Burjuvazinin
Halleri Ve Mücadele Taktikleri (1)
Yusuf
KÖSE
2018,
İran gerici-faşist molla rejimine karşı, çeşitli milliyetlerden
İran işçi ve emekçilerinin direnişiyle karşılandı ve bu
direniş, dünya işçi sınıfı ve ezilen halkları için
mücadelenin motivasyonu olmuştur. Ve bu direniş 2018 yılının,
emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişmelerin daha da
derinleşeceğini gösterirken, kapitalist sisteme karşı işçi
ve emekçilerin direnişlerinin de gelişeceğinin bir işareti
olarak okunabilir.
Ülkemizdeki
durum çok net. Açık bir faşist diktatörlük var ve bu faşist
diktatörlük, askeri faşist diktatörlüklerden farklıdır.
Faşizmin açık bir kitle desteği vardır ve bunu her geçen
güçlendirmeye çalışıyor. Yeni yasa ve kanunlarla konumunu
sağlamlaştırmaya, muhalif kesimleri ise bütünüyle soluksuz ve
dermansız (güçsüz) bırakmanın adımlarını, günden güne
büyüterek atıyor. Ve devrimci-demokratik örgütlenmenin ve karşı
koymanın karşısına bir örgütlü, silahlı faşist bir para
militarist güç çıkarılıyor. Ve bu uzun zamandır hazırlanıyor
ve yasallaşmış durumdadır. HÖH, SADAT vb. aybesgerlerin görünen
taraflarıdır. Aynı Endenozya’da 1959’da komünistlere karşı
devlet tarafından kurulan ve desteklenen ve günümüze kadar
örgütlü olan “Pemuda Pancasila” paramiliter gücü, İran’da
“Besici”ler, "Devrim Muafızları" vb. Latin Amerika ve
daha bir çok ülkede paramiliter güçler vardır ve bunlar devletin
yarı-resmi güvenlik güçleri olarak çalışırlar. Esas amaçları
da işçi sınıfı hareketini bastırmaktır. Hitler Almanya'sınında
resmi ve yarı-resmi bir çok paramiliter örgütleri vardı.
Son
çıkarılan 696 sayılı KHK, Türk egemen sınıfların işi
buraya getireceği ve bu yasayla yetinmeyip, faşist yasaların
birbirini takip edeceği belliydi. Çünkü, faşizm çok
bilinmeyenli denklem gibi değil, tersine, iki artı iki gibidir.
Yani, siyaseten oldukça basittir. Faşizme karşı olan kitlelerin
karşısına neler çıkaracağı çok açıktır. Bugün olduğu
gibi. Bu nedenle, TÜSİAD ya da bazı liberallerin çıkışlarından
“umut” beklemek, kurbanın kasabın bıçağını yalamasına
benziyor. Türk egemen sınıfları arasındaki çıkar çelişmesi
derinliği, şimdilik, kurbanın (işçi sınıfının) ortaklaşa
keslimesi önünde engel değil. Tersine, bıçak her geçen gün
daha keskin hale getirliyor.
7
Haziran 2015 seçimlerinin arkasından hemen yazmıştım. “Erdoğan
bütün seçimleri kazanacak”. Ve öyle de oldu. Bunu Türk tekelci
burjuvazisi istiyor ve egemen sınıfları, sermayenin çıkarı
gereği, örgütlenmesini ve yasalarını da ona göre yapıyor.
Mısır’da Mübarek, Tunus’ta Bin Ali nasıl yıllarca tek
başlarına kaldılarsa, AKP-Erdoğan kliği de aynı şekilde
iktidarda kalmaktadır. Bu iktidar sürecini kitle hareketlerinin
boyutu belirleyecektir.
İşçi Sınıfı Emperyalistleşmiş
Türk Devletiyle Karşı Karşıyadır
Siyaset
ekonomiden bağımsız olamaz. Sermayenin niteliği, siyasetine
niteliğini ve biçimini belirler. Türk egemen sınıfları, artık
AB ya da ABD’nin her dediğini yapmıyor. Çünkü kendisi bir
emperyalist devlet haline gelmiştir. “Türk devleti emperyalist
bir devlettir” belirlemesine karşı çıkanlar elbette olacaktır.
Ancak, bunu ileri sürenlerin Türk tekelci burjuvazisinin
uluslararası ilişkilerini, sömürü ağlarını, dış ülkelerdeki
yatırımlarını irdelemeleri ve incelemeleri gerekiyor. Bu ayrı
bir yazı konusu olamakla birlikte, bugün Türkiye’nin finansal
(bankaların dışında) 301
aşkın çok ulusulu tekeli ve yurt dışında 300 aşkın fabrikası
ve 44 milyar ABD doları yatırımı vardır.2
Londra ve New York borsalarında yatırımları vardır. Sadece,
müteahhitlik alanında bir veriyi buraya aktarmak bir ip ucu
verbilir. Yurtdışında Müteahhitlik firmalarin dergisi olan ENR3,
her yıl dünyanın en büyük 250 firmasını belirler. Bu sıralama
içinde en çok şirketi olma açısından Türkiye, Çin’den
sonra ikinci, ABD ise üçüncü sıradadır. Türkiye, bu pazarın
%5,6 (25,5 milyar ABD doları) ellerinde bulundurmaktadır.
Erdoğan’ın kaçak sarayını yapan Rönesans Holding, bu listenin
38. sırasında yer alırken, Rusya’nın en büyük 200 şirketi
arasında ise 84. sırada yer almaktadır.4
Türk
devleti emperyalist bir devlettir. Tepkilerini buna uygun olarak
vermektedir. AB ve ABD ile olan kavgaları ve bizim toplumun pek
alışık olmadığı çıkışlar, kimileri tarafından
“anti-emperyalist” olarak değerlendirilebilmektedir. Karşı çıkışlar
ne bir blöf ne de danışıklı dövüştür. Emperyalist bir
çıkıştır. Paylaşılmış pazarlardan pay isteme, paylaşılmış
egemenlik alanların yeniden paylaşma isteği ve yayılmacılıktır.
Bu nedenle Erdoğan’ın sık sık tekrarlamak zorunda kaldığı:
“Dünya beşten büyüktür”, ya da ABD için söylediği; “BM
birden büyüktür” gibi söylemler ve çıkışlar, bir
anti-emperyalist çıkış değil, büyüyen Türk sermayesinin
önünde engel olunmaması ve paylaşılmış alanlardan pay isteme
çıkışlarıdır. Yani, yeni ile eski emperyalistler arası çıkar
dalaşıdır. Egemenlik alanı ve paylaşılmışların yeniden
paylaşılması savaşımıdır. Erdoğan”nin ağzında sakız ettiği “Payitaht’”, Türk tekelci burjuvazisinin
egemenlik alanlarının ifade şeklidir. Olan feodal Osmanlı
yayılmacılığı değil, emperyalistleşmiş Türk tekelci
burjuvazisinin yayılmacılık çabalarıdır.
Türk
egemen sınıfların, emperyalist bloklaşmada saf değiştirme
çabaları, NATO’yu dıştalamaya çalışması ve Ortadoğu’da
ABD’nin varlığından rahtsızlığı, pazar ve egemenlik
alanların yeniden paylaşılmasını istemesinden kaynaklıdır.
Ne
var ki, ülkeyi hala yarı-sömürge olarak değerlendirenlerin,
Erdoğan’nın çıkışına “anti-emperyalist” demek durumunda
kalmaları ya da “şaşkın”lık şokunu yaşamaları ya da bu
çıkışları doğru adlandıramamları, sermayenin niteliğini ve
gücünü yanlış değerlendirmelerinden kaynaklanmaktadır.
Siyaseti
belirleyen ekonomi olduğuna göre, ekonominin niteliğinin ne
olduğunu incelemek ve belirlemek önemlidir. Türk tekelci
burjuvazisinin içte ve dışta saldırgan bir taktik izlemesi,
büyüme ve egemenlik alanlarını genişletme isteğinin pratik
görüngüleridir. Erdoğan tekelci sermayeniin sözcüsüdür. Onların
saldırganlığı Erdoğan’ın kişilğinde birleşmektedir.
İçeride
tüm demokratik hak ve özgürlüklerin yok edilmesi, işçi sınıfı
ve emekçilere yönelik saldırganlığın ala bildiğine
ağırlaştırılması, her şeyin yağmalanması ve ortada burjuva
hukukunun dahi bırakılmaması, yeni emperyalist bir ülke
burjuvazisinin olağan davranışlarıdır. Çünkü yeni büyüyen
sermaye, büyümesi ve egemenlik alanlarının genişletilmesi önünde
hiç bir engelle karşılaşmak istemiyor. Bu nedenle de bunun
birinci yolu; ülke içindeki muhalefeti bastırmak ve gelişecek
muhalefete karşı paramiliter bir güç oluşturmak... Bunu, 696
sayılı KHK ile de yasal zeminini hazırlamış oldu. Bu, gelişecek
işçi sınıfı muhalefeti için gereklidir. GEZİ
(2013 Haziran Ayaklanması) direnişinin ruhu hala ortalıkta
dolaşmaktadır ve bu devrimci ruh burjuvazinin uykusunu kaçırmaktadır.
Elbette
her şey Türk egemen sınıfları için toz pempe değil. İçerisi,
onca baskı araçlarına rağmen kendileri açısından tekin
olmadığı gibi, dışarıda da karşılarında, her yönüyle daha
büyük emperyalist güçler var. İçerde tek dişli muhalefet
olabilme kabiliyetine sahip işçi sınıfı var ve onu da, önemli
ölçüde –şimdilik- bir şekilde; yoğun devlet şiddetinin yanında, miliyetçilik, şovenizm,
mezhepçilik vb. argümanlarla parçalayıp bastırabilmiş
durumdadır. Ancak, sermaye
ile emek arasındaki çelişmenin diyalektiği, düz bir rotada
ilerlemez. Biriken öfkeler, önüne dikilen bentleri yıkmasını da
bilir.
Türkiye’deki
burjuva muhalefet (CHP), sözde bir mualiftir. Sermaye istemediği
sürece dişe dokunur -daha doğrusu burjuva demokrasinin normlarını
korumak içinde olsa- bir muhalefet etmeyecektir. O, arada bir
–dostlar alış verişte görsün misali-, “ben korkmam”
diyerek “gürleyecek(!!!)”tir. Ama, gerisi boş ve sermayenin
düzenin korunması için elinden gelen muhalifliği yapmayı
sürdürmeye devam edecektir. Çünkü toplumun önemli bir kesimi
–çeşitli nedenlerle de olsa- şu anda iktidara karşı
muhaliftir. Bu muhalif kesimin, bir şekilde aktifleşmesinin
önlenmesi ve oyalanması gerekiyor. Ve
en önemlisi de bu kitlenin Kürt ulusal hareketiyle birleşerek
demokratik bir muhalif kitle hareketinin doğmasının önlenmesi
gerekiyor. Bunun içinde Kürt legal demokratik muhalefetini de
“şeytanlaştırma” çabası içindedir. Ne yazık ki, küçük
burjuva kesimlerin bir bölümü egemen sınıfların
“şeytanlaştırma” işini, değişik argümanlarla benimsemişe
benziyorlar. Egemenlerce estirilen egemen ulus şovenzimin küçük
burjuvazinin bir kesimini etkisi altına aldığını görmemek,
devrimci taktik belirlemede büyük bir eksiklik olur.
Sermaye,
Kürt düşmanlığına devam edecektir. Birincisi, içeride Kürtlere
karşı düşmanlığı geliştirerek miliyetçiliği beslemek ve
toplumun önemli bir bölümünü bu duygularla yönetebilmek.
İkincisi ve esası ise; Kürtlerin sermayenin yayılmacılığı
önünde engel olmasıdır. Çünkü, Suriye ve Irak’taki
gelişmeler ve özellikle Suriye’deki gelişmeler, Türkiye
sınırının Kürtlerin kontrolüne geçmesi, Kürdistan’ın
bütünüyle kontrolden çıkmasına maddi zemin hazırlamış olması
gerçeği ile karşı karşıyadır. Kürtler, Türk tekelci
burjuvazisinin “büyük ve güçlü Türkiye” hayaline taş
koymuş durumdalar.
Bunun
yanında, işçi sınıfının yoğun baskı altına alınması,
bütün demokratik haklarının ortadan kaldırılması ve toplumun
diğer kesimlerine yönelik poltik özgürlüklerin yok edilmesi, ve
aynı zamanda toplumun islamlaştırılması, liberalleride içine katarak muhalefet cephesini
genişletmiştir.
Toplumun küçümsenmeyecek bir bölümünün iktidardan rahatsızlığı, burjuva cephesinide kara kara düşündürmektedir. Bu nedenle de egemen sınıf baskısı, bir sonraki baskıyı katalayarak şiddetlenmektedir. Bütün faşist rejimler bu yöntemi kullanmış ve sonunda yıkılmışlardır.
Toplumun küçümsenmeyecek bir bölümünün iktidardan rahatsızlığı, burjuva cephesinide kara kara düşündürmektedir. Bu nedenle de egemen sınıf baskısı, bir sonraki baskıyı katalayarak şiddetlenmektedir. Bütün faşist rejimler bu yöntemi kullanmış ve sonunda yıkılmışlardır.
Bazı
kesimler, liberal aydınların dahi içeri alınmasına, TÜSİAD vb.
gibi sermaye kesimlerin karşı çıkmasını, bunların Erdoğan
iktidarına karşı gibi algılamaktadır. Oysa, liberal aydınların
kayıbı geçici bir kayıptır ve burjuvazi onları her zaman
kazanabilir. Ancak, liberal aydınların da içeri atılması, baskı
uygulanması, daha büyük kesimlerin baskı altına alınmasını ve
faşizmi resmileştirmeyi ve yasallaştırmayı kolaylaştırdığı
içindir. İşçi ve emekçilerin ensesinde burjuva sınıfın
korku sopasının sürekli canlı tutulması içindir.
Türkiye
1980’lerin Türkiye’si olmadığı gibi, sermayenin büyüklüğü
ve temerküzü de aynı değil, ulusaşırı özelliği, yani
tekelleşmesi daha fazla öne çıkmış ve üretimini de sermayenin
büyüklüğüne bağlı olarak uluslararasılaştırmaktadır.
Sermaye,
işçi sınıfı ve emekçilere ve onların temsilcilerine karşı
açıktan bir saldırıya geçmiştir. Ve bu saldırılarını
gevşetmek bir yana, her geçen gün daha da genişletmekte ve
derinleştirmektedir.
Devletin bu saldırıları karşısında komünist ve devrimcilerin yapması gerekenler de vardır.
Devletin bu saldırıları karşısında komünist ve devrimcilerin yapması gerekenler de vardır.
Devamı
var.
1
DEİK Raporu (Kadir Has Üniversitesi- New
York Columbia Üniversitesi’nin ortak girişimi olan Vale Columbia
Sürdürülebilir Uluslararası Yatırım Merkezi’nin –VCC-
araştırması) 2014
2
UNCTAD-WİR 2017 Raporu.
3
Engineering News-Record 2017.
4
Forbes 200 Russia, 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder