15-16
HAZİRAN’DAN GEZİ’YE
Yusuf
KÖSE
Her
toplumsal olayları hazırlayan ekonomik ve siyasal koşular vardır.
15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin hazırlayan da koşullar
vardı. Her şeyden önce kapitalist sanayide önemli bir gelişme
olmuştu. Ve bu alanda çalışan işçi sınıfı sayısı nicelik
ve nitelik olarak bir gelişme göstermişti.
Banka
sermayesi ile birleşen sanayi burjuvazisinin istem ve talepleri
egemen sınıf içinde egemen hale gelmişti. Bu gelişme
uluslararası ve ülke içindeki kapitalizmin doğal akışına
uygundu. Ülkedeki askeri (1960 darbesi de dahil) darbeler, sanayi
(ve finans)burjuvazisinin çıkarlarına uygun olarak yapılmış ve
onların istemleri doğrultusunda hareket etmiştir.
Kapitalizmin
gelişemine koşut olarak işçi sınıfı da nicelik ve nitelik
olarak gelişmiştir. Nicelik olarak gelişen işçi sınıfı,
nitelik gelişme olarak 15-16 Haziran direnişiyle burjuvazinin
karşısında kendisi için sınıf olduğunu net olarak ortaya
koymasının yanında, bu mücadeleyi daha ileriye taşıma
niteliğine sahip olduğunu da göstermiştir.
15-16
Haziran’ın kökleri elbette bir kaç yıllık bir birikimin ürünü
değildi. Özellikle 1960 darbesi sonrası kısmi demokratik hakların
elde edilmesiyle başlayan ortam içinde, işçi sınıfı örgütleri
de, işçi sınıfının nicel ve nitel gelişmesine koşut bir
gelişme göstermişti.
1967
yılından itibaren işçi grev ve direnişlerinde ciddi artışlar
olmuştu. İşçilerin o dönemde sendikalaşma oranı ise %60
civarındadır. Bu bugün ki (%11,5) sendikalaşma oranıyla
kıyaslandığında oldukça yüksek bir rakamdır.
Ve
dünyayı sarsan 1968 Gençlik Hareketi, her ne kadar “gençlik
hareketi” olarak tarihe geçse de, işçi sınıfı da meydanlardan
eksik olmamıştır. Bu
hareketlerin yükselişinde, 1966’da Çin’de Mao Zedung
önderliğinde başlatılan Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin
etksini görmezden gelmek ise tarihi eksik okumak olur. Bütün bu gelişmeler dünya paroletaryasının birlikte hareket etme (enternasyonal) kabiliyetine de sahip olduğunun bir kere daha kanıtı olmuştu.
1968’ler
işçi sınıfıyla gençliğin buluşması ve özellikle öğrenci
gençliğin işçi sınıfını keşfetmesi olarak ele alınmalıdır.
Çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi hareketi de kendini bu süreç
içinde daha da nitelikleştirdi. Sınıfsal karakteri gereği,
burjuvaziye karşı daha örgütlü ve kararlı bir şekilde
mücadelesini yükseltti.
Çeşitli
milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı, ortaya çıkışından beri
hareket halindeydi. Yerine göre sesini yükseltmiş ve yerine göre
ise sesini derinlere gömmüştür. Ama, o, sessizliğini bozmanın
ve burjuvazi karşısında ayrı bir sınıf olduğunu ve kendi
sınıfsal çıkarlarını savunmak için ayağa kalkmak istediğini
eylemleri ile ortaya koyabilmiştir.
İşçi
sınıfına güvensizlik duyanlar, sınıf olarak onlardan uzak
olanlardır. İşçilerin yer yer ciddi olarak sessizlik zırhının
altına girmelerini yanlış yorumlayanlar, onlar üzerinde ne gibi
baskı ve sömürü olduğunu görmezden gelen ya da bu olguların
etkilerini anlayamayacak denli sınıftan uzaklaşmışlardır. Ve bu
tür düşünce sahipleri sınıflar arası mücadelenin
diyalektiğine de hep yabancı kalmışlardır.
İşçiler,
ne istediklerini ve nereye gitmek istediklerini eylemleri ile ortaya
koyarlar. Sorun bunu doğru çözümlemek ve onların güncel
taleplerini siyasal taleplerle birleştirmek, işçi sınıfının
kendi öz sınıf partileriyle brlikteliğini güçlendirecektir.
Türkiye
işçi sınıfı çok önceleri de eylemleri ve direnişleriyle
kendini ortaya koymasına karşın, 15-16 Haziran 1970 Direnişi’yle
birlikte, gerçek sınıfsal gücünü ortaya koymasını bilmiştir.
Burjuvazinin ve sarı sendikaların karşı-devrimci işbirliğine
rağmen, işçiler, 15-16 Haziran’da devrimin gerçek gücü ve
öncüleri olduğunu da net olarak ortaya koymasını bilmiştir.
İşçi
sınıfı içindeki çalışma ve örgütlenmenin burjuvaziyi yıkmak
için olmazsa olmazlardan bir ilke olduğunu, tankların üzerinde
adeta dans eden işçiler net olarak göstermiştir.
15-16
Haziran,
burjuvazinin işçilerin örgütlenme haklarını, daha doğrusu 1967
yılında kurulan DİSK’in sınırlanmasını amaçlı yasal
değişiklik yapmak istemelerinden kaynaklandı. Sorun salt DİSK’in
sınırlanmasından öte, işçi sınıfının örgütlenmesinin
kısıtlanması ve grev ve direnişlerin sınırlanmasını
amaçlıyordu.
Sendikalar
kanununu düzenleyen 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi ve 275
sayılı Grev ve Lokavt kanunlarının işçilerin aleyhine
değiştirilmesi ve bunların meclis’te kabul edilmesi, bardağı
taşıran son damla olmuştu.
Bu
kanunları o zamanın iktidardaki AP (Adalet Partisi) meclise
getirmesine karşın CHP de işçiler aleyhine değiştirilmek
istenen bu kanuna onay vermişti. Kanun, AP,CHP, GP (Güven Partisi)
gibi partilerin oylarıyla yasallaşmıştı. Çünkü burjuvazi,
işçi hareketinin örgütlenmesi ve gelişmesini engellemek
istiyordu. Burjuva sınıfı iktidarı ve muhalefetiyle işçi sınıfı
karşısında birlik olduklarını bir kere daha göstermişti.
15-16
Haziran Direnişi’nin getirdiği korkuyla CHP (tabi ki büyük
burjuvazinin onayını alarak), onay verdiği yasa değişikliğini
Anayasa mahkemesine (AYM) iptal edilmesi için götürdü ve AYM
değişikliği iptal etti. Ancak burjuvazi, işçi hareketi ve buna
bağlı olarak koşut gelişen devrimci hareketin gelişmesinin
normal parlamenter yollarla durdurulamayacağını anlayınca,
1971’de 12 Mart Askeri Darbesi’ni yaptı. Bu darbe burjuvaziye
kısmi de olsa bir soluk aldırdı. Çünkü, işçi sınıfının
devrimci ve komünist örgütlenmeleri ağır darbe almıştı.
Deniz’ler, Mahir’ler ve Kaypakkaya’lar katledilmiş ve
örgütleri yenilgi almıştı.
Bütün
bunlara karşın, söz konusu sendikal (274-275 sayılı)kanunların
tamamiyle değiştirilmesine 12 Mart cuntasının gücü yetmedi.
Ancak, on yıl sonra yapılan 12 Eylül 1980 askeri faşist
cuntasıyla değiştirilebildi.
Burjuvazinin
işçi hareketinin gelişmesinden korkmasının sınıfsal nedenleri
vardı. Bu hareketin gelişmesi, burjuvazinin sınıfsal çıkarlarına
darbe, ve bir adım ilerisi ise işçi sınıfının kendi iktidarını
kurma hazırlığı demekti. 1970’lerin devrimci hareketlerinin
gelişmesi ve yeni devrimci ve komünist örgütlenmelerin ortaya
çıkması bu gerçeğin kendisidir.
2013
Haziran’ları (GEZİ) 15-16
Haziran 1970’lerin devamıdır. Çünkü aynı sınıfın sınıf
hareketidir. Dün sendikal hakların budanması temelinde ortaya
çıkmasına karşın, 2013 Haziran’ı ise burjuva demokrasisi
içinde de olsa politik özgürlüklerin yok edilmesine karşı bir
başkaldırı ve isyan olmuştur. Çünkü bütün kitlelerin sahip
olduğu tüm özgürlükler yine kitleler tarafından kazanılmıştır.
Bu haklar burjuvazinin bir lütfu değildi.
İşçi
sınıfı, 15-16 Haziran’da “taşları birbirine sürtmüştü.”
GEZİ, bu taşlardan çıkan kıvılcımların daha geniş kitleleri
kucaklamasıydı. Bu eylem ve direnişlerde, sınıf hareketinin daha
ileri gitmesini zorlaştıran temel etmen ise; kendiliğindenci
örgütlenmeden sınıfın partisi etrafında örgütlenerek sınıf
mücadelesinin bilinçli özne olma diyalektiğini yakalayamamak
oluşturuyordu.
15-16
Haziran’da 150 bini aşkın işçi harekete geçmişken, 2013
Haziran’ında 20 günü aşkın bir sürede on milyonu aşkın
insan sokaklara çıkmıştır. Ve bir gecede milyonlar sokaklara
dökülebilmiştir. 1970’lerde bir kaç şehirde sokaklara
çıkanlar, bugün neredeyse ülkenin bütün şehirlerinde sokakları
eylem alanı haline çevirecek bir güce ve dinamizme sahip olmuştur.
Bu iki şeyi ortaya çıkarır: Birincisi, kapitalizmin iyice
çürüdüğünü, ikincisi ise; işçi sınıfının nicelik olarak
büyüdüğünü, ama, esas olarak niteliksel büyük bir ivme
kazandığını...
Bu
işçi direnişlerinin ortaya koyduğu bir başka gerçeklik ise;
çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı kendi sınıfsal
çıkarlarına sahip çıkmak için ayaklanmasını da biliyor
olmasıdır.
Bütün
bu sınıfsal olguların ortaya koyduğu gerçekler, işçi sınıfı
içindeki örgütlenme ve siyasal çalışmaya herşeyden öncelik
tanımak, komünistler için temel prensip olmak zorundadır. İşçi
sınıf devrimciliği, işçi sınıfı içinde olgunlaşır ve
gelişir. Sınıf mücadelesi diyalektiği bunu defalarca
doğrulamıştır. 13.06.2017
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder