1 Mayıs 2017 Bakırköy
1
MAYIS’IN ARDINDAN
ya
da
Kitleleri
Kazanma Siyaseti
Yusuf
KÖSE
2017
1 Mayıs’ı bir önceki yıla göre daha kitlesel ve daha yagın
bir şekilde Türkiye ve Kürdistan’ın hemen hemen her yerinde
kutlanmıştır. Bu, sermaye devletinin faşist tek adam
diktatörlüğüne bir karşı koyuştur, aynı zamanda. Aynı
zamanda, referandum’da yapılan hileye ve düzen partilerinin
durumu olağanlaştırma çabalarına karşı işçi sınıfı ve
emekçiler açısından olumlu bir tepkisel karşı çıkıştır.
1
Mayıs’ta her sınıf kendine uygun tavrı aldı. Sarı ve devletin
güdümündeki sendikalar, mümkün olduğunca işçi sınıfını
sınıf politikasından uzaklaştırma ve sermayeye boyun eğici,
itaat edici gösteriler sergiledi. İlerici ve devrimci güçler ise
faşist sisteme karşı eylemliklerin içine girdiler. Ancak, burada
da eleştirilecek yanlar vardı. Özellikle kendine sosyalist,
komünist diyen bazı devrimci parti ve grupların mücadele
biçimlerine yaklaşımları ele alınacak konuların başında
gelmektedir. Bu konu, salt bu 1 Mayıs’a özgü olmayıp bir
genelleme gösterdiği için önem taşımaktadır.
Sınıfa
Rağmen Taktik
Her
sınıfın kitleleri kazanma siyaseti, kendi sınıf çıkarlarına
göre belirlenir. Burjuvazinin kitleleri kazanma siyaseti; kitlelerin
somut taleplerinin bastırılması ve burjuva taleplerin öne
çıkarılarak bunların kitlelerin talepleriymiş gibi sunulmasıdır.
Bu bağlamda, burjuvazi soyut taleplerle kitlelerin karşısına
çıkar.
Komünistlerin
kitle siyaseti ise, kitleleri kendi somut talepleri etrafında
örgütlemek ve bu taleplerin kazanılması için mücadele
etmelerini sağlamaktır. Buradaki kitle siyaseti, işçi sınıfının
siyasetidir. Sorunun esası işçi sınıfının kazanılması ve
bunun yanında onun bağlaşıklarının kazanılması gelir.
İşçi
sınıfını örgütlemek, işçi sınıfının somut talepleri
etrafında olabilir. Bu talepler, genel anlamda, işçilerin ekonomik
ve demokratik talepleridir. Bugün TC devleti, işçilerin tüm
kazanılmış haklarını gasp etmiş durumdadır. Bugün işçilerin
kıdem tazminatı gasp edilmek isteniyor. Bunun yanında tüm sosyal
haklardan yoksun çalışma biçiminin genişletilmesi. Taşeronlaşma
sorunu vs. Ve bireysel emeklilik sigortası adı altında yeni bir
emeklilik yasasını çıkarılması ise, işçilerin bütünüyle
sosyal haklardan yoksun bırakılmasının bir başka biçimi olarak
yürürlüğe sokulmuştur.
Bu
tür ekonomik ve demokratik hakların yanında siyasal haklarında
işçilerin elinden alınması olgusu yaşanmaktadır. İşçi
hareketinin gerilediği süreçlerde, sermaye devleti, yasaları,
işçilerin kazanılmış haklarını gasp etmeye yönelik çıkarır.
Deyim yerindeyse tam kölelik yasalarını yürülüğe sokar. Bugün
durum böyledir. Buna karşı işçilerin göstermesi gereken karşı
tavır maalesef oldukça çok geri düzeydedir. İşçi sınıfının
bu tavırsızlığı, sosyalistlerin işçiler içindeki çalışma
ve örgütlenmesiyle de doğru orantılıdır.
İş
yerlerinde çalışma koşullarının her geçen gün
ağırlaştırılması. Yaygın mobbing uygulamaları, işten
atmaların yagınlaştırılması. Gelinen aşamada, artık birer
işyeri katliamına dönüşen “iş yeri kazaları”, “sözleşmeli”
adı altında çalıştırılarak bütün sosyal haklardan mahrum
bırakılması, sendikal hakların budanması vb. gibi işçiler
aleyhine ağır bir süreç yaşanmaktadır.
Burjuvazi,
21. yüzyılda, işçi haklarında 1800’lerin başlarına dönmüş
durumdadır. İşçi haklarından 200 yıl bir geriye gidiş
sözkonusudur. Kapitalizm geliştikçe işçi hakları da ona koşut
gelişmiyor ve tersi yönde bir gelişme gösteriyor. Bu gelişme
biçimi kapitalizmin genel karakteristiğidir. Yoksullaşma ve hak
gaspları sermaye birikimine ters oranda gelişir.
İşçi
sınıfının kendi kurtuluşunu gerçekleştirecek temel talebi ise,
kapitalizmin yıkılması ve sosyalizmin kurulmasıdır. Ancak bu,
işçilerin –şimdilik- bilinçli olarak gündeme getirdiği bir
talep değildir. İşçilerin çoğunluğu sosyalizm talebini
bilinçli olarak gündeme getirdiklerinde devrim günleride kapıda
demektir. Komünistler, işçilerin yukarıdaki taleplerinin yanında
esas olarak sosyalizm bilincini vermesi gerekiyor. Ancak, yukarıdaki
somut talepler savunulmadan soyut talepler işçiler açısından bir
şey ifade etmeyecektir.
Siyasi
taleplerin başında sömürünün ortadan kalkması gelir.
Kapitalist sisteme karşı, sömürüsüz bir sistem olan sosyalizmin
savunulması ve gerçekleştirilmesi mücadelesi vardır.
Komünistler, işçilerin sosyalizm talebini sahiplenmeleri için,
işçilerin en geri taleplerine de sahip çıkmak zorundadırlar.
İşçilerin
devrim istemediği bir yerde sadece “tek yol devrim” demek ve
bunu işçilerin şimdiki somut talebiymiş gibi sunmak ve buna göre
eylem biçimleri geliştirmek, işçilerden uzaklaşmaktır. Kıdem
tazminatların ortadan kaldırılmasına, taşeronluğa, mobbing
uygulamalarına, işten atamalara, işsizliğe karşı çıkmadan,
sosyalizm talebi canlı ve güncel bir talep haline getirilemez.
Sınıf
hareketinin geri olduğu süreçlerde, en ileri eylem biçimini dile
getirmek ve bu eylemi salt öncülerle gerçekleştirmek, öncünün
adına hareket ettiği kitlelerden kopması demektir. Eylem biçimleri
somut koşullara göre belirlenir. Öncünün öznel istemlerine göre
değil.
Bu
bağlamda 1 Mayıs 2017’de, sendikaların ve diğer kitle
örgütlerinin ve ilerici (reformist) örgüt ve küçük burjuva
partilerin İstanbul’da 1 Mayıs’ı Taksim yerine Bakırköy’de
kutlamalarına karşı, bir çok örgütlerin ise Takism’de
kutlamak istemleri, sorunu mücadele biçimlerinin belirleyen somut
koşullar tartışmasına getirmiştir.
Sınıfla
Birlikte Mücadele
Faşist
hükümet, 1 Mayıs’ın Takism’de kutlamasına izin vermemiştir.
Buna karşın, DİSK, KESK, TMMO, TTB vb. gibi sendika ve kitle
örgütlerin yanında, HDP, HDK, Em, ÖDP gibi partilerin yanı sıra CHP istanbul İl örgütü’de 1
Mayıs’ı Bakırköy’de kutlamıştır.
Bakırköy’de
kutlanan 1 Mayıs gösterilerine, büyük bir çoğunluğu işçi
olan binlerce insan katılırken, Takism’deki korsan gösteriye
birkaç yüz kişiyi geçmeyen devrimci işçi katılmıştır.
Devrimcilerin, kitlelerin yoğun olarak katıldığı Bakırköy
yerine çok az kitlenin katıldığı Takim’i seçmeleri,
kendilerini kitlelerden soyutlama eylemi olarak ortaya çıkmıştır.
Geniş yığınları, kendilerinin “reforumcu” dedikleri
kesimlerle başbaşa bırakanların Taksim eylemleri, kendilerini
kitlelerden uzaklaştırma olarak ortaya çıkmıştır.
Evet,
Takism’de diretmek ve oraya çıkmak daha ilerici ve radikal bir
eylem. Ancak, koşullar dikkate alınmadan her radikal eylemin
devrimci olduğu söylenemez. Kitlelerden kopuk radikal “devrimci”
eylemler, o somut anda küçük burjuva solculuğunun ötesine
geçemez. Taksim eylemi de küçük burjuva solculuğu olarak oratak
çıkmıştır. Bir avuç öncünün devletten intikam alması
şekline dönüşmüştür.
Soyalistler,
işçi sınıfından tecrit olmak istemiyorsa, kendi sosyalist
sloganlarını işçilere duyurmak ve işçilerle daha yakın ilişki
kurmak istiyorsa, işçilerin olduğu yerde olmalıdırlar. Oysa,
Bakırköy’de işçiler ve emekçiler vardı. Burası, tamda
sosyalist sloganların atılacağı, işçilere sosyalist
propagandanın yapılacağı –bildiri ve pankartlarla- yer iken,
kitlerden uzak, polisin kriminalize etmek istediği yerin seçilmesi,
somut koşulların somut tahlili ve buna uygun mücadele biçimiyle
ters bir ilişki içine girilmiştir.
Eğer,
devlet, 1 Mayıs’ı bütünüyle yasaklasaydı, Taksim’de
diretmek ve oraya çıkmak için mücadele etmek doğruydu. Çünkü,
bu yasağın delinmesi ve devrimci iradenin ortaya konması
gerekiyordu. Ancak, durum böyle değildi. Kitlelerin peşinde
sürükleyenler, Bakırköy demişti. Sosyalistlerinde kitlelerin
olduğu yerde, Bakırköy’de olması gerekirdi. “Düzenin icazeti
altında” lafları, küçük burjuva solculuğun somut koşulları
gözardı etmesinin bir dışa vurumudur. “Düzenin icazeti”
parlamento seçimlerine katılma ya da işçi ücretlerinin
artırılması mücadelesi içinde geçerlidir. İşçilerin
ücretlerinin arttırılması vb. gibi ekonomik mücadelelerde
reformist taktiklerdir, ama sosyalistler bu tür taktikleri
geliştirmek ve işçilerin bu haklı taleplerini desteklemek
zorundadırlar. Komünistler, mücadelelerini reformizmin
sınırlarıyla sınırlamazlar, tersine mücadeleyi daha ileriye
taşıyabilmek için, bu tür reformist mücadele biçimleri içinde
devrimci bir rol oynarlar.
Sendikaların
ve diğer küçük burjuva reformist partilerin Taksim’de
diretmemeleri elşetirilir ve teşhir edilir. Bu ayrı bir konu. Ama
ortada, komünistlerin iradesi dışında somut bir durum
gelişmiştir. Komünistler mücadele biçimlerini bu somut duruma
göre belirlemek durumundadır. Devrimci durumun yüksek olduğu ve
işçi sınıfının mücadelesinin ileri bir düzeyde olduğu bir
süreçte Taksim’e çıkmamak “sağcılık” ve de “pasifizm”
olur. İşçilerin ezici çoğunluğunun böyle bir talebinin
olmadığı bir koşulda, “pasifizmi yıkacağız” anlayışıyla
işçiler adına hareket etmek, sınıftan kopmayı da beraberinde
getirir. Bu, işçileri nesne yerine koymaktır.
İşçilerin
ekonomik demokratik taleplerini desteklemek, savunmak ve bu uğurda
mücadele etmek reformizm değil, işçilerin kazanılması,
örgütlenmesi ve bilinçlendirilmesi için gerekli mücadele
aşamalarıdır. Bunun yanında, işçilere politik bilinci vermek ve
düzeni her yönüyle teşhir ederek, bunları yaratan sistemin
kapitalizm olduğunun propagandasını en üst seviyede yapmak ve
onlara kurtuluş yolunun sosyalizm olduğunu göstermek,
komünistlerin olmazsa olmaz temel görevleri arasındadır.
Komünistler,
kitleler içinde çalışırken pedagojik bilgilerle de kitleye
gidecek, ancak işçi sınıfının geneline yaklaşırken, elbette
politik bilinci ve politik görevleri esas alacaktır. İşçi
sınıfına politik bilinç ve görevleri götürmek, onların çok
ilerisinde politik eylemlerle karşılık vermek değildir. Salt
ekonomik-demokratik haklar için mücadele eden reformistler ile
komünistleri ayrıştıran en önemli politik ayrım; temel
sosyalist politikanın işçilere götürülmesinde yatar. En ileri
politik eylemlerin içinde işçiler yer alabilmelidir.
Örneğin,
Genel grev koşulları olmadan ve işçiler buna hazır olmadığı
halde bu sloganı işçilere götürmek ve bunda diretmek
solculuktur. Aynı şekilde, belli politik ya da işçilerin
ekonomomik-demokratik haklar için genel grev koşulları varsa ve
bunda başarı şansı büyükse, bu sloganı ileri sürmemek ise
sağcılıktır.
Küçük
burjuva solculuğu ile komünistleri ayrıştıran en önemli politik
ayrım ise, kendini daha çok mücadele biçimlerinde gösterir.
Küçük burjuva solculuğu kitlelerin ruh halini dikkate almadan
örgütlü devrimci militanların ruh haline göre mücadele
biçimleri belirler. Taksim’e çıkma olayı da bu politik
yaklaşımın ürünüdür.
Reformizm
işçi sınıfını sağa çekerken, küçük burjuva solculuğu da
işçi sınıfından uzaklaşmayı beraberinde getirir. Çünkü
küçük burjuva solculuğu için eylemin öznesi işçi değil
kendisidir.
Bazı
durumlarda kitleler kazanamayacağı eyleme girebilir. Kitlelerin,
ağır bir yenilgiyle sonuçlanacak eyleme kalkışması
önelenmiyorsa, komünistler bu eylemin en önünde yer alırlar.
Amaç, kitlelerin daha ağır yenilgi almasını önlemek ve yenilgi
sonrası moral bozukluğunu azaltabilmektir. Bu tür eylemlere
Bolşevikler1
sıkça tanıklık etmişlerdir. Ya da Marx’ın Paris Komüni için
söyledikler... Komün’ün yenileceğini bildiği halde Marx, işçi
sınıfının bu tarihsel kalkışmasını alkışlamış ve
desteklemiştir.
Devrimlerin
hazır reçetesi olmadığı gibi mücadele biçimlerinin de hazır
reçetesi yoktur. Mücadele biçimleri somut koşulların somut
tahlilinde ortaya çıkar. Koşulların tersi bir politika, kitleleri
kazanmayı değil, kaybetmeyi koşullar. Devrimci radikallik,
koşulların ruhuna uygun ve onu ileri taşıyacak bir rol
oyanayabilirse devrimci bir rol oynar. 06.05.2017
***
1
Bkz. A. Y. Badeyev, Çarlık Dumasında
Bolşevikler, Evrensel Basım Yayın 1999.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder