EMPERYALİST
SALDIRI VE İŞGALE KARŞI
SINIFSAL
DAYANIŞMA GÜÇLENDİRİLMELİDİR
Yusuf
KÖSE
“Biz
Türkiye için kafi derecede büyüdük, iki derece büyük geliyoruz
artık”1
Bu
söz, Türkiye ekonomisinin %10’nundan fazlasını elinde tutan ve
dünyanın en büyük ilk 500 tekeli içinde yer alan Koç Holding
onursal başkanına ait. Bu büyüme salt Koç Holding’e özgü
olmayıp, genel olarak Türk sermayesine özgü bir büyümedir.
Sıkça
vurguladığım gibi, savaşı ekonomiden bağımsız ele almak
yanıltıcı olur. Türk egemen sınıflarının son yıllardaki
saldırgan politikaları, Koç’un sözlerinin içinde gizlidir.
Büyüyen sermaye, egemenlik alanlarını genişletmek, yeni alanları
ele geçirmek ister. Bu salt sermaye ihracıyla değil, aynı zamanda
savaşla da olmaktadır.
Türk
devletinin, “Suriye savaşı” çıkar çıkmaz sahneye çıkması
(ABD’nin Irak işgali sırasında Türk devletini orada yer almak
istemesi de hatırlansın), savaşın içinde yer almak için yoğun
çaba harcaması ve radikal dinci örgütleri destekleyerek savaşın
aktif tarafı olması, salt sünni dinciliğini yaymak amaçlı
değil, tersine, egemenlik alanlarını genişletme ve sermayeye yeni
alanlar açma amaçlıdır. Sünnilik, (ya da İran’ın yaptığı
gibi şiilik) sermayenin yayılmacı eğlimin bir bahanesidir. Aynı
Suudi Arabistan’ın yaptığı gibi. Suudi Arabistan ya da İran
“şeriat”ın hükümlerine göre yönetildiği söylenir. Oysa bu
tür ülkelerde “şerita” kapitalist sömürüyü ve onun
toplumsal sisteminin gizlemek amaçlı kullanılır. Günümüzde
din, kitlelerin kapitalist sömürüye tamamen teslim olması için
(camilerde savaş yanlısı konuşmalar) öne çıkarılır. Egemen
sermaye kesminin Türkiye’de de, bütünüyle dini hakim hale
getirmek istemesinin altında yatan gerçek budur.
Türk
sermayesine, uzun bir zamandır Türkiye küçük gelmektedir. Ama,
Kürt ulusal demokratik hareketi Türk egemen sınıfların bu
yayılmacılığına en önemli engellerden biri durumuna gelmiştir.
Bunun içinde, bu demokratik oluşumun bir şekilde tasfiye edilmesi
ya da en azından statüsüz olarak sömürgeci devletlerin baskısı
altında tutulması (bugüne kadar olduğu gibi) isteniyor.
Kürtleri
hedef alan savaşın sürdürülmesi, egemen sınıfların da işine
gelmektedir. Egemen sınıflar, Türk milliyetçiliğini ve şovenizmi
kışkırtarak kitlelerin önemli bir bölümünü kendi peşinde
sürükleyerek demokratik ortamın ortadan kalkmasını
sağlayabilmektedir. Böylece, sınırsız bir sömürü ve talanın
sermaye için önü açılmış oluyor. Yaklaşık, son 15 yıldır
yoğun bir şekilde yaptıkları da budur. Bütün istatistikler, bu
kısa süreç içinde, sermaye cephesinin palazlandığını,
özelleştirme, küçük sermaye kesimlerin büyükler tarafından
yutulması ve büyük bir mülksüzleştirme operasyonu ile
sermayeninin daha fazla temerküz olduğunu ve aynı zamanda, bu
süreçte, dışarıya (sermaye ihracı bağlamında) ciddi
açılımların olduğunu ortaya koyuyor.
Faşist,
ırkçı, baskıcı, cinsiyetçi ve kitlelerin dinin baskısı altına
alınmış bir ortamın varlığında, sermaye daha fazla semirir ve
semirdikçe baskı ortamını daha fazla artırır. Ve
Türk egemen sınıfları 2023 yılına kadar önlerine böyle bir
hedefte koymuştur. Demokratik kamuoyunun yok edilmesi, baskı altına
alınması, hükümetin içte ve dışta savaş hükümeti olması,
sermayenin ise çok yönlü palazlanması programa konmuştur.
Sermaye
devletinin bu kirli hedefini bozacak yegane güç çeşitli
miliyetlerden Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerin (ve Kürt
ulusal demokratik hareketiylede ortaklaşarak) buna karşı duruşu
olabilir. Türk egemen sınıfları içeriden darbelenmeden dışarıya
yönelik (başta Kürtlere) işgal ve saldırısını sürdürmeye
devam edecketir. Bu nedenle iç
devrimci-demokrat mücadele cephesinin oluşturulması ve
güçlendirilmesi önem kazanmaktadır.
Tükiye’de,
burjuva demokrasi normları içinde olan “anayasal hukusal durum”un
dahi bütünüyle ortadan kaldırılması, faşist rejmin en vahşi
halinin toplumun üzerine çökertilmesi, sermaye devletinin istediği
bir durumdur. Böylece, toplumun maddi ve manevi tüm birikimlerini
ve gücünü, sermayenin palazlanması, büyümesi ve yayılması
için kullanmaya eleverişli hale getirilmektedir. Bu, oldukça kanlı
bir süreci koşullamaktadır.
Toplumsal
dizayn daha derinden ve sermaye devletinin “usta toplumsal
mühendisleri” tarafından yapılmaktadır. Erdoğan, eline kağıt
verilip okutulan, kitleleri etkilemesini bilen, Türk sermaye
devletine iyi hizmet eden ve verilen rolü iyi oynayan faşist bir figürdür. Örneğin,
ABD yanlısı 15 Temmuz darbesinin daha başlamadan bitirilmesi; tüm muhaliflere ve demokratik kesimlere karşı yoğun bir baskı ortamına dönüştürülmesi;
Erdoğan’ın “bilgeliğinden” değil, egemen sınıflar
tarafından usta bir taktikle ve kendi içlerindeki çeşitli
kanatlar arasında uzlaşmanın sonucu olmuştur.
Emperyalistler
arası çelişmelerin artan keskinleşmesine bağlı olarak, yeni bir paylaşım
savaşının koşullarının olgunlaşmasından hareketle de, Türk
devleti, bundan sonra savaşsız pek durmayacaktır. Öncelerini
saymazsak, son 30 yılı aşkındır en büyük savaşını Kürtlere
karşı vermektedir. Bundan sonra da vermeye devam edecek. Bu savaş
salt Kürtler ile sınırlı kalmayıp, başka alanlara açılmayı
(işgal ya da sermaye ihracıyla) da beraberinde getirecektir.
Türk
bujuvazisini, hala “emperyalizme bağımlı” bir burjuva olarak
ele almak, politik mücadelede yanılgılara neden olur. Somali ve
Katar’da askeri üslerin açılması, bir yardım kuruluşu olarak
değil, emperyalist emellerini gerçekleştirmek amacıyla orada
bulunmaktadır. Ayrıca Güney Kürdista’nın Başika bölgesinden
–ABD, İran ve Irak hükümetin istemlerine rağmen- çekilmemekte
direnmesi, Türk egemen sınıfların yayılmacılığının bir
sonucudur. Yine “terör” bahanesiyle elini Suriye (esas olarak
Kürt bölgelerine) sokması ve oralarda yerleşik kalma isteği,
burjuvazinin niteliğiyle doğrudan bağlantılıdır. Ve
daha önemlisi AB emperyalistlerine kendi isteklerini şu veya bu
oranda kabul ettirmesi, Türk egemen sınıfların emperyalist
(ekonomik ve askeri olarak) niteliğiyle doğrudan bağlantılıdır. Tüm yaptırım ve dayatmalara rağmen Kıbrıs'ın yarısını işgal altında tutması bunlara eklenmelidir.
Türkiye
işçi sınıfı ve emekçilerin savaş içine sokulması,
burjuvazinin işgal ve saldırı aracı olarak kullanılması,
“Türkiye’ye iki gömlek büyük” gelenlerin doğrudan
eseridir. Bu görülmeli ve mücadele ve örgütlenme buna göre
örülmelidir.
Türk
egemen sınıfları içerde ve dışarda saldırılarını daha uzun
bir süre sürdüremeyecektir. Bu kanlı süreç sınıfsal
çelişmeleri daha fazla derinleştirerek, devrimci, baskı altında
kalan sınıfların birleşmesini ve faşizme karşı ortaklaşa
mücadelesini er geç güçlü bir şekilde ortaya çıkmasına neden
olacaktır.
Bugün
Afrin halkının haklı ve meşru direnişi Türkiye içine
taşınmalı, “savaşa ve faşizme karşı” bir mücadeleye
dönüştürülmelidir. İşgal ve saldırı altındaki Afrin
halkının direnişi ve mücadelesiyle, grevleri yasaklanan metal
işçilerin direnişleri ve mücadeleleri ortaktır ve
ortaklaştırılmalıdır. 28.01.2018
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder