Yeni
Bir Yıla Girerken, Kapitalist Sistem
Yusuf
KÖSE
Kapitalizm,
insanı, sermayenin değişim ve kullanım aracı haline
getirdiğinden bu yana; insan kendi toplumsal sisteminin öznesi
olmaktan çıkıp, sisteme egemen olan sınıfın nesnesi haline
getirilmiştir. Sermayenin kendi çıkarları için geliştirdiği bu
ilişki biçimi ve niteliği, insan ve doğa için yıkımdan başka
bir yöntem öngörmemiştir. Kapitalizm bütün vahşiliğini,
sermayenin bu ilişkiler niteliğinin içinde üretmektedir. Sermaye
ne denli büyüp, çalışanlar (işçiler) ise ne denli sermayenin
egemenliği altına girmişse, toplumsal yıkım ve çürümüşlük
bir o kadar artmaktadır. İşçilerin karşı koyuşu oranında,
toplumda demokratik hak ve özgürlükler yaratılabilmektedir. Bu
toplumun insani yanıdır. Bu insani yan, insanın değişim ve
kullanım aracı olmaktan çıkıp, kendi toplumsal yapısının hem
öznesi hem nesnesi olduğunda, yani sosyalist toplumu kurduğunda
gerçekleştirebilecektir.
Kapitalizm,
toplumsal bir sistem olarak ortadan kaldırılamadı. Hala hükmünü
sürdürüyor. Bu kapitalizmin iyi bir sistem olduğunu ortaya
koymuyor. Sistem tüm çürümüşlüğüyle kendini ayakta tutmaya
çalışıyor.
İşçilerin
ve tüm ezilenlerin isyanı kadar doğanın da isyanı artmış
durumdadır. Kapitalist sistemin tahribatını ve yıkımını daha
fazla taşıyamaz duruma gelmişlerdir. Doğa ve bozulan ekolojik
denge, seller, fırtınalar, büyük kasırgalar ve kuraklıklarla
kendi isyanını dile getirken, işçi sınıfı ve demekçiler ise
sokaklarda ve iş alanlarında protesto ve direnişlerle ve yer yer
büyük çatışmalarla, bu sisteme karşı isyanlarını dile
getiriyorlar.
Gazeteler,
en zengin 62 kişinin gelirinin dünya nüfusunun yarısından fazla
olduğunu yazıyor. Bir kaç yıl önce bu sayı 85 idi. Giderek
zenginlik daha az ellerde toplanıyor. Oxfam’ın verilerine göre
70 milyon zenginin geliri, geri kalan 7 milyar insanın gelirine
eşitlenmiş durumda.
Zenginlik, daha az ellerde toplandıkça, baskılar daha fazla
artıyor. Savaş alanları genişliyor, yıkım ve tahribatlar
geriye dönüşümsüz bir şekilde derinleşiyor. Bütün kapitalist
ülkeler aşırı bir silahlanmaya gidiyor ve emperyalist ülkeler ve
emperyalist tekeller arasındaki pazar alanlarını yeniden bölüşüm
dalaşı ve savaşı keskinleşiyor, kızışıyor. Emperyalist
ülkeler arasındaki egemenlik savaşı kapıyı hızla çalıyor.
Süriye’de
savaş “bitti-bitiyor” derken, bir yenisi başlıyor. “Küdüs
çelişmesi” bilinçli olarak derinleştiriliyor. ABD emperyalizmi
bölgede yeni ve olası daha büyük bir savaşın ateşini
körüklüyor. Egemenliğinin giderek zayıflaması, pazar
alanlarının daralması ve buraları Rusya, Çin vb. gibi
emperyalist ülkelerin doldurmasını kabullenemiyor ve
saldırganlığını artırıyor. Bu da emperyalist savaş
tehlikesini artıran etmenlerin başında geliyor. “Kuzey Kore”
umacası yaratılarak nükler silah halkların tepesinde demoklesin
kılıcı gibi sallandırılıyor.
Emperyalistler
arası bloklaşmalar ve kutuplaşmalar artıyor. Yeni bloklaşma ve
kutuplaşmalar ortaya çıkıyor. ABD, sadece Rusya ve Çin ile
çatışmıyor. İran, Türkiye1,
Hindistan, Endenozya vb. gibi yeni emperyalist güçler ile de
egemenlik alanı daraltılıyor. AB emperyalistleri, ABD’den
bağımsız hareketetmenin yollarını arıyor.
Kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası, bütün hızıyla ilerliyor
ve yeni emperyalist güçler, en büyüklerin tahtını sarsmaya
devam ediyor. Kapitalist dünyanın egemeni burjuvazi, kendini
güvende hissetmiyor. Birbirlerine karşı ölesiye mücadele
ederken, işçi sınıfı ve emekçilerin sınıf mücadelesini
bastırmada ise birleşiyor, ortak hareket edebiliyorlar.
Bütün
kapitalist ülkelerde iç gericileşme hızla gelişiyor. Burjuva
demokrasisi ile “ünlenen” Avrupa ülkelerinde iç gericileşmenin
ötesinde, bir çok ülkede faşist partiler hükümete gelmiş
durumdadır. Burjuvazi, kapitalist sistemin krizini açmak için
kitleleri kutuplaştırıcı (dinsel-ulusal) politikaları yürülüğe
sokmuş durumda. Özellikle göçmenler üzerinden ırkçılığı ve
milliyetçiliği, ayrımcılığı geliştirici bir politika
izliyerek, demokratik hak ve özgürlüklerin gaspının politik
zeminini hazırlamış oluyorlar. Avusturya, Macaristan, Polonya ve
daha bir çok AB ülkesi iç gericileşmenin başını çekerken,
Almanya ise hızla bu yönde ilerliyor. Irkçı-faşist partiler
giderek kitleselleşiyor. Egemen burjuvazi, anti-komünist söylemi
ve baskıları artırırken, ırkçı-faşist partilerin gelişmesine
destek oluyor.
Dünyanın
en büyük emperyalist ülkelerinde, ABD, Çin, Rusya ve AB’nin
önde gelen ülkelerinde ise, çalışanların hakları yok
sayılıyor. İşçi sınıfı üzerindeki baskılar artıyor. Çin
ve Rusya bu konuda daha saldırgan bir politika izlerken, ABD ise hak
gasplarını “her şey büyük ABD için” adı altında
yürütüyor.
Kapitalist
sistem toplumsal çürümeyi alabildiğine derinleştiriyor.
Kapitalist sistemin egemenliği süreci içinde toplumlar hiç bir
şekilde “barış” içimnde olmadığı gibi, bundan sonra da
olmayacak ve savaş ve sömürünün ağırlaşmasının
derinleşmesine koşut olarak kitleler üzerindeki baskılar daha
fazla artarak devam edecektir.
Kapitalizm
toplumsal kaos ortamını derinleştiriken, sınıf çelişmelerini
keskinleşmesini de beraberinde getiriyor. Burjuvazi, ideolojik,
politik ve pratik olarak işçi sınıfının sınıf mücadelesini
kriminalize etmeye çalışsada, kapitalizmin karşıtı toplumsal
bir sistem olarak sosyalizm, güncelliğini dünden daha acil olarak
korumaktadır.
İşçi
sınıfı ve emekçilerin önünde tek bir seçenek var: Ya
kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kuracaklar ya da kapitalist sistemin
insanlığı ve doğanın yıkımını acı, yoksulluk ve zulüm
altında yok oluşuna tanıklık edeceklerdir. Sınıfın ve
insanlığın kurtuluşunun erken ya da geç oluşunu, işçi
sınıfının burjuvaziyle olan çelişmesinin diyalektiği
etrafındaki mücadelesinin gücü ve ivmesi belirleyecektir.
İşçi
snıfı geleceksiz ve çürümüş bir kapitalist sistemi daha fazla
üzerinde taşımayacaktır. Burjuvazinin tüm manipülasyonuna
rağmen, işçi sınıfının devrimci sınıf bilinci ve sınıf
örgütlenmesi gelişmesi kaçınılmazdır. Çünkü, işçi sınıfı
ve emekçilerin önünde başka bir seçenek yoktur.
Burjuvaziye
karşı, komünist ve devrimci saflarda birleşme, örgütlenme ve
tüm haksızlıklara karşı mücadele etmek, geleceksizliği,
umutsuzluğu ve belirsizlikleri ortadan kaldıracak yegane devrimci
bir yöntemdir.
***
2018
yılı dileğim ve herkesin yeni yılını kutlamam, Hasan Hüseyin
Korkmazgil’den bir şiir ile olacaktır.
“toplanın
birleşin
bir
olun
acıların
şahı gibi gelin üstüme
gelin
ve bitsin bu iş,
kayalardan
mı gelirsin, bolivyalardan
rio’nun
favelalarından mı
ispanyadan
mı
viyetnamdan
mı
zonguldak
kömürlerinden mi gelirsin
çukurovalardan
mı...”
1Bu
konudaki görüşlerimi, ICOR (Uluslararası Devrimci Parti ve
örgütlerin Koordinasyonu) ve ICMLPO (Uluslararası
Marksist-Leninist Parti ve Örgütler Konferansı)’nın Ekim
Devriminin 100. Yılı vesilesiyle 27-29 Ekim
2017
tarihleri arasında Almanya’nın Bottrop kentinde düzenlediği,
44 ülkeden 60 örgütün ve binin üzerinde delegenin katıldığı
oturumda yaptığım konuşmalarda dile getirmiştim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder