12 Şubat 2018 Pazartesi

Emperyalist Büyük Savaşa Doğru (yazının tamamı)




Emperyalist Büyük Savaşa Doğru


Birinci Bölüm


Yusuf KÖSE
Emperyalist savaş tehlikesinin kapıya dayandığını, gelinen aşamada bugün hemen hemen herkes –burjuvazinin yayın organlarından The Economist’de dahil- gizleyemiyorlar. Bunlar emperyalist savaşın ekonomik nedenlerini gizleyip, karşıtı olduğu emperyalist gücün saldırganlığına bağlarlar.

Şom ağızlı” olmak iyi bir şey değil, ancak, kapitalizmin nesnel gerçekliği, bizi emperyalist savaşın bütün koşullarının – bütün temel çelişmelerin keskinleşerek- olgunlaştığına götürüyor. Stalin, 2. Emperyalist savaşın gelişini 1927 yılında açıklamıştı. 
 
Gelinen aşamada ise, emperyalistler arasındaki çelişme “barış” içinde çözülebilecek koşulları ortadan kaldırmıştır. Büyük bir emperyalist savaşa doğru gidildiği gerçeği gizlenemez duruma gelmiştir. Savaş, Trump, Putin, Şi Jinping vb. gibi bazı liderlerin salt kötü niyetli oluşlarından değil, kapitalizmin çarkının bu yönde işlemesinden kaynaklanıyor. Bu çarkı ancak ve ancak uluslararası proletarya ve ezilen halkların birliği ve mücadelesi durdurabilir. Başka kimse değil.

Bir kaç yıl önce bunlar bu köşede de yazılmıştı. Son bir yıldır ise, emperyalist savaş tehlikesinin ciddi bir duruma geldiğini ve bunu önlemenin taktik mücadelelerinin geliştirilmesinden söz etmiştik.

Yeni bir emperyalist savaşın kapıya dayanmasını gösteren oldukça fazla veri var. Birincisi, yeni emperyalist ülkelerin varlığı. Dünyanın yeniden paylaşılma isteği. 
 
Emperyalist savaş, emperyalist ülkelerin birbirleriyle savaşmasıyla ortaya çıkar. Bu da, dünyayı yeniden paylaşmak, daha fazla egemenlik alanı ele geçirmek ve pazar alanlarını genişletmek içindir.

2. Emperyalist savaşı öncesi, Alman emperyalizmi, dünya pazarındaki egemenlik alanları diğerlerine göre (başta İngiltere ve Fransa’ya karşı) daha geri durumdaydı. Alman emperyalizmi ile aynı duyguları Japon ve İtalyan emperyalist tekelleride paylaşıyordu. 
 
1917 Rusya’daki Sovyet Devrimi’nden sonra dünya, esasta, kapitalist ve sosyalist olmak üzere iki kampa ayrıldı. Ama, emperyalist büyük devletler arasında da çelişme vardı ve bu çelişme ancak savaşla çözülebilecek durumdaydı. Bu bağlamda, dünya üçe ayrılmıştı. Birinci kamp SSCB ve ezilen dünya halkları (ulusal kurtuluş savaşlarıda dahil), ikinci kamp ise, emperyalistlerin kendi aralarındaydı. Burada birinci kamp, dünya kapitalist pazarına egemen olan İngiltere ve bağlaşıkları olan ABD ve Fransa, ikinci emperyalist kamp ise, başını Alman emperyalizminin çektiği ve balağlaşıkları olan Japonya ve İtalya yer alıyordu. İtalya, 1. Dünya savaşında birinci grup içinde yer almasına karşın, 2. Emperyalist savaşta safını Almanya ve Japonya’nın yanında belirledi. Emperyalistlerin safları çıkarlarıyla doğrudan ilişkilidir. 1. Dünya savaşında İngilizlerle hareket eden İtalya, bir çok bölgeyi kaybetmiş ve pazar alanlarını İngiliz ve Fransızlara kaptırmıştı. Yani, “mağdur” durumdaydı.

Bugün durum ise, daha farklıdır. Sosyalist ülkeler kalmamış ve dünyanın 2. Emperyalist savaşından bu yana egemen olan ABD ise giderek gerilemeye başlamıştır. Bu ABD’nin kendi isteğiyle olan bir şey değil, yeni gelişen emperyalist devletlerin (tekellerin) ABD pazarlarını ele geçirmeye başlaması ve pazarlardan pay istemeleriyle oluyor. Ve ortaya kıran kıran bir çatışma, mücadele, vekalet savaşları, bölgesel savaşlar çıkıyor. Bu, ortadoğu’da olduğu gibi, vekalet savaşlarıyla yürütülüyor. Ancak, vekalet savaşlarınında aradaki çelişmeyi çözmeye yetmediğini göstermiştir. Emperyalistler, aralarındaki çıkar çelişmelerini vekalet savaşlarıyla çözemeyince doğrudan  karşı karşıya gelmişlerdir. Bu Suriye cephesinde şu anda böyledir. Günümüz koşullarındaki kapitalizmin krizi, onları doğrudan savaşın sıcak ön cephesine doğru hızla itmektedir. ABD emperyalizminin geçtiğimiz Aralık ayı ortasında açıkladığı “strateji belgesi”, yeni bir emperyalist savaşa hazırlık ve diğer emperyalistlere meydan okuma belgesidir. Bunun içeriği yazının diğer bölümlerinde ele alınacaktır.

Çin’in, denizden, karadan ve havadan hayata geçirmeye çalıştığı “ipek yolları”, ABD emperyalizminin egemenlik alanlarını tehdit ediyor ve dünyayı bir ahtapot gibi sarıyor.

Lenin’in yüzyıl önce belirttiği, kapitalist-emperyalist sistemin eşitsiz gelişme yasası, dünyanın büyük emperyalist ülkeleri ve tekelleri arasında, dünyanın yeniden paylaşılmasını kaçınılmaz olarak gündeme getiriyor. Kapitalizm var olduğu sürece bu yasada yürürlükte olacaktır. Bazı emperyalist ülkeler gerilerken bazıları öne çıkacaktır. Bazı tekeller yutulurken bazıları gelişip palazlanacak ve yeni pazarları ele geçirme mücadelesi verecektir. Kapitalizmin insanlığın başına bela ettiği bu kısır döngü, kapitalizmin yıkılışına kadar devam edecektir.

Şimdi, sırasıyla belli başlı emperyalist ülkelerin durumunu incelemeye geçebiliriz.

Çin’in Durdurulamayan Hakimiyeti

Yeni gelişen emperyalist ülkeler hangileri? Birincisi Çin’dir. 1990’lardan itibaren hızla gelişen Çin, dünya kapitalist pazarlarında söz sahibi olmaya başladı. Bugün Çin’in sermaye olarak girmediği yer kalmamış ve bir çok bölgede ABD’nin önüne geçmiştir. Örneğin, “ABD’nin arka bahçesi” olarak adlandırılan Latin Amerika ülkelerinde Çin’in yatırımları devasa bir boyut almıştır. Çin’in 2016 yılında Latin Amerika’daki (LA) doğrudan yatırım tutarı 260 milyar ABD doları kadardı. Çin bu yatırımını 2019 yılı sonuna kadar 500 milyara çıkarmayı hedeflemiş durumda.

Çin, Nikeragua’da, Panama Kanalı’na rakip olarak, Atlas okyanusu ile Pasifik Okyanusunu birleştiren yeni bir kanal açıyor. Peru ve Brezilya topraklarından geçen demiryolu projesi var. Böylece en kuzeyden (Nikeragua) iki okyanusu dünyanın en büyük şileplerinin geçebileceği kanal projesiyle birleştiriken, kıtanın ortasından ise iki okyanusu demiryolu projesiyle birbirine bağlıyor.

Çin’in bölgeye olan yatırımları giderek artıyor. Çin, Brezilya, Şili, Peru ve Ekvator’un şu anda en büyük ticaret ortağı olmasının yanında, diğer L. Amerika ülkelerini de (başta Arjantin olmak üzere) boş bırakmış değildir. Çin, bu ülkeleri hem borçlandırıyor hem de o ülkelere doğrudan yatırım yapıyor. L. Amerika’da ABD yavaş yavaş gerilerken, bir başka emperyalist güç olan Çin bölgeye bütün ağırlığıyla yerleşmiştir. 
 
Kapitalizmin gelişmesi için ulaşım önemlidir. Günümüzde üretimin uluslararasılaşmasının yaygınlaşmasıyla, uluslararası ulaşımın kolaylaştırılması daha bir önem kazanmıştır. Tabi, bu ulaşım hatlarının egemenliği de bir o kadar önemlidir. Bugüne kadar dünyanın çöpünün yarısını (%49'unu) alıp işleyen (bu yılın başından itibaren artık fazla çöp almayacağını açıkladı) Çin, dünyayı kendisine bağlamışa benziyor. 
 
Çin her yere “barış” yolları yapıyor. Adı “barış” olan bu yollar, Çin mallarını ve sermayesini daha hızlı bir şekilde diğer ülkelere taşıması ve o ülkeleri Çin’e bağlaması içindir. Kutup İpek Yolu ( The Polar Silk Road),1 yine Türkiye’ye (Kars) kadar uzanan “Tren İpek Yolu” projesi hayata geçmiş durumda. Türk burjuvazisi bu yolu, Samsun’dan Mersin’e kadar getirmeyi planlıyor.

Çin’in yayılmacılığı salt Güney Amerika ile sınırlı olmayıp, Afrika ve Asya kıtasına da aynı ölçüde yayılmaktadır. Özellikle Afrika’da doğrudan sermaye yatırımlarını artırırken, doğrudan sermaye ihracıyla da kıtayı etkisi altına almakta, başta ABD olmak üzere diğer emperyalistlerin pazarlarını giderek daraltmaktadır.

Çin’in Satın Aldığı Kıta: Afrika

Çin’in Afrika kıtasındaki ülkelere yatırımı 2016 yılı sonu verilerine göre yüz milyar ABD dolarını aşmış durumda. Yine, Fortune dergisinin haberine göre 3100 üzerinde Çin şirketi Afrika ülkelerinde iş yapıyor.

Alman Zeit Online gazetesinin haberinde, Afrika-Çin ticaret hacmi 2016 verilerine göre 300 milyar ABD dolarını aşmış durumda. Bu, son on yıl içinde on kat artış anlamına geliyor. ABD ve AB’nin Afrika’yı açlık ve göçmen olgusuyla karşı karşıya bıraktığını yazan gazete, Çin’in ise, iş imkanı yarattığını yazıyor. Elbette Çin, daha ağır sömürü koşullarını Afrika ülkelerine dayatıyor. Yer altı zenginlik kaynakları (maden, petrol, gaz vd.) Çin’e taşınıyor. Ya da orada üretilip Çin sermayesinin gelişmesine sunuluyor. Çin’nin önceki emperyalistlerden bir farkı Afrika’nın kendisine doğrudan daha fazla yatırım yapmasıdır. Diğerleri yağmalayıp kendi ülkelerine götürürken, Çin, yağmaladıklarının çok az bir kısmını Afrika’ya bırakıyor. Bu da, sınıf bilincinden yoksun emekçilerin Çin’e daha farklı bakmasını sağlıyor. Sömürücüler arasında tercih yapmak, sınıf bilincinden yoksunluğun bir sonucu. Oysa, Çin’de dahil hiç bir emperyalist olmadan Afrikalı emekçiler kendi yaşamlarını özgürce kurup sürdürebilirler ve insanca yaşama olanaklarına da en kısa zamanda kavuşabilirler.

Çin Afrika’ya olanca gücüyle yüklenmiş durumda. Demir yolları, büyük futbol sahaları, sosyal evler, alt yapılar, limanlar, askeri harcamalar ve yatırımlar, enerji tüketimlerinin karşılanması için yatırımlar vb. Ve ayrıca Çin, bir çok Afrika (yaklaşık 60) ülkesinde Özel Ekonomik Bölgeleri (SEZ) kuruyor. Bu projeyle Çin’li orta dereceli firmaların bile Afrika’da yatırım yapmasının koşullarını oluşturuyor. Devlet destekli Çin’li firmalar kolayca bu bölgelere giriş yapabiliyor. Aynı zamanda yeni istihdam alanları yaratarak, Afrika’nın ucuz iş gücü potansiyelini iliğine kadar sömürüyor. Bir taraftan istihdam yaratırken, öbür yandan ise el koyduğu artı-değer oranını artırıyor. 
 
Çin’in Afrika’da yaptığı otobanlar ve demir yolları, onu adeta oraya kilitlemiştir. Aynı, Alman İmparatorluğu’nun Osmanlıya yaptığı İstanbul-Bağdat demir yolu gibi. Osmanlı ve peşinden gelen TC, Alman emperyalizmini bir daha terk edemedi. Bugün’de Türk ve Alman burjuvazisi omuz omuza, kolkoladır.

Çin’in her girdiği yere bir de “yol projesi” götürdüğünü söylemiştik. Afrika’yı da demiryolu ağı ile birbirine bağlıyor. Kenya, Uganda, Ruanda, Brundi ve Güney Sudan’ı 13.8 milyar dolarlık bir yatırımla devlete ait Çin Yolu ve Köprüsü Kurumu (CRBC) eliyle gerçekleştiriyor. Bunların finansmanını ise Çin Eximbank karşılıyor. 
 
Ayrıca, Afrika’nın işgücü potansiyeli 2050 yılına kadar iki katına çıkacağı (2 milyar) hesaplanıyor ve Çin, yatırımlarını buna görede yapıyor ve Çin 2020 yılına kadar ticaret hacmini 400 milyar ABD dolarına çıkarmayı hedefine koymuş. 
 
Çin Afrika’ya sadece sermaye ve doğrudan yatırımların yanında, askeri alanda da yatırımlar yapıyor. Silah ihracatının yanı sıra, bir çok Afrika ülkesinin ordularının silahlandırılması ve yeniden yapılandırılmasını da yapıyor. Güney Sudan dahil toplam Afrika’daki 7 yerde BM barış gücüne katılmıştır. Sermayenin olduğu yerde onu koruyacak askerde olmalıdır.

Gelinen aşamada, Afrika’da Çin’in üstünlüğünü bütün batılı emperyalist tekeller kabul ediyor.2 Ne var ki, Çin’in bu gelişmesi karşısında şimdilik yapacakları pek bir şey de yok.

Sonuç olarak ABD ve Batılı emperyalist tekeller Afrika’yı Çin tekellerine kaptırmış durumda. Fransa bir kaç yerde direnmeye çalışmasına karşılık, Çin’in bu kıtada ilerlemesini durdurmaya gücü yetmiyor. Çin burjuvazisi gürültü yapmadan sessizce Afrika’yı bir ahtopot gibi sarıyor.
Çin’in yatırımlarından bazıları:  

Çin’in “Mega projeleri” olarak verilen ve çok az bir bölümünü yanıstan aşağıdaki tabloya bir göz atmakta yarar var.
Proje/Ülke Proje Değeri
US dolar/ Mrd=milyar
Bitiş Yılı
Nijerya, Demiryolu yapımı, 1.400 km 12 Mrd. 2014
Güney Afrika, yeni şehir Projesi, on bin kişilik konut yapımı, Johannesburg 7 Mrd. 2016
Kongo Demokratik Cum. Madenlerin alımı için alt yapı 6 Mrd. 2007
Çad-Sudan Demiryolu 1.344 km 5,6 Mrd. 2014
Nijerya, sekiz eyalette Çimento genişletme projesi 4,3 Mrd. 2016
Kenya, demiryolu projesi 3,8 Mrd. 2013
Mosambik, baraj ve Hidroelektrik santralı projesi 1.500 MW 3,1 Mrd. 2006
Malawi, kömür santralı, hava alanı, caddelerin yapımı, elektrik santrali, hastane yapımı 1,7 Mrd. 2007
Tanzanya, Bagamoyo deniz limanı 7 Mrd. 2015
Kaynak: http/afkinsider.com/121477/10-mega-infrastructrual-projects-in-africa-funded-by-china/
Bu tablo, Alman IHK (Endüstri ve Ticaret Odaları)’na ait. (IHK- Orta-aşağı Ren bölgesi) www.subsahra-afrika-ihk.de/ 19.06.2017

Küçük bir istatistik daha verelim. Çin, AB ve ABD’nin 2015-2016 arası Afrika ülkelerine yatırımları: milyar ABD dolar. Kaynak UNCTAD, AEI ve Der Spigel online- 21.09.2017

Ülkeler
2015
2016
Çin
2,7
36,1
AB
26,5
11,9
ABD
6,4
3,6
Çin, Afrika’nın gelişmekte olan en büyük petrol ülkesi ve yaklaşık 200 milyonluk nüfusa sahip Nijerya’da yatırımlarını artırdı. Bu ülkede 2015 yılı verilerine göre, 240'ı aşkın Çin’li şirket ile 404 proje gerçekleştirmiştir. Afrika’nın en gelişmiş ülkelerinden Güney Afrika’da yatırımları da hızla artmaktadır. Burada son 15 yıl içinde 280 proje gerçekleştirmiştir. Zambia, Mısır, Etopya, Kongo Dem. Cum., Gana, Angola, ve bir “Çin şehri” olarak adlandırılan Zimbabve ve Tanzanya’da da aynı şekilde büyük yatırımları ve borçlandırmaları söz konusudur.3

ABD’nin Afrika’daki yatırımlarının tutarı yüzmilyar ABD doları iken, Çin’in yatırımlarının tutarı ise 400 milyar ABD dolarına yaklaşmış. ABD’nin paçalarının tutuşmasının ve doğrudan Çin’i bir numaralı düşman ilan etmesinin nedenleri çok açık değil mi?

Çin Afrika’da ilerlerken, bugüne kadar Afrika’ya egemen olan diğer emperyalistler ise gerileme gösteriyor. Eski emperyalistler Çin’in bu gelişmesini bir savaş nedeni sayıyor. Şimdilik, en azından ABD böyle görüyor. Bu bölgenin sessiz sedasız barış içinde Çin emperyalizmine diğer emperyalistlerin terk etmesi olasılık dahilinde gözükmüyor. Çünkü, sorun Afrika’nın ötesine taşmaktadır. ABD’nin Sahra altı Afrikasında en büyük askeri üssü Cubiti’de. Çin’de aynı ülkeye askeri üs kurdu. Emperyalistlerin üsleri yanyana. Söylem; “korsanlara ve teröristlere karşı”. Ancak, bunu birbirlerine karşı kurduklarını şimdilik resmi olarak açıklamıyorlar. İlginç olan, Kızıl Deniz ile Aden Körfezinin birleştiği noktada stratejik öneme sahip olan Cubiti’de, ABD ve Çin dışında, İngiltere, Fransa ve Japonya’nın askeri varlığı söz konusu. Cubiti’nin nüfusu yaklaşık 800 bin civarında. Kendi nüfusundan fazla emperyalist ülkelerin askerlerine ev sahipliği yapan bir ülke, eski Fransız sömürgesi “bağımsız” Cubiti.

Devam edecek: Çin’in İpek Yolları









1Mühdan Sağlam, duvargazetesi, 7 Şubat, 2018 msaglam@gazeteduvar.com.tr
2Der Spigel, Çin’in, AB ve ABD’yi Afrika’dan kovduğunu yazmış. 21.09.2017
3Kaynak: Wenjie Chen, IHK, http/afkinsider.com/121477/10-mega-infrastructrual-projects-in-africa-funded-by-china/


Emperyalist Büyük Savaşa Doğru



Çin Düzeni



İkinci Bölüm





Emperyalist Çin’in Dünyaya Vermek İstediği Düzenin Adı: İpek Yolları


Dünyanın küreselleşmesi kapitalizmle başlamıyor, daha önceki tarihlere, Millattan önceki yıllardan başlayan ve Çin’den Avrupa’ya kadar uzanan bir tarihi yol var. Bunun adı: İpek Yolu. Antik İpek Yolu‘nu Tunç devrine kadar da geriye götürebiliriz. Hemen hemen bütün medeniyetlerin uğrak yerlerinden,0 birisi olduğu söylenebilir.

Ticaretin başladığından bu yana Çinliler Avrupa’ya kadar yollarını uzatmışlardır. Avrupalıların o zamanda Çinlilerden öğrenecekleri çok şey vardı. İpek yolu, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte, Avrupalı burjuvazinin vazgeçilmez yolu olmuştur. Bu kez ise tersine dönmüştür. Çin burjuvazisi İpek Yolu‘nun egemenliğini yeniden ele geçirmiştir. Şimdi, ipek Yolunun hikayesini Marco Polo değil, Çin tekelci burjuvazisi  yazmaktadır.

Çinlilerin „Yi Dai Yi Lu“ ya da ingilizcede söylendiği gibi „One Belt, One Road“ (OBOR) ve Türkçe karşılığı olan „Bir Kuşak Bir Yol“ (BKBY), yeni bir emperyalist süper gücün, dünyayı paylaşma stratejisi olarak pratiğe geçirilmiş durumdadır. Bunun önünde ne ABD ne de AB emperyalistleri durabiliyor. Kapitalizm kendi kuralları içinde, yutarak, karşı koymaları bir şekilde elimine ederek ve eski büyük emperyalist tekellerin egemenliklerini elinden alarak yoluna devam ediyor. Aynı, öncekilerinin yaptığı gibi.

2. Emperyalist savaşından sonra ABD’nin „Marshall Planı“, nasıl ki, ekonomik olarak geri ve zayıflamış ülkeleri bir ahtapotun kolları gibi egemenlik altına almışsa, BKBY projesi de aynı amacı taşımaktadır. Marshall Planı’nın resmi adı: European Recovery Program-ERP1 (Avrupa’yı Kurtarma Planı) Koşullar aynı olmasa da amaç ve yöntemler aynıdır. ABD 2. Emperyalist savaşın yıkımından yararlanarak, sermaye birikimini zayıf düşmüş ülkelere aktararak onların „kalkınması“na yardım ettiyse, Çin’de, „birlikte kalkınalım“ mesajıyla, aynı amacı, sermayesini daha zayıf ülkelere katarak egemenlik alanlarını genişleterek pazar payını olabildiğince yükseltmek istiyor.

Çin’in BKBY projesini, çok önceleri gündeme getirmesine karşılık, ilk olarak 2013 yılında açıkladı ve 14-15 Mayıs 2017 yılında ise Pekin’de devlet ve hükümet başkanlarının ve çeşitli uluslararası sermaye örgütlerinin katıldığı bir forumda tanıtımını yaptı.

BKBY Çin’in, Güney Pasifik Okyanusuna açılan Hangshou kentinden başlayıp, Çin’in içlerinden Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan, Türkmenistan, Mogolistan, Rusya, Gürcistan, Azerbeycan, Pakistan, İran, Hindistan, Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanan ve Endonezya'dan başlayıp, Hindistan Okyanusu etrafında yer alan Asya ve Afrika ülkelerini de kapsayan büyük bir deniz yolu projesidir. Kuzeyden Asya ve Avrupa’nın sarılması yanında Güney’den ise Deniz İpek Yolu projesiyle, Afrika ve Asya’yı bütünüyle kucaklayan ve Akdeniz içlerine kadar ulaşan bir proje. Kısacası, Orta Asya, Avrupa, Ortadoğu ve Güney Doğu Asya’nın demiryolları ve deniz yollarıyla Çin’e bağlanmasının adı, Bir Kuşak Bir Yol olarak adlandırılmaktadır.

Bu projeyle, ABD’nin „yeni Dünya Düzeni“ yıkılırken, Çin‘in „yeni dünya düzeni“ kuruluyor. Çin devlet başkanı Şi Jinping, BKBY projesini açıklarken, amaçlarının yeni sömürgecilik ve bu projeye katılanları sömürgeleştirmek değil, „kazan-kazan“ işbirliğine dayanan bir anlayışla hareket ettiklerini açıklıyor. Ve uluslararası yeni bir düzenin getirilmesinden söz ediyor. ABD’de , „YDD“ni açıklarken aynı „temennilerde“ bulunmuştu. „Dünyaya barış ve huzur gelecekti“, tersine, çatışmalı ortam daha da arttı.

Her emperyalist kendi egemenliğinde kendi düzenini kurmaya çalışır. Çin tekelci burjuvazisinin yapmak istediği de budur. Çin burjuvazisi bu yol projelerini 2049 yılına kadar bitirmeyi planlıyor. 1949 Devrimi’nden geriye bir şey kalmamışsa da, „devrimin yüzüncü yılını kutlama“ adı altında, Çin tekelci burjuvazisi dünyaya egemen oluşunu kutlamak istiyor.

Çin BKBY projesini hayata geçiriyor mu? Büyük ölçüde geçirmiş durumda. Ipek Yolu Ekonomik Kuşağı olarak adlandırılan ve Çin’den Türkiye ve oradan da Avrupa’ya (Roterdam) uzanacak demiryolunun bir ayağı Kars’a kadar gelmiş durumdadır. Bakü, Tiflis ve Kars demiryolu projesi Edirne’ye kadar uzanacaktır. Bunun anlaşması yapılmış. Ayrıca, demiryolunun kuzey kısmı ise Rusya üzerinden Avrupa’ya bağlandı.2

Tekelci sermaye, teknolojik gelişmelere bağlı olarak büyüyen ve hızlanan kapitalist üretimin anında daha hızlı bir şekilde pazarlara ulaşmasını hedefliyor. İpek yolu bunu sağlıyor. Çin’in malları bütün ülkelere hızlı bir şekilde ulaşırken, oradan da aynı şekilde Çin’e ulaşması sağlanıyor ve ülkelerin Çin pazarına daha kolayca dahil olmasını ve Çin’in egemenliğinin pekişmesine hizmet etmektedir. Aynı zamanda ulaşım süresini oldukça kısaltmaktadır. Örneğin Çin-Türkiye karayolu ulaşımı 30 günden 10 güne, deniz yolu ulaşımı ise iki aydan iki haftaya inecek. Çin’i demiryoluyla Londraya bağlayacak olan Kars-Edirne arası demiryolu projesinin maliyeti 40 milyar ABD doları olarak hesaplanıyor. Bu yol, Kars’a kadar geldi. Türk hükümetinin Kars-Edirne Hızlı Tren Projesi” diye övünerek söz ettikleri proje, Çin’in projesidir.

Projenin maliyeti de bütün tekellerin ağzını sulandırıyor. Projenin maddi büyüklüğü 21 trilyon ABD doları kadar.3 Ancak en önemlisi, bu projenin kapsamı içindeki ülkelerle birlikte ticaret hacmi oldukça yüksek. Birincisi, dünya nüfusunun %70 (yaklaşık 4,4 milyar), dünyanın gayri milli hasılasının %55’i, enerji kaynaklarının %75’ini ve toplamda 684 ülkeyi doğrudan içine alan devasa emperyalist proje.

2014-2016 yılları arasında Çin ve BKBY projesi dahilinde olan ülkelerin ticaret hacmi 3 trilyon ABD dolarını bulurken, Çin bu ülkelere 50 milyar ABD doları yatırım yapmış.

Çin bu proje için, Dünya Bankası ve İMF'ye karşılık Asya Altyapı Yatırım Bankası kurmuştur ve bu banka bugüne kadar Orta ve Güney Asya ülkelerine 40 milyar ABD doları yatırım yaptığını açıklamıştır. Ayrıca, Çin’in kurduğu İpek Yolu Fonu vb. gibi bir çok yatırım fonu ve sermaye destek bankaları söz konusu.

Çin sermaye ihracı yaptığı gibi, doğrudan yatırımlarda yapmaktadır. Bu proje kapsamı içindeki ülkelerde alt yapı yatırımlarını artırırken 20 ülkede ise 56 ekonomik iş birliği bölgesi kurmuştur.5
Çin'in, bu yatırımlardaki hedeflerinden biri de Çin yuan’nın öne çıkması ve doların yerini almasıdır. ABD’nin de en büyük korkularından biri budur. Bu projenin önemli ölçüde hayata geçmesi doların dolaşımını da azaltarak yuanı öne çıkaracaktır. Bu kaçınılmaz olarak görülmektedir.
Çin devlet başkanı Şi Jinping, 14-15 Mayıs 2017 BKBY Formu‘nda konuşurken şu mesajları da sıralamaktan geri durmuyor:
“■ İpek Yolu Fonu'na 100 milyar yuanlık ek katkı.
Çin Kalkınma Bankası ile Çin İhracat-İthalat Bankası'nda toplam 380 milyar yuan tutarında özel borç verme programının oluşturulması.
Projelerin desteklenmesinde Asya Altyapı ve Yatırım Bankası, BRICS'in6 Yeni Kalkınma Bankası, Dünya Bankası ve diğer çok taraflı kalkınma örgütleriyle birlikte çalışılması.
BKBY ülkeleriyle serbest ticaret anlaşmaları imzalanması için görüşmelerin başlatılması.
BKBY Bilim, Teknoloji ve Yenilik İşbirliği Eylem Planı'nın başlatılması.
Beş yılda 2 bin 500 yabancı genç bilim insanına kısa süreli araştırma bursu verilmesi; 5 bin yabancı bilim insanı, mühendis ve yöneticinin eğitilmeleri ve 50 ortak laboratuvarın kurulması.
Gelişmekte olan ülkelere ve uluslararası örgütlere, halkın refahını iyileştirmeye yönelik projeleri için 60 milyar yuan tutarında yardım sağlanması.
Projeye dahil gelişmekte olan ülkelere 2 milyar yuan tutarında acil gıda yardımı ile Güney-Güney İşbirliği Yardım Fonu'na 1 milyar dolar ek katkı yapılması.
İşbirliğini güçlendirmek amacıyla izleme mekanizmalarının kurulması.7
ABD Marshall Planı’nın Çin emperyalizmi nezdindeki 21.yy projesi ve planı.

Çin’in bu projesi dışında kalmak isteyen ülkeler olabilir mi? Oldukça zor. Söylem yerindeyse; kapitalist ülkelerin hepsi (ABD, Japonya hariç) balıklama bu projeye dalmışlardır. Yol güzergahı içinde ya da kenarında kalan ülkelerin hiç biri bu projeye karşı çıkmamış, tersine, Çin yatrımlarını çekmek için büyük bir „nimet“ saymışlardır. Türkiye’de bunlardan biridir. ABD ve AB sermayesi şimdilik bu nimeti sunmakta yeterli değiller. Sorunda buradan kaynaklanıyor.


ABD, Çin’in ipek yollarını elbette hoş karşılamıyor. Çin, ABD’nin pazar alanlarını ve elbette egemenlik alanlarını daraltmaya devam ediyor. Bu nedenle, çatışma ve çekişme ve karşılıklı çok yönlü saldırı (şimdilik silahlar hariç) devam ediyor. Çin, ABD’nin saldırgan tavırlarına rağmen „barışçıl“ gözükmeye özel bir önem veriyor, ancak, geri adım atma bir yana daha ileri gitmek için daha yoğun çaba harcıyor. Dünyanın ticaret merkezini ABD’nin elinden alıp Çin’e getiriyor. Bu aynı zamanda dünya emperyalist egemenliğinin Çin’e geçmesi anlamına geliyor.


AB ve İpek Yolu
AB ülkelerinin başını çekenlerden biri olan Alman emperyalizmi, Çin’in bu projesine destek veriyor ve katılıyor. Bu bağlamda, BKBY projesinin finansı için kurulmuş olan Asya Altyapı Yatırım Bankası’na (AIIB) % 4.7 oranında katılım sağladı.8 Alman burjuvazisi, ABD’nin dayatmalarına karşı çıkıyor ve pazarlarını genişletmek için Çin’in etkinliğinden yararlanmaya ve o pazarlarda söz sahibi olmaya çalışıyor. Alman tekelci burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda yayın yapan muhafazakar Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) gazetesi, Çin’in ipek yollarından övgüyle söz ediyor ve Marco Polo’nun yeni versiyonu olarak yorumluyor.9 Alman burjuvazisi ipek yolunu Duisburg’tan geçirirken, ticaret merkezi Hamburg’u da karadan İpek yoluna bağlıyor.İş bitirir“ dışişleri bakanı Gabriel, 2017 Kasım ayında Çin ziyaretinde bu işi netleştirdiğini basına açıkladı.10
 
ABD’nin tüm baskılarına karşı AB ve Asya’daki bir çok ülkenin yanı sıra Güney Kore ve Avusturalya’da katılımcılar arasında yerlerini aldılar. AIIB’nin ortakları arasında Almanya,  Fransa, İtalya, Hollanda, İngiltere ve diğer AB ülkelerinin hemen hemen hepsi var. 2016 yılı verilerine göre toplam 57 ülke bu bankanın ortakları arasında. Bunun anlamı, Dünya bankası ve IMF’ye alternatif olarak kurulan bir bankadır. Japonya’nın da buna benzer bankası olması nedeniyle, Çin öncülüğünde kurulan bu bankanın karşısında yer aldı. 
 
ABD’nin en büyük korkusu, bu girişimin Çin’in „Bretton-Woods“ sistemi olmasıdır. Çin’inde hedefi bu. ABD’nin dolar egemenliğini elinden alıp yuan egemenliğini yaşama geçirmenin savaşını veriyor. Adı „Bretton-Woods“ değil, ama Çin „BKBY“ olarak şimdilik yerini ABD’nin B-W sisteminin karşısında yerini almışa benziyor. Önümüzdeki süreç oldukça çatışmalı geçecek gibi görülüyor. Olası bir kriz, ticaret çatışmasını hızla silahlı çatışmaya dönüştürme kapasitesine sahip gözüküyor.

Devam edecek: Emperyalist Zincirin Halkaları: Ne Çin'le ne de Çin’siz olamamak




1 1948´1952 arası ERP, toplamda 13,12 milyar ABD doları (şimdiki değeri ile 131 milyar ABD doları) ile ABD planı hayata geçirmişti. Çin ise, bunun çok misli değeri ile “dünyayı kurtarmaya” çalışıyor. de.wikipedi.org/wiki/Marshallplan
2 Tefik Güngör, Dünya Gazetesi, 06.12.2017
3 www.politikaakademisi.org.2017/12/23yen-ipek-yolu-projesi-nedir
5 www.dünya.com.bir-kusak-bir-yol-projesi/21.yuzyilin-yapi-tasimi-/21/Haziran/2017
6 BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika)
7 www.dünya.com.bir-kusak-bir-yol-projesi/21.yuzyilin-yapi-tasimi-/21/Haziran/2017
8 German.china.org.cn/08.03.2017
9 www.faz.net./aktuell/wirtschaft/handelswege-der-zukunft-chinas-neue-seidenstrasse
10 Faz.







Emperyalist Büyük Savaşa Doğru-3



Emperyalist Zincirin Halkaları


Yusuf KÖSE

ABD burjuvazisi, 18 Aralık 2017’de Trump’a okutturduğu „Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi‘nde–UGSB- “ birinci düşman olarak Çin devleti görülüyor. ABD’nin Asya’daki çıkarları için Çin büyük bir tehlike sayılıyor. Tabi, açıklanan UGSB’nin içinde Rusya ve İran’da var. Bu ayrı bir konu olduğu için geçiyoruz.

Büyük emperyalist devletlerin açıklamaları içinde „öncelikle barış“a yer verdiklerini ve bütün dertlerinin „dünya barışını korumak“  olduğunun altını çizerek bıktırıcı bir şekilde tekrarlarlar. Ancak, bunun tersini yaparlar ve savaşı geliştirmekten ve körüklemekten başka bir şey de yapmazlar. Çünkü emperyalist sermayenin büyüme karakteri, yağma savaşını yaygınlaştırıcı ve geliştirici bir özellik taşır. Sermaye, barışı değil savaşı sever. Bu durumu, insanlık günlük olarak fazlasıyla yaşıyor.

ABD emperyalizmi, Çin’i haklı olarak en büyük rakibi görmesine karşın en büyük ticari ilişkileri de yine bir numaralı „düşmanım“ dediği bu ülke ile olmaktadır. Sermaye sermayeyi çeker. Gelişmiş emperyalist ülkelerin ticari ilişkileri birinci derecede birbirleriyledir.

ABD’nin GSMH’ı 18,6 trilyon ABD doları kadar. Çin’in ise dünyanın ikinci büyük ekonomisi olarak GSMH’ı 11 trilyon ABD doları kadar. ABD’nin ihracatı 1,42 trilyon ABD doları, ithalatı ise 2 trilyon 21 milyar ABD doları kadar. 1 ABD, Çin’e 115 milyar dolarlık ihracat yaparken, Çin’den ise 385 milyar dolarlık ithalat yapmaktadır. Yani, ithalatının en büyük payını (en büyük rakibim dediği) Çin’den yapmaktadır. Bu toplam ithalatının %20 kadarıdır. Diğer ülkelerin payı ise bunun yarısı kadardır. Çinden sonra ABD’ye en fazla ihracat yapanların başında Meksika (302milyar $), Kanada (296 milyar$), Japonya (130 milyar $), Almanya (118 milyar$). 
 
Çin’in ekonomik verileri ise kısaca şöyledir:

Çin’in GSMH’ı 11,2 trilyon ABD doları kadardır. İthalatı 1,32 trilyon $, ihracatı ise 2,06 trilyon $. Çin’in ihracattaki en büyük birinci ortağı ABD’dir. 385 milyar $. Sırasıyla, Hong Kong (287 milyar $), Japonya (129 milyar $), Güney Kore (93,7 milyar $), Almanya (65,2 milyar $).
Çin’in ithalatındaki en büyük payı olan ülkeler sırasıyla şöyle: Hong Kong’tan ( 285 milyar $), Güney Kore (124 milyar $), ABD (115 milyar $), Japonya (113 milyar $), Almanya (85,4 milyar $).

Çin, net 736 milyar ABD doları ticaret fazlası verirken, ABD net 783 milyar ABD doları kadar ticaret açığı vermektedir.

İthalat ve ihracatın en büyüğü emperyalist ülkelerin birbirleri arasında olmaktadır. Küçük paylar ise geri kalan ülkelerin ekonomik büyüklüklerine göre pay almaktadır.

ABD istese de Çin ile ticaretini kesemez ve kesemiyor. Çünkü emperyalist ekonomiler birbirlerine kopmaz bağlarla bağlanmıştır. ABD, Çin’i ne denli “büyük rakip-düşman” olarak görürse görsün, ithalatının en büyüğünü Çin’le yapmak durumundadır. Çünkü, ABD sermayesi, Çin’in ucuz emtiasına gereksinimi vardır ve onların iç pazara gelmesiyle kendi sermayesini büyütmektedir. Ayrıca ABD’li tekeller Çin’de yatırım yapmak ve ordaki sermayeden kar elde etmeyi “ulusal onurla” karıştırmazlar. Onların ulusal onurunun derecesini belirleyen sermayenin kar oranıdır. Örneğin, sadece 2016 yılı verileri Çin’deki ABD’li tekellerin 36,2 milyar ABD doları kar elde ettiklerini göstermektedir.2

Dünyanın en büyük yatırım sermayesini ABD çekmektedir. 18 trilyon ABD dolarlık bir iç pazarın dönmesi için daha büyük sermaye yatırımlarına gereksinimi vardır ve en büyük emperyalist ülkelerin en fazla yatırım yaptıkları yerlerin başında ABD gelmektedir.

Örneğin, Çin’in 2016 yılında ABD’deki doğrudan sermaye yatırımının tutarı 30 milyar ABD doları kadardır. Bu bir önceki yıla oranla iki katına çıkmıştır. Ve ABD’de Çin’li şirket sayısı 1900’ün üzerinde ve burada tam zamanlı çalışanların sayısı 90 binin üzerindedir.3

Dünyanın en büyük borçlu ülkesi olan (19,2 trilyon, 2016 yılı için) ABD’nin çıkardığı devlet tahvillerinin en büyük alıcısı da yine Çin. Çin’in elinde 1.189 milyar4 ABD doları tahvil var. Dünyanın en ucuz faizli tahvili ABD devlet tahvilleri olmasına karşılık, hemen hemen bütün ülkeler ya da şirketler ABD tahvillerini alır. Bu ABD’nin dünyanın en büyük ekonomisi olmasından ve geri ödememe riskinin az olmasından kaynaklanıyor. Ayrıca, ABD ekonomisinin krize girmesi bütün emperyalist ekonomilerin krize girmesini beraberinde getireceği için, aynı zamanda emperyalist ekonomiyi bir şekilde ayakta tutma çabasıdır. Çin bunu yapmaktadır. Çünkü en büyük ithalat-ihracat alanında ticaret ortağı ABD’dir. Aynı zamanda ABD ekonomisinin girdiği ya da gireceği herhangi bir bunalım, bütün emperyalist ekonomiyi ve kapitalist sistemi etkileyecektir. Bunun en yakın örneği 2008 krizidir. Diğer yandan, ABD’ye karşı bir koz olarak kullanma aracı olarak elinde bulundurmaktadır.

Emperyalist ekonomik zincirin kopmaz bir şekilde birbirine bağlı olduğu bilinir. Emperyalistler birbirine dayanmadan, birbiriyle ekonomik ilişkiler kurmadan yaşayamazlar. Stalin bunu çok önceleri dile getirmişti. Bugünde ne denli birbirine düşman olursa olsunlar, birbirlerini düşman rakip olarak görürse görsünler, birbirlerine ekonomik bağımlılıkları söz konusudur ve emperyalist-kapitalist üretim uluslararası bir karakteri çoktan almıştır. Emperyalist zincirin herhangi bir halkasının zedelenmesi, yara alması bütün ekonomileri etkilemektedir. Zincirin büyük halkalarını oluşturan (ABD, AB, Japonya, Çin vb. gibi) ekonomilerin yara alması ise daha büyük sarsıntıları gündeme getirmektedir.

ABD’de gayrimenkul dahil yabancı varlıkların toplamı 27 trilyon ABD dolarıdır.5 ABD emperyalist burjuvazisi her ne kadar “ulusal ekonomiyi korumak” adına bazı emtiaların ithalatına vergi koysa ya da vergileri yükseltse de, bu ABD ekonomisini dışa bağımlılıktan kurtaramayacaktır. Emperyalist ekonominin en büyük parçasını oluşturan ABD, bu zincirin dışına çıkamaz, çıktığı anda, deyim yerindeyse; işi bitti demektir. Yani, hem kendisi hem kapitalist ekonominin tüm zincirleri kopar. Bunu ancak enternasyonal proletarya gerçekleştirebilir.


Çin’e Doğrudan Yatırımlar

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD), 2017 yılın içinde doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının bir önceki yıla göre % 16 düştüğünü ve bunun 1 trilyon 520 milyar ABD dolarında kaldığını açıkladı.

Örneğin ABD’de bir önceki yıla göre üçte bir oranında azalarak 320 milyar dolar civarında gerçekleşmiş. Çin’de ise tersi bir durum gelişmiş. ABD’ye dış ülkelerin doğrudan yabancı sermaye yatırımları azalırken Çin’e olan yatırımlar % 8 oranında artarak 144 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiş.

Çin’i diğer ülkelerden farklı kılan bir özellik ise, dünya döviz rezervinin (toplamda 11 trilyon 121 milyar ABD doları) neredeyse üçte birine (yaklaşık 3.402,2 milyar ABD doları) yakınını elinde bulundurmasıdır. Bu da Çin’in ekonomisini güçlü kılan yanlardan birisini oluşturmaktadır. Bunun içine Honk Kong’un elinde bulundurduğu 451,6 milyar ABD doları olan rezervini katmıyoruz. Ve Çin’den sonra en büyük döviz rezervine sahip olan Japonya‘nın (1.322,4 milyar $) rakamını da göz önünde bulundurursak, Çin burjuvazisinin işi oldukça sağlama aldığı görülebilir. Almanya’nın döviz rezervi ise 200,9 milyar ABD doları kadardır.6 ABD’nin döviz rezervi ise 122 milyar ABD doları olarak gösterilmektedir.

Çin’in finans sermayesi giderek öne çıkmaktadır. Örneğin, dünyanın ilk en büyük on bankası arasında Çin ve ABD’nin dörder bankası var. Diğer ikisinden biri Japonya’ya, biri de İngiltere’ye ait. Sermaye büyüklüğü sıralamasında ilk iki sırayı Çin bankaları kapmaktadır. Pazar büyüklüğü sıralamasında ise iki ABD bankası önde gelmektedir.7

Çin burjuvazisi için pazarlar yeterli gelmemektedir. ABD burjuvazisi için ise pazarlar egemenlik alanları giderek daralmakta ve özellikle Çin tarafından (bunu, ABD, USGB vurgulamıştı) tehdit altına sokulmuştur. Öte yandan Rusya’nın da giderek güçlenmesi ve özellikle askeri alanlarda öne çıkmaya çalışması ve egemenlik alanlarını yeniden sağlamlaştırma ve genişletme hamleleri, emperyalistler arasındaki çatışmayı derinleştiren nedenlerin başında gelmektedir.

Emperyalistlerin aşırı üretimi, yeni pazar edinmeyi ve paylaşılmış pazarları yeniden paylaşmayı kaçınılmaz olarak gündeme getiriyor. Pazarların yeniden paylaşımı barış içinde çözülmediği için, silahlı kapışmayı gündeme getirmesi de bu sitemin karakteristik yapısı olarak öne çıkıyor. Çünkü bunun başka türlü çözümü olmuyor. Özellikle aşırı üretim, ve tüketimin bunu karşılamaması ve peşinden sıklıkla gelen ekonomik krizler (finans ve değişik adlarla), emperyalistlere yeni pazarlar edinmeyi ne pahasına olursa olsun dayatıyor
 
Devam edecek...
1 OEC/atlas.media.mit.edu.tr- 2016 / UNCTAD
2
3 www.fortuneturkey.com.12.04.2016
4 www.dünya.com. 17.01.2018
5 İlhan Üzgel, ABD’nin Bitmeyen Düşüşü, //www.gazeteduvar.com.tr/ 31.07.2017
6 Doviz rezverleri rakamları Kasım 2017 itibariyledir. Kaynak: de.statista.com. /waehrungsreserven/2018
7 www.fortuneturkey.com/ ve de.statista





Emperyalist Büyük Savaşa Doğru


Emperyalist Savaşın Esas Akım Haline Gelmesi -4

Yusuf KÖSE

Emperyalist Büyük Savaşa Doğru” yazı dizisinin bu son bölümü olacak. Aslında yazılacak daha çok şey var. Ancak genel hatlarıyla ortaya konulan veriler ve teroik argümanlar, içinde bulunduğumuz sürecin gidişatını genel hatlarıyla ortaya koyduğuna inanıyorum. 
 
Burada, ikinci emperyalist savaş öncesi komünistlerin gelecek savaşı nasıl değerlendirdiklerine kısaca değinelim. Savaş kapıya geldiğinde “esas akım savaş” demenin ya da “emperyalist savaş çıktı” demenin bir yararı yoktur. Önemli olan, geleceği, somut verilere dayanarak yaklaşık ve genel olarak saptayabilmektir. Komünistler bunu yapmakla yükümlüdür. Diyalektik materyalist metod bunu yapmaya elverişlidir.

Emperyalizm var olduğu sürece emperyalist savaşların kaçınılmazlığı gerçeğinin yanında, bunun somut hale gelmesinin hangi koşullarda olabileceği de ortaya konabilir. İnsanlık, son yüz yıl içinde iki büyük emperyalist dünya savaşı yaşadı ve bu insanlık için büyük iki yıkım oldu. Ancak, emperyalist savaşlar, proleter devrimlere de yol açtı. Burjuvazi, emperyalist savaşlarla da devrimlerden kaçamadı ve bundan sonrada kaçamayacaktır. 
 
Bugün hemen hemen herkes, hatta burjuva liberaller dahi, emperyalist savaş tehlikesinden söz ediyor. Barışın tehdit altında olduğu söyleniyor. Ancak, savaşın esas akım haline geldiği söylenmiyor. Emperyalistler arası çelişmeler ve gelişmeler, emperyalistlerin kaçınılmaz olarak dünyayı yeniden bölüşme istemleri, yeni emperyalist (örneğin Türkiye, Hindistan, İran vd.) ülkelerin ortaya çıkması, paylaşılmış pazarların yeniden paylaşılmasını acilen daytmaktadır.

Stalin, “Uluslararası Durum ve SSCB’nin Savunması (1 Ağustos 1927) yılında yaptığı uzun konuşmasında, Troçkist-Zinovyevist muhalefetin görüşlerini eleştirir. Bu konuşma, küçük burjuva muhalefete karşı tarihsel bir konuşmadır. Burjuva muhalefetin SSCB’ni yıkıma götürecek görüşlerinin mahkum edilmesidir. Çünkü, Kulaklara karşı mücadelenin önüne kendine “marksist-leninist” diyen bir küçük burjuva muhalefet dikilmiştir. 
 
Zinovyev “savaşın mümkün olduğunu” ileri surer ve Stalin bu görüşü, “savaşın mümkün değil, kaçınılmaz olduğunu” savunarak eleştirir. Ve şöyle der: 
 
“… ama savaşın daha şimdiden kaçınılmaz hale geldiğine ilişkin bir tek söz, gerçekten de bir tek söz etmiyor.”1

Günümüz gelişmelerle de yakından ilgili olduğu için Stalin’den alıntılar aktaracağım.

Kapitalizmin son zamanlarda tekniğinin yetkinleştirdiği ve rasyonalize ettiği ve pazar bulamayan geniş bir mal yığını ürettiği bir gerçek değil midir? Kapitalist hükümetlerin işçi sınıfına saldırarak ve kendi durumlarını geçici olarak güçlendirerek gitgide daha çok faşist bir niteliğe büründükleri bir gerçek değil midir? Bu gerçekler, istikrara kavuşmanın sürekli hale geldiğini mi gösterir? Kuşkusuz hayır! Tersine, dünya kapitalizminin son emperyalist savaştan önceki bunalımla kıyas Kabul etmez bir biçimde daha derin olan bugünkü bunalımın ağırlaşmasına vesile olan tam dab u gerçeklerdir.” (Stalin, Trotskizm mi Leninizm mi? sf. 352-353, Sol Yayınları)

Stalin, emperyalizm üzerine bu saptamalarda bulunurken, daha, kapitalizmin “1929 Büyük Buhranı” ortaya çıkmamıştı. Ama ekonomik ve siyasal veriler vardı. Ekonomik ve onun üzerinde şekillenen siyasal veriler birbirine koşut gider. Troçkist-Zinovyevist yıkıcı muhalefetin emperyalist savaş tehlikesini görmezden gelen anlayışları, kapitalizmin içinde bulunduğu ekonomik kriz ile uyuşmuyor, onu küçümsüyor ve SSCB’nin bu tehlikelere karşı önlem almasını zorlaştırıyordu.

Günümüze baktığımızda, muazzam bir teknolojik ilerleme, aşırı üretimin durdurulamayan hızı, burjuva demokrasisinin görünen yüzü AB ülkeleri başta olmak üzere iç faşistleşmenin işçi sınıfı ve emekçiler için tehlikeli bir boyuta ulaşması ve 2008 krizinin atlatılamaması ve daha büyük bir ekonomik-finansal krizin beklenmesi, borsalardaki düşüşler ve aşırı silahlanmalar ve vekalet savaşların tükenip, büyük emperyalist güçlerin karşı karşıya gelme sürecinin içine girilmesi, emperyalist savaşı, dünya halklarının kapısının eşiğine getirdiğini göstermektedir.

Kapitalizmin krizinin aşırı üretim ve bu aşırı üretimi emecek pazar bulunamaması gerçeği her zaman olmasına karşın, bazı dönemler bu süreç kriz şekline dönüşmektedir.

Bazılarının yüzeysel görüşlerinin aksine, kapitalizm karını artırmak ve tekeller birbirine karşı üstünlük sağlamak için sermayenin organik bileşmini sürekli yükseltirler. Ve teknolojik gelişmeyi ve elbette üretici güçleri artan ölçüde giderek geliştirirler. Bu kapitalizmin ilerici olmasından değil, birbirine karşı üstünlük ve pazar paylarını artırmak istemlerinden kaynaklıdır. 
 
Komünist Enternasyonal (III. Enternasyonal, 1 Eylül 1928) Programı’nda emperyalizmin krizi, faşizm ve savaş konusuna özel bir yer verilir. Bu görüşler, Stalin’in 1 Auğustos 1927’deki konuşmasıyla uyum içindedir.

Artan makine kullanımı, tekniğin ilerleyen mükemmelleşmesi ve bu temel üzerinde sermayenin organik bileşiminin sürekli olarak yükselişine, işin giderek daha fazla bölünmesi, emeğin üretkenliğinin ve yoğunluğunun artışı eşlik etmiştir.“ 2
 
Sermayin organik bileşiminin yükselmesi, kapitalizme istikrara kazandırmıyor, tersine, istikraraını daha kısa sürecin içine sokarak krizlerin genel bir hal almasına ve derinleşmesine ve emperyalist tekeller arasındaki (ve elbette emperyalist ülkeler arasındaki) çelişmenin barış içinde çözülemeyecek bir biçimde keskinleşmesine neden oluyor.

Tam da kapitalizmin tekniğinin rasyonelleştirilmesi ve pazarın ememeyeceği geniş bir mal yığını üretmesi gerçeğidir ki, emperyalist kamp içindeki, pazar ve sermaye ihracı alanları uğruna mücadeleyi kızıştırmaya vesile olmakta ve yeni bir savaşın, dünyanın yeniden paylaşılmasının koşullarının yaratılmasına yol açmaktadır.“3

Burjuvazi aşırı üretim krizini neden çözemiyor? Çünkü burjuvazi çalışanların lehine bir üretim yapmıyor, tersine aşırı kar elde etmek için üretim yapıyor. Stalin’in dediği gibi4, eğer burjuvazi, işçi ücretlerini birkaç kat artırabilseydi, köylülüğün maddi yaşam koşullarını iyileştirebilseydi, ve genel anlamda işçi ve emekçilerin alım gücünü yükselterek iç pazarı genişletebilseydi, bu sorunu kısmen çözebilirdi ve krizlerini atlatabilirdi. Ancak, burjuvazinin amacı daha fazla kar için işçileri ve emekçileri daha fazla sömürmektir. Burjuvazi, işçilerin ücretlerini ve halkın refahını artırmak için uğraşmaz. Tersini yapar. Bu da onu kaçınılmaz bir krizin içine sokar. Aşırı üretim krizi, her zaman burjuvazinin tepesinde demoklesin kılıcı gibi sallanır. İç pazarla yetinmeyip zorunlu olarak dışa pazara yönelen burjuvaziyi daha keskin rekabet ve çelişmeler beklemektedir. Bu da onu yeni pazarlar elde etmek için savaşlara sürükler.

Emperyalist burjuvazi, insanlık tarihini ileriye götürmek için değil, onu geriye alma çabası içine girer. İnsanlığın tüm kazanılmış değerlerinin yıkımını ister istemez hedefler. Yapılan savaşlar ve yıkımlara bakıldığında bu sonuca varmak zor olmasa gerek. Çünkü, burjuvazi insanlığın „bekası“ için değil, daha fazla kar elde etmenin „bekası“ için mücadele eder. Kar ise, işçi ve emekçilerin kanıyla birikir.

Üretimin Uluslararasılaşması

Kapitalizm ulusal temelde ortaya çıkmış olmasına karşın, uluslararası bir niteliğe sahiptir. Emperyalizmin ortaya çıkışı, onun bu niteliğinin bir ürünüdür. Yani, uluslararası bir ekonomi olmasından kaynalıdır. Uluslararası pazarları ele geçirme mücadelesi, üretimin uluslararasılaşmasını ve uluslararası üretimin örgütlenmesini de kaçınılmaz olarak beraberinde getirir. Bugün bunu net olarak yaşıyoruz.

Kullandığımız cep telefonları, bilgisayarlar, otomobillerin ve daha başka karmaşık metaların üretimlerine baktığımızda, parçaların değişik ülkelerde üretildikten sonra bir yerde birleştirildiği (monta edildiği) görülebilir. Örneğin bir dizüstü bilgisayarı açıp baktığınızda, içinde en az on parçanın üretim adresleri değişik ülkelerdendir. Bu üretimin uluslararasılaşmasının yalın göstergesidir. Pazara sürülen metaların adeta sanal ortamdaki gibi bir yerden bir başka yere ulaştırmanın alt yapılarının (ulaşım) oluşturulması ve bu ulaşımın çok yönlü olarak dünyanın en ücra köşelerine kadar vardırılması, döşenmesi, kapitalist üretimin anında pazarlara ulaştırmanın kaygısından ileri gelmektedir. Son olarak Çin’in denizde ve karada yeni “ipek yolları”, emperyalist tekellerin ürettikleri metaların anında her yere ulaşması amaçlıdır. Bu aynı zamanda emperyalist devlerin ve emperyalist tekellerin birbirlerine karşı pazarları ele geçirme çabalı gelişim hızıdır.

Kapitalizmin bu aşamaya gelmesi, özellikle 1970’lerden sonra uygulamaya sokulan Neoliberal politikalarla daha da hızlanmıştır. Devasa tekellerin ortaya çıkması ve bütün dünya pazarlarını ele geçirme mücadeleleri, üretimi de derinlemesine ve genişlemesine geliştirmiştir.

Üretimin uluslararasılaşmasından Marx başta olmak üzere Lenin ve Stalin’de söz ederler. Marx bunu, “Kapitalizm kendi süretinde bir dünya yaratır” diyerek yanıtlar, Lenin emperyalizm kitabında;

İhraç edilmiş sermaye .... bütün dünyadaki kapitalizmi derinlemesine ve genişlemesine geliştirmek pahasına olduğunu unutmamalı.”5

III. Enternasyonal’in 1928 Programı’nda ise şöyle bir saptama var:

Dünya ekonomisinin üretici güçlerinin büyümesi, böylece, ekonomik hayatın biraz daha uluslararasılaşmasına, ama aynı zamanda en güçlü finans kapital devletleri arasında bölüşülen dünyanın yeniden paylaşılması için verilen mücadeleye yol açar.”6

III. Enternasyonal, daha 1928 yılında bunu söylüyordu. Bugün ise, üretimin uluslararasılaşması, kapitalist üretimin bir gerçeği haline gelmiştir. Üretimin uluslararasılaşması emperyalist tekeller arasındaki ve emperyalist ülkeler arsındaki çelişmeleri daha da keskinleştirmiş, pazar mücadelesini iyice kızıştırmıştır. 
 
Daha yakın bir örnek. Örneğin Alman Otomobil tekeli VW (VolksWagen), otomobillerinin bütün parçalarını Almanya’daki üretim merkezlerinde üretmiyor. Parçalarının bir çoğu Türkiye vb. ülkelerde üretilip, üretim merkezlerine (fabrikalara) getirilip momntaj ediliyor. Hem ucuz işgücünden hem de ucuz hammaddeden yararlanıyor. Ya da dünyanın önde gelen tekstil tekellerinin üretimine baktığımızda, üretim ağları salt ana merkezleri (bağlı olduğu ülke) değil, dünyanın her yanında üretim yaptırıyorlar. Nicke’nin, Bangaldeş, Pakistan ve daha bir çok ülkede üretim merkezi vardır. Koç Holding’in şirketleri, örneğin Arçelik (genel de Beko adı altında) ya da o ülkelerde satın aldığı şirketlerin adıyla üretim yapar. Güney Afrika, Rusya, Çin, Bulagaristan, Romanya, Endonezya, Tayland, Pakistan’da üretim merkezleri (fabrikaları) vardır. Bu, Koç Holding’in uluslararası bir tekel olduğunu gösterdiği gibi, üretimin de uluslararasılaştırdığını gösterir.

Emperyalist tekellerin birbirleriyle rekabetleri ve aynı zamanda birbirleriyle kaçınılmaz olan ekonomik karmaşık ilişkileri, üretimin uluslararasılaşmasıyla daha da artmış ve bu aynı zamanda emperyalist pazarların tıkanmasını ve bu pazarların yeniden paylaşılmasını zorunlu kılmıştır.

Günümüzde, ABD, Çin, AB, Japonya, Rusya ve diğer emperyalist ülkeler arasındaki çelişmeler, ilişkiler, kutuplaşmalar, pazarların yeniden paylaşılması mücadelesi uğruna olmakatdır. Özellikle yeni gelişen emperyalist (örneğin Türkiye) ülkelerin varlığı, emperyalistler arası çelişmeyi keskinleştirici ve pazarların yeniden paylaşılması için emperyalist savaşın kaçınılmazlığını öne çekmiştir.

Buraya III. Enternasyomnal’ın 1928 programı’ndan bir saptamayı daha aktaralım:

Emperyalizm, dünya kapitalizminin üretici güçlerini geliştirdi; toplumun sosyalist örgütlenmesi için gereken maddi koşulların yaratılmasını sağladı7 dedikten sonra şöyle devam eder;

Emperyalist savaşlar, dünya ekonomisinin üretici güçlerinin emperyalist devletlerin sınırlarını aşacak ölçüde gelişmiş bulunduğunu ve ekonominin, dünyayı bütünüyle kapsayan uluslararası çapta örgütlenmesini zorunlu kıldığını kanıtlamakta.”8

Yaklaşık yüzyıl önce komünistlerin bu belirlemeleri, daha bir netleşmiş ve emperyalizmin bu özelliği daha bir genelleşmiştir. Kapitalizm derinliğine ve genişlemesine gelişerek uluslararasılaşmış özelliği ve üretimin uluslararası örgütlenmesi öne çıkmıştır. Emperyalist tekeller bunu dünyaya egemen olmak için yapmaktadır.

1928 programı’ndan bu konuyla ilgili son bir alıntı daha aktaralım:

Emperyalizm, kapitalist gelişmenin bu en üst evresi, dünya ekonomisinin üretici güçlerini dev boyutlara ulaştırıyor, bütün dünyayı kendisine benzetecek tarzda biçimlendiriyor. ... sermayenin tekelci biçimi aynı zamanda, giderek artan ölçüde, kapitalizmin parazitleşerek yozlaşmasının, çürümesinin ve çökmesinin öğelerini geliştiriyor.”9

Emperyalizmin üretimi uluslararasılaştırması, onun ilerici oluşundan değil, dünyaya egemen olma, bütün pazarları ele geçirme ve halkları köleleleştirme uğruna yapmaktadır. Ve bu gelişme emperyalist savaşlarıda kaçınılmaz kılmaktadır. Üretimin devasa boyutlara varması, tekniğin gelişmesi, sermayenin giderek daha az ellerde merkezileşmesi ve yoğunlaşması, kapitalist dünya ekonomisinin büyümesi, kapitalist sistemi bunalıma girmekte kurtarmaya yetmiyor, tersine emperyalistler arası çelişmeleri keskinleştiriyor ve barış içinde çözülemeyecek bunalımların ortaya çıkmasına neden oluyor. 
 
Bu gelişmeler, proleter devrimlerini de 17 Ekim Rus Devrimi’nden bu yana önünü açmıştır. Bugün, sosyalist devrimlerin olmaması, bu sürecin kapandığı anlamına gelmez, tersine, emperyalizmin içinde bulunduğu kriz ve savaş tehlikesi, burjuvaziyle proletarya arasındaki çelişmeleri, emperyalizm ile ezilen halklar arasındaki çelişmeleri keskinleştirerek yeni bir proleter dünya devriminin gelişmesinin önünü açmaktadır.

Yeni Emperyalist Ülkeler

Yeni gelişen emperyalist ülkeler, kapitalizmin bir lütfu değil, kapitalist üretim ilşkilerinin bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Hiçbir emperyalist ülke olduğu gibi kalamayacağı gibi, geri ya da yarı-sömürge ülkelerde kapitalist üretim ilkileri ve emperyalizm sürecinde oldukları yerde ilelebet kalamaz. Emperyalistler arasındaki çelişmeler, kapitalizmin derinlemesine ve genişlemesine gelişmesi, üretimin uluslararasılaşması ve 1980’lerden itibaren KİT’lerin hızla özelleştirme operasyonları, ger kalmış kapitalist ülkelerin bazılarını öne çıkarak emperyalist bir ülke haline gelmesine neden olmuştur.10

Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya, Güney Kore, Meksika, Türkiye, İran, Güney Afrika, Endenozya, Arjantin, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Bunlar yeni emperyalist ülkelerdir. Bunların emperyalist dünyanın paylaşılmış pazarlarına girmeleri, emperyalistler arası çelişmeleri daha da keskinleştirmiş ve yeni bir emperyalist savaş tehlikesini daha erkenden tetiklemişlerdir.
Emperyalizm, sermaye ihracı ve şirketlerin tekelleşmesi ve uluslararası alanlarda pazar mücadelesine katılmasıdır. Buraya, bir kaç yeni emperyalist ülkenin sermaye ihracının 2016 yılı verilerini alalım: (Milyar, ABD doları)
 
Çin; 479,737, Hindistan; 138, 611, G. Kore; 80,206, Rusya Federasyonu; 70,799, İran; 51,257, Türkiye; 44,952.11 Bu rakamlar, adı geçen ülkelerin dış ülkelerdeki doğrudan sermaye yatırımlarını vermektedir.

İran kendi bölgesinde (Ortadoğu) önemli bir bölgesel güçtür ve ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’nin baş düşmanı durumundadır ve bu güçler İran’ın bölgede ilerlemesinin önüne geçemiyorlar. İran, ABD’nin YDD karşı olan bir güç ve ABD bu gücü dize getirememektedir.

Türkiye’nin emperyalist12 olduğuna ilişkin saptamalara itirazlar vardır. Ne var ki, Türkiye’nin sadece son yıllardaki saldırganlıkları ele alınsa, bunun salt Erdoğan’nın lümpen kabadaylığının bir sonucu değil, Türk tekelci burjuvazisinin saldırganlığı, yayılmacılığı olarak ortaya çıkmaktığı rahatlıkla görülebilir. Türkiye’de rejimin islamcı-faşist karaktere büründürülmesi, dış emperyalistlerin isteğinden çok içerdeki Türk tekelci burjuvazisinin isteği ile uyum içinde olmuştur. Kosova’daki “FETÖ”cülere yapılan son operasyonun ekonomik perde arkasına bakıldığında (Arnavutluk ve Kosova’daki bankaların13 kimlere ait olduğu bilindiğinde), resmin geri tarafı kolayca anlaşılabilir.

Türk burjuvazisi özellikle Ortadoğu’da diğer emperyalistlerden pay istemekte ve ilişkilerini de buna göre düzenlemektedir. NATO üyesi olmasına rağmen, bölgeye girebilmek için Rusya’yla ilişkileri geliştirme yoluna girdi. İran ile anlaştı. Bu anlaşmalar burjuvazinin çıkarlarıyla doğrudan ilişkilidir. Ve Türkiye daha büyük savaşlara hazırlık yapmkatadır. Silahlanması ve uluslararası ilişkileri, emperyalist kamplar arasındaki ilişkileri buna göre dizayn etmeye çalışmaktadır. ABD ve AB’nin dayatmalarına göre hareket etmemektedir. Tersine, onlardan taviz koparmak için yoğun bir çaba harcamakta ve onların dayatmalarına karşı Rusya ve İran ile girdiği ilişkileri koz olarak kullanmaktadır. Aynı diğer emperyalistlerin birbirine yaptıkları gibi...

Türkiye, bölgede işgalci, yayılmacı ve savaş kışkırtıcısı bir güç olarak varlığını sürdürmektedir. Bölge halkları için oldukça tehlikelidir ve barışın düşmanı işgalci emperyalist bir güçtür.

Emperyalist Savaşın Kaçınılmazlığı

Emperyalist savaşın kaçınılmazlığının habercisi belli başlı öğler vardır. 
 
Birincisi; Bunların başında kapitalist ekonominin içinde bulunduğu kriz gelir. Emperyalist burjuvazi 2008 krizini kısmen aşmasına karşın yeni bir aşırı üretim kriziyle karşı karşıyadır. Ekonomi borçla yürümektedir. ülkelerin toplam borcu dünya gayri milli hasılasının %320’si kadardır. Yani, ortada sermayeden çok borç var ve borçlu olmayan hiç bir ülke yok gibidir. Emperyalist merkezlerdeki borsalarda düşüş yaşanmaktadır.

İkincisi; Silahlanma gelir. Ülkelerin son beş yıl içinde silahlanması %10 artmış durumda. Silahlanma yarışı içine girmeyen ülkeler yoktur. Bir taraftan askeri harcamaları artırırken bir yandan da silahlanma yarışına girilmiştir. Büyük emperyalist ülkelerin (ABD, Çin, Rusya vd.) askeri harcamaları ve dünyanın farklı bölgelerinde asker konuşlandırmaları artmıştır. ABD’nin dünyanın çeşitli yerlerinde 250 bin kişilik askeri vardır. Bunun dışında Çin ve Rusya’yı askeri olarak da çember içine alma hamleleri sıklaşmaktadır. Buna karşı ise söz konusu ülkelerin hamleleri vardır. Çin devlet başkanı, ordusuna savaşa hazır olmaları çağrısı yapmıştır.

Üçüncüsü; İç faşistleşme ve ırkçılık artmaktadır. Bütün AB ülkelerinde bu gelişme son beş yıldır hızlı bir şekilde yaşanmaktadır. Irkçı-faşist partiler bu merkezlerde ya ikinci ya da üçüncü sıralardadır. Bazı ülkelerde ise iktidarda yer almaktadırlar. Buna karşı işçi ve emekçilerin haklarında büyük kıstlanmalara gidiliyor. Demokratik hak ve özgürlükler giderek daraltılıyor. Fransa ve Almanya’da bu güncel haldedir. Göçmenler vesile edilerek ırkçı ve yabancı düşmanlığı geliştiriliyor ve yabancılara (göçmenlere karşı) daha sert politikalar uygulanıyor.

Kitlelerin demokratik hakları yanında ekonomik haklarıda gasp edilmekte ve işçi sınıfı üzerindeki sömürü oldukça ağırlaştırılmaktadır. İç faşistleşmenin ve gericileşmenin en önmeli belirtilerin başında kitlelerin demokratik ve ekonomik hakların gasp edilmesi ve sömürü koşullarının daha da ağırlaştırılması gelir. Bugün bu bir gerçekliktir.

Dördüncüsü; Emperyalist kutuplaşmaların ve emperyalistler arası çelişmelerin keskinleşmesi. Ortadoğu, Güney Çin Denizi, Doğru Avrupa (Ukrayna vd.), Kafkasya ve Afrika’da çelişmeler derinleşmiş ve keskinleşmiştir. Bu bölgeleri yeniden paylaşım savaşları vekalet savaşlarından doğrudan emperyalistlerin kendilerinin karşı karşıya geldiği bir döneme girmiştir. 
 
ABD’nin Çin’e vegi uygulaması, Çin’in buna karşılık vermesi, Rusya’ya karşı uygulanan ağır dıştalma politikası (Rus diplomatlarının sınır dışı edilmesi olayı), ABD’nin “Ulusal Güvenlik Belgesi”nde açıktan Çin’i düşman ilan etmesi ve meydan okuması ve “küreselleşme” vb. yerine ulusal çitlerin örülmek istenmesi, yani vergilerle çitler örülmesi, emperyalist burjuvazinin savaş hazırlıkları olarak okunmalıdır.

Beşincisi; Emperyalist burjuvazi artık eskisi gibi dünyayı yönetemez duruma girmiştir. ABD emperyalist burjuvazisinin biçimlendirdiği Yeni Dünya Düzeni (YDD) yıkılmıştır ve bunun ciddi sancısı çekilmektedir. Çin kendi emperyalist düzenini dünyaya vermeye çalışmaktadır. En saldırgan güç ve savaş kışkırtıcısı olarak öne çıkan ABD emperyalizmi, yönetimi savaşa göre şekillendirmektedir. Yani, bir nevi emperyalist savaş hükümeti oluşturulmaktadır.

Altıncısı; Kitlelerin eskisi gibi yaşamak istememesi. Bu bir çok ülkede kitlelerin sokaklara dökülmesinde, işçilerin grevlerle ekonomik hakların gaspına karşılık vermesinde kendini göstermektedir. Burjuvazi, kitlelerin tepkilerini baskı ile bastırma yöntemiyle önlemeye çalışmaktadır. Türkiye, Çin, Hindista, Rusya, Brezilya, meksika vb. ülkelerde kitle harekketleri polis ve askeri güçler ile bastırılmaya çalışıllıyor. ABD’de devasa kitle gösterileri yapılıyor. Irkçılık ve bireysel silahlanma ve Trump yönetimi protesto ediliyor. AB ülkelerinde ise, başta Fransa ve Polonya’da olmak üzere bir çok ülkede kitleler hükümetlerin uyguladığı hak gasplarını protesto ediyor.

Bütün bu gelişmeler dikkate alındığında, emperyalist savaşın kaçınılmaz olduğunu ve esas akımın savaş olduğu saptamasında bulunmak abartı olmayacaktır. Komünistler mücadele taktiklerini buna göre oluşturmalıdır. Kitleler, emperyalist savaşa karşı mücadeleye çağırılmalı, emperyalist savaşa ve faşizme karşı birleşik cephenin oluşturulması esas olmalıdır. 
 
Bitti.


1 Stalin, Trotskizm mi Leninizm mi?, sf. 351, (açS), Sol Yayınları, İkinci Baskı
2 III. Enternasyonal, 1919-1943, sf. 131, Belge yayınları, 1979 Ekim)
3 Stalin, age, sf. 353
4 Stalin, age, sf. 353
5 Lenin, Emperyalizm, sf. 72, Sol Yayınları, 2009
6 KE Raporu, sf. 133
7 Emperyalizm, demek ki üretici güçleri geliştiriyormuş. Buna karşın “ilerici” olmuyor. Çünkü bir çok kesim, gelişen üretici güçlerin gelişmiş olmasını görmek istemiyor. Oysa, dünyanın bugünkü hali, üretimin uluslararasılaşması, devasa teknolojik gelişmeler, üretici güçlerin geliştiğini, anacak bunu emperyalizmin çıkarları doğrultusunda geliştirdiğini belirtmek gerekir. Özellikle Türkiye’yi hala “pre kapitalist” öncesi dönemle açıklamaya çalışanların, bu marksist verileri ve argümanları bir kere daha gözden geçirmelerinde yarar var. Bunları son panellerdeki tartışmalardan hareketle yazıyorum.
8 III. Enternasyonal 1928 programı, sf. 136 (açYK)
9 III. Ent. Sf. 137
10 Yeni Emperyalist Ülkeler saptamasını ilk olarak Almanya Marksist-Lleninist Partisi (MLPD) önderi stefan Engel yapmış ve bunu türkçeye , “Uluslararası Devrimin Şafağı” (Nisan Yayımcılık) adıyla çevrilip yayınlanan araştırma kitabında ve “Yeni Emperyalist Ülkeler” broşüründe (türkçesi yurtdışında yayınlandı ve internette bulunabilir) etraflıca ortaya koymuştur. Bu kitapların içindeki teorik belirlemeler Uluslararası Komünist Hareketi’ne önemli bir katkıdır.
11 Veriler, UNCATAD 2016 raporundan alınmıştır.
13 Çalık Grubu’na ait bankalar Arnavutluk ve Kosova’da büyüklükte ikinci sıradadır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder