarlar. Ancak, bunun tersini yaparlar ve savaşı
geliştirmekten ve körüklemekten başka bir şey de yapmazlar.
Çünkü emperyalist sermayenin büyüme karakteri, yağma savaşını
yaygınlaştırıcı ve geliştirici bir özellik taşır. Sermaye,
barışı değil savaşı sever. Bu durumu, insanlık günlük olarak
fazlasıyla yaşıyor.
ABD
emperyalizmi, Çin’i haklı olarak en büyük rakibi görmesine
karşın en büyük ticari ilişkileri de yine bir numaralı
„düşmanım“ dediği bu ülke ile olmaktadır. Sermaye sermayeyi
çeker. Gelişmiş emperyalist ülkelerin ticari ilişkileri birinci
derecede birbirleriyledir.
ABD’nin
GSMH’ı 18,6 trilyon ABD doları kadar. Çin’in ise dünyanın
ikinci büyük ekonomisi olarak GSMH’ı 11 trilyon ABD doları
kadar. ABD’nin ihracatı 1,42 trilyon ABD doları, ithalatı ise 2
trilyon 21 milyar ABD doları kadar. 1
ABD, Çin’e 115 milyar dolarlık ihracat yaparken, Çin’den ise
385 milyar dolarlık ithalat yapmaktadır. Yani, ithalatının en
büyük payını (en büyük rakibim dediği) Çin’den
yapmaktadır. Bu toplam ithalatının %20 kadarıdır. Diğer
ülkelerin payı ise bunun yarısı kadardır. Çinden sonra ABD’ye
en fazla ihracat yapanların başında Meksika (302milyar $), Kanada
(296 milyar$), Japonya (130 milyar $), Almanya (118 milyar$).
Çin’in
ekonomik verileri ise kısaca şöyledir:
Çin’in
GSMH’ı 11,2 trilyon ABD doları kadardır. İthalatı 1,32 trilyon
$, ihracatı ise 2,06 trilyon $. Çin’in ihracattaki en büyük
birinci ortağı ABD’dir. 385 milyar $. Sırasıyla,
Hong Kong (287 milyar $), Japonya (129 milyar $), Güney Kore (93,7
milyar $), Almanya (65,2 milyar $).
Çin’in
ithalatındaki en büyük payı olan ülkeler sırasıyla şöyle:
Hong Kong’tan ( 285 milyar $), Güney Kore (124 milyar $), ABD (115
milyar $), Japonya (113 milyar $), Almanya (85,4 milyar $).
Çin,
net 736 milyar ABD doları ticaret fazlası verirken, ABD net 783
milyar ABD doları kadar ticaret açığı vermektedir.
İthalat
ve ihracatın en büyüğü emperyalist ülkelerin birbirleri
arasında olmaktadır. Küçük paylar ise geri kalan ülkelerin
ekonomik büyüklüklerine göre pay almaktadır.
ABD
istese de Çin ile ticaretini kesemez ve kesemiyor. Çünkü
emperyalist ekonomiler birbirlerine kopmaz bağlarla bağlanmıştır.
ABD, Çin’i ne denli “büyük rakip-düşman” olarak görürse
görsün, ithalatının en büyüğünü Çin’le yapmak
durumundadır. Çünkü, ABD sermayesi, Çin’in ucuz emtiasına
gereksinimi vardır ve onların iç pazara gelmesiyle kendi
sermayesini büyütmektedir. Ayrıca ABD’li tekeller Çin’de
yatırım yapmak ve ordaki sermayeden kar elde etmeyi “ulusal
onurla” karıştırmazlar. Onların ulusal onurunun derecesini
belirleyen sermayenin kar oranıdır. Örneğin, sadece 2016 yılı
verileri Çin’deki ABD’li tekellerin 36,2 milyar ABD doları kar
elde ettiklerini göstermektedir.2
Dünyanın
en büyük yatırım sermayesini ABD çekmektedir. 18 trilyon ABD
dolarlık bir iç pazarın dönmesi için daha büyük sermaye
yatırımlarına gereksinimi vardır ve en büyük emperyalist
ülkelerin en fazla yatırım yaptıkları yerlerin başında ABD
gelmektedir.
Örneğin,
Çin’in 2016 yılında ABD’deki doğrudan sermaye yatırımının
tutarı 30 milyar ABD doları kadardır. Bu bir önceki yıla oranla
iki katına çıkmıştır. Ve ABD’de Çin’li şirket sayısı
1900’ün üzerinde ve burada tam zamanlı çalışanların sayısı
90 binin üzerindedir.3
Dünyanın
en büyük borçlu ülkesi olan (19,2 trilyon, 2016 yılı için)
ABD’nin çıkardığı devlet tahvillerinin en büyük alıcısı
da yine Çin. Çin’in elinde 1.189 milyar4
ABD doları tahvil var. Dünyanın en ucuz faizli tahvili ABD devlet
tahvilleri olmasına karşılık, hemen hemen bütün ülkeler ya da
şirketler ABD tahvillerini alır. Bu ABD’nin dünyanın en büyük
ekonomisi olmasından ve geri ödememe riskinin az olmasından
kaynaklanıyor. Ayrıca, ABD ekonomisinin krize girmesi bütün
emperyalist ekonomilerin krize girmesini beraberinde getireceği
için, aynı zamanda emperyalist ekonomiyi bir şekilde ayakta tutma
çabasıdır. Çin bunu yapmaktadır. Çünkü en büyük
ithalat-ihracat alanında ticaret ortağı ABD’dir. Aynı zamanda
ABD ekonomisinin girdiği ya da gireceği herhangi bir bunalım,
bütün emperyalist ekonomiyi ve kapitalist sistemi etkileyecektir.
Bunun en yakın örneği 2008 krizidir. Diğer yandan, ABD’ye karşı
bir koz olarak kullanma aracı olarak elinde bulundurmaktadır.
Emperyalist
ekonomik zincirin kopmaz bir şekilde birbirine bağlı olduğu
bilinir. Emperyalistler birbirine dayanmadan, birbiriyle ekonomik
ilişkiler kurmadan yaşayamazlar. Stalin bunu çok önceleri dile
getirmişti. Bugünde ne denli birbirine düşman olursa olsunlar,
birbirlerini düşman rakip olarak görürse görsünler,
birbirlerine ekonomik bağımlılıkları söz konusudur ve
emperyalist-kapitalist üretim uluslararası bir karakteri çoktan
almıştır. Emperyalist zincirin herhangi bir halkasının
zedelenmesi, yara alması bütün ekonomileri etkilemektedir.
Zincirin büyük halkalarını oluşturan (ABD, AB, Japonya, Çin
vb. gibi) ekonomilerin yara alması ise daha büyük sarsıntıları
gündeme getirmektedir.
ABD’de
gayrimenkul dahil yabancı varlıkların toplamı 27 trilyon ABD
dolarıdır.5
ABD emperyalist burjuvazisi her ne kadar “ulusal ekonomiyi korumak”
adına bazı emtiaların ithalatına vergi koysa ya da vergileri
yükseltse de, bu ABD ekonomisini dışa bağımlılıktan
kurtaramayacaktır. Emperyalist ekonominin en büyük parçasını
oluşturan ABD, bu zincirin dışına çıkamaz, çıktığı anda,
deyim yerindeyse; işi bitti demektir. Yani, hem kendisi hem
kapitalist ekonominin tüm zincirleri kopar. Bunu ancak enternasyonal
proletarya gerçekleştirebilir.
Çin’e
Doğrudan Yatırımlar
Birleşmiş
Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD), 2017 yılın
içinde doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının bir önceki
yıla göre % 16 düştüğünü ve bunun 1 trilyon 520 milyar ABD
dolarında kaldığını açıkladı.
Örneğin
ABD’de bir önceki yıla göre üçte bir oranında azalarak 320
milyar dolar civarında gerçekleşmiş. Çin’de ise tersi bir
durum gelişmiş. ABD’ye dış ülkelerin doğrudan yabancı
sermaye yatırımları azalırken Çin’e olan yatırımlar % 8
oranında artarak 144 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiş.
Çin’i
diğer ülkelerden farklı kılan bir özellik ise, dünya döviz
rezervinin (toplamda 11 trilyon 121 milyar ABD doları) neredeyse
üçte birine (yaklaşık 3.402,2 milyar ABD doları) yakınını
elinde bulundurmasıdır. Bu da Çin’in ekonomisini güçlü kılan
yanlardan birisini oluşturmaktadır. Bunun içine Honk Kong’un
elinde bulundurduğu 451,6 milyar ABD doları olan rezervini
katmıyoruz. Ve Çin’den sonra en büyük döviz rezervine sahip
olan Japonya‘nın (1.322,4 milyar $) rakamını da göz önünde
bulundurursak, Çin burjuvazisinin işi oldukça sağlama aldığı
görülebilir. Almanya’nın döviz rezervi ise 200,9 milyar ABD
doları kadardır.6
ABD’nin döviz rezervi ise 122 milyar ABD doları olarak
gösterilmektedir.
Çin’in
finans sermayesi giderek öne çıkmaktadır. Örneğin, dünyanın
ilk en büyük on bankası arasında Çin ve ABD’nin dörder
bankası var. Diğer ikisinden biri Japonya’ya, biri de
İngiltere’ye ait. Sermaye büyüklüğü sıralamasında ilk iki
sırayı Çin bankaları kapmaktadır. Pazar büyüklüğü
sıralamasında ise iki ABD bankası önde gelmektedir.7
Çin
burjuvazisi için pazarlar yeterli gelmemektedir. ABD burjuvazisi için
ise pazarlar egemenlik alanları giderek daralmakta ve özellikle Çin
tarafından (bunu, ABD, USGB vurgulamıştı) tehdit altına
sokulmuştur. Öte yandan Rusya’nın da giderek güçlenmesi ve
özellikle askeri alanlarda öne çıkmaya çalışması ve egemenlik
alanlarını yeniden sağlamlaştırma ve genişletme hamleleri,
emperyalistler arasındaki çatışmayı derinleştiren nedenlerin
başında gelmektedir.
Emperyalistlerin
aşırı üretimi, yeni pazar edinmeyi ve paylaşılmış pazarları
yeniden paylaşmayı kaçınılmaz olarak gündeme getiriyor.
Pazarların yeniden paylaşımı barış içinde çözülmediği
için, silahlı kapışmayı gündeme getirmesi de bu sitemin
karakteristik yapısı olarak öne çıkıyor. Çünkü bunun başka
türlü çözümü olmuyor. Özellikle aşırı üretim, ve tüketimin
bunu karşılamaması ve peşinden sıklıkla gelen ekonomik krizler
(finans ve değişik adlarla), emperyalistlere yeni pazarlar edinmeyi
ne pahasına olursa olsun dayatıyor.
Devam
edecek...
3
www.fortuneturkey.com.12.04.2016
5
İlhan Üzgel, ABD’nin Bitmeyen Düşüşü,
//www.gazeteduvar.com.tr/ 31.07.2017
6
Doviz rezverleri rakamları Kasım 2017 itibariyledir. Kaynak:
de.statista.com. /waehrungsreserven/2018
7
www.fortuneturkey.com/
ve de.statista
Emperyalist
Büyük Savaşa Doğru
Emperyalist
Savaşın Esas Akım Haline Gelmesi -4
Yusuf
KÖSE
“Emperyalist
Büyük Savaşa Doğru” yazı dizisinin bu son bölümü olacak.
Aslında yazılacak daha çok şey var. Ancak genel hatlarıyla
ortaya konulan veriler ve teroik argümanlar, içinde bulunduğumuz
sürecin gidişatını genel hatlarıyla ortaya koyduğuna
inanıyorum.
Burada,
ikinci emperyalist savaş öncesi komünistlerin gelecek savaşı
nasıl değerlendirdiklerine kısaca değinelim. Savaş kapıya
geldiğinde “esas akım savaş” demenin ya da “emperyalist
savaş çıktı” demenin bir yararı yoktur. Önemli olan,
geleceği, somut verilere dayanarak yaklaşık ve genel olarak
saptayabilmektir. Komünistler bunu yapmakla yükümlüdür.
Diyalektik materyalist metod bunu yapmaya elverişlidir.
Emperyalizm
var olduğu sürece emperyalist savaşların kaçınılmazlığı
gerçeğinin yanında, bunun somut hale gelmesinin hangi koşullarda
olabileceği de ortaya konabilir. İnsanlık, son yüz yıl içinde
iki büyük emperyalist dünya savaşı yaşadı ve bu insanlık için
büyük iki yıkım oldu. Ancak, emperyalist savaşlar, proleter
devrimlere de yol açtı. Burjuvazi, emperyalist savaşlarla da
devrimlerden kaçamadı ve bundan sonrada kaçamayacaktır.
Bugün
hemen hemen herkes, hatta burjuva liberaller dahi, emperyalist savaş
tehlikesinden söz ediyor. Barışın tehdit altında olduğu
söyleniyor. Ancak, savaşın esas akım haline geldiği söylenmiyor.
Emperyalistler arası çelişmeler ve gelişmeler, emperyalistlerin
kaçınılmaz olarak dünyayı yeniden bölüşme istemleri, yeni
emperyalist (örneğin Türkiye, Hindistan, İran vd.) ülkelerin
ortaya çıkması, paylaşılmış pazarların yeniden paylaşılmasını
acilen daytmaktadır.
Stalin,
“Uluslararası Durum ve SSCB’nin Savunması (1 Ağustos 1927)
yılında yaptığı uzun konuşmasında, Troçkist-Zinovyevist
muhalefetin görüşlerini eleştirir. Bu konuşma, küçük burjuva
muhalefete karşı tarihsel bir konuşmadır. Burjuva muhalefetin
SSCB’ni yıkıma götürecek görüşlerinin mahkum edilmesidir.
Çünkü, Kulaklara karşı mücadelenin önüne kendine
“marksist-leninist” diyen bir küçük burjuva muhalefet
dikilmiştir.
Zinovyev
“savaşın mümkün olduğunu” ileri surer ve Stalin bu görüşü,
“savaşın mümkün değil, kaçınılmaz olduğunu” savunarak
eleştirir. Ve şöyle der:
“… ama
savaşın daha şimdiden kaçınılmaz hale
geldiğine
ilişkin bir tek söz, gerçekten de bir tek söz etmiyor.”1
Günümüz
gelişmelerle de yakından ilgili olduğu için Stalin’den
alıntılar aktaracağım.
“Kapitalizmin
son zamanlarda tekniğinin yetkinleştirdiği ve rasyonalize ettiği
ve pazar bulamayan geniş bir mal yığını ürettiği bir gerçek
değil midir? Kapitalist hükümetlerin işçi sınıfına saldırarak
ve kendi durumlarını geçici olarak güçlendirerek gitgide daha
çok faşist bir niteliğe büründükleri bir gerçek değil midir?
Bu gerçekler, istikrara kavuşmanın sürekli hale geldiğini mi
gösterir? Kuşkusuz hayır! Tersine, dünya kapitalizminin son
emperyalist savaştan önceki bunalımla kıyas Kabul etmez bir
biçimde daha derin olan bugünkü bunalımın ağırlaşmasına
vesile olan tam dab u gerçeklerdir.”
(Stalin, Trotskizm mi Leninizm mi? sf. 352-353, Sol Yayınları)
Stalin,
emperyalizm üzerine bu saptamalarda bulunurken, daha, kapitalizmin
“1929 Büyük Buhranı” ortaya çıkmamıştı. Ama ekonomik ve
siyasal veriler vardı. Ekonomik ve onun üzerinde şekillenen
siyasal veriler birbirine koşut gider. Troçkist-Zinovyevist yıkıcı
muhalefetin emperyalist savaş tehlikesini görmezden gelen
anlayışları, kapitalizmin içinde bulunduğu ekonomik kriz ile
uyuşmuyor, onu küçümsüyor ve SSCB’nin bu tehlikelere karşı
önlem almasını zorlaştırıyordu.
Günümüze
baktığımızda, muazzam bir teknolojik ilerleme, aşırı üretimin
durdurulamayan hızı, burjuva demokrasisinin görünen yüzü AB
ülkeleri başta olmak üzere iç faşistleşmenin işçi sınıfı
ve emekçiler için tehlikeli bir boyuta ulaşması ve 2008 krizinin
atlatılamaması ve daha büyük bir ekonomik-finansal krizin
beklenmesi, borsalardaki düşüşler ve aşırı silahlanmalar ve
vekalet savaşların tükenip, büyük emperyalist güçlerin karşı
karşıya gelme sürecinin içine girilmesi, emperyalist savaşı,
dünya halklarının kapısının eşiğine getirdiğini
göstermektedir.
Kapitalizmin
krizinin aşırı üretim ve bu aşırı üretimi emecek pazar
bulunamaması gerçeği her zaman olmasına karşın, bazı dönemler
bu süreç kriz şekline dönüşmektedir.
Bazılarının
yüzeysel görüşlerinin aksine, kapitalizm karını artırmak ve
tekeller birbirine karşı üstünlük sağlamak için sermayenin
organik bileşmini sürekli yükseltirler. Ve teknolojik gelişmeyi
ve elbette üretici güçleri artan ölçüde giderek geliştirirler.
Bu kapitalizmin ilerici olmasından değil, birbirine karşı
üstünlük ve pazar paylarını artırmak istemlerinden kaynaklıdır.
Komünist
Enternasyonal (III. Enternasyonal, 1 Eylül 1928) Programı’nda
emperyalizmin krizi, faşizm ve savaş konusuna özel bir yer
verilir. Bu görüşler, Stalin’in 1 Auğustos 1927’deki
konuşmasıyla uyum içindedir.
„Artan
makine kullanımı, tekniğin ilerleyen mükemmelleşmesi ve bu temel
üzerinde sermayenin organik bileşiminin sürekli olarak
yükselişine, işin giderek daha fazla bölünmesi, emeğin
üretkenliğinin ve yoğunluğunun artışı eşlik etmiştir.“
2
Sermayin
organik bileşiminin yükselmesi, kapitalizme istikrara
kazandırmıyor, tersine, istikraraını daha kısa sürecin içine
sokarak krizlerin genel bir hal almasına ve derinleşmesine ve
emperyalist tekeller arasındaki (ve elbette emperyalist ülkeler
arasındaki) çelişmenin barış içinde çözülemeyecek bir
biçimde keskinleşmesine neden oluyor.
„Tam
da kapitalizmin tekniğinin rasyonelleştirilmesi ve pazarın
ememeyeceği geniş bir mal yığını üretmesi gerçeğidir ki,
emperyalist kamp içindeki, pazar ve sermaye ihracı alanları uğruna
mücadeleyi kızıştırmaya vesile olmakta ve yeni bir savaşın,
dünyanın yeniden paylaşılmasının koşullarının yaratılmasına
yol açmaktadır.“3
Burjuvazi
aşırı üretim krizini neden çözemiyor? Çünkü burjuvazi
çalışanların lehine bir üretim yapmıyor, tersine aşırı kar
elde etmek için üretim yapıyor. Stalin’in dediği gibi4,
eğer burjuvazi, işçi ücretlerini birkaç kat artırabilseydi,
köylülüğün maddi yaşam koşullarını iyileştirebilseydi, ve
genel anlamda işçi ve emekçilerin alım gücünü yükselterek iç
pazarı genişletebilseydi, bu sorunu kısmen çözebilirdi ve
krizlerini atlatabilirdi. Ancak, burjuvazinin amacı daha fazla kar
için işçileri ve emekçileri daha fazla sömürmektir. Burjuvazi,
işçilerin ücretlerini ve halkın refahını artırmak için
uğraşmaz. Tersini yapar. Bu da onu kaçınılmaz bir krizin içine
sokar. Aşırı üretim krizi, her zaman burjuvazinin tepesinde
demoklesin kılıcı gibi sallanır. İç pazarla yetinmeyip zorunlu
olarak dışa pazara yönelen burjuvaziyi daha keskin rekabet ve
çelişmeler beklemektedir. Bu da onu yeni pazarlar elde etmek için
savaşlara sürükler.
Emperyalist
burjuvazi, insanlık tarihini ileriye götürmek için değil, onu
geriye alma çabası içine girer. İnsanlığın tüm kazanılmış
değerlerinin yıkımını ister istemez hedefler. Yapılan savaşlar
ve yıkımlara bakıldığında bu sonuca varmak zor olmasa gerek.
Çünkü, burjuvazi insanlığın „bekası“ için değil, daha
fazla kar elde etmenin „bekası“ için mücadele eder. Kar ise,
işçi ve emekçilerin kanıyla birikir.
Üretimin
Uluslararasılaşması
Kapitalizm
ulusal temelde ortaya çıkmış olmasına karşın, uluslararası
bir niteliğe sahiptir. Emperyalizmin ortaya çıkışı, onun bu
niteliğinin bir ürünüdür. Yani, uluslararası bir ekonomi
olmasından kaynalıdır. Uluslararası pazarları ele geçirme
mücadelesi, üretimin uluslararasılaşmasını ve uluslararası
üretimin örgütlenmesini de kaçınılmaz olarak beraberinde
getirir. Bugün bunu net olarak yaşıyoruz.
Kullandığımız
cep telefonları, bilgisayarlar, otomobillerin ve daha başka
karmaşık metaların üretimlerine baktığımızda, parçaların
değişik ülkelerde üretildikten sonra bir yerde birleştirildiği
(monta edildiği) görülebilir. Örneğin bir dizüstü bilgisayarı
açıp baktığınızda, içinde en az on parçanın üretim
adresleri değişik ülkelerdendir. Bu üretimin
uluslararasılaşmasının yalın göstergesidir. Pazara sürülen
metaların adeta sanal ortamdaki gibi bir yerden bir başka yere
ulaştırmanın alt yapılarının (ulaşım) oluşturulması ve bu
ulaşımın çok yönlü olarak dünyanın en ücra köşelerine
kadar vardırılması, döşenmesi, kapitalist üretimin anında
pazarlara ulaştırmanın kaygısından ileri gelmektedir. Son olarak
Çin’in denizde ve karada yeni “ipek yolları”, emperyalist
tekellerin ürettikleri metaların anında her yere ulaşması
amaçlıdır. Bu aynı zamanda emperyalist devlerin ve emperyalist
tekellerin birbirlerine karşı pazarları ele geçirme çabalı
gelişim hızıdır.
Kapitalizmin
bu aşamaya gelmesi, özellikle 1970’lerden sonra uygulamaya
sokulan Neoliberal politikalarla daha da hızlanmıştır. Devasa
tekellerin ortaya çıkması ve bütün dünya pazarlarını ele
geçirme mücadeleleri, üretimi de derinlemesine ve genişlemesine
geliştirmiştir.
Üretimin
uluslararasılaşmasından Marx başta olmak üzere Lenin ve
Stalin’de söz ederler. Marx bunu, “Kapitalizm kendi süretinde
bir dünya yaratır” diyerek yanıtlar, Lenin emperyalizm
kitabında;
“ İhraç
edilmiş sermaye .... bütün dünyadaki kapitalizmi derinlemesine
ve genişlemesine geliştirmek pahasına olduğunu unutmamalı.”5
III.
Enternasyonal’in 1928 Programı’nda ise şöyle bir saptama var:
“Dünya
ekonomisinin üretici güçlerinin büyümesi, böylece, ekonomik
hayatın biraz daha uluslararasılaşmasına,
ama
aynı zamanda en güçlü finans kapital devletleri arasında
bölüşülen dünyanın yeniden paylaşılması için verilen
mücadeleye yol açar.”6
III.
Enternasyonal, daha 1928 yılında bunu söylüyordu. Bugün ise,
üretimin uluslararasılaşması, kapitalist üretimin bir gerçeği
haline gelmiştir. Üretimin uluslararasılaşması emperyalist
tekeller arasındaki ve emperyalist ülkeler arsındaki çelişmeleri
daha da keskinleştirmiş, pazar mücadelesini iyice kızıştırmıştır.
Daha
yakın bir örnek. Örneğin Alman Otomobil tekeli VW (VolksWagen),
otomobillerinin bütün parçalarını Almanya’daki üretim
merkezlerinde üretmiyor. Parçalarının bir çoğu Türkiye vb.
ülkelerde üretilip, üretim merkezlerine (fabrikalara) getirilip
momntaj ediliyor. Hem ucuz işgücünden hem de ucuz hammaddeden
yararlanıyor. Ya da dünyanın önde gelen tekstil tekellerinin
üretimine baktığımızda, üretim ağları salt ana merkezleri
(bağlı olduğu ülke) değil, dünyanın her yanında üretim
yaptırıyorlar. Nicke’nin, Bangaldeş, Pakistan ve daha bir çok
ülkede üretim merkezi vardır. Koç Holding’in şirketleri,
örneğin Arçelik (genel de Beko adı altında) ya da o ülkelerde
satın aldığı şirketlerin adıyla üretim yapar. Güney Afrika,
Rusya, Çin, Bulagaristan, Romanya, Endonezya, Tayland, Pakistan’da
üretim merkezleri (fabrikaları) vardır. Bu, Koç Holding’in
uluslararası bir tekel olduğunu gösterdiği gibi, üretimin de
uluslararasılaştırdığını gösterir.
Emperyalist
tekellerin birbirleriyle rekabetleri ve aynı zamanda birbirleriyle
kaçınılmaz olan ekonomik karmaşık ilişkileri, üretimin
uluslararasılaşmasıyla daha da artmış ve bu aynı zamanda
emperyalist pazarların tıkanmasını ve bu pazarların yeniden
paylaşılmasını zorunlu kılmıştır.
Günümüzde,
ABD, Çin, AB, Japonya, Rusya ve diğer emperyalist ülkeler
arasındaki çelişmeler, ilişkiler, kutuplaşmalar, pazarların
yeniden paylaşılması mücadelesi uğruna olmakatdır. Özellikle
yeni gelişen emperyalist (örneğin Türkiye) ülkelerin varlığı,
emperyalistler arası çelişmeyi keskinleştirici ve pazarların
yeniden paylaşılması için emperyalist savaşın kaçınılmazlığını
öne çekmiştir.
Buraya
III. Enternasyomnal’ın 1928 programı’ndan bir saptamayı daha
aktaralım:
“Emperyalizm,
dünya kapitalizminin üretici güçlerini geliştirdi; toplumun
sosyalist örgütlenmesi için gereken maddi koşulların
yaratılmasını sağladı”7
dedikten sonra şöyle devam eder;
“Emperyalist
savaşlar, dünya ekonomisinin üretici güçlerinin emperyalist
devletlerin sınırlarını aşacak ölçüde gelişmiş bulunduğunu
ve ekonominin,
dünyayı bütünüyle kapsayan uluslararası çapta örgütlenmesini
zorunlu kıldığını
kanıtlamakta.”8
Yaklaşık
yüzyıl önce komünistlerin bu belirlemeleri, daha bir netleşmiş
ve emperyalizmin bu özelliği daha bir genelleşmiştir. Kapitalizm
derinliğine ve genişlemesine gelişerek uluslararasılaşmış
özelliği ve üretimin uluslararası örgütlenmesi öne çıkmıştır.
Emperyalist tekeller bunu dünyaya egemen olmak için yapmaktadır.
1928
programı’ndan bu konuyla ilgili son bir alıntı daha aktaralım:
“Emperyalizm,
kapitalist gelişmenin bu en üst evresi, dünya ekonomisinin üretici
güçlerini dev boyutlara ulaştırıyor, bütün dünyayı kendisine
benzetecek tarzda biçimlendiriyor. ... sermayenin tekelci biçimi
aynı zamanda, giderek artan ölçüde, kapitalizmin parazitleşerek
yozlaşmasının, çürümesinin ve çökmesinin öğelerini
geliştiriyor.”9
Emperyalizmin
üretimi uluslararasılaştırması, onun ilerici oluşundan değil,
dünyaya egemen olma, bütün pazarları ele geçirme ve halkları
köleleleştirme uğruna yapmaktadır. Ve bu gelişme emperyalist
savaşlarıda kaçınılmaz kılmaktadır. Üretimin devasa boyutlara
varması, tekniğin gelişmesi, sermayenin giderek daha az ellerde
merkezileşmesi ve yoğunlaşması, kapitalist dünya ekonomisinin
büyümesi, kapitalist sistemi bunalıma girmekte kurtarmaya
yetmiyor, tersine emperyalistler arası çelişmeleri
keskinleştiriyor ve barış içinde çözülemeyecek bunalımların
ortaya çıkmasına neden oluyor.
Bu
gelişmeler, proleter devrimlerini de 17 Ekim Rus Devrimi’nden bu
yana önünü açmıştır. Bugün, sosyalist devrimlerin olmaması,
bu sürecin kapandığı anlamına gelmez, tersine, emperyalizmin
içinde bulunduğu kriz ve savaş tehlikesi, burjuvaziyle proletarya
arasındaki çelişmeleri, emperyalizm ile ezilen halklar arasındaki
çelişmeleri keskinleştirerek yeni bir proleter dünya devriminin
gelişmesinin önünü açmaktadır.
Yeni
Emperyalist Ülkeler
Yeni
gelişen emperyalist ülkeler, kapitalizmin bir lütfu değil,
kapitalist üretim ilşkilerinin bir ürünü olarak ortaya
çıkmaktadır. Hiçbir emperyalist ülke olduğu gibi kalamayacağı
gibi, geri ya da yarı-sömürge ülkelerde kapitalist üretim
ilkileri ve emperyalizm sürecinde oldukları yerde ilelebet kalamaz.
Emperyalistler arasındaki çelişmeler, kapitalizmin derinlemesine
ve genişlemesine gelişmesi, üretimin uluslararasılaşması ve
1980’lerden itibaren KİT’lerin hızla özelleştirme
operasyonları, ger kalmış kapitalist ülkelerin bazılarını öne
çıkarak emperyalist bir ülke haline gelmesine neden olmuştur.10
Çin,
Rusya, Hindistan, Brezilya, Güney Kore, Meksika, Türkiye, İran,
Güney Afrika, Endenozya, Arjantin, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik
Arap Emirlikleri (BAE) Bunlar yeni emperyalist ülkelerdir. Bunların
emperyalist dünyanın paylaşılmış pazarlarına girmeleri,
emperyalistler arası çelişmeleri daha da keskinleştirmiş ve yeni
bir emperyalist savaş tehlikesini daha erkenden tetiklemişlerdir.
Emperyalizm,
sermaye ihracı ve şirketlerin tekelleşmesi ve uluslararası
alanlarda pazar mücadelesine katılmasıdır.
Buraya,
bir kaç yeni emperyalist ülkenin sermaye ihracının 2016 yılı
verilerini alalım: (Milyar, ABD doları)
Çin;
479,737, Hindistan; 138, 611, G. Kore; 80,206, Rusya Federasyonu;
70,799, İran; 51,257, Türkiye; 44,952.11
Bu rakamlar, adı geçen ülkelerin dış ülkelerdeki doğrudan
sermaye yatırımlarını vermektedir.
İran
kendi bölgesinde (Ortadoğu) önemli bir bölgesel güçtür ve ABD,
İsrail ve Suudi Arabistan’nin baş düşmanı durumundadır ve bu
güçler İran’ın bölgede ilerlemesinin önüne geçemiyorlar.
İran, ABD’nin YDD karşı olan bir güç ve ABD bu gücü dize
getirememektedir.
Türkiye’nin
emperyalist12
olduğuna ilişkin saptamalara itirazlar vardır. Ne var ki,
Türkiye’nin sadece son yıllardaki saldırganlıkları ele alınsa,
bunun salt Erdoğan’nın lümpen kabadaylığının bir sonucu
değil, Türk tekelci burjuvazisinin saldırganlığı, yayılmacılığı
olarak ortaya çıkmaktığı rahatlıkla görülebilir. Türkiye’de
rejimin islamcı-faşist karaktere büründürülmesi, dış
emperyalistlerin isteğinden çok içerdeki Türk tekelci
burjuvazisinin isteği ile uyum içinde olmuştur. Kosova’daki
“FETÖ”cülere yapılan son operasyonun ekonomik perde arkasına
bakıldığında (Arnavutluk ve Kosova’daki bankaların13
kimlere ait olduğu bilindiğinde), resmin geri tarafı kolayca
anlaşılabilir.
Türk
burjuvazisi özellikle Ortadoğu’da diğer emperyalistlerden pay
istemekte ve ilişkilerini de buna göre düzenlemektedir. NATO üyesi
olmasına rağmen, bölgeye girebilmek için Rusya’yla ilişkileri
geliştirme yoluna girdi. İran ile anlaştı. Bu anlaşmalar
burjuvazinin çıkarlarıyla doğrudan ilişkilidir. Ve Türkiye daha
büyük savaşlara hazırlık yapmkatadır. Silahlanması ve
uluslararası ilişkileri, emperyalist kamplar arasındaki ilişkileri
buna göre dizayn etmeye çalışmaktadır. ABD ve AB’nin
dayatmalarına göre hareket etmemektedir. Tersine, onlardan taviz
koparmak için yoğun bir çaba harcamakta ve onların dayatmalarına
karşı Rusya ve İran ile girdiği ilişkileri koz olarak
kullanmaktadır. Aynı diğer emperyalistlerin birbirine yaptıkları
gibi...
Türkiye,
bölgede işgalci, yayılmacı ve savaş kışkırtıcısı bir güç
olarak varlığını sürdürmektedir. Bölge halkları için oldukça
tehlikelidir ve barışın düşmanı işgalci emperyalist bir
güçtür.
Emperyalist
Savaşın Kaçınılmazlığı
Emperyalist
savaşın kaçınılmazlığının habercisi belli başlı öğler
vardır.
Birincisi;
Bunların başında kapitalist ekonominin içinde bulunduğu kriz
gelir. Emperyalist burjuvazi 2008 krizini kısmen aşmasına karşın
yeni bir aşırı üretim kriziyle karşı karşıyadır. Ekonomi
borçla yürümektedir. ülkelerin toplam borcu dünya gayri milli
hasılasının %320’si kadardır. Yani, ortada sermayeden çok borç
var ve borçlu olmayan hiç bir ülke yok gibidir. Emperyalist
merkezlerdeki borsalarda düşüş yaşanmaktadır.
İkincisi;
Silahlanma gelir. Ülkelerin son beş yıl içinde silahlanması %10
artmış durumda. Silahlanma yarışı içine girmeyen ülkeler
yoktur. Bir taraftan askeri harcamaları artırırken bir yandan da
silahlanma yarışına girilmiştir. Büyük emperyalist ülkelerin
(ABD, Çin, Rusya vd.) askeri harcamaları ve dünyanın farklı
bölgelerinde asker konuşlandırmaları artmıştır. ABD’nin
dünyanın çeşitli yerlerinde 250 bin kişilik askeri vardır.
Bunun dışında Çin ve Rusya’yı askeri olarak da çember içine
alma hamleleri sıklaşmaktadır. Buna karşı ise söz konusu
ülkelerin hamleleri vardır. Çin devlet başkanı, ordusuna savaşa
hazır olmaları çağrısı yapmıştır.
Üçüncüsü;
İç faşistleşme ve ırkçılık artmaktadır. Bütün AB
ülkelerinde bu gelişme son beş yıldır hızlı bir şekilde
yaşanmaktadır. Irkçı-faşist partiler bu merkezlerde ya ikinci ya
da üçüncü sıralardadır. Bazı ülkelerde ise iktidarda yer
almaktadırlar. Buna karşı işçi ve emekçilerin haklarında büyük
kıstlanmalara gidiliyor. Demokratik hak ve özgürlükler giderek
daraltılıyor. Fransa ve Almanya’da bu güncel haldedir. Göçmenler
vesile edilerek ırkçı ve yabancı düşmanlığı geliştiriliyor
ve yabancılara (göçmenlere karşı) daha sert politikalar
uygulanıyor.
Kitlelerin
demokratik hakları yanında ekonomik haklarıda gasp edilmekte ve
işçi sınıfı üzerindeki sömürü oldukça ağırlaştırılmaktadır.
İç faşistleşmenin ve gericileşmenin en önmeli belirtilerin
başında kitlelerin demokratik ve ekonomik hakların gasp edilmesi
ve sömürü koşullarının daha da ağırlaştırılması gelir.
Bugün bu bir gerçekliktir.
Dördüncüsü;
Emperyalist kutuplaşmaların ve emperyalistler arası çelişmelerin
keskinleşmesi. Ortadoğu, Güney Çin Denizi, Doğru Avrupa (Ukrayna
vd.), Kafkasya ve Afrika’da çelişmeler derinleşmiş ve
keskinleşmiştir. Bu bölgeleri yeniden paylaşım savaşları
vekalet savaşlarından doğrudan emperyalistlerin kendilerinin karşı
karşıya geldiği bir döneme girmiştir.
ABD’nin
Çin’e vegi uygulaması, Çin’in buna karşılık vermesi,
Rusya’ya karşı uygulanan ağır dıştalma politikası (Rus
diplomatlarının sınır dışı edilmesi olayı), ABD’nin
“Ulusal Güvenlik Belgesi”nde açıktan Çin’i düşman ilan
etmesi ve meydan okuması ve “küreselleşme” vb. yerine ulusal
çitlerin örülmek istenmesi, yani vergilerle çitler örülmesi,
emperyalist burjuvazinin savaş hazırlıkları olarak okunmalıdır.
Beşincisi;
Emperyalist burjuvazi artık eskisi gibi dünyayı yönetemez duruma
girmiştir. ABD emperyalist burjuvazisinin biçimlendirdiği Yeni
Dünya Düzeni (YDD) yıkılmıştır ve bunun ciddi sancısı
çekilmektedir. Çin kendi emperyalist düzenini dünyaya vermeye
çalışmaktadır. En saldırgan güç ve savaş kışkırtıcısı
olarak öne çıkan ABD emperyalizmi, yönetimi savaşa göre
şekillendirmektedir. Yani, bir nevi emperyalist savaş hükümeti
oluşturulmaktadır.
Altıncısı;
Kitlelerin
eskisi gibi yaşamak istememesi. Bu bir çok ülkede kitlelerin
sokaklara dökülmesinde, işçilerin grevlerle ekonomik hakların
gaspına karşılık vermesinde kendini göstermektedir. Burjuvazi,
kitlelerin tepkilerini baskı ile bastırma yöntemiyle önlemeye
çalışmaktadır. Türkiye, Çin, Hindista, Rusya, Brezilya, meksika
vb. ülkelerde kitle harekketleri polis ve askeri güçler ile
bastırılmaya çalışıllıyor. ABD’de devasa kitle gösterileri
yapılıyor. Irkçılık ve bireysel silahlanma ve Trump yönetimi
protesto ediliyor. AB ülkelerinde ise, başta Fransa ve Polonya’da
olmak üzere bir çok ülkede kitleler hükümetlerin uyguladığı
hak gasplarını protesto ediyor.
Bütün
bu gelişmeler dikkate alındığında, emperyalist savaşın
kaçınılmaz olduğunu ve esas akımın savaş olduğu saptamasında
bulunmak abartı olmayacaktır. Komünistler mücadele taktiklerini
buna göre oluşturmalıdır. Kitleler, emperyalist savaşa karşı
mücadeleye çağırılmalı, emperyalist savaşa ve faşizme karşı
birleşik cephenin oluşturulması esas olmalıdır.
Bitti.
1
Stalin, Trotskizm mi Leninizm mi?, sf. 351, (açS), Sol Yayınları,
İkinci Baskı
2
III.
Enternasyonal, 1919-1943, sf. 131, Belge yayınları, 1979 Ekim)
6
KE Raporu, sf. 133
7
Emperyalizm, demek ki üretici güçleri geliştiriyormuş. Buna
karşın “ilerici” olmuyor. Çünkü bir çok kesim, gelişen
üretici güçlerin gelişmiş olmasını görmek istemiyor. Oysa,
dünyanın bugünkü hali, üretimin uluslararasılaşması, devasa
teknolojik gelişmeler, üretici güçlerin geliştiğini, anacak
bunu emperyalizmin çıkarları doğrultusunda geliştirdiğini
belirtmek gerekir. Özellikle Türkiye’yi hala “pre
kapitalist” öncesi dönemle açıklamaya çalışanların, bu
marksist verileri ve argümanları bir kere daha gözden
geçirmelerinde yarar var. Bunları son panellerdeki tartışmalardan
hareketle yazıyorum.
8
III. Enternasyonal 1928 programı, sf. 136 (açYK)
9
III. Ent. Sf. 137
10
Yeni Emperyalist Ülkeler saptamasını ilk olarak Almanya
Marksist-Lleninist Partisi (MLPD) önderi stefan Engel yapmış ve
bunu türkçeye , “Uluslararası Devrimin Şafağı” (Nisan
Yayımcılık) adıyla çevrilip yayınlanan araştırma kitabında
ve “Yeni Emperyalist Ülkeler” broşüründe (türkçesi
yurtdışında yayınlandı ve internette bulunabilir) etraflıca ortaya koymuştur. Bu
kitapların içindeki teorik belirlemeler Uluslararası Komünist
Hareketi’ne önemli bir katkıdır.
11
Veriler, UNCATAD 2016 raporundan alınmıştır.
12
Bu konuyla ilgili yazım: Burjuvazinin Halleri ve Mücadele
Taktikleri, bkz. http://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/burjuvazinin-halleri-ve-mucadele-taktikleri-1
ve http://yusuf-kose.blogspot.de/2018/01/burjuvazinin-halleri-ve-mucadele.html
13
Çalık Grubu’na ait bankalar Arnavutluk ve Kosova’da büyüklükte
ikinci sıradadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder