Artı-Değerin Kaynağı
Ve
İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Oluşunun Tarihi
Yusuf KÖSE
Giriş:
Marksizmin temel ekonomi-politik analizlerine, çözümlemelerine ve bir bütün olarak işçi sınıfının marksist-leninist-maoist dünya görüşüne, ideolojisine ve siyasetine yönelik küçük burjuva kesimlerden eleştiriler gelmektedir. Bu saldırılar, sosyalist devletlerin geriye dönüşünden sonra daha da artarak devam etmiştir.
Bazı küçük burjuvalar, işçi sınıfını öldürüp, burjuva sınıfına karşı sınıfsız bir “prekarya” icat ederlerken (ki, bu yaklaşım 1960’lara kadar geriye gider), bir kısmı ise, dijitalleşmenin artmasıyla, proletaryanın artık üretim sürecinin dışına çıkacağını ve kapitalistlerin artı-değeri, canlı emekten değil maknelerdan elde edeceğini ileri sürecek denli, kapitalizmin karakteristiğinden uzaklaşmışlardır.
Bu makalede, metaların değeri ve artı-değerin kaynağının nereden geldiği, kapitalist devletlerin neden işgününü durmadan uzatma eğilimi içinde olduğu ve yüksek teknoloji ile üretim yapan bazı uluslararası tekellerin incelenmesi yer almaktadır.
Koronavirüsü salgının yaşandığı bu günlerde, işçi sınıfının üretim alanından çekildiği anda yaşamın nasılda durduğuna tanıklık ediyoruz ve teknoloji yoğun üretim tekellerinin (örenğin Amazon) daha fazla işçi almak istediklerini de basından izliyoruz. Ve bunlar, makale içinde ele alıp incelenmektedir.
Kapitalist sistemin işçi sınıfı sömürüsüne dayandığı, virüs salgınıyla beraber milyonlarca işçinin işsiz kalmasında kendini daha net göstermektedir. Emek-sermaye arasındaki çelişme; kapitalist sistem var olduğu sürece varlığını koruyacak ve bunun çözümü; özel mülkiyet ilişkilerine dayanan kapitalist üretim ilişkilerinin yıkılıp yerine insanlığın gerçek kurtuluşu sosyalist-komünist bir toplumun kurulmasıyla sonuçlanacaktır.
Korona günlerinde; “kapitalizmin eskisi gibi olmayacağının” daha yoğun tartışldığı anda, kapitalizmin varolmasını sağlayan artı-değerin kaynağının nerden geldiğini bir kez daha ortaya koymak, işçi sınıfına olan güveni hep canlı tutumak ve sınıf mücadelesini geliştirmek açısından yararlı olacağı inancındayım.
Kapitalizmin bir yüzyıl daha göremeyeceği gerçeği de; başta işçi sınıfı olmak üzere, kitlelerin kapitalizmin her yönüyle çürümüşlüğüne daha yakından tanıklık etmesinin, yaşandığı günlerin içinde oluşumuz göstermektedir. İşçi sınıfının devrimci dinamiğinin diyalektik gelişimi; çürüyen kapitalist toplumun külleri arasından, özellikle son ikiyüz yılı aşkın bir süredir çok ağır bedeller karşılığında geliştirdiği yeni bir devrimci toplumun filizlerini, özgürce geliştireceği uluslararası sosyalist toplumu kurmasının bütün nesnel koşulların olgunlaştığı gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu iyi bir gelişme.
Makale, aşağıdaki başlıkları içeriyor:
· Makinelerin Üretim Sürecindeki Rolü ve Artı değerin Kaynağı
· Metalara Değer Nereden Gelir
· Sermaye ve Özgür İşçi
· İnsanın Makine Karşısında “Bekçi ve Düzenleyici” Olması Hali
· Makinelerin Marifetleri
· Sermaye Birikim Süreci Proletaryanın Artışı Süreci Olmaktan Çıktı Mı?
· Kapitalistler İşgücü Arayışında
· ABD’de Göçmen İşçilerin Rolü
· Çin’in Gelişmesinde İşgücü Nüfusunun Büyük Olmasının Rolü
· Uluslararası Yüksek Teknoloji Tekellerindeki İşgücü
· Dijitalleşme, Tekelci Devlet Kontrolünün Artması ve İşgünün Uzatılması Bağlantısı
· Üretim Sürecinin Değişimine Bağlı Olarak İşçi Sınıfının Değişimi
· “Yeni Proletarya Makinelerdir, İşçi Sınıfı Artık Belgelerini Alıp Gidebilir” Mi?
· Robot İş Gücünün Yükselişi
· Kapitalizmin Geleceği Yok
Makinelerın Üretim Sürecindeki Rolü ve Artı-Değerin Kaynağı
Kapitalizmin tarihi boyunca, üretim alanında, teknolojinin daha fazla gelişmesi ve bu gelişmenin sınırsızlığı, robotların üretim alanında daha fazla yer alması, kapitalist sistemde işçi sınıfı üretim alanında devre dışı mı kalıyor sorusunu sık sık sordurdu. Bu nedenle de bir çok “sol” görünümlü burjuva liberalleri; kapitalizmin mezar kazıcısı proletaryanın sınıf olarak ortadan kalkacağı düşüncesinden hareketle, “elveda proletarya” argümanı ile sevinç çığlıkları atmaktan geri kalmadı. Elbette bu liberal argümanlar işçi sınıfı saflarında da epey bulanıklık yarattı ve yaratmaya devam ediyor. Bunun bir örneği de işçi sınıfını “prekarya” olarak sınıfsızlaştırma çabaları içine girmelerinden görülmektedir. Onlar için burjuva sınıfı var, ama işçi sınıfı yok. Kapitalist üretim ilişkileri sürüyor, ama artık burjuvazi işçiye ihtiyaç duymuyor. Makineler, işçi olmadan artı-değer üretiyor! Vb. vb. ...
Oysa, artı-değerin kaynağı makineler değil canlı emektir. Yani, üretim alanındaki işçidir. Makineneler işçinin üretimini hızlandırır, yoğunlaştırır, gerekli emek zamanını azaltıp, artı-emek zamanını çoğaltır ve çalışma süresini uzatır. Ancak, makineler, işçi olmadan, işçinin kullanımında olmadan artı-değer üretemez. Burjuvazinin karının kaynağı artı-değerdir ve artı-değeri ise canlı emek (işçi) üretir.
Bu konuyu, Marx, Kapital’in birinci cildinde açıklamıştır.
“... artı-değerin, makinenin yerini aldığı işgücünden değil, makinenin başında çalışan işgücünden doğduğu konusundaki yasa kendisini göstermeye başlar. Artı-değer yalnız değişen sermayeden doğar ve, daha önce gördüğümüz gibi, artı-değer miktarı, iki öğeye bağlıdır: artı-değer oranı ile, aynı zamanda çalıştırılan işçi sayısına.” (abç)
Kapitalist daha fazla kar elde etmek için işçiyi işten çıkarma yolunu seçer. Ya da kriz dönemlerinde işten çıkarmalar artar. İşten çıkarılan işçinin yerine makine koymasına karşın, işverenin karı artmaz, tersine azalır. Daha doğrusu kar oranı düşer. Makinenelr (günümüzde robot ya da yüksek düzeyde dijitalleşme) işçinin yerini alabilir, ancak işverenin esas amacı olan ve de sermaye birikiminin sağlayacak artı-değer gerçekleşmez. Bu da işverini, canlı emeksiz işveren yapmaya yetmez. Bir başka söylemle; ortada kapitalizmi sürdürecek ekonomik ilişkiler kalmaz ve ilişki biçimi nitelik değiştirir.
Bugün en yüksek teknoloji ile üretilen telefon ve diğer iletişim araçlarlarının üretiminde robot değil, daha çok işçi çalışır. Ve kapitalist, üretimde aşırı makine kullanmasına karşılık, işçinin çalışma saatini uzatmaya giderek, artı-değer oranını artırma yolunu seçer.
Üretim süreci içinde daha fazla makinenin kullanılması, işgününü kısatlaması gerekirken, kapiatlist tersini yapar. Yani, yoğun sermaye kullanımı işgününün uzamasına neden olur. Bunun temel nedeni; sermayeinin organik bileşiminde değişmeyen sermaye oranının değişen sermaye oranına göre artması, yani, kapitalistin makinelere daha fazla sermaye (para) yatırmasından ileri gelir.
Marx’ın, makinelerin iş sürecine daha fazla tabi olmasıyla işgünün uzamasının nedenlerini tartıştıştığı bölümde, N. W. Senior’den yaptığı bir alıntıyı buraya alalım:
“Sabit sermayenin, döner sermayeye oranının büyüklüğü ... iş saatlerinin uzunluğunu istenilir hale getirmektedir.” Makinelerin vb. daha fazla ölçüde kullanılması ile, “uzun iş-saatlerini uzatma dürtüsünü daha da artırıyor, çünkü sabit sermayenin büyük bir kısmını karlı hale getirmenin tek yolu budur.”[1]
Makineleşmenin artması işçi sayısını azaltma eğlimi içinde olmasına karşılık, kapitalist, makineleşmenin artmasına koşut olarak çalışma saatlerini uzatma eğlimi içine girer. Kapitalist, değişmeyen sermaye bölümünü ölü yatırım olmaktan çıkarıp daha karlı hale getirmek için artı-değeri artırıcı önlemlere baş vurur. Bunun içinde işgününü mümkün olduğunca en azami sınırına çekmeye çalışır ve bu sınırın nerede sonlanacağı, kapitalist ile işçi sınıfı arasındaki mücadeleyle belirlenir.
Toplamda işçi sayısı azalmasada, makineleşmenin yoğun olduğu yerde işçi sayısında nispi azalma görülür. İşçi sayısı verileri, sermayenin artışına göre nispi, ama sayısal olarak mutlak artışı, net olarak göstermektedir. Kapitalistler işçi sayısının azaltılmasından doğan artı-değer oranı eksikliğini, iş gününü uzatarak giderme eğilimi içine girerler.[2]
Örneğin, Google LLC, dünya çapında toplamda (2019 yılı için) 220 bini aşan işçi çalıştırıyor. Bunun 102 bini direkt kendi elemanı, diğer 120 bin çalışan ise geçici olarak çalıştırılıyor.[3] İsviçre’de Google için çalışan 3.000 kişi var. Eğer, makineler artı-değer üretseydi, yüksek teknoloji şirket Google bu kadar işçiyi çalıştırmazdı. Microsoft’un çalışan sayısı ise 148 bindir. Bir başka teknoloji devi Samsung Group’un toplam çalışan sayısı ise 489.000’dir. (2018 yılı verileri)
Sermayenin nasıl artırıldığını Marx kısaca şöyle özetler:
“Sermaye, sadece emek gücü karşılığında değiştirilmek süretiyle, sadece ücretli emeği yaratması süretiyle arttırılabilir. Ücretli işçinin emek gücü, sermaye ile, ancak sermayeyi artırarak, kölesi olduğu gücü kuvvetlendirerek değiştirebilir. O halde, sermayenin artması demek, proletaryanın artması, yani işçi sınıfının artması demektir.”[4]
1800’lerin ilk çeyreğinde söylenen bu sözler, günümüzde de geçerlidir. Daha ilerde işgücü artışını istatistiki verilerle görüleceği gibi (bkz. Tablo-1), sermayenin artışı proletaryanın artışıdır. Ve sermayenin artması, esas olarak ücretli işçinin işgücünün meta olarak kullanılması ve değişim değeri olmasıyla doğrudan ilişkisi vardır.
Tekenolojinin gelişmesi ve üretim sürecinde artık robot ve yapay zekaların (yüksek seviyede dijitalleşme, bir başka söylemle; informasyon teknolojisinin üretimdeki rolünün artması) kullanılmasına karşılık, işçinin işgünün kısalması yerine, daha da uzatılmıştır. 2020 yılında olduğumuz bu günlerde, kapitalistler çalışma saatlerini 12 saate ve daha bir çok ülkede 16 saate (Çin)[5] çıkarmışlardır.
Çünkü kapitalistin çalışma işgünün uzatması durumunda değişen sermayede bir değişim olmamasına karşın, üretim hacminde ve artı-değerde bir artış olur.
Kapitalist pazarların büyük markaların üretilmesinde kölelik düzeyinde işçi çalıştırdığı bilinmektedir. Örneğin, Apple[6], Samsung, Amazon, Huawei, Nestle, büyük ototmobil tekelleri ve daha niceleri ... AB burjuvazisi, teknolojinin gelişmişlik düzeyinin tersine, çalışma saatlerini 12 saaate çıkarmaya çalışıyor. Fransa, Avusturya ve daha bir çok ülke bunu yasallaştırdı.
Bunun nedenini Marx şöyle açıklıyor:
“... Makine daha önce işgücüne yatırılmış bulunan değişen sermayeyi, değişmeyen sermayeye olan makineye dönüştürdüğü için artı-değer üretmez.”[7]
Ve peşinden ekler:
“Örneğin, 2 işçiden, 24 işçiden sızdırıldığı kadar artı-değer sızdırmak olanağı yoktur. Eğer bu 24 kişiden herbiri, 12 saatte, yalnız bir saatlik artı değer sağlasa, 24 işçi bir arada 24 saatlik artı-emek sağlar, oysa 2 kişinin toplam emekleri, 24 saat eder. Demek oluyor ki, makinenin artı-değer üretimine uygulanması, içinde taşıdığı çelişkiyi de beraberinde getiriyor.”[8]
Marx, bu çelişkiyi şöyle açıklıyor:
“Belli bir sanayi kolunda makinenin yaygın olarak kullanılmaya başlanması üzerine, makine ile üretilen bir metanın değeri, aynı türden bütün metaların değerlerine yön verici değeri haline gelmesiyle bu çelişki ortaya çıkar; kapitalisti, bilincinde olmaksızın, işçilerin nispi sayısındaki azalmayı yalnız nispi artı-emekteki bir artışla değil mutlak artı-emekteki bir artışla da telafi edebilmek için işgününü alabildiğine uzatmaya sevkeden işte bu çelişkidir.”[9]
Sermayenin organik bileşiminin artması ve kapitalist, daha da ileri giderek işçiyi üretimin dışında bırakıp salt makineler ile üretim yapması, üretilen ürünlerinde bir değişim değeri kalmayacaktır. Ve böylece ortada bir artı-değerde söz konusu olmayacağı için, kapitalist üretim ilişkileri içinde bir kapitalist, canlı emeği üretim süreci içine sokmadan bir üretim yapamaz. Yaptığı anda üretim ilişkileri kapitalist üretim ilişkileri olmaktan çıkacağı gibi, ortada sermaye birikiminin sağlayacak bir artı-değerde olmayacaktır.
Makineleri üretici güçlerin içine sokan ve onu üretim sürecinin bir parçası yapan canlı emektir. Çünkü kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu kapitalist toplumda, işçi sınıfının yaratıcılığı olmadan makine de üretim aracı olarak üretim süreci içinde yerini alamaz.
Üretim sürecinin artan ölçüde makineleşmesine karşın, kapitalist canlı emekten vaz geçmiyor, tersine işçinin işgünü süresini devamlı uzatma yoluna gidiyor. Günümüzde bunu daha somut olarak görüyoruz. Bütün kapitalist ülkelerde kapitalistlerin dayatmasıyla iş saatleri uzatılma yoluna gidiliyor. İşçi sınıfı 8 saatlik işgününü yüz yıllık bir mücadele ile ve ağır bedeller ödeyerek kazanmasına karşılık, bugün yeniden eskiye (makineleşmenin en geri olduğu dönemdeki gibi) dönülme eğilimi içine girilmiştir. Çin’de 996[10] formülü altında buna başlanmıştır.
Öte yandan, bazı ülkelerde hala 8 saatlik iş günü yasal olsa da, biliniyor ki, işçilerin büyük bir bölümünün “fazla mesai” adı altında 10-12 saat bazı yerlerde ise 14-16 saat çalıştırılıyor.
Kapitalizmin somut gerçekliği karşısında, “yapay zekalı robotlar işçi sınıfının yerini alacak” gibi retoriklerin ileri sürülmesi, kapitalizmin kendisi tarafından reddelimektedir. Canlı emek olmadan salt makineler ile artı-değer elde edilseydi burjuvazi canlı emeği, çoktan üretim sürecinin dışına çıkarırdı. Ve o zamanda nüfus artışı da üretim sürecine uygun giderdi ve bugünkü gibi fazla olmazdı. Zaten insana gereksinim kalmazdı.
“...nüfusun gelişmesi –der Marx- tüm üretici güçlerin gelişmesini özetler ”[11]
Bugün, bütün kapitalist ülkeler, sermaye kesimleri, nüfusun artması için propaganda yapmasının nedenlerinin başında canlı işgücüne (işçiye) gereksinimleri olduğu içindir. Burjuvazi, 1970’lerde nüfusun azalması yönünde “nüfus planlaması” yaparken, 1990’lardan sonra bu planı, nüfus artışı yönünde yapmaya başladı. Ancaki, kapitalizm, her şeyi yıpratıp tahrip ettiği gibi insan nüfusunu da tahrip etmiştir.
Makinenin canlı emeğin yerini aldığı tezi Marx’tan öncelere dayanır. 1759-1839 yılları arasında yaşamış İngiliz politikacı ve ekonomisti James Maitland Lauderdale, makinenin emeğin yerini aldığını ileri sürenlerdendi. Marx bunu, “büyük bir buluş yaptığını sanıyor” diye eleştirir.[12]
Ve ekler:
“Sabit sermaye (değişmeyen sermaye –YK-) en uygun biçimi makine olan üretim araçları belirlemesinde ancak değer üretir, yani ürünün değerinin iki yönde çoğaltır:
1) Değere sahip olduğu ölçüde; yani bizzat emeğin ürünü olduğu, nesneleşmiş biçimde belirli bir emek niceliği olduğu ölçüde;
2) Emek-gücünün sürdürülmesi için gerekli ürünleri daha büyük ölçüde daha kısa zamanda yaratacak duruma getirerek, emeğin üretken gücünü artırdığı, artı-emeğin gerekli-emeğe oranını büyütebildiği ölçüde.”[13]
Burada da görüldüğü gibi, makine artı-emeği büyütebildiği ölçüde, sermaye üretimi süreci içinde kapitalist için bir anlamı vardır. Ve unutulmaması gereken diğer önemli bir nokta ise; makinelerin nesnelleşmiş emek oluşunun yanı sıra, art-emeğin, gerekli emeğe oranını büyütebildiği sürece, makine değer üretir. Yani, yine canlı emek olmadan makine tek başına, metaya değişim değeri katamaz.
Ve Ekler Marx:
“Makine, eksik emek gücünün yerini almak için değil, yığınlar halinde var olan emek- gücünü gerekli ölçüye indirmek için işe karışır. Ancak emek gücünün yığın halinde bulunduğu yerde makine işe karışır”[14]
Mesele bu kadar açık olmasına karşın, makinelerin artı-değer üreteceğini ileri sürmek ya da makinelerin işçinin (canlı emek) yerini alacağını ileri sürmek, kapitalist üretim ilişkilerinin karakteristiğini çarpıtmanın yanı sıra kapitalistin karının esas kaynağını gizlemeye yöneliktir. Bunu kapitalistlerin ve onların siyasal ve idelojik sözcülerinin yapması normal, ama kapitalizm tarafından ezilen küçük burjuvaların yapması anlamsız.
Metalara Değer Nereden Gelir
Metalara değerin nereden geldiğini, Marx, Kapital’in birinci cildinin ilk sayfalarında, her işçinin anlayabileceği bir şekilde sade bir dille anlatır.
“... değerin özünü teşkil eden emek, türdeş insan emeğidir, bir biçimli (üniform) işgücü harcamasıdır.”[15]
Demek ki, işgücünün harcanmadığı nesnede değer yoktur. Demir madenin topraktan çıkarılmasından tutunda binalarda ve başka şeylerde kullanılmasına kadar yapılan bütün işlemlerde bir emek vardır, yani, işgücünün harcanması sonrası oluşan bir değer vardır. Maden toprak altında kaldığı sürece bir değeri olamaz. Onun meta olması için hem kullanıma hem de değişime sokmak gerekiyor. Bunun içinde bir emek harcanması gereklidir. Maden kendiliğinden kullanım değeri ve değişim değeri kazanmaz.
Bir şey kullanım değeri olabilir, ama değişim değeri olmaz. Hava gibi. Ama hava paketlenip satılmaya başlanırsa kullanım değerinin yanında değişim değeri de kazanmış olur ki, böylece bir meta haline gelmiş olur. Onu meta haline sokan ise ona harcanan emektir.
“Bugüne dek –der Engels, Marx’ın Kapital’i birinci cildine yazdığı önsözde- ekonomi politik, bize, emeğin bütün zenginliklerin kaynağı ve bütün değerlerin ölçüsü olduğunu, öyle ki, üretimleri aynı işzamanına malolan iki nesnenin aynı değere sahip bulunduğunu ... sermaye adını verdiği biriktirilmiş bir emek türünün varolduğunu, bu sermayenin içerdiği kaynaklar aracılığıyla, canlı emek üretkenliğini yüz kat, bin kat artırdığını...”[16]
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da 50 yaşın üstündekiler anımsar. 1970’lerde lokantalarda yemeğin yanında bedava su da verirlerdi. Ve hatta yemeğin yanında bol ekmekte verirlerdi. 1980’lerden sonra sular şişelenmeye ve yemeğin yanındaki ekmek ise dilim sayısıyla getirilmeye başlandı. Yani, su, kapitalist gelişmenin zayıf olduğu yıllarda parasızdı. Çünkü kapitalizmin kanlı eli, onları değişim değeri kazandıracak kadar daha oralara uzanmamıştı. Kısacası kapitalist meta üretimi her yerde aynı düzeyde değildi. O su parasız olduğu zaman da emek harcananarak masaya geliyordu. Ama bir meta değildi. Kullanım değeri vardı, fakat değişim değeri yoktu. Paketlenmeye (şişelenmeye) başlar başlamaz pazarda satılan bir meta haline geldi. Yani, kullanım değeri yanında değişim değeri de kazandı.
Burada Marx’tan uzun bir alıntı alarak sorunu daha da netleştirelim.
“ Bir şey değere sahip olmadan da bir kullanım değerine sahip olabilir. Bu, o şeyin insana yaralılığı emeğe bağlı olmadığı zaman söz konusudur. Hava, işlenmemiş toprak, doğal çayırlar ve otlaklar vb. böyledir. Bir şey meta olmadan da, yararlı ve insan emeği ürünü olabilir. Gereksinmelerini kendi emeğinin ürünü ile doğrudan doğruya karşılayan kimse, gerçekte, kullanım değeri yaratır ama meta yaratmamıştır. Meta üretmek için, o kimsenin yalnızca kullanım değerleri değil, başkaları için kullanım-değerleri, toplumsal kullanım değerleri üretmesi gerekir.
- Ve Engels, Marx’ın anlatımına bir parantez açar –(YK)
“(Ve sırf başkası için üretmesi de yetmez. Ortaçağ köylüsü, feodal bey için ürün-rant-tahıl, papaz için öşür-tahıl üretirdi. Ama, ne bu ürün-rant-tahıl, ne de öşür-tahıl, bir başkası için üretilmiş olmaları gerçeğine karşın, meta haline gelmemişlerdi. Bir meta olabilmesi için, kullanım değeri olacağı başka bir kimseye, değişim yoluyla devredilmesi gerekir.) Nihayet hiç bir nesne, yaralı bir şey değilse, değere sahip olamaz. Eğer o şey yararsız ise, onda bulunan emek de yararsızdır; bu emek, emek sayılmaz, ve bu yüzden değer yaratmaz.”[17]
Burayı kısaca özetlersek; bir şeyin değeri olması için insan emeği harcanması gerekiyor. Bu da tek başına yetmiyor, o şeyin kullanım değerinin yanında değişim değeri olması gerekiyor.
Burada değerin büyüklüğü ya da küçüklüğüne, nicelik ve niteliğine değinmeyeceğiz. Bu konumuzun dışında. Makinelerin tek başına artı-değer üretmediğini daha analaşılır kılabilmek için, metalara değerin nereden geldiğine ilişkin Marx’ın görüşlerine baş vurduk.
Kapitalist toplumda, metanın bu iki niteliği (kullanım ve değişim) olmazsa olmazdır. Özellikle, kullanım değerinin yanında değişim değeri olmazsa o bir kapitalist meta olamaz. Pazara götürülüp satılamazsa, bir nesne ( ya da ürün) meta olma niteliğine sahip değildir. Ya da Marx’ın ifadesiyle söylersek, bir nesnenin yararlı olması, onun meta haline getirmeye yetmez. İlla da değişm değeri olması gerekir.
Kapitalist toplumun, ödenmemiş emek üzerinde yükseldiği, Engels’in, aynı önsöz’de özellikle vurguladığı gibi; “mevcut tüm toplumsal düzen ödenmemiş emeğe dayanır.” Yani, işçiden alınan artı-değere dayandığı bir gerçektir. Bu nedenle de kapitalist sistem, işçinin yarattığı artı-değere el koymadan varlığını sürdüremez. Bir şeyin meta olmasını sağlayan ve ona değer veren canlı emektir.
Kısacası, makinelerin görevi canlı emeğin üretkenliğini artırmaktır. Metaların değeri makineden değil, canlı emekten gelir.
Sermaye ve Özgür İşçi
Makine özgür değildir. Kendi başına, kullanım değeri ve değişim değeri olan meta üretemez. Bunun için bir tarafta sermaye bir tarafta ise işgücünü özgürce satabilecek işçi olması gerekir. Bu kapitalist sistemin temeli ve olmazsa olmazıdır. Sermayenin karşısına “özgür makine” çıkması halinde, kapitalistin sermayesini büyütecek artı-değer üretecek ve metaya değişim değeri kazandıracak bir üretim süreci çıkar mı? Elbette ki hayır. Bu artık kapitalist sistem olmaz bir başka bir şey olur. Sermayenin yerine “yapay zeka” ya da makine koyan anlayışlar, kapitalist sistemin özünü unutuyorlar. Artı-değer olmadan sermayenin sermaye olarak kalabileceğini sanan ilk klasik iktisatçıların izinden yürüdüklerinin farkına varmadan.
“Yalnız başına para –der Marx- ve meta dolaşımı, sermayenin varoluşunun tarihi koşullarının doğmasına yetmiyor. Onun doğabilmesi için, ancak üretim ve tüketim araçlarını elinde bulunduran kimse ile işgücü satan özgür emekçilerin pazarda karşı karşıya gelmesi gerekiyor. Ve bu tek tarihi koşul, bir dünya tarihini kapsıyor. Onun için sermaye, ilk ortaya çıkışı ile, toplumsal üretim sürecinde yeni bir çağın başladığını ilan ediyor.”[18]
Nesnelere üretim sürecinde kullanım ve değişim değeri niteliği veren emek olmadan sermayenin sermaye olması olası değildir. Kapitalist sistemin kapitalist sistem olması için bir tarafata sermaye bir tarafta ise kapitalistin işçinin gerekli emek dışındaki artı-emeğinin, yani artı-değerine el koyması gereklidir. Bunun dışındaki bir üretim ilişkisinin adı kapitalist üretim ilişkisi olamaz.
Burada soralım:
Kapitalist üretim ilişkilerine toplumsal bir karakteristik kazandıran sermaye-özgür işçi ilişkisi değişti mi?
Kapitalist, gelinen süreçte, işgücünü satacak işçiye gereksinim duymuyor mu?
İşçinin işgücünün yerini “yapay zeka mı” aldı?
Meta pazarında tek tek kapitalist ile “yapay zeka” mı karşı karşıya geldi ya da gelecek?
Kapitalist üretim ilişkilerinin özünün, yani karakteristiğinin değişmesi için, burjuvazinin ve işçi sınıfının değişmesi, farklılaşması ya da bunlardan birinin ya da ikisinin birlikte farklı bir niteliğe bürünmesi gerekir. Ve biri niteliksel olarak değişirse diğeride değişir. Ve bunları tarihsel olarak karşı karşıya getiren sermaye-emek ilişkisinin artık ortadan kalkması ve bu ilişkinin yerini bir başka şeyin alması gerekir. Çünkü ikisi de özdeştir. Bir olmadan diğeri olamaz. Ve Mao’nun dediği gibi, biri diğerine dönüşebilir.[19]
Ama biz biliyoruz ki, bu toplumsal sistemde hala işçi sınıfı da burjuva sınıfı vardır. Emek sermaye çelişmesi ve kapitalist üretim ilişkileri bu çelişme üzerinde varolmaya devam ediyor. Nasıl? Genişleyerek, üretim hacminin alabildiğine gelişmesi, sermayenin büyümesi ve merkezileşmesi, işçi sınıfının nicel olarak büyümeye devam etmesi vb. Bu gerçek olgular ortada dururken, subjektif niyetlerle ne işçi sınıfı ne de burjuvazi ve bu iki sınıfı yaratan kapitalist toplum yok sayılabilir. Kapitalist toplumun diyalektiği, liberal burjuva ve küçük burjuva dünyasının dışında nesnel bir olgudur.
Kapitalizmin bir üst aşaması olan emperyalizmin ortaya çıkması, kapitalist üretim ilişkilerinin niteliğini, sermaye-emek ilişkisini değiştirmedi. Kapitalist üretimin daha fazla merkezileşmesini, tekellerin ortaya çıkmasını, sermayenin merkezileşmesini büyüttü. Ama, üretim araçlarına sahip olan ile üretim araçlarından yoksun olanların birbiriyle kurduğu ilkşkinin niteliğini ve biçimini değiştirmedi. Üretim araçlarına el koyan tekelci burjuvazi ve üretim araçlarından yoksunlaştırılmış ve sadece işgücüne sahip işçi sınıfının üretim süreci içindeki ilişkisi aynıdır. Emperyalizm sürecinde de meta üretimi esastır. Kapitalist için meta üretiminin tek bir amacı vardır; sermayesini büyütmek ve büyütmek. Bu nedenle meta üretimi sermaye üretimidir ve işgücü de bir metadır.
İnsanın Makine Karşısında “Bekçi ve Düzenleyici” Olması Hali
Bir kapitalistin metayı, salt başkalarına yaralı olsun, kullansınlar diye burjuva hümanist duygularla üretmez. Onun meta üretmekteki amacı, kar (artı-değer) elde etmek, sermayesini büyütmektir. Bunu da çalıştırdığı işçinin ödenmemiş emeğini gasp ederek yapar. Tek amacı budur: Sermayesinin her üretim sürecinde katlanarak büyümesini sağlamaktır.
Canlı emek olmadan makinelere meta ürettirenler, elbette ki, kapitalistin amacını da unutmuş olmalılar ki, bir tarihsel toplumsal yapının varoluş niteliğini görmezden gelebilecek denli ya körleşmişlerdir ya da burjuva sınıfı lehine bilinçli bir çarpıtma içine girmişlerdir.
“Kapitalist, bir metayı, ne sırf meta üretmiş olmak için, ne de, onu, kullanım değeri ya da kendi kişisel tüketimi için üretmez. Bir üründe kapitalisti gerçekten ilgilendiren şey bizzat somut ürün değil, üründeki, üretim için tüketilen sermayenin değerini aşan değer fazlasıdır.”[1]
Yani, artı-değerdir.
Kapitalist üretim sürecinde yatırdığı sermayesini daha fazlasını elde etmek için üretim yapar. Bunu da ancak canlı emeğin sömürülmesiyle elde edebilir.
“Yatırmış olduğu değişen sermayenin değerini, daha büyük değere çevirebilmesi için tek yol, bu değişen sermayeyi canlı emek karşılığında değiştirmek ve bu canlı emeği sömürmektir.”[2]
Marx’ın görüşleri çok net ve bilimseldir. Bugüne kadar bu görüşleri eleştiren burjuva liberal ekonomistlerin doğru bir şey ortaya koyabildikleri görülmedi. Çünkü onların eleştirilerinin kökleri yine Marx’ın eleştirdiği ilk klasik iktisat okulundan yetişen iktisatçıların tekrarından öteye gidemedi.
İşçinin, işgücü olmadan makinelerle yapılan üretim burjuvaziye karı nereden getirecek? Makinelerin artı-değer ürettiğini varsayan kimi küçük burjuva ve de liberal burjuva iktisatçıları, sermayenin karının satıştan, yani meta dolaşımından kaynaklandığını ileri sürerler. Elveda proletaryacı ya da prekaryacılarda aynı burjuva iktisatçıları gibi düşünüyor olmalılar. Ama biz biliyoruz ki, karın tek kaynağı işçinin ödenmemiş emeği olan artı-değerdir.
Makinelerin Marifetleri
Makineler canlı emeğin yerini aldığında, toplumsal yapıda da buna uygun temel değişimler olacaktır. Ortada artı-değer, ya da daha yalın söylemle işçi sömürüsü olmayacağı için, işçi sömürüsü üzerine kurulu kapitalist sistemin varolmayacağı açıktır.
“Fabrika sisteminin gelişmesi, sermayenin gittikçe büyüyen kısmını, bir yandan değerinin sürekli olarak kendisinin büyütebileceği, öte yandan da, canlı emekle ilişkisini kopardığı anda hem kullanım-değerini ve hem de değişim değerini yitireceği bir şekle sokar.”[3]
İşçinin bütünüyle üretim süreci dışına çıkması olası mı? Elbette olası. Üretici güçlerin devasa (yüksek düzeyde dijitalleşme) gelişmesi ve üretim sürecinin bütünüyle makineleşmesi, kaçınılmaz olarak işçiyi de üretim sürecinin dışına itecektir. İşçi (insan) burada, kapitalist üretim sürecinde olduğu gibi artı-değer üreten bir emekçi olmayıp, salt “denetleyici ve düzenleyici” olarak yer alacaktır.
Marx, Grundrisse’de, canlı emeğin (işgücü) üretim sürecinden çıkışını açıklamıştır.
“Canlı emeğin nesneleşmiş emek (makineler –YK-) karşılığında değişimi; yani toplumsal emeğin sermaye ve ücretli emek karşıtlığı halinde konumu –değer ilişkisinin ve değere dayalı üretimin son gelişmesidir.”[4]
Kapitalist sermayenin biricik kaynağı olan canlı emek, üretim sürecinin dışında kaldığında, ortada sermaye de olamayacağı için, var olan şey toplumsal bir servet olacaktır. Çünkü ürünler, kapitalist meta üretiminde olduğu gibi üretilen ürünlerin değişim değeri olmaycaktır. Değişim değeri olmayan bir ürünün kapitalist meta olması sözkonusu olamaz.
Marx, yukarıdaki alıntıda ortaya konan gelişmelere bağlı olarak, insanın üretim süreci karşısında düzenleyici ve denetçi olmasını şöyle açıklar.
“Emek, artık üretim sürecinin kapsamı içine iyice alınmış durumda değildir, insan daha çok üretim süreci karşısında bekçi ve denetleyici durmundadır.”[5]
Burada anlatılan komünist toplumdur. Komünist toplumda servetin kaynağı toplumsal emek olacaktır. Ortada artı-değerin zorla gasp edilmesiyle elde edilen sermaye yerine toplumun ortak ürünü olan toplumsal servet birikimi olacaktır. Bu süreçte emek doğrudan ve fazlasıyla servetin kaynağı olmaktan çıkacaktır. Çalışmanın zorunlu olmaktan çıkması ve insanın kendisine daha fazla zaman ayırmasının toplumsal koşullarının yaratılması olacaktır.
“Emek doğrudan biçimiyle servetin büyük kaynağı olmaktan çıkar çıkmaz, emek zamanı da onun ölçüsü ve dolaysıyla değişim-değeri kullanım-değerinin ölçüsü olmaktan çıkar ve çıkmak zorundadır. Kitlenin artı-emeği, genel servetin gelişmesinin koşulu olmaktan çıkmıştır, bunun gibi, birilerinin emeği olması da insan beyninin genel güçlerinin gelişmesinin koşulu olmaktan çıkmıştır. Değişim değerine dayanan üretim bununla birlikte çöker ve doğrudan maddi üretim süreci de geçicilik ve karşıtlık biçimine girmiş olur. Bireyselliğin özgür gelişmesi artı-emek sağlamak için gerekli-emek zamanının azaltılmasına değil, bireylerin hepsinin sanatsal, bilimsel vb. gelişmesine uygun düşen serbest zamanın ve araçlarına yaratılmasına olanak sağlayan toplumun gerekli-emeğinin enaz düzeye indirilmesine bağlıdır. Sermaye artık süreç halindeki çelişkidir, çünkü en alt düzeye indirilmesini engeller ve bir taraftan da emek-zamanını gereksiz zaman biçiminde çoğaltmak için gerekli-zaman biçiminde azaltır.”[6]
Burada da Marx’ın açıkladığı gibi, sermaye, bir taraftan gerekli emek zamanını azaltma eğilimi içindeyken, öbür yandan ise gelişmiş toplumsal üretim güçlerini artı-değerine el koymak için kapitalist üretim ilişkilerini sürdürmeyi elden bırakmamaya çalışır. Bu, emek sermaye arasındaki çelişme olarak topluma yansır ve gelişen üretici güçlere karşın kapitalist üretim ilişkilerini devam ettirmek bir yerde imkansız hale gelir. “Sermaye artık süreç halindeki çelişkidir”, çünkü üretim araçlarının ve genel anlamda üretici güçlerin gerekli emek zamanını alabildiğine kısaltacak düzeydeki gelişmişliği, ama buna karşın burjuvazinin işgününü uzatma eğilimi, burjuvazi ile proletarya arsındaki çelişmeyi daha da keskinleştirmektedir.
Marx, sermayenin eğiliminin yaralanabilir zaman yaratmak ve onu aynı zamanda artı-değere dönüştürmektir dedikten sonra şöyle devam eder:
“Birincisinde (yararlanabilir zaman –YK-) çok başarılı olursa, artı-üretimden zarar görür ve o zaman sermaye tarafından değerlenmiş olması gereken artı-emek olmayacağı için gerekli-emek kesintiye uğrar. Bu çelişki ne kadar çok gelişirse, üretken güçlerin gelişmesinin artık ötekinin artı-emeğinin maledilmesiyle durdurulamayacağı, işçi yığının kendisinin kendi artı-emeğini kendine maletmesi gerekliliği de o kadar ortaya çıkar. İşçi yığını bunu yaptığı zaman –ve bununla birlikte yararlanılabilir zaman, çelişkili bir varlık olmaktan çıktığı zaman- bir yandan gerekli emek zamanı, ölçüsünü, toplumsal bireyin gereksinimlerinde bulacak, öte yandan da toplumsal üretken gücün gelişmesi öyle hızla büyücektir ki, artık üretim herkesin servetinden sayılmakla birlikte, herkesin yararlanabilir zamanı da artacaktır. Çünkü gerçek servet, bütün bireylerin gelişmiş ürtken gücüdür. Artık o zaman servetin ölçüsü hiç de emek-zamanı değildir, yaralanabilir zamandır.”[7]
Ama bu kapitalist toplum olmayacaktır. Komünist toplumun kendisi olacaktır. Kapitalist toplum sürdüğü sürece üretici güçlerin gelişmişliği ve hatta “yapay zeka”nın bütünüyle üretim sürecine egemen olduğu süreçte, üretim ilişkileri kapitalist üretim ilişkisiyse burada işçi salt, üretim sürecinin bir düzenleyicisi ve bekçisi olarak değil, yine makinenin bir parçası olarak yer alır ve artı-değer üretir. Yani, üretici güçlerinin gelişmesinin derecesi, kapitalist sistemde işçiyi üretim sürecinin dışına atamaz, tersine daha büyük artı-değer için daha büyük miktarda işçiye gereksinimi ve işgünün uzatılması vardır.
Bunun tersi olursa, yani, işçiler salt düzenleyici olarak üretim sürecinin dışında yer alırsa, ortada artı-değer üretimi olmayacağı için, ortada bir işçi sınfı ve burjuva sınıfı da olmayacaktır. İşçinin sermaye için artı-değer ürettiği kapitalist toplumun yerini; sömürünün, sınırların ve de sınıfların olmadığı toplumsal bir sistem alacaktır. Bu komünizmdir.
Üretimin bütünüyle makineleştiği bir üretim sürecinde metanın değişim değeri olamaz. Kapitalistlerin meta üretimini, işçileri üretim sürecinin dışında bırakarak bütünüyle yapay zeka ya da robotlarla yaptığını varsayalım. Bu, muazzam bir aşırı üretimi de beraberinde getirecektir. Kapitalistlerin birbiriyle ölümcül rekabeti, daha fazla üretimin pazara sürülmesiyle sonuçlanacak. Ancak, böyle bir üretim sürecinin sonucunda metanın pazarda sermayeye dönüşmesi gerçekleşmeyecektir. Çünkü ortada metanın alıcısı olmayacaktır. Burjuvazinin çalışana gereksinimi olmadığına ve bütün işlerini makineler ile yaptığına göre, üretim dışında kalan nüfusun %99’da üretilen metaları ürün olarak alacak paraları olmayacaktır. “Yapay-zekalı” kapitalist bir toplum düşleyenler, artık toplumun %99’unun artı-nüfus olacağını da hesaplamaları gerekiyor. Ve salt toplumun %99’u değil, kapitalistin kendisi de aç kalacaktır çünkü meta pazarda sermayeye (para) çevrilemeyecektir.
Kapitalist üretim ilişkileri içinde bu olası mı? Elbette ki hayır. Burjuvazi ürettiği metanın pazarda tüketilmesi için, yani, değişim değeri için üretiyor ve metanın sermayeye dönüşmesi gerekiyor ki, tekrar yeniden üretimi gerçekleştirebilsin. Meta sermayeye dönüşmeyince üretim süreci tıkanır ve yeniden üretim süreci gerçekleşmez. Yani Marx’ın, kapitalist üretim sürecinin temeli olarak ortaya koyduğu MPM süreci gerçekleşemez. Basit formülüyle, kapitalist toplumun üretim süreci Meta-Para-Meta şeklindedir.
Toplumun %99’unu üretim sürecinin dışında bırakanlar, kapitalist toplumun geleceğini, kaçınılmaz olarak komplo teorileri ile devam ettirmek zorunda kalıyorlar. Ancak, tarihsel olarak hiç bir toplumsal sistem komplo teorileri ile var olmadığı gibi varlıklarını da komplo teorileri ile devam ettiremezler. Toplumlar, iradi olarak değil nesnel olarak vardırlar.
Emek-zamanı değerin ölçüsü olmaktan çıktığında, toplumsal servetin ölçüsü de Marx’ın vurguladığı gibi yararlanabilir-zaman olacaktır. Bu süreç çok uzak değildir.
Sermaye Birikim Süreci, Proletaryanın Artışı Süreci Olmaktan Çıktı Mı?
Sermaye olmadan işçi olmaz, işçi olmadan sermaye olmaz ve sermayenin büyümesine koşut olarak işçi nüfusu da mutlak bir biçimde artar. Sermayenin artış oranıyla işçi nüfusunun artış oranı elbette aynı oranda olmaz, sermaye birikim oranına göre işçi nüfusu düşmesine karşılık, gerçekte ise mutlak olarak bir artış gösterir. Sermaye mülksüzleştirdiği bütün insanları işçi olarak kendine bağımlı hale getirir. Mülksüzleştirilenler, üretim araçlarından yoksunlaştırılanlar, kaçınılmaz olarak sermayenin emri altına girer. Ancak, sermaye, hepsini istihdam edemez, belli bir kısmını yedek nüfus olarak cephe gerisinde tutar. Bu sermayenin birikimi için olmazsa olmazlardan birisidir.
Makineleşmenin hızlanması ve üretim sürecinde yoğunlaşmasına bağlı olarak işsizliklerde artmasına karşın, işçi sayısında da mutlak olarak bir artış vardır. Sermaye birikimi işçinin artı-değeri olduğu için, ne kadar fazla işçi çalıştırıyorsa kapitalist o kadar fazla artı-değer elde eder. Bu nedenle de işçi çıkarmasına karşın aynı zamanda işçi çalıştırmak zorundadır.
Aşırı meta (aşırı sermaye) üretimi için kapitalist üretim süreci içine makineleri katar. Kapitalist, sermayenin organik bileşimini, her yeniden üretim süreci içinde yoğunlaştırır. Bunu pazardaki diğer kapitalist rakiplerine karşı üstün gelmek, daha fazla pazar payı elde etmek ve de en asgarisinden pazar payını korumak için yapmak zorundadır ve o durmadan büyümek için durmadan artan ölçüde aşırı meta üretimine baş vurur.
Bunun için işçi çalıştırmak zorundadır. Daha öncede vurguladığımız gibi bu çelişmeli bir durmdur. Bir taraftan, azami kar elde etmek için sermayenin organik bileşimini (üretim süreci içinde makineleşmenin artması) değişen sermaye aleyhine büyütürken, öbür yandan ise salt bu nedenle kar oranında düşme eğilimi yasası devreye girer.
Marx’ın; “sermaye birikim süreci proletaryanın artışı sürecidir” belirlemesi eskidi mi? Ya da gerçekten işçi sayısında azalma mı var? Eğer, işçiler artık üretim sürecinin dışına itiliyorsa, tek tek ülkelerde ve dünya toplamında, genel nüfusa oranla işçi sayısında yani çalışan sayısında azalma olması gerekiyor. Ancak bütün istatistiki veriler, kapitalizmin gelişmesine bağlı olarak çalışan sayısında da artış olduğunu ortaya koymaktadır.
Buraya, seçilmiş ülkelerin ve bölgelerin, seçilmiş yıllara göre (OECD 2018) işgücü (labour force) istatistik verilerini aktaralım.
Uluslararası işgücü karşılaştırması (bin)
Tablo-1
|
2009 |
2011 |
2013 |
2015 |
2018 |
OECD Ortalaması |
591 391 |
596 646 |
606 749 |
616 332 |
635 358 |
Avrupa Birliği (28)[8] |
240 197 |
239 241 |
241 630 |
243 843 |
247 325 |
Avro Bölgesi[9] |
158 830 |
158 378 |
159 817 |
161 138 |
163 745 |
G7[10] |
364 757 |
364 127 |
368 343 |
372 735 |
383 067 |
Türkiye[11] |
23 710 |
25 594 |
27 046 |
29 678 |
32 274 32 594 (2019) |
Dünya Toplamı 5.81 milyar[12] |
Kaynak:OECD İşgücü İstatistikleri 2019. www.oecd-labour-force-statistic-2019
Yukarıdaki Tablo-1’deki veriler, toplam işgücü sayısının yıldan yıla arttığını göstermektedir. Örneğin, Türkiye’de 2009-2019 arası, yani dokuz yılda, işgücü yaklaşık 9 milyon bir artış söz konusu. Nüfus artışıyla işgücü sayısındaki artışın yaklaşık olarak birbirine paralel gittiği görülüyor.
Seçilmiş ülkelerin ve bölgelerin, seçilmiş yıllara göre çalışan (employment/istihdam) nüfusu (bin)
Tablo-2
|
2009 |
2011 |
2013 |
2015 |
2018 |
OECD Ortalaması |
332 574 |
334 512 |
338 259 |
343 065 |
351 717 |
Avrupa Birliği (28)[13] |
131 460 |
130 168 |
130 795 |
131 726 |
133 246 |
Avro Bölgesi[14] |
87 257 |
86 211 |
86 399 |
86 850 |
88 008 |
G7 |
199 287 |
198 474 |
199 717 |
201 747 |
2016 126 |
Türkiye[15] |
20 615 |
23 266 |
24 601 |
26 621 |
28 080[16] |
Dünya Toplamı 3.37 milyar |
Kaynak: OECD, agR-2019
Tablo-2’de de görüleceği gibi, yıllar itibariyle makineleşmenin artmasına karşın işçi istihdamında bir yükseliş vardır.
Seçilmiş bölge ve ülkelerin, seçilmiş yıllara göre sanayi ve hizmet istihdamı (bin)
Tablo-3
|
2010 |
|
2015 |
|
2018 |
|
Sanayi |
Hizmetler |
Sanayi |
Hizmetler |
Sanayi |
Hizmetler |
|
OECD Ortalaması |
122694 |
393 235 |
127 674 |
419 646 |
133335 |
441 486 |
Avrupa Birliği (28)[17] |
54 299 |
150 579 |
52 905 |
158 101 |
55 166 |
166 058 |
Avro Bölgesi[18] |
35 684 |
101 273 |
33 869 |
105 122 |
35 209 |
110 618 |
G7 |
71 517 |
255 187 |
73 606 |
270 140 |
75 823 |
282 555 |
Türkiye |
5 924 |
11 313 |
7 247 |
13 940 |
7 662 |
15 776 |
Dünya Toplamı |
|
|
|
|
|
3,37[19] milyar |
Kaynak: OECD, agR-2019
Burada, bir çok iş dalını hizmetler sektöründe göstermelerine karşın, sanayi sektöründe çalışanların saysında artış vardır. Örneğin yine İLO’nun 1991-2019 verilerine göre sanayi sektöründe çalışanların oranı, genel çalışanlara oranı %21,8 iken 2019 yılında nda %23,02’ yükselmiştir.[20] Bu olgu, uluslararası alanda sanayi proletaryasının nicel olarak gücünü ortaya koymaktadır.
Sermaye birikimi geliştikçe çalışma alanları da genişleme gösteriyor. Örneğin, 2015 yılı %100 olarak alındığında, 2018 yılında iş alanlarının genişlemesi (OECD toplamı) 104.7 olmuştur. Yani, 4 yıl içinde yeni iş alanlarının genişleme oranı %4.7 olarak artış göstermiştir. Bu artış, daha çok hizmetler sektörüne tekabül etmesine karşılık sanayi indekslerinde genişleme olmaktadır. Aynı şekilde OECD üyesi ülkelerinde de sanayi sektöründe çalışanların sayısı artmıştır. 2015 yılı 100 olarak ele alındığında, 2018 yılında sanayi sektöründe çalışanların endeksi 104.4’e yükselmiştir. Bu sektörde toplam (OECD) çalışan sayısı ise 133 milyon 335 bin kadrdır. Oysa 2015 yılında bu sayı 127 milyon 674 kadardı.
Marx’ın “sermayenin artması işçi sınıfının artması” belirlemesi, dün olduğu gibi bugünde geçerlidir. Yüzeysel bir saptama değil, kapitalist sermayenin büyüme yasasıyla doğru orantılıdır.
“ ... iş bölümünün daha yüksek düzeylere ulaşması sonucu işçi sınıfının büyümesi eğilimi söz konusudur. Sadece doğrudan üretim yapan işçilerin sayısı göreli olarak azalmakta, ama aynı zamanda kontrol, bakım ve üretimin sürdürülmesi için gereken diğer görevlerle uğraşan işçilerin sayısı da artmaktadır. “Hizmet sektörü”nün bütün meslek grupları, çoğunlukla ya dar ya da geniş anlamda işçi sınıfına dahildirler. Azınlıkta kalan bir kesim ise küçük-burjuva ara tabakalara dahildir. Tüm toplumun sanayileşme yolunda gelişimini yaşamaktayız.”[21]
Burjuvazi, “hizmetler sektörü”nü geniş anlamda tutatarak ve burada çalışan işçileri işçi sınıfı dışında göstermesinin nedeni, işçileri bölme politikalarından birisidir. Ne var ki, küçük burjuva oportünizmide burjuvazinin bu böl-yönet politikasına balıklama atlamakta gecikmemiştir. MLM güvensizlikleri yanında işçi sınıfına olan güvensizlikleri, onları burjuvazinin yalan propagandacısı durumuna düşürmüştür.
Hizmet iş kolunda çalışan işçilerin sayısının her geçen gün artması ileüretim sürecindeki makineleşme oranın bir birine koşut gittiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bir taraftan esnek çalışmanın genişletilmesi, bir taraftan ise sanayi üretiminde çalışanlar azalırken hizmet sektöründeki işgücünün artması, üretim sürecindeki makineleşmenin atmasıyla doğrudan bağlantısı vardır. Burjuvazi, bu sayede, işçi sınıfının birliğini bozma ve örgütsüzleştirme amaçlı olarak “esnek çalışma”yı kaçınılmaz bir olgu olarak işçinin karşısına dikmebilmiştir.
Oysa, Haziran 2013’te (GEZİ) sokaklarda çatışan işçişlerdi. Belli bir sayıda küçük burjuva ara tabakalardan da emekçilerin olması, sorunun özünü değiştirmiyor. Burjuvazinin severek “ara” tabaka dedikleri kafa ve kol emekçisi işçilerden başkası, işgücünden başka bir serveti olmayan işçiler ya da iş arayan işsizlerdi.
Bazı Yıllara Göre Seçilmiş Bölge ve Ülkelerin İşgücü ve İstihdam Oranları %, 2015=100
Tablo-4
|
2009 |
2011 |
2015 |
2018 |
||||
|
İşgücü oranı% |
İstihdam oranı% |
İşgücü oranı% |
İstihdam oranı% |
İşgücü oranı% |
İstihdam oranı% |
İşgücü oranı% |
İstihdam oranı% |
OECD Ortalaması |
96.0 |
94.6 |
96.8 |
95.6 |
100.0 |
100 |
103.1 |
104.7 |
Avrupa Birliği (28)[22] |
98.5 |
99.0 |
98.1 |
97.9 |
100.0 |
100 |
101.4 |
104.3 |
Avro Bölgesi |
98.6 |
100.0 |
98.3 |
99.1 |
100.0 |
100.0 |
101.6 |
104.7 |
G7 |
97.9 |
95.6 |
97.7 |
95.8 |
100.0 |
100.0 |
102.8 |
104.1 |
Türkiye |
82.0 |
79.9 |
89.1 |
90.5 |
100.0 |
100.0 |
108.7 |
107.9 |
Dünya Toplamı |
Kaynak: OECD agR-2019
Türkiye’deki iş indekslerini incelediğimzide de sanayi ve
hizmetlerde bir artış olduğu görülecektir. 2009 yılında iş endeksi %79’,9 iken
2014 yılında %97.4’e çıkmıştır. Yine 2015 yılı baz alınıp %100 olarak kabul
edilirse, 2018 yılında %100.7’e genişlemiştir.
Yukarıda adı geçen ülke ve bölgelerdeki iş genişlemesinde de aynı artışlar söz
konusudur. TÜİK’in en son verilerine göre, 2019 yılında işgücünün genel nüfusa
oranı %53 iken, çalışanların (istihdam) oranı ise %45.7’dir. İstihdam oranı her
yıl artış göstermektedir. Örneğin, 2006 yılında Türkiye’de, çalışabilir işgücü
içinde istihdam oranı %40,5 idi. Son 13 yılı içinde istihdam %5,2 artış
göstermiş. Bu verinin ortaya koyduğu yalın gerçek, çalışanların sayısı
azalmıyor, tersine artıyor.
ILO’nun hazırladığı; “Küresel İş Gücü Piyasasının Fotoğrafı 2018” (Snapshot ot the global labour market, 2018) raporuna göre, dünyanın çalışan ve çalışmayanların istatistiki fotoğrafı şöyle:
Dünya nüfusu 7.7 milyar. Bunun 5.7 milyarı çalışabilir yaşta (15 ve üstü). 172 milyon işsiz var ve 140 milyon ise işgücüne katılabilir bir potansiyel nüfus var. Toplamda çalışabilecek yaştaki 2 milyarı aşkın insan işsiz ya da sürekli olmayan işlerde yer yer çalışıyorlar. Bu 2 milyar nüfus, iş aramayanları, ama çalışabilir yaşta olduklarını ifade ediyor. İş arayıp iş bulamayan işsiz sayısı ise 170 milyon olarak ifade ediliyor. Buna ek olarak 140 milyon kişi daha çalışabilir durumda, ama çalışabilecekleri bir işleri yok. Bütün bunlara karşın İLO’nun işsiz rakamı, dünya çapında 170 milyondur. Bu,İLO’nun devletlerin resmi istatiklerden aldığı genel bir sonuç toplamıdır. ILO, bir gerçeği daha açığa vurmakta. Dünya nüfusunun gelişmesi ile çalışanların sayısı aynı oranda artmamaktadır. Örneğin 2000 yılında çalışabilir nüfusun %61.1’i istihdam edilirken 2020 yılında bu oran %58’e gerilemiştir.[1]
3.3 milyar çalışan nüfusun; %61’i düzensiz ya da sosyal güvenceden yoksun (informal) işlerde çalışıyor, %39’u ise düzenli (formal) işlerde çalışıyorlar.
3.3 milyar nüfus’ta çalışanlar içinde sayılanların %3’ü işveren, %11’i aile işletmelerinde, %34 (1.1 milyar) kendi hesabına ve %52’i ise ücret ve maaşlı çalışanlardan oluşuyor.
Bütün bu veriler; toplumsal bir sistem olarak kapitalist sistemin sürdürülemez oluşunu ortaya koyuyor. Çünkü, 2 milyar kişi ya işsiz ya da düzenli olmayan geçici işlerde çalışmaktadır. Dünya nüfusunun neredeyse yarısı günlük 1,90-2,5 ABD doları altında gelire sahiptir.
İşgücünün artışı ile istihdam orantılı değildir. İşgücü her yıl istihdama göre daha fazla büyümektedir. İLO’nun adı geçen raporuna göre; dünyada çalışma nüfusu 1990-1995 yılları arasında %1,9 artmış, bu oran 2013-2018 arası ise yıllık %1,3’e gerilerken 2030 yılnda %1,1’e düşeceği tahmin ediliyor. Yani, çalışma yaşındaki nüfusta bir azalma eğilimi söz konusu. Bu da, tek tek ülkelerde burjuvaziyi derinden düşündüren toplumsal bir gerçeklik.
Aynı rapor’un verilerinden devam edersek: 1990’lar boyunca istihdam artışı %1,5 iken 2018 yılında %1’in altına düşüyor. Yani, sermaye birikimine oranla mutlak bir büyüme varken, aynı şekilde bir düşmede söz konusudur. Kapitalizmin kısmen istikrarlı gittiği 2010-2017 arasında istihdam ve işgücü artışı oranları birbirlerine yakın. Ne var ki, 2018 ortalarında başlayan kriz ve peşinden gelen Koronavirüs (Covid-19) salgını, işsziliği daha da çoğaltacaktır. ILO’nun koronavirüsünün daha ilk günlerinde, salgından dolayı 2 milyon insanın işsiz kalacağını açıkladığını buraya alalım. Bu en iyimser bir rakam olmakla birlikte gerçeği yansıtmaktan oldukça uzaktır. Rakam çok daha yüksek olacaktır. Oysa, 2020 Auğustosuna gelidniğinde sadece ABD işsiz sayısı 45 milyona ulaştı.
Konumuz açısından önemli olan, sermaye birikimi ile istihdam oranları aynı gitmemekte, sermaye birikimi (burjuvazi verimlilik diyor) daha fazla artmaktadır. Bu da kapitalist üretim ilişkilerinin doğal bir sonucudur.
Kısacası, istihdamın, genel nüfus oranına göre düşmesine karşılık, çalışanların sayısı her geçen yıl artmaktadır. Yani, çalışanların nüfusu bir önceki yıla göre azalmıyor, tersine artış gösteriyor. Bu da, kapitalistlerin işçiyi bütünüyle üretim sürecinin dışında bırakacak anlayışını doğrulamıyor. Yukarıda da belirtiğim gibi, o aşmaya geldiğinde kapitalizm kapitalizm olmayacaktır.
Tablo-4’de de görüleceği gibi, çalışanlar ve iş gücü oranı sürekli artmaktadır. Ancak, kapitalizmin yürüyebilmesi için bir işsizler ordusuna gereksinim vardır. İLO raporunda verilen işsizler oranı, kapitalizmin yedekte tuttuğu ve tutmak zorunda kaldığı mülksüzleştirilmiş ve yalnızca iş gücünden başka satacak bir şeyleri olmayan kitlelerdir. Yani, yedekte tutulan işsiz üretim ordusudur.
Kapitalizmin en iyi döneminde dahi yüzde yüz istihdam gerçekleşemez. Böylesi koşullarda sermaye birkimi olmaz. Sermaye birikiminin en önemli şartlarından biri işsizler ordusunun varlığıdır.
Kapitalistler İşgücü Arayışında[2]
Bütün dünya da burjuvazi dinamik işgücü arayışı içindedir. Nüfusun giderek yaşlanması ve 65 yaş üstü nüfusun artması, burjuvaziyi kara kara düşündürmektedir. Bu nedenle de göçmen işgücüne olan gereksinimleri, uluslararası sermayenin büyümesine ve üretimin genişlemesine koşut olarak her geçen gün daha fazla artmaktadır. 2016-2017 yılları arasında Almanya’nın bir milyonu aşkın Suriyeli göçmene kapılarını açmaları burjuva hümanizmi nedeniyle değil, Alman sermayesine, yeni dinamik işgücü kazandırmak içindi. Yine, Alman burjuvazisinin Türkiye, Ürdün ve Lübnan mülteci kamplarından seçerek göçmen almasının nedeni de buydu. Esas tercihleri olan; eğitimli, meslek sahibi ve genç işgücü sahiplerini Almanya’ya aktardılar.
Emperyalist ülkelerde, sermayenin birikimi ile işgücü artışı aynı oranda gitmiyor. Sermaye, işgücü nüfusunun artışına oranla katlanarak büyüyor. Bu da kaçınılmaz olarak, büyük bir işgücü açığı ortaya çıkarıyor. 2. Emperyalist savaşta işgüçlerinin önemli bir bölümünü savaşta yitiren burjuvazi, ondan sonra dışarıdan işgücü alımlarına başlamışlardır. Almanya, İngiltere ve ABD bu konuda başı çekmiştir.
Bugün AB’nin büyük emperyalist ülkeleri, her yıl göçmen almak zorundalar. Bunu eksilen işgüçlerini tamamlamak için yapıyorlar. Pazar tezgahlarından elma armut seçer gibi mülteci kamplarından işgücü seçtiler. Bertelsmann Vakfı’nın açıklamasına göre, Almanya’nın her yıl en az 260 bin[3] göçmene gereksinimi var. Vakıf, dışarıdan göçmen alınmazsa, 2060 yılına kadar Almanya’nın nüfusu yaklaşık 16 milyon küçüleceği tahmininde bulunuyor.
AB’nin ileri ülkelerini, Romanya, Bulgaristan, Slovakya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinin işgüçlerinin en kuzeyden en güneye aktarılması da yetmiyor. AB ülkeleri dışından işgücü gelmesi gerekiyor.
AB ve diğer gelişmiş emperyalist ülkeler yaşlanan ve azalan işgücü karşısında kara kara düşünüyorlar. Robotlar çare olmuyor. Sermaye birikimi için canlı emeğe, işçinin işgücüne gereksinimi var.[4]
Burjuvazinin işgücüne gereksinimi olmasaydı, dışarıdan büyük işgücü göçü almasına gerek olmadığı gibi, sınır duvarlarını sıkı sıkı kapatırdı. Tersine, Almanya, kalifiye eleman almak için kampanyalar düzenliyor, ancak, işgücü açığını kapatacak kadar gelen yok.[5]
Hannoverische Algemeine Zeitung’un[6] görüştüğü işverenler şöyle diyor:
“Elektronik eşya üreticileri eş başkanı, kalifiye göçmen işçilerini çekmek için, Almanya’nın daha iyi perspektifler sunması gerektiğini söylüyor. Kauçuk ve plastik Bileşenleri Üreticileri sorumlusu ise, vasıflı yeterli işgücünün yetersizliği büyümenin önünde engeldir” diyebiliyor.
Bu kapitalistlerin aklına, “yapay zeka ve robotlarla bu sorunu çözeriz” diye, nedense gelmiyor. Büyümek ve sermaye birikimi denince; öncelikle canlı işgücü akıllarına geliyor. Oysa, bizim küçük burjuvaların akıllarına hemen, dijitalleşme ile kapitalist sistemde işçiyi işgücünün dışında bırakıp, üretimi yapay zekaya teslim ederek, artı-değerin gerçekleşebileceği geliyor ve bunu kapitalistler bilmiyor(!)
AB ve ABD gibi en büyük emperyalist ülkeler, nicel olarak büyük sayılacak nüfusa sahip olmalarına karşılık her yıl yeni göçmen işçi alıyorlar. Bunların bir kısmı kaçak olarak giriyor ve bir kısmı ise yasal yollardan geliyor. Ayrıca, AB, Çin, Kanada, ABD ve diğer gelişmiş kapitalist-emperyalist ülkelerde yasa dışı (kayıtsız) binlerce işçi var. Bunların hepsi çalışıyor, ama oldukça ucuza ve bütün sosyal haklardan yoksun olarak. Bunu devletler biliyor. Ve hatta ne kadar “kaçak” göçmen olduğunu ne kadarının “kayıt dışı” çalıştığını yaklaşık olarak biliyorlar ve işçilerin “kaçak” olarak çalıştırılmalarını sessiz kalarak destek veriyorlar. Ne de olsa, burjuvazi için muazzam bir katma değer (artı-değer) birikimi sağlıyor ve sermayenin büyümesine katkıda bulunuyorlar.
Gelişmiş emperyalist-kapitalist ülkeler, dün geri kapitalist ülkelerin (sömürge-yarı-sömürge) yeraltı zenginliklerini kendi ülkelerine taşırlarken, bugün işgüçlerini kendi ülkelerine taşıyorlar. İşgücü, burjuvazi için madenden daha değerli bir metadır. “Verecek madeniniz yoksa, işgücünüz var, onu verin” diyorlar. Çünkü ikisinin de hem kullanım hem de değişim değeri var. Ancak, ikincisi daha önemli. İkincisi (işgücü) olmazsa, maden kendi kendine meta haline gelip değişim değeri kazanamaz.
Türkiye’de göçmen işçilerin yoğun bir şekilde çalıştırıldığı biliniyor. Bir bakan yardımcısı, Suriyeli göçmenlere yönelik ırkçı saldırı yapanlara şöyle seslenmişti: “Türkiye 3 milyon insani beşeri sermaye olarak da görmelidir. Şu anda Kahraman Maraş’ta, Adana’da, Osmaniye’de, Gaziantep’te hatta Ankara’da OSTİM’de bir çok ilde Suriyeliler olmazsa düz işçilik yapan yok. Fabrikalarımız durur.”[7]
İşçi sınıfının (canlı emek) yerine robot’tan artı-değer bekleyen kimi liberal burjuva ve küçük burjuva düşüncelilerin görüşlerine pek değer vermiyor, sermayenin sözcüleri. Türkiye’nin o zamanki bakan yardımcısı sorunu net olarak ortaya koymuştur. Suriye’liler “ beşeri sermaye”dir, yani artı-değer üreten canlı emektir. Bunlar olmazsa burjuvazinin üretimi duracak. İşçi, burjuvazinin gözünde ve nezdinde, canlı bir meta, yani, “sermayedir”. Çok kaba kaçmasın diye önüne “beşeri” sözcüğünü de ekliyorlar.
Burjuvaziye kalifiye eleman gerekli ama “düz işçi”de gerekli. Bu en gelişmiş ülkelerden en geri ülkelerine kadar böyledir. Kapitalizmin daha fazla geliştiği ülkelerde düz işçiye burjuvazinin gereksinimi yok demek, kapitalist toplumsal yapıdan bihaber olmak anlamına gelir. Bugün, Almanya’da, günde 2-4 saat arası sosyal haklardan mahrum işlerde çalışanların sayısı, yaklaşık 8 milyon[8] civarında. Bunlar kalifiye eleman değil, temizlik işçileri, kasiyer (süpermarketlerde kısa süreli çalışanlar), paket dağıtıcıları ya da benzerleri. Sigorta ve emeklilik haklarından yoksun sadece iki saatlik işlerde çalışanların sayısının toplamı 2 milyon 373 bin. Düşük ücretli işlerde çalışanların toplam sayısı ise yaklaşık 7,5 milyon. İşte en gelişmiş ülkelerden birinin durumu. Burada resmi olarak 2 saatlik olarak gözüken işlerin büyük çoğunluğunun 8 saati aşan işler olduğunu belirtelim. Özellikle küçük işletmeler, göçmenleri iki saat olarak gösteriyorlar, ama 8-10 saati aşkın çalıştırıyorlar. Bunu, düşük ücretli olduğu için çalışan işçi de istiyor, küçük patronda istiyor. Daha fazla sigorta ve yan vergileri ödememek için. İşçinin işine gelmesinin nedeni, aldığı ücretin çok düşük olması nedeniyle, yarı-işsizlik parası ya da aldığı ücretin üstünü tamamlayacak sosyal yardım almak istemesinden kaynaklanıyor. Çünkü aldığı ücretin düşük olması nedeniyle geçinemiyor, sosyal yardıma gereksinim duyuyor.
“8 saat çalışıp iki saat çalışıyor” görünen durumundan, Alman devletinin haberi yok mu? Elbette var. Ancak, buna göz yumuyor. Çünkü, ucuz işgücü karşılığında daha fazla artı-değeri (katma değer) burjuvaziye kazandırıyor. Burjuvazinin sosyal yardım adı altında ödediği, bu artı-değerin çok çok gerisinde. Deyim yerindeyse, Alman tekelci sermaye devleti, “kaz gelecek yerden ördeği” esirgemek istemiyor. Kendisi kaz alırken, bunun karşılığı sosyal yardım olarak ördek (ucuz tavuk demek daha denk düşer) vermeyi daha karlı buluyor.
AB ülkelerinin (özellikle gelişmiş sanayiye sahip olanlar) çoğu bu yöntemi uyguluyor. Türkiye ise sömürüyü daha çıplak yapıyor. Milletvekilleri ya da AKP’li siyasetçilerin evlerinde “intihar”ları(?), göçmen genç kızların, karın tokluğuna, ölümüne bir yaşam durumlarını gösteriyor. Ve ev işçileri (hizmetçi) kiralayan uluslararası firmaların olduğu da bilinmeli. Bu firmaların çalıştırdığı işçiler adeta kölelik koşullarında çalışıyor. Bütün sosyal haklardan yoksun oldukları gibi, Türkiye’de olduğu gibi, öldürüldüklerinde de sahip çıkanları olmuyor. Suçlu öldüren değil, ölen işçiler oluyor.
ABD’de durum bundan farklı değil. Milyonlarca “kaçak göçmen” işgücünün varlığına göz yumuluyor. Sınır duvarlarını kaptmaları ya da kapatmak istemeleri, daha fazla göçmenin kontrolsüz bir şekilde gelmesini önlemek içindir. Kendileri seçerek almak istiyor. Dünya da en fazla “kaçak” göçmenin çalıştığı ülke ABD’dir.
Bütün emperyalist ülkeler, her yıl, en az bir 30 yıl sonraki demografik yapı tahminini raporlaştırırlar. Ve yapılan bütün demografik durum raporları, o zamana kadar yaşlı nüfusun artacağı, genç nüfusun oldukça azalacağını söylüyor ve bunu önlemek içinde göçmen işçi alma politikalarını uygulamaya sokuyorlar.
Örneğin Çin’de, 2050 yılında 65 ve üstü yaş oranı artarken, 15 yaş altı nüfusun azalacağı tahmin ediliyor. ABD’de durum aynı. Bu ülkede, 15 yaş altı nüfusun oranı toplam nüfusun %20’lerin altına düşüyor. Her iki büyük emperyalist ülkenin istihdam edilen nüfusun genel nüfus içindeki oranını verelim: ABD’de 15 ve üstü yaşın toplam nüfus içindeki payı (2018 yılı için) %59,6. Çin’de ise bu oran %65,7. Arada %6’lık bir fark var. Bunun anlamı ABD’nin nüfusu Çin’den %6 oranında daha yaşlıdır. ABD’nin “hispanik” diye küçümsediği Latin Amerikalı genç göçmen nüfusu neden kendine çektiğinin yanıtı bu verilerin içindedir. ABD devlet istatistik bürosu (U.S. Bureau Of Labor Statistics. www.bls.gov), nüfusun ne kadarı beyaz, ne kadarı siyah, ne kadarı Çinli ve ne kadarı “hispanik” vs. hepsini ayrıntılı olarak kayıtlara geçiyor.
Sanayi üretimin en yoğun olduğu ülkelerin biri olan Japonya’da da durum farklı değildir. 2050 yılına gelindiğinde 15 ve altı yaş grubu genel nüfusa oranla büyük bir düşüş gösterirken, aynı oranda 65 ve üstü yaş oranı genel nüfusa oranla artış göstermektedir. Örneğin, 15 yaş altı grup 2005 yılında genel nüfus içindeki payı %13,8 iken, 2018 yılında %12,7’e gerilemiş. 15-65 yaş arasındaki nüfus 2005 yılnda %66,5 iken 2018 yılında %59’a gerilemiş.[9] Genel olarak genç nüfus gerilerken, yaşlı nüfus artmaktadır. Genç nüfusun gerilemesi, işgücü oranının düşmesi anlamına geldiğinden kapitalistler bu düşüşü önlemek için başka ülkelerden işgücü göçü çekme politikasını uyguluyorlar. Ayrıca, genel anlamda insan nüfusu da bir azalışa trendi içine girmiştir. Bu nedenle de Japonya yabancı işgücü göçüne gereksinim duyuyor ve 2017 yılına göre 2018 yılnda yabancı sayısında %6,6 (bazı kaynaklar bunu %7,5 olarak veriyor) bir artış göstererek toplamda 2 milyon 730 bine çıkmış. Ayrıca ülkede 11 bini aşkın Vietnamlının “illegal” yaşadığı da belirtiliyor.[10] Ve yabancı işgücünün toplam genç nüfus içindeki oranı %5,8. Bu da Japon burjuvazisinin genç göçmen işçilere ülkeye kolay girmesini sağladığının bir göstergesidir.
Ayrıca, Japonya Hükümeti, 2018 Mayıs’ı sonunda yaptığı bir açıklamada, dışarıdan işgücü alımının kolaylaştırılması için yasalarda reforma gittiğini duyurmuştu. Bunun anlamı; 2025 yılına kadar işgücü sıkıntısını giderebilmek için, dışarıdan 500 bin işgücü göçüne izin vereceği belirtiliyor.[11] Şu anda büyük bir işgücü açıklığı olmasına karşın, Japon hükümetinin hesaplamasına göre 2040 yılına gelindiğinde 15-64 yaş arası nüfusta 15 milyon düşüş olacakmış.[12]
Gelişmiş sanayi ülkelerinde var olan bir gerçek; genel anlamda nüfusta bir azalma (dünyanın toplam nüfusu da dahil), genç nüfusta burjuvazi açısından ürkütücü bir düşüş eğilimi yaşanırken, aynı oranda 65 ve üstü yaşta bir artış trendi yaşanmaktadır.
Şu rahatlıkla söylenebilir; bütün eski emperyalist ülkelerde iç göç hareketi çok önceden (ikinci dünya savaşıyla beraber) bittiği için, dışarıdan işgücü alma eğilimi içine girmişerdir.
Bugünün Türkiye’si, artık dışarıdan işgücü alma durumuna gelmiştir. Hem sanayinin gelişmesi hem de nüfusun yaşlanma eğilimi içine girmesi ve iç göçün esasta son sınırına gelmesi, Türk burjuvazisini dışardan işgücü almaya zorluyor. 2019 verilerine göre Türkiye’de toplam 5 milyon 75 bin göçmen yaşadığı söyleniyor. Bu bilgileri, Türkiye’nin içişleri bakanı, TBMM’de “Türkiye’de Göç Yönetimi” ile ilgili “içişleri komisyonu”na veriyor.[13] Bu rakamın eksik olduğu, kayıtsız çalışan daha çok göçmen olduğu ileri sürülüyor.
Türkiye, Afganistan, Pakistan, İran, Irak ve Afrika ülkelerinden gelen yoğun bir mülteci çekme alanı ve burası Avrupa’ya geçi güzergahı olduğu için, göçmenlerin ilk durak alanı diyebiliriz. Ne var ki, Avrupa’ya ulaşmak amacıyla gelenlerin bir bölümü burada kalıyor. Ve Türkye’nin “iltica” politikası nedenyile resmi iltica baş vuruları kabul edilmiyor. Ve yaşamak için en kötü, en ağır koullarda ve ucuza (bazan angarya denebilecek düzeyde) çalışmak zorundalar. 2017 yılı itibariyle Türkiye’de 1,5 milyon Afrika kökenli göçmen bulunuyor.[14]
Örneğin, D. Şimşek’in (Universty College London, Faculty Member) Türkiye’de yaşayan Afrikalılar içinde yaptığı bir Etnografik saha çalışmasından kısa bir not:
“Çok az para kazanıyorum ama uzun saatler çalışıyorum. Çoğumuz tekstil atölyelerinde köle gibi çalışıyoruz. Bu işi mecburiyetten yapıyoruz. Birlikte çalıştığımız Türkler bize çok kötü davranıyorlar. Bazen yemek vermiyorlar ya da yemek artıklarını veriyorlar. Bir çok Afrikalı kadın, patronların cinsel tacizine maruz kalıyor.” (33 yaşında, Ugandalı, kadın, Kumkapı)”[15]
Kapitalistler, göçmenleri “kaçak” olarak kabul edip, ama “yurtdışı yapmayıp” bütün sosyal haklardan yoksun ve bir köle gibi çalıştırmalarının tek bir nedeni var; bunlar üzerinden daha fazla sermaye birikimi sağlamak istemelerindendir. Türk burjuvazisi, göçmen işçileri “çok sevmişe” benziyor. Çünkü göçmen işçilerin “mecbur” olduklarını ve sermaye devletinin bilinçli bir politikasının ürünü olarak, mecbur bırakıldıklarını, en iyi onlar biliyor. Bütün sermaye kesimleri ile işçiler arasında, devlet kanalıyla “yasal” bir sözleşme olmasına karşın, burjuvazinin işçiden tek bir beklentisi vardır: Hiç durmadan enerjisinin son sınırına kadar çalışması, sosyal hakları gibi kavramları unutması –sağlık sigortası, tazminat hakkı, emeklilik primleri, yıllık tatil parası, sendikal hakkı, 8 saatlik gibi işgünü, işçi sınıfının yüzyıllardır verdiği mücadele sonucu kazanılmış burjuva haklarını, işçten çıkarma ve almalarının yasalara bağlanması vb. gibi- gerekir. Sermaye karşısında bu tür haklar çok lükstür.
ABD’de Göçmen İşçilerin Rolü
Burjuvazinin göçmen işçilere gereksinim var ve göçmen iş gücü çekmek için bir biriyle yarışmaktadırlar. Göçmenler üzerinde ırkçı politika geliştirmeleri sorunun özünü değiştirmiyor ya da Trump gibilerinin göçmen karşıtı politikaları Meksika sınırına duvar örmeleri, tekellerin sermaye birikimleri ve birbirine karşı rekabet edebilmeleri için, teknolojik gelişmelere gereksinimleri olduğu gibi işgücüne de gereksinimleri daha fazlasıyla var.
Trump’ın göçmen karşıtı politikası, ABD emperyalist devletinin gerçek politikası değildir. Bugün, ABD’de, BM raporuna göre 48,5 milyon göçmen işçi var. Bir de kayıtlı olamayan işçiler söz konusudur. Bunların ne kadar olduğu tam bilinmesede milyon rakamla ifade edildikleri bir gerçektir. Bunun dışında 11 milyon[16] da kayıt dışı, yani illegal olarak kalan göçmen var. Burada hemen belirtmek gerekiyor. ABD burjuvazisi, 11 milyon kaçak göçmen olduğunu ve bu “kaçak”ların, ABD tekelci ekonomisine ne kadar katkıları (katma değerleri) olduğunu bilir, ama asla onlar çalışma istatisitklerinde yer almazlar. 11 milyon işçi, en ağır koşullarda ve tüm sosyal haklardan yoksun olarak adeta köle gibi çalışırlar ve haklarını arayamazlar. Haklarını aramaya kalktıkları anda karşılarına; “seni polise bildirir sınır dışı ettirirm” yasası çıkarılır. Ve bu göçmenlerin çoğu da ölene kadar “kaçak” olarak ABD’de yaşarlar.
Tabi, bir de, 15 yaş altı çalışanlara da ististikler yer vermez. Ne var ki, sayı olarak ne kadar çocuk işçinin ABD çalıştığı bilinir. Çünkü ABD yasasına göre 15 yaş altı çocuk çalıştırmak yasaktır. Ama aynı “kaçak” göçmen işçilerde olduğu gibi bunlarda kayıtlarda yer almaz ve sosyal tüm haklardan mahrumdurlar. 15 yaş altı çocuk işçiler: “eti senin kemiği benim” türden sermayenin kölelerdir.
George W. Bush Presidental Center’in raporu ve infografi’ne[17] göre, ABD’nin Fortune 500 şirketi içinde yer alan tekellerin kurcularının %40’ı göçmen kökenli. Bunu övgü olsun diye yazmışlar. Yine göçmenlerin %7,6’sı kendi iş yerlerine sahipler. Amerikalıların %50’sine kıyasla, göçmen kökenlilerin %70’inin yaşı 25-64 arası. Oldukça yüksek bir genç nüfus. Ayrıca, göçmen nüfus 2035 yılına kadar 18 milyon daha aratcağı tahmin ediliyor. Aynı kaynağın verilerine göre, 16 yaş ve üstü göçmenlerin %62’si çalışırken, aynı yaşlardaki Amerikalı yerli çalışan oranı ise %58.
G. W. Bush Enstitüsü-SMU (Souhthern Methodist Universty- Teksas) Ekonomik Büyüme Girişim Direktörü’nün yazısından ABD’deki göçmenlerle ilgili bazı görüş ve verileri buraya aktaralım. Yazının başlığı, “Neden Yasal Göçün Düşüşüne Dikkat Etmeliyiz”
Aynı sitenin yazarlarına göre, ABD’nin küresel ölçekte rekabet edebilmesi için göçmen işçileri çekebilecek daha yumuşak yasaların çıkarılması gerekiyor. Yani, ABD’nin göçmen politikasının iyileştirmesini istiyorlar. “Modası geçmiş göç yasasının, yerine ekonomik büyümeyi hedefleyen göç yasasının reforme edilmesi şarttır”, diyorlar.[18] Bunun anlamı; “genç ve eğitimli, meslek sahibi işgücüne acilen gereksinmemiz var ve kapıları bunlara açın” demektir.
Konumuz göçmen işçileri incelemek olmamasına karşılık, günümüz göç politikasının işgücü göçüyle doğrudan bir ilişkisi olduğu için kısaca değinmek gerekiyor. Tekelci burjuvazinin işgücüne gereksinimi var genç ve dinamik işgücü ise kapitalizmin daha az geliştiği ülkelerde mevcut. Gelişmiş kapitalist ülkelerden birbirine işgücü transferi olsada bu yeterli olmadığı gibi oldukça da maliyetli. Çünkü Almanya’da çalışan birisinin ABD’ye göç etmesi için daha yüksek bir ücret alması ve iyi koşullarda yaşamasını koşullar. Yine, AB ülkelerinin sanayi açısından ileri ülkelerinin birbirinden işgücü çekebilmeleri içinde bu geçerli. Ancak, az gelişmiş ülkelerden gelen göçmenler karın tokluğu ve kısmi bir sosyal güvence ile çalışmaya razılar. Bunlar, sermaye kesimleri için oldukça cazip işgücü potansiyeli.
Yasadışı kalan 11 milyon göçmenin ABD’den kapı dışarı edilmesinin ABD ekonomisine maliyeti oldukça pahalıya patlıyacağı hesaplanıyor. 11 milyon “kaçak” işgücünün eksilmesi, genel işgücünden yaklaşık %4,5 oranında; GSYH’nin ise, 10 yıl içinde 4,7 trilyon ABD dolar kadar küçülmesi anlamına geliyor.[19] Ve “kaçak” göçmenlerin ne koşullarda çalıştıklarını burada özel olarak belirtmek gerekmiyor. Bu, en ucuz, en ağır ve her türlü sosyal güvenceden yoksun bir şekilde çalışma anlamına geldiğini bilmemek olamaz. Göçmen işçi demek maliyeti en düşük, artı-değer üretimi en yüksek işçi demektir.
ABD’nin toplam nüfusu Mart 2020 itibariyle 333,522 milyon.
Tablo-5 ABD’de seçilmiş yıllarda iş gücü ve çalışlan sayıları (milyon)
|
2020 Şubat |
2000 Şubat |
1978 Şubat |
|
Kurumsal olmayan nüfus[20] |
200, 968m |
|
|
|
İşgücü sayısı |
126,954m |
142,456m |
100,837 m |
|
İşgücüne katılım oranı |
63.2% |
|
|
|
Çalışan sayısı |
122,669m |
136,598m |
94,519m |
|
İşsiz sayısı |
4,285m |
5,858m |
6,318m |
|
İşsizlik oranı |
3.4% |
4.1% |
6.3% |
|
İşgücünde olmayan |
74,014m |
|
|
|
Kaynak: U.S. Bureau Of Labor Statistics. www.bls.gov 2020 Mart (Not: Çalışan ve işsizlik oranı Koronavirüs salgını öncesi rakamları içerir. YK)
Burada da görülebileceği gibi, kapitalizmin en gelşmiş olduğu ülkelerden biri olan ABD’de işgücü ve çalışan saysısı oransal olarak sürekli bir artış göstermiştir. Ancak tekelci burjuvazi, iş gücü artış oranını yeterli görmeyip dışardan göçmen işçi alımını çağaltmak ve göçmen işçi alımını ksıtlayan yasaları gevşetmek (reforme etmek) istiyor. Çünkü üretici güçlerin gelişmesi daha fazla canlı işgücüne de gereksinim duyuyor. Ayrıca, nüfusun yaşlanan kesminin trendinin sürekli artma eğilimi içinde olması, azalan işgücünün telafi edilmesinin politikalarını zorunlu olarak gündeme sokuyor.
Bu nedenle burjuvazi göçmen işçilere gereksinimi var ve göçmenler onlar için artı-değer üreten ucuz üretim aracından başka bir şey değildir.
Çin’in Gelişmesinde İşgücü Nüfusunun Büyük Olmasının Rolü
Çinde toplam çalışan sayısı 774.41 milyon (2019). İşgücüne katılım oranı %68.2. İşgücüne katılım oranı diğer ülkelerden daha yüksek ve bu Çin tekelci burjuvazisi için büyük bir avantaj. Çin’de kadınların işgücüne katılım oranı da diğer ülkelerden çok yüksek %63,3. Toplam işgücü ise; 2008 yılında 770.46 milyon iken, bu sayı 2018 yılında 805.67 milyon’a yükselmiş. 2019 verilerine göre Çin’in nüfusu 1 milyar 400 milyon. Çin’in iç göç işçi (kendi köyünden şehirinden ya da eyaletinden başka şehire ya da başka eyalete taşınması) nüfusu ise yaklaşık 290.8 milyon.[21] Çin dışından gelen (yabancı) işçi saysı ise 10 milyon civarında. Çin, şimdilik başka ülkelerden işçi alma gereksinimi duymuyor, çünkü iç göçü hareketli bir ülke. Ancak, veriler, Çin’de de iç göçün (bunun anlamı; küçük köylülüğün mülksüzleştirilemsinin tamamlanması) sınıra dayandığını gösteriyor.
Çin’in sahip olduğu işgücü ve çalışan sayısı 35 üyeli OECD ülkelerinden fazla. Çin’in imalat sanayindeki üretimi, dünyanın en gelişmiş ülkeleri olan ABD, Japonya ve Almanya’nın toplam imalat sanayi üretimine eşit düzeyde denebilir. Yani, bu üç ülkenin ürettiğinin Çin tek başına üretiyor. Çin’e, “dünyanın fabrikası” denmesinin nedeni de bu. 2018 yılında dünya imalatının %28.4’nü Çin, %16.6’nı ABD, %7.2’ni Japonya, %5.8’ni Almanya üretiyor.[22] Buna karşın, imalat sanayindeki istihdam düşme eğilimi, hizmet sektöründeki istihdam ise yükselme eğilimi içinde. Üretim süreci içinde sermayenin organik bileşiminin sürekli artması, imalat sanayindeki istahdamın düşmesine neden olurken, hizmet sektöründeki istihdamın ise artışını beraberinde getiriyor.
ABD ve Batılı emperyalist ülkelerinde hizmet sektörü %70’ler ve üzerinde seyrederken Çin’de bu oran şimdilik %46.3 seviyesinde. Bu oran, ABD’de %79,1. Diğer eski emperyalist sanayi ülkelerinde olduğu gibi, Çin’de de zamanla sanayi sektörü düşerken hizmet sektöründeki istihdam yükselme eğilimi devam edecek ve hizmet sektörünün ekonomideki payı devamlı artış gösterecektir.
Sektörlerin toplam katma değer (artı-değer) içindeki paylarına bakılacak olursa, Çin’de Hizmetlerin %52,2, sanayinin %40,7, tarımın ise %7,2.[1] ABD’de ise sırasıyla; %80,2, %19,4, %1,4.[2]
Uluslararası Yüksek Teknoloji Tekellerinin İşgücü İstihdamı
Burada bütün tekelleri ele almayacağız. Ancak öne çıkan uluslararası yüksek teknoloji tekeli Foxconn’u kısaca burada inceleyecek. Foxconn’un ele alınmasının nedeni, piyasada yüksek teknoloji ürünü olarak öne çıkan markaları üretmesi ve onlara parça tedarik eden önde gelen tekellerden birisi olması ve aynı zamanda işçileri en zor koşullarda çalıştırdığı ile ün kazanmış Tayvan menşeli uluslararası niteliğe sahip bir haydut tekel.
Diğer tekellerin bundan farkı var mı? Kesinlikle hayır! Bunun marifetleri uluslararası burjuva basınında daha fazla öne çıktığı içindir.[3]
Bu tekeli incelememizin konumuzla doğrudan ilgisi vardır. Söz konusu tekelin ürettiklerinin yüksek teknolojik ürünler olmasından kaynaklıdır. Ve aynı zamanda yüksek oranda işçi çalıştırmasıdır. Yani, canlı emeği en fazla kullanan tekellerden biridir. Sermayenin organik bileşiminin yüksek olması, üretim süreci içinde işgücü kullanımının da yüksek olmasını dıştalamadığını ortaya koymaktadır. Kapitalist tekellerin, işgücü kullanımı olmadan salt yüksek teknoloji ile artı-değer üretemediğinin bilincindedir. Tekel, yüksek oranda artı-değer elde etmek için yüksek teknolojinin yanında canlı emeğe de bir o kadar gereksinim duymaktadır. Canlı emek olmadan üretilen üründe art-değer olmaz.
Foxconn, Aplle’nin bir çok ürünün üretiyor. Bunlar içinde iPhone X var. Ayrıca Sony, Microsoft, Samsung, Hewlett-Packard, Dell, Nintendo, IBM, Lenovo, Motorola, Nokia, Toshiba, Amazon, Wii, Xbox 360, PlayStation gibi yüksek teknoloji/dijital ürünlerin üretiminin bu şirketler adına (fason olarak) üretiyor. Yani, bilgisayar, cep telefonları, tabletler, playsteyşinler vb. üretimleri yapıyor. Foxconn, 2012 yılında bilgisayar ve cep telefon vb.lerinin dünya çapındaki üretiminin %40’ını tek başına gerçekleştiriyordu.
Foxconn Electronics,[4] bünyesinde 1,2 milyon[5] kişiyi çalıştırıyor. Ve Çin’in en büyük ihracat şirketidir. Çalıştırdığı işçileri bir nevi köle olarak kullanmasıyla üne kavuşmuştur. İşçileri 10-12 saat çalıştırmaktadır. Çalıştırdığı işçilerin önemli bir bölümü de stajyer öğrencilerdir. Çin yasalarına göre stajyer işçiler hafta da en fazla 36 saat çalışması gerekirken, Focxcoon 3 bin öğrenciyi günde 11 saatten fazla çalıştırmıştır. Elbette, bundan Çin hükümetinin haberi var ve stajyer meslek öğrencilerin çalışma koşullarını, meslek okullarının yöneticileriyle fabrika yöneticileri ortak hazırlıyorlar ve meslek okul yöneticileri fabrikadan yaptıklarının karşılığı olarak ücret alıyorlar. Yani, bir nevi posta başılık ya da kapitalistlerin deyimiyle taşeronluk yapıyorlar.[6] Ancak, yasalar, esas olarak burjuvazinin lehine olduğu için, tekeller için uygulanan yasalar ile işçi sınıfı için uygulanan yasalar farklı olmaktadır.
Der Spigel dergisinin aktardığına göre her yıl Zhengzhou şehrindeki fabrikasında[7] 17-19 yaşları arasındaki öğrencileri, Agustos-Aralık ayları arasında –bu sayı 100 bin ile 300 bin arasında değişiyormuş- çalıştırıyor.[8] Uluslararası Af Örgütü de Apple ve Foxconn’u, Çin’de, Kongo’da ve daha bir çok yerde çocuk işçi çalıştırmakla suçluyor.
Yine, China Labor Watch (Çin İşci Hakları İzleme Örgütü)’ne göre, Çin yasaları, tekellere istihdam ettiği işçilerin ancak %10’nu kadar geçici işçi çalıştırma izini varmış. Ancak, Apple ve Foxconn ortaklığı bunun çok üzerine çıkmış.[9]
İşte, yüksek teknolojik ürünlerin parlak bir şekilde raflara dizilip satışa sunulmasının arkasındaki gerçekler.
Bunları, artı-değer oranını yükseltmek için işçileri nasıl çalıştırdıklarına örnek olması amacıyla buraya aktarıyorum. Tekeller, artı-değer oranlarını yükseltmek için, illegal olarak çocuk işçileri köle gibi çalıştırmalarının yanında işgünün uzatarak nispi artı-değer oranını en yüksek noktaya çıkarmaya çalışyorlar. Yüksek teknolojiyi artı-değer oranını artırmak, üretim artışını hızlandırmak ve çoğaltmak için kullanmaları yeterli olmuyor. Artı-değer için canlı emek ve özellikle de ucuz işgücü (canlı emek) gereklidir.
Apple ve Foxconn işbirliğinin çocuk işçi sömürüsü oldukça meşhurdur. Burjuva medyası BBC, Der Spiegel’den Finacial Times’e kadar bu şirketlerin köle işçi çalıştırmalarını sık sık heber yapmak zorunda kalmışlardır.
Çin İşçi Hakları İzleme Örgütü (CLW)’nin ropurunun birinci bölümünde ve uluslararası bazı basın organlarından derlediğim bilgileri buraya aktaracağım:
26 Temmuz 2019’da Foxconn, meslek okullarından 1581 stajyer öğrenci işçi almış. Bu öğrencilerin yasal olarak haftada 36 saat çalışma hakkı var. Ancak, fabrika-meslek okul işbirliği ile öğrenciler, haftanın altı günü, günde 10-12 saat arası çalıştırılıyor ve çalışmak istemeyen ya da mesaiye kalmak istemeyen öğrencileri fabrika idaresi, meslek okul idaresine bildiriyor ve okul idaresi fabrikanın istediklerini yapmayanları ya okuldan atma tehdinde bulunuyor ya da fiziki baskıya varan uygulamalara baş vuruyor.
Stajyer öğrenci-işçilerin aylığı 1750 RMB[10], yani 248 $ (ABD doları). Saat ücretleri 10.05 RMB /saat (1.42 $). Oysa, 2018 yılında ayda 1950 RMB (276 $) ücret alıyorlarmış Ve 2019 yılında ücretleri düşürülmüş. Stajyer öğrenci-işçiler ayda toplam 234 saat çalışıyorlar. Stajyer öğrenci-işçinin fabrikaya aylık maliyeti 2018 yılında 5185 RMB (735 $) iken 2019 yılında 3872.04 RMB’ye (548 $) düşüyor.
Stajyer işçiler en fazla 10.05 RMB (1.42 $) çalıştırılırken, Pekin’de asgari saat ücreti 2018 yılı için ortalama 24 RMB ve asgari saat ücretlerin en düşük olduğu eyaletlerde biri olan Hunan’da ise asgari ücret/saat: 13.4 RMB, aylık 1.130 RMB /163 $ (2020 yılı için)[11]. Buradan, kapitalistlerin neden “satjyer işçi düşkünü” oldukları daha iyi anlaşılabilir. Oysa, stajyer işçiler ile normal işçilerin çalışma koşulları ve saatleri aynı. Ama stajyer işçiler daha az ücret alıyorlar.
ABD ve başka emperyalist ülkelere ait uluslararası büyük tekellerin, ürünlerini kendi ülkelerinde değilde özellikle Çin’de üretmeyi seçmelerinin nedenlerinin başında Çin’deki büyük artı-değer oranı vardır. Ucuz işgücü ve tüm demokratik ve sosyal haklarından yoksun bir işçi sınıfı. Çin, bu nedenlerden dolayı, uluslararası büyük tekeller için bir üretim cennetidir. Çin’de büyük şehirlerde çalışanların ücretleri daha az nüfuslu yerlere göre yüksek.
Çin’de bir sürü meslek okulu var ve bunların amaçları fabrikalara meslek eğitimi almış ucuz işgücü sağlamak. Meslek okulların öğretmenleri aynı zamanda fabrikada işe alınarak stajyer öğrenci-işçileri dentleme yetkilerine sahipler. Bu öğretmenler (gerçek anlamda değnekçi/postabaşı), öğretmenlik yaptıkları için meslek okulundan ücret aldıkları gibi fabrikadan da ayda 3000 RMB (425 $) maaş alıyorlar. Meslek okulu ise, fabrikadan, stajyer öğrenci-işçi başına, çalışılan her saat için 3 RMB (0,42 $) alıyor. Yani, okul, okul değil taşeron bir firma gibi, fabrikalara işçi kiralıyor.
Meslek okul-fabrika ilişkisini Nazi döneminin Almanya’sındaki, fabrikaların yanlarına kurulan toplama kampları ile fabrikalar arasındaki ilişkiye benzetebilriz. Nazi döneminde, her büyük fabrikanın yanında bir toplama kampı vardı ve toplama kamplarındaki tutsak ve esirler fabrikalarda zorla çalıştırılırdı. Çin’deki meslek okul-fabrika ilişkisi ile Nazi dönemindeki toplama kamp-fabrika ilişkisinin bir farkı; Çin’de işçiler ölümüne çalıştırılıyor, ancak karşılığında az da olsa bir ücret alıyorlar. Çünkü Çin’de de Foxconn fabrikasında çalışan bir çok genç işçi, çalışma koşullarına dayanamadığı için intihar[12] etmiştir. Çin’de de bu fabrikaların yanlarında, fabrikalara ait işçilerin kalacağı çok katlı binalar var ve işçiler, bu binalarda bir odada 6-8 işçi bazan ise daha fazla olarak bir oda da (yatakhane) kalıyorlar. Yani, işçiler ev yüzü görmüyor, aynı Nazi toplama kamplarında olduğu gibi, fabrika çıkışı kamplarına (yatakhanelerine) geri dönüyorlar ve iş saati başlangıcında ise kamplardan çıkıp iş başı yapıyorlar. 12 saat kadar çalıştıkları için işçiler yorgun ve uykusuz kalıyorlar. Yemek paydoslarında hızlıca yemeklerini yiyip, yemek yedikleri masanın üstüna kafalarını koyuyup uykuya dalıyorlar.[13]
Buraya, Marx’ın bir saptamasını alalım:
“... bir kutupta servet birikimi, diğer kutupta, yani kendi emeğinin ürünü sermaye şeklinde üreten sınıfın tarafında, sefaletin, yorgunluk ve bezginliğin, köleliğin, cahilliğin, zalimliğin, akli yozlaşmanın birkimi ile aynı olur.”[14]
Marx, sermayenin, işçi sınıfı üzerinde yarattığı vahşetin ağırlığı[15] ve yaygınlığı konusunda hiç yanılmadı. Şimdi konuya devam edebiliriz:
Fabrikalar, (burada örneğimiz Foxconn), sadece stajyer işçi alımıyla yetinmiyorlar, aynı zamanda taşeron firmalardan işçi kiralıyorlar. Yine Foxconn’un çalıştırdığı kiralık işçilerin durumuna bakalım:
Foxconn’un Amazon için üretim yaptığı Hengyang (Hunan eyaletine bağlı 7 milyon nüfusluk bir metropol) şehrinde, stajyer işçilerin yanında taşeronlardan kiraladığı kiralık işçiler çalıştırıyor. Çin iş yasalarına göre, taşeron işçilerin sayısı, toplam çalışan işçilerin en fazla %10’u kadar olması gerekiyormuş. Ancak, adı geçen fabrika, kendi yasalarını uyguluyor ve ve taşeron işçi saysısı yasal sınırın çok ötesine geçiyor. Elbette bunu Çin devleti de biliyor. Ancak, her yerde olduğu gibi burada da yasalar göstermelik ve burjuvaziye hizmet ediyor. Diğer emperyalist devletler gibi, Çin devleti de uluslararası tekelerin hizmetindedir.
26 temmuz 2019 yılında Amazon için üretim yapan Foxconn fabrikasında taşeron işçi sayısı toplam işçi sayısının %34,2’si kadardı. Yani toplamda 2545 geçici (taşeron işçisi) vardı. Bu işçilerin saat ücretleri 14.50 RMB / saat (2.06 $) ve işçilerin fabrikada çalıştığı her saat için taşeron firma 3.5 RMB (0,50 $) alıyor. Ve Çin’de özellikle büyük metropollerde her yer taşeron firma ile doludur. Özellikle işçi bulma kurumlarının önü, işçi arayan taşeron firma simsarlarının işgali altındadır.[16]
Sadece Foxconn değil, diğer yükseksek teknolojiyle çalışan tüm tekellerin (örneğin Huawei gibi) durumu aynı.
Amazon, dünyanın en büyük tekellleri arasında ilk sıralarda gelirken, sahibi de dünyanın en büyük zenginlerinin başında geliyor. 2019 yılı verilerine göre, dünya çapında toplamda 798 bin işçi çalıştırıyor ve aynı yıl için ciroso ie 280 milyar ABD doları.[17] Paket servisi, online ticarete, dijital dağıtım, bulut bilişim (Cloud Computing) işleriyle meşgul.
Şirketin kuruluş hikayesini buraya almayacağım, Wikipedia’daki bilgilere göre 2007 yılında toplam çalışan sayısı 17 bin, 2010 yılında 33.700 olurken, üretim ve dağıtımlarda en yüksek teknolojiyi kullanmasına karşın, 2019 yılı itibariyle 800 bin işçiyi de istihdam etmektedir.
Piyasa değeri açısından dünyanın bir numaralı uluslararası tekelinin Çin’deki marifetlerini, Çin İşçi Hakları İzleme Örgütü’nden dinleyelim. Bu rapor 8 Agustos 2019’da yapılmış.
Amazon’un tedarikçi firması Foxconn’un faaliyetlerine, işçileri nasıl çalıştırdıklarına ilişkin uygulamalarına yorum yapmayacak kadar net bir durum var. Rapor’da her şey belgeli olarak ortaya konmaktadır. Ayrıca, bu fabrikaların etrafında da Nazi toplama kamplarının yanındaki fabrikalardaki gibi işçilerin topluca yatıp kalktıkları binalar var. “Modern Çin”, 1989’dan 2020’e kadar yüzde 1400 ekonomik büyüme sağlayan Çin tekelci devlet burjuvazisinin, bu büyümeyi nasıl sağladığının da açık resmidir. “Karın büyüklüğü kar iştihanı iyice körüklüyor” ve sermayenin büyümesine ve merkezileşmesine koşut olarak da işçiler üzerindeki baskılar ve içine itildikleri yaşam koşuları dayanılmaz bir hal alıyor.
Buraya kadar yapılan açıklamalar ve ortaya çıkan gerçekler ve yüksek teknoloji ile çalışan tekellerin yoğun bir işçi kitlesi çalıştırdıkları gibi, işçileri köle gibi çalıştırmalarının yanında; devletlerin göstermelik yasalarından kendi yasalarının üstün olduğu görüldüğü gibi, artı-değeri artırmak için canlı emeğe ne kadar fazla gereksinim duydukları da kendiliğinden anlaşılıyor.
“Avrupa’nın kapısındaki Tilki”[18] olarak adlandırılan Foxconn’nun, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Rusya ve Türkiye’de olmak üzere Avrupa’da şimdilik dört fabrikası var. Foxconn’nun, Tekirdağ Çorlu’da Avrupa Serbest Bölgesi’nde bulunan fabrikasında 350 kişinin çalışıyor ve Hewlett Packard için masaüstü bilgisayarlar üretiyor. “Ucu açık sözleşme”lerle işe alınan işçiler, haftada 30 ile 62 iki saat arası çalışıyor ve asgari ücret alıyorlar. İşçiler, 24 saatte 5000 bilgisayar çıkarmak zorundalar.[19] Burada çalışan bir işçi, “bize robot gibi davranıyorlar” diyor. Ve Çin’deki “stajyer öğrenci işçi” uygulamasını Foxconn buradaki fabrikasında da uyguluyor. Üretilen ürünlerin %85’i ihraç edilmesi şartıyla kurulan fabrika, bir çok vergiden muaf tutulmuş ve devletin tam desteğini arakasına almıştır. Fabrika’nın 2000 işçiye kadar genişlemesi bekleniyormuş. Ancak şimdilik bu konuda net bir bilgi yok. Çünkü Türk devleti, özellikle serbest bölgelerde bulunan fabrikalarda çalışan işçilerin ücretleri, sosyal hakları vb. konusunda bilgileri saklı tutuyor.
25.02.2011 tarihinde fabrikanın açılışını, o zaman ulaştırma bakanı olan Binali Yıldırım[20] yapmış. Ve burada çalışan işçilerin bir kısmı Türk kökenli Bulagristanlı.
Dijitalleşme, Tekelci Devlet Kontrolünün Artması ve İşgünün Uzatılması Bağlantısı
Teknolojik gelişmeler, kapitalizmin tarihi boyunca daha yüksek oranda artı-değer artırmanın bir aracı ve aynı zamanda işçi sınıfını, makinenin bir parçası ve de onun egemenliği altına sokma eğlimi artarak devam etmiştir. Üretim araçları içinde dijitalleşmenin gelişmesi, işçiyi, üretim sürecinin denetleyicisi ve düzenleyicisi bir duruma getirmesinin nesnel koşullarını yaratmasına karşın, işçi kapitalist sistemde makinenin bir paraçası konumundadır. Kapitalist, artı-değer elde etmek, yani sermayesini büyütmek için, işçinin işgünün daha fazla uzatmaya çalışmaktadır.
Burjuva devletler yüksek düzeyde dijitalleşmeyi, işçi sınıfının yaşam koşullarını iyileştirmek ve iş zamanını kısaltarak yararlanabilir zamanı uzatmak yoluna gitmeyecektir ve gitmemektedir. Tersine, işgününü uzatarak üretim süreci içinde her geçen gün büyüyen organik sermaye bölümünü karşılamak yoluna gitmektedir. Dijitalleşmenin artması, üretim süreci içinde değişmeyen sermaye bölümün azaltmıyor, daha da büyütüyor. Üretim maliyetinin ölü bölümü artıyor. Ancak, bu artan kısmı, yoğun teknolojik aşırı üretimle karşılamak olası olmuyor. Çünkü kar oranında düşme eğilimi yasası devreye doğrudan giriyor. Bu nedenle de kapitalist, canlı emek sömürüsünü (artı değer oranını) artırarak değişmeyen sermaye tarafının artışını karşılama yolunu seçiyor.
Toplumsal yaşamın içine yüksek düzeyde dijitalleşmenin girmesi ve artma eğilimi içinde olmasına karşın, burjuvazi bunu, kitlelerin daha sıkı kontrol edilmesi yoluna gidecektir ve gitmektedir. Bugün Çin’de olduğu gibi. İşçi sınıfını ve emekçileri daha modern araçlarla baskı altına almanın yöntemi olarak kullanacaktır. Ayrıca, kapitalizmin tarih boyunca, her gelişen makine işçiyi daha fazla cendere altına alıp, üretimin yedeği durumuna soktuğu gibi, aynı zamanda, burjuvazinin devlet olarak toplum üzerindeki baskı araçlarını artırmanında bir aracı olmuştur ve olmaktadır.
Bugün sınıf bilinçli proletarya partileri, iş gününü altı saate ve haftada 30 saate düşürülmesi talep ediyor. Burjuvazi ise, çalışma gününü 8 saatin üzerine çıkarmanın mücadelesini veriyor. Bunu bir çok yerde yasallaştırdı. Ve burjuvazi, koranavirüsü salgını tehlikesinin atlatılmasının arkasından daha baskıcı yöntemleri işçi sınıfı üzerinde deneyecek, işgünün daha fazla uzatmaya çalışacaktır.
Sorunun özü, üretim araçlarının niteliği değil, üretim araçlarının kime ait olduğu ve hangi toplumsal üretim ilişkileri içinde kullanıldığıdır.
Çin’de yoğun tekenoloji kullanan bütün şirketlerde çalışma saatleri resmi yasaların dışına çıkıyor. Foxconn örneğinde de görüldüğü gibi, yüksek teknoloji şirketleri işçilere haftanın altı günü ve en az günde on saat çalıştırıyorlar. Çin’de resmi çalşıma saati haftada beşgün ve 40-44 saat arası olması gerekiyor. Ancak, buna kimse uymuyor. Çin tekelci devleti, haftada beş gün 40 saati propaganda amaçlı koymuş. Ama, hiç bir işyerinin bu yasaya uymadığını kendileride çok iyi biliyor.[21]
Çin’de resmi çalışma saati çok farklı olmasına karşılık, yeni uygulanmaya başlanan 996[22] adı verilen çalışma saati programı, haftada 72 saatlik bir çalışmayı dayatıyor.[23] Sabah 9 akşam 9 saatleri yani, 12 saat iş yerine bağlı kalmak, bütünüyle sosyal yaşamı öldürdüğü gibi, işçilere dinlenme zamanıda bırakmıyor.[24] İşçi, iş çıkışı doğru eve gidiyor yemeğinin yedikten sonra yatıp sabah yine işe geliyor. Çin burjuvazisinin işçi sınıfını kontrol altında tutma ve yoğun olarak çalıştırma yöntemi budur. Bir işçinin yılda çalışma saati Çin’de 3 bin saati geçiyor.
Çin burjuvazisi “996” işgünü modelini 2016 yılında başlatı. Buna karşı protesto gösterileri ve tepkiler olsada, bütün ileri teknoloji tekelleri başta olmak üzere, bütün fabrika ve iş yerlerinde uygulanmaya başlandı ya da başlatmak için gün sayıyıyorlar. Özellikle de teknoloji yoğun üretim yapan firmalar, 996’nın işçiler tarafından kabul edilmesini istiyorlar. İşçiler buna karşı internet üzerinden protesto başlattılar. En temel sloganları: “Uyku yok, seks yok, yaşam yok!”
Bu uygulamayı savunanların başında telekomünikasyon ağırlıklı tekeler geliyor. Alibaba, Huawei, Pinduoduo, Bytedance, Tencent, Baidu, Xiaomi, ve DJ.com. Bu tekellerin hepsi dijital yoğunluklu üretim yapanlardır. Ama, en uzun süreli işgününe sahipler. İşçilere dinleme vakti bırakmıyorlar. İşçilerin haklı olarak sloganlaştırdığı gibi, ne uyku, ne seks ve ne de yaşam var. Ve sık sık bütün burjuva gazetelerinde, Çin’de bu tür yerlerde çalışan işçilerin yemek paydos saatinde ya da iş anında uyuya kaldıklarının fotoğrafları yayınlanır.
Dijitalleşme geliştikçe burjuvazi işgününü kısaltma yerine uzatmayı esas alıyor. İnsanlara dinlenme vakti bırakmadığı gibi uyku saatlerini de ellerinden almaya çalışıyorlar. Yani, dijitalleşmiş yapay zekalı kapitalizm, işgünü konusunda 1800’lü yılların kapitalizminden daha da gaddar bir bir işgünü uygulamasına geçmiştir. İşte “modern kapitalizmin” gerçek yüzü. Daha uzun çalışma ve daha fazla artı-değer elde etme. İşçilere, çalışmaktan başka zaman bırkamama...
Üretimde yüksek teknolojinin kullanıldığı yerlerden biride Hong Kong’dur. Çalışma saatleri yıllık ortalama 2296 saati bulmaktadır. Dünya’da en uzun çalışma saatlerinin başında Hong Kong gelmekte ve onu Meksika (2148) ve Güney Kore (2070) takip etmektedir.
Öncelikle belirtmek gerekiyor. Çoğu devletler real çalışma satlerini gizliyor ve resmi olanı veriyor. Ancak bütün kapitalist ülkelerde büyük bir angarya (mesai adı altında) çalışma olduğu biliniyor.
Kapitalist sistmede işçiye söyelenen şudur: Yaşamak için çalışmayacaksın, çalışmak için yaşayacaksın. İşçi için çalışmanın ve yaşamanın anlamı ise, burjuvazi içindir. Ve bu kural; kapitalist devletlerin hiç bir zaman vazgeçemeyecekleri yasallaştırdıkları ve kendilerini ayakta tutan uygulamalardır.
Buraya, bazı ülkelerin 2018 yılına ait yıllık ortalama çalışma saatlerini alalım :
Tablo-6
Hong Kong |
2296 |
Meksika |
2148 |
Güney Kore |
2121 |
Rusya |
1972 |
Türkiye |
1832[25] |
ABD |
1786 |
Japonya |
1680 |
İngiltere |
1538 |
Fransa |
1520 |
OECD Ortalaması |
1734 |
Almanya |
1363 |
Çin |
72 (?)[26] |
Kaynak: OECD Employment Outlook 2019/www.wikipedia.org./www.statista.com
Üretim Sürecinin Toplumsal Değişimine Bağlı Olarak İşçi Sınıfının Değişimi
İşçi sınıfının değişimi, esas olarak başka bir makalenin konusu olmakla birlikte, konuyu burada, makalenin genel içeriğine bağlı kalarak, kısaca ele alınacaktır. Dijitalleşmenin artması, üretim sürecinde yüksek teknolojinin giderek daha fazla yer almasının, işçi sınıfı üzerinde yaratacağı etkilere de değinmek gerekiyor.
Makalenin içinde “makinelerin marifetleri” bölümünde, üretim sürecinde makineleşmenin artmasıyla işçinin üretim süreci dışında nasıl kaldığını anlattık ve bunun kaçınılmaz olduğunu da belirttik. Üretim süreci içinde bilgi teknolojileri (informasyon teknolojisi -IT) ve operasyonal teknolojilerin (OT) gelişmesi ve birlikte üretim süreci içinde yer almasının giderek yagınlaşması, kapitalist üretim sürecinin doğal diyalektik gelişimidir. Bazı kesimler, makineleşmenin işçi sınıfının aleyhine, işçiyi üretim sürecinin dışında bırakacağını ve kapitalist toplumsal sistemin, insanlığın son geldiği yer olarak kalacağını ileri sürecek kadar, -tanrı adına konuşan din tüccarları gibi- idealistleşiyorlar. Kapitalizm koşullarında işçi sınıfının üretim sürecinin dışında kalamayacağını yukarıdaki bölümlerde –verilerle desteklenerek- konu etraflıca açıklandı. İşçi sınıfının IT ve OT teknolojilerinin üretim süreci içinde yer almasından dolayı korkacağı bir şey olamaz. Korkması gereken burjuvazidir. Çünkü bir tarafta sermayenin organik bileşimi alabildiğine yükselirken, makineleşmenin artması sonucu istihdamın (değişen sermaye bölümünün) azalması, kapitalistin kar oranının düşme eğilimini hızlandıracaktır.
Marx, sanayinin teknik temelinin devimci olduğunu söyler:
“Modern sanayi, mevcut üretim sürecinin hiç bir zaman son ve değişmez bir şekil olarak görmez ve ele almaz. Bunun için de, bu sanayinin teknik temeli devrimcidir, oysa daha önceki üretim biçimleri özünde tutucuydu. Makineler, kimyasal süreçler ve diğer yöntemler yardımıyla, yalnız üretimin teknik temelinde sürekli değişikliklere yol açmakla kalmaz, işçilerin görevleriyle, iş-sürecinin toplumsal bileşiminde de değişikliklere yol açar. Böylece aynı zamanda, toplumdaki işbölümünde de köklü değişiklikler yapmakta ve, sermaye ile işçi kitlelerinin durup dinlenmeden bir üretim sürecinden diğerine atmaktadır.”[27]
Kapitalizmin tarihi ele alındığında bir çok defa teknik temel gelişmiş ve buna bağlı olarak da üretim süreçleri kendini yenileyerek ve değişmlere uğrayarak bugüne gelmiştir. El değirmenlerinden, buharlı ve peşinden elektirkle çalışan makinelere ve üretimin daha seri bir şekle (otomasyon) dönüştüren üretim bandların ortaya çıkması ve son 70 yıllık süreçte bilgisayarların gelişmesi ve özellikle 1990’lardan sonra robotlaşmanın artması, IT (Bilişim teknolojisi) ve OP (Operasyonel Teknoloji) tekniklerinin (dijitalleşme) üretim süreçlerine dahil olması, iş bölümlerinde ve iş-sürecinde de yeni değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Her yeni teknolojinin üretime girmesi, üretimde yeni iş bölümlerini de beraberinde doğurmaktadır.
Buraya, bir çalışmadan aktarma yapalım:
Örneğin ABD’de 2008 krizinden sonra, toparlanma döneminde (2010’dan sonra), 15 milyon yeni iş ortaya çıkıyor. Yani 15 milyon işçiye yeni iş olanağı yaratılıyor. Bu, her kriz sonrası kapitalizmin genişlemesinin doğal bir sonucu oluyor. Bu kaynağın verilerine göre, dijitlleşme artmasıyla eski işyerlerinin bazıları (%12 gibi) kaybolurken, yeni iş olanklarını da berbaberinde (%13 kadar) yaratcaktır. [28]
Aynı kaynak, yapay zekedan dolayı iş kaybının olacağını, ama kenid araştuırmalarına göre, aynı şekilde yeni iş olanaklarının ortaya çıkacağını hesaplıyorlar. Bunu ise, 2008 krizinden sonra bir çok iş yerinin kaybolmasına karşın, 15 milyon yeni ş yerinin kazanılmasna bağlıyorlar.[29]
“İş yok edici ve yaratıcı olarak teknoloji: Çoğu analiz otomasyona ve teknolojiye sadece yok edici olarak bakıyor ama tarihteki her büyük teknoloji değişimi yeni işlerin yaratılmasına da yol açmıştır. Distopik gelecek vizyonları çoğunlukla denklemin bir tarafının ihmal edilmesiyle alevlenir.”[30]
Yazarlarında söylediği gibi sorunun bir yanı görmezden geliniyor. Özellikle bu görmezden gelmeyi ve tek tarafı abartılı söylem, işçi sınıfına yönelik ideolojik ve sınıfsal bir yıkım yaratmak amacıyla, tekellerin sözcülerinden geliyor. İşçi sınıfı “adına” konuştuğunu iddia eden küçük burjuvazi de telaşa kapılıp, işçi sınıfının yok oluşu olarak değerlendiriyor. Ama hala burjuvazi ve kapitalizm yaşıyor olmasına karşın, bunlar, kapitalizmi işçi sınıfı olmadan hayal edebiliyorlar.
Sermayenin büyüme ve merkezileşmesiyle doğru orantılı olarak kapitalist üretim hacmi de genişlemektedir. Kapitalist üretim hacminin genişlemesinin durması
sermayenin ölümü olur. Üretim sürecine yeni giren makine, işini elinden aldığı işçiye başka bir iş bölümünde yeni iş alanlarını da birlikte yaratmaktadır. (Bu, sosyalist toplumda da böyle olacaktır. Yani, üretim tek düze ve statik değil, gelişen ve genişleyen bir eğlim içinde olacaktır. Tersi, yani, statiklik ise, insanın kendini üretme yetisini yitirmesi ve ölümü olur) Yeni makinenin üretim sürecine girmesi, makinenin her parçası için yeni bir iş alanı ve iş bölümü yaratması demektir. Ve bu makinenin her bir parçasının ayrı üretim yeri ve süreçleri vardır. Örneğin bir bilgisayarın her parçasının ayrı bir üretim alanında yapılması gibi. Makinelerin her parçası aynı fabrika içinde de olabilir. Böylesi bir üretim süreci kapitaliste bir çok açıdan maliyeti pahalıya geliyor.
Birincisi; fazladan istihdam gerektiriyor ve daha fazla işçiyle karşı karşıya kalma sorunu var.
İkincisi ise; her bir parçanın farklı yerlerde üretilmesi kapitaliste daha ucuza geliyor. Bu hem esnek üretim hem de esnek çalışma olarak karşımıza çıkıyor. Bu, işçi sınıfının birliğinin parçalanmasını getirerek, örgütlü olarak ortak hareket etmesini zorlaştırıyor.
Nasıl ki, kapitalist toplumun yapı taşları kapitalist üretim ilişkileri üzerinde yükseliyorsa, her bireysel kapitalist için üretimin temel nedeni artı-değer elde etmek için meta üretimi olması; kapitalistler arasındaki bitmek bilmez aşırı rekabet, üretimi artırmak amacıyla durmadan üretim sürecine yeni teknikleri de katmıştır ve katmak zorundadır.
Burjuvazi, üretimin teknik temelini geliştirirken, aynı şekilde iş bölümünün de daha da yagınlaştırmaya ve geliştirmeye devam etmiştir. Ama, aynı şekilde, işçiyi de yetkinleştirmektedir. Diğer yandan ise, üretim ilişkilerinin temelini, emek-sermaye çelişmesini de sıkı sıkıya korumak için tutuculuğu, en geri bağnazlığı da elinden bırakmamıştır. Bir taraftan üretimi teknik olarak geliştiriken, bir yandan ise, sermayenin büyüklüğüne koşut olarak gericileşmesini, işçiyi ve doğayı artan ölçüde tahribatı da artırmıştır.
“Modern sanayinin –der Marx- teknik zorunlulukları ile, bu kapitalist biçimi içinde yatan toplumsal niteliği arasındaki mutlak çelişkinin, işçinin durumundaki her türlü kararlılık ve güvenliği nasıl yok ettiğinin; iş araçlarını elinden alarak, gerekli yaşam araçlarından da yoksun bıraktığını ve, parça-işlerine bile el atıp onu nasıl gereksiz hale getirdiğini görmüş bulunuyoruz.”[1]
İşçiyi gereksiz hale getiren üretim biçimi, ama öbür yanda ise iş çeşitliliğinin gelişmesi, iş bölümlerinin artması, işçiyi değişik üretim alanlarında çalışmaya itmesi, işçinin artan ölçüde ve üretimin teknik temelinin gelişmesine koşut olarak her işi yapacak yetkin duruma getirmesini de sağlamıştır. Günümüzde ise dijitalleşmenin gelişmesi ve bu alanda işçilerin çalışması, işçinin yetkinliğinin teknik gelişmelerin gerisinde kalmadığını ve kalamayacağını göstermektedir.
Burjuvazi, makineleşmeyi geliştirmesine karşın, işçiyi bütünüyle üretim dışına atacak durumda değildir. Çünkü böyle bir şey yaptığı anda, üretim ilişkilerinin niteliksel olarak yeni bir biçime bürünerek kendisinin de gereksiz hale geleceğinin bilincinde olmalıdır. Bilincinde olmasada sermayenin değersizleşmesiyle kendisi de gereksiz hale gelecektir. Artı-değerin kaynağı canlı emek olduğu için, burjuvazi, işçiyi üretim sürecinin dışına itemez. Teknik gelişmelerin o düzeye gelmesi, emek-sermaye çelişmesinin dayattığı çözümü de güncel hale getirici toplumsal gelişmeler ve sınıf çatışmalarının daha da keskinleşmesi kaçınılmaz olur. Ancak, toplumlar tarihi kendiliğinden değil devrimlerle alt-üst olduğundan, üretimin teknik temelinin gelişmişliği, toplumsal değişimin aciliyetini daha da zorunlu hale getirecektir. Çünkü, üretim ilişkileri üretici güçlerin gelişmesine cevap veremez hale gelmiştir. Üretim sürecindeki bir bütün olarak üretici güçlerinin gelişmişlik düzeyi ile üretim ilişkilerinin kapitalist niteliği arasındaki çelişme kaçınılmaz bir sona yaklaşmaktadır.
Bir çok kesim, ve elbette küçük burjuva oportünizmi, işçi sınıfın başkalaştığını ve gelinen aşamada, Marx ve Lenin’in zamanındaki “devrimci işçi” olmaktan çıktığını ileri sürüyorlar. Bunun anlamı; kapitalist üretim ilişkileri sürerken, bu ilişkilerin bir başka temel ayağı olan işçi sınıfı nitelik değiştirmiş oluyor. Ama, kapitalist üretim ilişkileri ise, nasıl oluyorsa aynı kalıyor. Ve düşünce silsilesi, utangaçca , işçi sınıfı olmazsa, size, onun alternatifi olarak “prekarya” verelim diyor.
Üretici güçlerdeki ve üretimdeki iş bölümündeki gelişmelere bağlı olarak işçilerinde gelişmesi, başkalaşması kadar doğal bir şey olamaz. Tarım ülkesindeki tarım proletaryasının, şehire gelip fabrikaya girdiğinde sanayi işçisi olması ne denli doğalsa, bilgi teknolojisi (information Technology –IT-) alanında çalışan bir işçi ile bir fabrikada temzilik işçisi arasında sınfsal olarak her hangi bir fark olamaz. ikisi de kapitalist üretim ilişkilerinin zorunlu koşulları altında çalışırlar, ikisi de artı-değer üretir, ve ikisi de iş bölümü gereği, kapitalist üretimin bir parçasıdır ve her şeyden önce, üretim araçlarından yoksun oluşları nedeniyle üretim ilişkileri içindeki konumları aynıdır.
Şu anda (yıl 2020) kapitalizmin içinde bulunduğu kriz ve Koronavirüs salgını nedeniyle bu krizin daha da derinleşmesi, ve her krizde olduğu gibi, mülksüzleşmeyen küçük mülk sahiplerinin mülksüzleştirlmesinin hızlanması ve bu çerçevenin daha da genişlemesi, mülksüzleştirilenlerinde işçi sınıfı saflarına katılmasını getirmektedir. Yani, işçi sınıfı safları daralmıyor, sermayenin büyümesine oranla daha da genişlemye devam ediyor.[2]
Makineleri biligisayarla yöneten işçi ile kol gücü kullanarak elinde aletleriyle makineleri tamir eden işçi arasında bir fark olamaz. İkiside aynı sınıfın üyeleri ve aynı üretimin (bunlar farklı alanlarda da çalışıyor olabilirler) ayrı ayrı birer parçaları olarak toplumsal bir üretim bütünlüğünü oluştururlar.
Burjuvazi, bilinçli olarak işçi sınıfını bölmektedir. Bu özünde yüzeysel bir bölünmedir. Örneğin “hizmet” iş kolunda çalışanları işçi sınıfının dışında tutarlar. Büroda bilgisayar başında patronuna artı-değer üreten büro işçisiyle, aynı büroyu temizleyen temizlik işçisi, sınıfsal olarak ayrı gösterilir. Birine “beyaz yakalı”, olarak işçi gözükmezken, diğerine de işçi gözüyle bile bakılmaz. Hatta temizlik işçileri genelde “işçi” sınfı içinde bile gösterilmekten itina edlir. Bir çok istatistikler ise temizlik işçilerini “hizmet” iş kolunda gösterirler. Bu bilinçli bir ayrımdır. Bu tür ayrımlar Marx’ın yaşadığı dönemde de vardı. Bu nedenle Marx bu konuya da değinmek durumunda kalmış.
Bugün bütün ülkelerde “beyaz yakalı” olarak tanımlanan ve işçi sınıfının “dışında” gösterilen işçilerin büyük bölümü asgari ücret ya da onun altında bir ücretle çalışmaktadır. Çin’de ya da herhangi bir ülkedeki paket dağıtıcısı işçiler buna örnektir.
1800’lü yıllarda İngiliz fabrika yasaları, fabrikada değişik iş kollarında çalışan işçilerinin bir bölümünün “işçi” kapsamı dışında bırakmıştı. Bu bilinçi bir istatistik oyunuydu.[3]
“Doğa sisteminde kafa ile kolun bir birlik oluşturdukları gibi, iş süreci de kafa emeği ile kol emeğini birleştirir. Daha sonra her ikisi, birbirine düşman olacak bir karşıtlığa varacak kadar ayrışırlar. Ürün, bireyin dolaysız ürünü olmaktan çıkar ve, kollektif işçinin ürettiği toplumsal bir ürün, yani her biri, iş konusu üzerindeki işlemlerin az ya da çok bir parçasını yapan bir işçi topluluğunun ortak ürünü halini alır. İş sürecinin bu ortaklaşa niteliği, gitgide daha belirli hale geldikçe, bunun zorunlu sonucu olarak, bizdeki, üretken emek ve bunu sağlayan üretken işçi kavramı genişlik kazanmış olur. Üretken biçimde çalışmak için artık elle çalışmanız gerekmez, kollektif işçinin bir parçası olmanız , onun yerine getireceği alt işlevlerden bir tanesini yapmanız yeterlidir.”[4]
Marx, burada meseleyi çok açık bir biçimde koymuştur. Toplumsal üretim süreci içinde yer alan işçilerin birliğini, bu ister kafa emeği ile ister kol gücüyle çalışsın, üretim sürecinin birer parçaları olarak işçi sınıfının birer üyeleridir. Günümüzde ister bilgisayar başında makineleri yönlendirsin, ister temizlik yapsın, ister fabrikada eşya taşıyıcı olsun, bir üretim bütünülüğünü yerine getirmeleri nedeniyle, işçi sınıfının üyeleridir. Yani, ücretli işçiler, toplumsal üretim kollektifliğinin birer üyeleri olarak yer alırlar.
Küçük burjuva oportünizmi, IT ‘de çalışan işçi’yi düz fabrika işçisi ile aynı sınıflandırmanın içine koymuyorlar. Oysa, her ikisi de üretimin birer parçaları olarak patrona artı-değer üreten üretken işçidir. Yani, ikisi de sermayenin birikimine ve büyümesine hizmet etmektedir. Biri kol gücüyle çalışırken, diğeri ise kafa gücü (emeği) ile çalışmaktadır. Üretim içinde patron ile ilişkileri emek-sermaye çelişkisi kapsamı içindedir. Sömüren ve sömürülen, işgücünü (ister kol ister kafa olsun) bir meta olarak satan konumdadırlar. İşçiyi salt kol güzüyle çalışan olarak tanımlamak, tam da burjuva liberallerine uygun bir tanımlama ve amacı, işçi sınıfının sınıfsal olarak değersizleştirme çabalarının bir ürünüdür.
“Şirketler son yıllarda gittikçe daha çok, “esas iş” saymadıkları kısımları kendi bünyelerinden çıkardılar. Bu süreçten kantin, iş elbiselerinin yıkanması ve onarılması, büro binalarının temizlenmesi, bakımı ve tamir işleri, muhasebe, araştırma, meslek öğrenme ve ilerletme eğitimi, bilgi işlem bölümü gibi görevlerden; üretim, sevkiyat ve nakliyatın bazı kısımlarına kadar birçok bölüm etkilendi. Bunun neticesi ise, çalışanların bazı kesimlerinin gittikçe daha fazla dıştalanıp bölünmesiyle, ya daha düşük ücret ödeyen, daha kötü çalışma koşullarıyla çalıştırılan daha küçük işletmelere çevrilmesi ya da kiralık işçiler haline dönüştürülmesiydi.”[5]
Örneğin, büyük otomobil tekelerin üretim fabrikaları birer montaj yerine dönmüştür. Hemen hemen bütün paraçalar değişik üretim alanlarında ve hatta değişik ülkelerde üretilip montaj yerinde bütünleştirilir. En ucuz ve en kaliteli otomobil parçaları üretim yerinde değil, başka firmalara yaptırılmaktadır. Ayrıca, bütün otomobil üretim fabrikalarında onlarca taşeron firma ve bu firmalara bağlı işçiler vardır. Fabrikanın asıl işçisi ile aynı işi, hatta daha ağır işleri yapmalarına karşın taşeron işçilerinin saat ücretleri fabrika işçisine göre düşüktür ve bu işçiler bir çok sosyal haklardan da mahrumdurlar.
Yine, büyük bilgisayar ve iletişim firmalarının bir ürünün içinde en az on ayrı ülkede (ya da farklı üretim yerlerinde) yapılmış parçalar vardır. Bunlar, en ucuz işgücü olan ülke ya da bölgelerde yaptırılıp, belli bir yerde (Apple’nin kendi ürünlerini Çin’de Foxconn’a yaptırdığı gibi) montaj ettirilip son şekli verilerek pazara sürülecek hazır hale getirilir.
“Yeni Proletarya Makinelerdir, İşçi Sınıfı Artık Belgelerini Alıp Gidebilir” Mi?
Yukarıdaki bölümden devam edersek; istisnasız bütün emperyalist ülkelerin ve gelişmiş kapitalist ülkelerin işgücü açığı varken, ülkelerinin dışından işgücü çekmek için birbirleriyle yarışırken, bu bölümün başlığına konu olan sözü, çok içten söylediği belli olan 1981’den itibaren uzun yıllar Mitterand’dın özel temsilciliğini ve danışmanlığını yapmış Jacques Attali nin söylediklerine ne demeli:
“Yeni proletarya makinelerdir; işçi sınıfı artık çıkış belgelerini alıp gidebilir.[6]”
Bu retorik, o zamanın emperyalist burjuvazinin neoliberal politikalarının ideolojik defermasyon açısından işçi sınıfına düşürülen kesmiydi. 1980’lerin başında burjuvazinin neoliberal ekonomik politikalarının pratikte daha sert görünümü, işçi sınıfının sınıf olmadığı argümanı da sınıfa yönelik en sert ideolojik saldırıların başında geliyordu. Aynı yıllarda, Andre Groz’un da “elveda proletaryası” piyasaya sürülmüştü. Ne tesadüf! Burjuvazinin ekonomik saldırısı ideolojik saldırılarıyla birlikte gelmiştir ve gelir.
Burjuvazinin temel isteği ve düstürü; işçi sınıfının, burjuvaziye alternatif ve onun karşısında sınıf olmadığı gösterilmeli ve bu konuda ideolojiik bombardıman onun başından eksik edilmemeli ve her zaman yeni bir şeyler söyleniyormuşçasına, içeriği aynı olan reteorikler bıkmadan, usanmadan tekrarlanmalıdır.
İşçi sınıfı kavarmı; burjuvaziye ve onun sistemi kapitalizme karşı, salt bir soyut tanımlama değil, aynı zamanda toplumsal bir içeriği, toplumsal bir duruşu ve toplumsal bir alternatif devrimi de içermektedir. İşçi sınıfının sınıf olarak yozlaştırılması, içeriğinin boşaltılması, sınıfsal dünya görüşünün de bulanıklaştırılması ve toplumsal alternatif oluşununda büyük bir yara alması ve de hiçsizleştirilmesiydi. Böylece, uluslararası emperyalist burjuvazi, sınıflararası mücadelede, işçi sınıfına karşı büyük bir avantaj elde edecekti. Burjuvazi, daha baştan sınıfı bölmek için uğraşa gelmiştir. Sermaye karşısında aynı üretim süreci içinde olan işçileri, hizmet, sanayi, “informasyon” vb. isimler altında özellikle ayırmayı ihmal etmemiştir. İşçi sınıfının üretim sürecinde kol ve kafa emeğinin, Marx’ın belirttiği gibi bir birbirinin amansız düşmanı haline getirmiştir. Şimdi onu “prekarya”, “orta sınıf” adlandırmalarıyla, revize etme görevini küçük burjuva oportünizmi devralmıştır. Burada, küçük burjuva oportünizmi revizyonizme evrilmiştir.
Çünkü, işçi sınıfı demek: Burjuvaziye karşı tavizsiz bir duruş ve kapitalizm karşıtı olmaktır. İşçi sınıf demek; anti-emperyalist, anti-faşist cephede yer almak ve mücadele etmek demektir.
İşçi sınıfı demek; toplumda ilerici olan, ileri olan tüm ekonomik ve kültürel yaratımların yaratıcısı demektir.
Ve her şeyden önce, işçi sınıfı demek; sömürüsüz, sınıfsız, sınırsız bir dünyanın kurtuluşunu temsil etmek, sosyalizm ve komünizm savunucusu ve kurucusu olmaktır. İşçi sınıfı dışında başka hiç bir sınıf bu tarihi toplumsal görevi yerine getirebilecek bir niteliğe sahiğ değildir.
İşte, “elveda proletarya”, bu kadar geniş karşı-devrimci bir toplumsal anlam içeriyor. Bu bağlamda, neoliberal burjuvazinin yeni ideolojik saldırısı olan “elveda proletarya”; burjuvazinin ve kapitalizmin savunucusu, üretim araçları elinden alınmış proletaryanın ise can düşmanıdır.
Marx’ın işçi sınıfı tanımı:
“Ödenmemiş artı-emeğin –der Marx- doğrudan üreticilerden çekilip alınmasının özel iktisadi biçimi, doğrudan üretimin kendisinden doğan ve kendisi de belirleyici bir öğe olarak onu etkileyen, yönetenler ile yönetilenlerin ilişkisini belirler. … Tüm toplumsal yapının ve onunla birlikte egemenlik ve bağımlılık ilişkisinin siyasal biçiminin, en içteki sırrını, gizli temelini açığa vuran şey, her zaman, üretim koşullarına sahip olanlar ile doğrudan üreticiler arasındaki ilişkidir.”[7]
Sınıfa karşı ideolojik saldırılar, doğrudan emperyalist burjuvaziden gelmesine karşın, aynı şekilde onun idelojik etkilenmesi altına giren, işçi sınıfı içindeki küçük burjuva saflardan da geliyor. Sınıf açısından en tehlikli ve sinsi olanı budur. Çünkü burjuvazi açıktan gelirken, bunlar sınftan yanaymışçasına gelirler. Küçük burjuva oportünizmi, özünde, bir çok liberal burjuva aydınını papagan gibi tekrarlamayı “ileri görüşlülük” bilirler.
Dijitalleşmenin yoğunlaştığı ve yoğunlaşma eğiliminin kaçınılmaz olarak süreceği günümüzde, işçi sınıfının yerini makineler mi alacak? Sermaye artı-değeri makinelerden mi elde edecek?
Bu sorulara yukarıda yanıt verilmişti. Makinelerin artı-değer üretmediğini, artı-değerin kaynağının canlı emek olduğu geniş bir şekilde açıklandı.
Miterand’ın temsilcisi bu burjuva liberal “tarihi öngörüsünü” en az 35-40 yıl önce söylemiştir. Ondan bu yana proletaryanın sayısında bir düşüş olmadığı gibi, tersine bir artış söz konusu. Bu ististiki verilerle ortaya kondu. Ancak, bu bayın entellektüel sözcülüğünün yaptığı Fransız sermaye sahipleri, daha fazla işgücü lazım diye reklam kampanyaları açmaya devam ediyorlar. Ve 2018 yılında 33 bin göçmen işçiye vize vermişer. Ve ayrıca her yıl 33 bin kalifiye iş kotasını verileceği belirtiliyor. Bir çok iş kolunda (ev temizlik işçileri de dahil) işçi açığı olduğunu dönemin çalışma bakanı açıklıyor. [8] Her yıl binlerce insanın “kaçak” olarak gelip iltica etmeleri ise bu sayının içinde yer almıyor.
Sermaye dijitalleşmeye ağırlık verirken, öbür yandan ise çalışma saatlerini uzatmak için çaba harcıyor. Neredeyse, işçilerin tüm zamanlarını çalarak, bir tek uyku saatlerini onlara bırakacaklar, onu da fabrika içinde uysunlar diyecek kadar ileri gitmektedirler. Çin’de bu uygulamanın yaygın olduğu biliniyor.[9]
Elbette, “işçilerin belgelerini alıp gitme zamanı geldi” diyen yalnızca burjuvazinin sözcüleri olan liberal burjuva aydınları değil, kendine komünist diyen ve hala işçi sınıfı temsilcisi olduğunu iddia edenlerde aynı söylemle yakınlık kurmaları ise, bir başka handikap. Burjuvazi, nedense, işçilere belgelerini vermiyor, tersine “daha fazla, daha fazla işgücü açığı var” diyerek, göçmen işçi çekmek için çaba harcıyor. Burjuvazi kendi karşıtı olan işçi sınıfından vazgeçemiyor. Vazgeçtiği anda kendisininde yaşayamayacağını bildiği içindir. Burjuvazi, bunu biliyor, ama küçük burjuva oportünizmi, burjuvazinin gördüğünü göremiyor.
Küçük burjuvazi, işçi sınıfını salt kol gücüyle çalışan olarak ele alınca, ideolojik olarak savrulmanın sınırı ve yönü belirsizleşiyor. Marx’ın hiç bir eserinde, “işçi sınıfı, salt kol gücüyle çalışanlar” diye tanımlanmamıştır. Özellikle kafa ve kol emeğinin içiçe geçtiği ve ikisinin de birbirini tamamladığını belirtmiştir. Marx’ın bu tanımlamasının bilinmemesi söz konusu olamaz. Ancak, sorun bilmek değil, ideolojik duruş ve dünya görüşünde netlik olmayınca daldan dala konmanın kaçınılmazlığı da kendiliğinden geliyor.
“Elveda Proletarya”cı Andre Gorz, Türkiye Devrimci Hareketinin tam yenilgi (12 Eylül 1980) döneminde, proletaryadan nasıl kurtulacağını bilemeyen küçük burjuva revizyonizmi ve reformizmi için teroik bir kurtuluş oldu. Tabi, ülkemizde, en başta Birikim’ci (M. Belge, Ö. Laçiner, A. İnsel vd.) tayfasını da saymamak olmaz. Onlar çok eskiden beri proletaryadan kurtulmuşlar, “yetmez ama evet”e kadar ideolojik-politik uzlaşı merdivenlerini tırmanarak, işçi snıfının dünya görüşünün tüm etkilerini, bütünüyle üzerlerinden atmışlardı. Sosyal demokrat çizgi, onlar için, kapitalizm çağında en ileri kurtuluş teroisiydi.
Andre Gorz, en keskin “proletaryacıları”da etkilemişti. Etkilememesi düşünülemezdi. Bazıları Gorz’u da aşmış durumdalar. Gorz, işçi sınıfının üretim dışına atılarak etkisizleştirildiğini savunurkan, kendine komünist diyen bazı kesimler ise, işçi sınıfının “mülk sahibi” olduğunu öne sürerek, proletaryaya sınıf atlatmışlar.
Nasıl mı? İşte bir örnek!
“İşçi sınıfı diyalektik tarihsel gelişme bakımından sadece işini kaybedecek veya zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan bir durumda değildir. Tarihsel gelişmenin tabi tezahürü de olsa, işçi sınıf artık bir eve, evinde kapitalist kullanım araçlarına ve hatta arabaya da sahip olacak düzeyde bir “özel mülkiyete” sahiptir.[10] Öyle ya da böyle sendika ve sigortaya, tazminat hakkına sahiptir. Mücadelelerinin sonucu olarak belli haklara , yasallaşmış çalışma ve iş saat haklarına sahiptir. Bu işçi sınıfının kaybetmekten korkacağı birşeylere sahiptir[11] denebilir ki, bu kaybetme korkusu işçi sınıfının ideolojik duruş ve fikir dünyasına da etki yapmaktadır.”[12]
Buna, işçi sınıfı diyalektiğini burjuvazinin dünya görüşünden okumak denir. Bir ve aynı ilişki içinde yer alan iki zıt kutubun, birinin diyalektik gelişimini (burjuvazinin) olduğu gibi kabul ederken, diğerinin (işçi sınıfının) burjuvaziye yaklaştığını söylemek, daha baştan materyalist diyalektiğin reddidir. Mao’nun söylediği gibi, çelişkinin iki kutbunu oluşturan zıtlar, bazı koşullar altında birbirine dönüşebilir. Ancak, zıt kutupta oldukları ilişkinin niteliği de değişir. Ya da Marx’ın, kapitalizm tahlili yanlıştır. Marx, “sermayenin büyümesine koşut olarak yoksullaşmanın da büyüdüğünü” söyler. Bu araştırma içinde ortaya koyduğumuz gibi, güncel tüm istatistiki veriler de Marx’ı doğruluyor. Buradaki anlayış ise; sermaye büyüdükçe işçiler de ekonomik olarak burjuvaziye yaklaşıyor. İşçi sınıfı, içinde bulunduğu somut duruma mı inansın, yoksa, kendisine “zenginsizin gözünüz aydın!” diyenlere mi inansın? Hiç kuşku yok ki, işçiler, kendi yaşamlarına göre düşünmeye devam edecklerdir.
“Kullanım araçları” ile ne anlatılmak isteniyor net değil, ancak, evde kullanılan “dayanıklı tüketim malları” olarak adlandırılan, buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, bilgisayar vb.) kastediyorlarsa, bunlar üretim araçları değil, tüketim araçlarıdır. Ve işçiler, evde kapitalist pazar için meta üretmiyorlar. Tersine, kullanım ve değişim değeri olduğu için işçi tarafından üretilmiş ve pazar için bir meta haline sokularak, patron tarafından pazarda satışa sürülen ve işçinin kendi ürettiği ve ama yabancılaştığı ürününü meta pazarından parayla satın alması döngüsüdür. Kapitalizmin geldiği aşama açısından her evde zorunlu hale getirilmiştir. Bunları, işçiler tüketmeyecek de kim tüketecek? Burjuvazi, elbette üretiklerini işçilere satacak. Çünkü toplumun neredeyse %99’u üretim araçlarından yoksunlaştırılarak işçi haline sokulmuştur. Ve az yukarıda Marx’ın (bkz. 88 nolu dipnot) “kafa-kol” emeğini aynı üretimin bir parçası görürken, Buradaki anlayış, işçiyi sadece “kol gücü”yle çalışan olarak tanımlıyor. Yani, kapitalizmin ilk yüzyılındaki işçiyi “işçi” kabul ediyor. Bu görüş, üretici güçler ile üretim tarzı arasındaki temel ilişki biçimini (sınıfsal olanı) yok saymaktan kaynaklıdır.
Marksist ustaların tersine, küçük burjuva oportünist ve revizyonist çevrelerden bu tür değerlendirmeler sıkça yapılıyor ve hatta işçilerin bir kısmına “orta sınıf”[13] gözüyle bakıyorlar. Ne de olsa evlerinde “kapitalist kullanım araçları” var. Anlaşılan, bu tüketim araçlarını “üretim araçları” olarak değerlendirmiş olmalılar ki, böylesi bir değerlendirme yapabiliyorlar. Böyle bir değerlendirme; işçi sınıfını devrimci görmemektir. Böyle açıklama yapanlar, işçi sınıfının “devrimci barutunu bitirdiğini” ilan etmişlerdi. Ülkemizde bunlardan biride “Sol Parti” (önceki adı ÖDP) reformist kesimlerdir. Uluslararası alanda liberal burjuvazi ile ideolojik dostluk kuran bir çok kesim ve “okul” vardır.
Buraya Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi sınıfının ekonomik durumuyla ilgili bazı verileri aktaralım. Belki işçi sınıfını tanımak isteyenlere yararı olur. Kaynağım, DİSK Araşatırma Merkezi (DİSK-AR) 3 Aralık 2019 tarihinde hazırladığı; “DİSK Asgari Ücret Raporu, 2020 “den birkaç veriyi buraya alalım.
DİSK net asgari ücretin 3200 TL olmasını öneriyor. Devlet, 2020 yılı için, brüt asgari ücreti 2324 TL, net: 2020 TL yaptı. Yani, asgari brüt ücret 330 ABD doları.
Tablo-7 : Asgari Ücret Civarında Ücret Alan İşçi Sayısı (2017) (Bin)
Ücret Düzeyi |
İşçi Sayısı |
Toplam İşçi Sayısına Oranı |
Asgari Ücret Altında |
1.800.000 |
11,1% |
Asgari Ücret Düzeyi ve Altında |
6.871.550 |
42,2% |
Asgari Ücretin %1 Fazlasının Altında |
7.654.600 |
47,0% |
Asgari Ücretin %5 Fazlasının Altında |
8.360.640 |
51,4% |
Asgari Ücretin %10 Fazlasının Altında |
9.214.200 |
56,6% |
Asgari Ücretin %15 Fazlasının Altında |
9.899.440 |
60,8% |
Asgari Ücretin %20 Fazlasının Altında |
10.413.790 |
64,0% |
Kaynak: DİSK-AR, DİSK Asgari Ücret Raporu, 2020 (PDF), sf. 17.
DİSK-AR’ın bu raporu 2017 yılı için. Ekonomik krizle beraber, 2018 yılından itibaren işçilerin alım gücü daha da düştü. 2020’de (KoronaVirüsü salgınıyla) ekonomik krizin derinleşmesiyle işçi sınıfının alım gücü daha da gerilemiş olması da hesaba katılmalıdır.
Bu rapor, Türkiye’deki işçilerin durumunu net olarak ortaya koyuyor. Rapor, Çin ve Türkiye’deki asgari ücreti ABD doları cinsinden karşılaştırıyor. Türkiye’de 2016 yılında asgari ücret 484 ABD doları iken 2019’da 448’e geriliyor. Çin’de ise, 2016’da 299 ABD doları iken, 2019 yılında 352’e çıkıyor.[14] İşçilerin “zincirlerinden başka kaybedecekleri şeyleri olduğunu” iddia edenlerin bihaber oldukları sınıfın ekonomik durumu bu!
Asgari ücretin %20 fazlasının altında alan işçilerin ne kadar ücret aldıkları kolayca hesaplanabilir. Şu anda brüt asgari ücret 2324 TL. Bunun %20 fazlası, yaklaşık 2789 TL yapar. Bu brüttür. Türkiye’de “en yüksek ücret alan” işçilerin durumu bu. Tabi, bu ücretle nasıl geçinildiğini ve bununla bir işçinin nelere sahip olabileceğini o işçilere sormak gerekiyor. Ancak, aşağıda, Türk-İş sendikasının “açlık ve yoksulluk” sınırında açıkladığı, “bir çalışanın aylık maliyet tutarı” ile karşılaştırınca onun altında kaldığı görülecektir. Salt lafızda “işçi sınıfından yana” gözükenlerin, bu verilere bakarak işçilerin nasıl yaşadıklarını kolayca görebilirler.
Türk-İş’in her ay hazırladığı “açlık ve yoksulluk sınırı” raporu ise, zincirlerin üzerine yeni zincirlerin eklendiğini ortaya koyuyor. Buradan da kısaca bir kaç istatistik verelim (Mart 2020):
“Bir Çalışanın Aylık Yaşam Maliyeti Tutarı 2.847 TL
Dört Kişilik Ailenin Açlık Sınırı 2.345 TL, Yoksulluk Sınırı 7.639 TL
[1] Marx, age, sf. 515
[2] ILO’nun 29 Nisan 2020 tarihli verilerine göre; koronavirüs salgınıyla beraber, dünyadaki işyeri toplamının %68’ini oluşturan 436 milyon orta ve küçük işletmelerin kapanma riski olduğunu ve bu işletmelerde 2,7 milyar insan çalıştığını ve bununda toplam çalışanların %81’ini oluşturuyor. Bu işletmelerin 232 milyonu toptan ve perakende, 111 milyonu imalat, 51 milyonu konaklama ve gıda, 42 milyonu ise gayri menkul ve diğer ticari faaliyetlerde bulunuyor. Bkz. www.ilo.org.global/about. 2020.04.29
[3] Bkz. Marx, Kapital C.I, sf. 449, Dip Not: 98
[4] Marx, C.I, sf. 538 (açYK)
[5] Stefan Engel, “Küreselleşme” Tanrıların Günbatımı Uluslararası Üretimin Yeniden Örgütlenmesi, sf.115, Umut Yayımcılık.
[6] Jeremy Rifkin, „Das ende der Arbeit und ihre Zukunft“ (orjinal ismi „İşin Sonu“), aktaran: Stefan Engel, age, sf.120.
[7] K. Marx, Kapital C.III, sf. 695, Sol Yayınları, İkinci Baskı
[8] www.thelocal.fr/20191105/these-are-the-most-needed-workers-in-france/ayrıca bkz. aynı tarihli www.zeit.de/wirtschaft/einwnderung-frankreich
[9] Çin’de 2011-2018 arası, işgücü 46 milyon eksilmiş. Bu iş gücü eksikliğini gidermeye yoğun robotlaşmayla gidermeye çalışıyor. Bkz. “Çin’de robot satışları otomobil endüstrisinde yavaşlayacak”, Uluslararası Robot Federasyonu, www.ifr.org. Member blog-Nisan 2019
[10] Anlaşılan, en büyük uluslararası 500 tekelin içinde yer alan bir tekel temsilcisi Ali Koç; “çocuklarımızın geleceğinden endişeliyim” derken haklıymış. Çünkü, buradaki bilgiye göre işçi sınıfı “özel mülkiyete sahip”miş(!) www.milliyet.com.tr/ali-koc-cocuklarımızın... 25.02.2015
[11] Rana Plaza (Bangladeş-Dakka) yıkılması sonucu ölen 1138 işçinin ortalama aylığı 38 ABD doları kadardı. İşçilerin “zincirlerinden başka kaybedecekleri başka şeyleri varolduğunu yazanların matematik bildiklerini, ama işçi sınıfına yabancılaştıkları sonucuna varıyorum. (Ve Rana Plaza’da 250 Türk şirketi de fason üretim yaptırıyordu. www.wsj.com/22.05.2013/ by Ayşegül Akyarlı Güven). (Bkz. Yusuf Köse, Tarihi Yapan Sıradışı Kadınlar, 26.11.2018. www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/tarihi-yapan-siradisi-kadinlar
[12] MKP 4. Kongre Kararlarının Teorik Açılımı, “Sınıfın Tanımı Üzerine” başlıklı bölüm, sf. 56. (açYK)
[13] Çin’de “aristokrat işçi” tanımına bir örnek: Çin’in uluslararası telekomünikasyon tekeli Huawei şirketinde muhasebeci olarak çalışan Li, yılda büyük şehirlerde çalışan bir işçinin yaklaşık 4 katı (40 000 USD) kazanıyor. Bütün yaşamı “iş”le geçiyor. İş kendisine başka bir hayat bırakmıyormuş. “Bu parayı almak için dört kişi kadar çalışmanız gerek”diyor. İşte aristokrat işçinin hali. Ve büyük ihtimalle sonu deprosyon vb. (FT adına röportaj yapan, Wang Xueqiao ve Tom Hancock, 17 Ocak 2019. www.ft.com/content
[14] Ayrıca bütün ülkeler için bkz. www.tradingeconomics.com/china/minimum-wages
[1] Kaynak: WKO (Wirtschaftskammer Österreich), yıl 2018
[2] Kaynak: WKO, 2017
[3] Der Spigel 09.09.2019. www.spiegel.de/wirtschaft/unternehmen/apple-zuliefer-in-china
[4] Foxconn, esas olarak Tayvan şirketi olan Hon Hai Precision tekeline bağlıdır. www.golem.de/specials/foxconn/
[5] Foxconn’un Çin’de 800 bin işçiyi çalıştırdığı belirtilmektedir.
[6] www.chinalaborwatch.org/report/144 / 8 Eylül 2019. Erişim: Nisan 2014
[7] Dünya çapında satılan iPhone’lerin yarısı bu fabrikada üretilmektedir. China Labor Watch (CLW)
[8] www.spiegel.de/lebenundlernen/schule/iphone-x-apple-illegal-chinesicher-schueler. 22.11.2017
Erişim: Nisan 2020-04-10
[9] www.chinalaborwatch.org/report . Erişim: Nisan 2020
[10] RMB (Renminbi- halk parası-) Çin Yuan’ı.
[11] Bkz. www.china-briefing.com/news/minimum-wages-china-2020
[12] Bkz. „Apple’nin tutlmayan sözleri “ belgeseli.
[13] İşçilerin yemekhanelerdeki, yemek paydosu sırasındaki halleri
[14] Marx, Kapital, C1, sf. 683, Sol Yayınları. Birinci Baskı
[15] Foxconn’da çalışan bir işçinin blogundan bir alıntı: 2015 yılına kadar Foxconn’da çalışan 12 işçinin intiharından sonra bir işçinin notu: “Yaşadığımızı kanıtlamanın tek yolu ölmek. Belki de Foxconn çalışanları ve bizim gibi kırdan göçüp gelen işçiler için ölüm, yaşadığımızı belgelemenin tek yolu ölüm. Hayatta kaldığımız dönemde elimizde ümitsizlikten başka bir şey yoktu.” Aktaran; Guy Standig, Prekarya Yeni Tehlikeli Sınıf, sf. 180.
[16] Bilgiler CWL raporundan.
[21] www.techcrunch.com./2019/04/12/china-996
[22] 996; sabah 9 akşam 9 ve haftanın 6 günü çalışma saati anlamına geliyor.
[23] Wikipedia.org/workink time/2019. Erişim: Nisan 2020-04-13
[24] “Çin’de imalat sanayinde çalışanlar, yıllar boyunca, personel ve analistler, genellikle riskli ortamlarda uzun saatler çalıştılar. Ülkenin yükselen internet ve teknoloji sektörü sayesinde uzun saatler kültürünün Çin ofis çalışanlarına yayıldığını, bu sektörde çalışanlar söylüyor.” Ve FT’nin haberine göre, bu alanda çalışanların uzun saatler çalışmaları sonucu deprosyon ve başka akıl hastalıklarının artmış. (www.ft.com.content, Wang Xueqiao ve Tom Hancock. 17.01.2019. Financial Times. Erişim: Nisan 2020-04-19
[25] Türkiye ile ilgili verilerde tam gerçeği yansıtmamaktadır. Devlet dairlerindeki çalışma saatlerini dikkate alarak yapılan bir oratalama. Bu aslında bütün devletlerin çalışma saatleri de böyle saptanmaktadır. Gerçek çalışma saatleri dikkate alınmamaktadır.
[26] www.statista.com 2016 verilerine göre Çin’de oratlama haftlık çalışma saatleri 46. Ancak yukarıdaki 996 modeli daha gerçekçi bir çalışma günü programı. Yani, haftanın altı günü ve günlük 12 saat işgünü, toplamda 72 saat yapıyor. Hong Kong’da yıllık çalışma saati ortalama 2296. Çin’de de yıllık çalışma saatleri Hong Kong’tan daha da yüksek.. (www.wikipedia.org. Erişim: Nisan 2020-04-13)
[27] Marx, Kapital, C.I, sf. 514-515
[28] Malcolm Frank, P.Roehrig, b. Pring, “Makinenel Her Şeyi Yaptığında Biz Ne Yapacağız”, sf. 52, Aganta Yayınları, 2. Baskı Mart 2019
[29] Age, sf. 51
[30] AGE, SF. 53
[2] Engels’in, “İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu” kitabını anmadan geçmek olmaz. Kitaptan, konumuzla bağlantılı bir alıntı: “Eğer İngiltere, yoksul ve sayıca çok İrlandalı nüfusa, emrindeki bir yedek güç olarak sahip olmasaydı, İngiliz sanayisinin o hızlı genişleyişi gerçekleşmezdi.” Sf. 139, Sol Yayınları, İkinci Baskı.
[3] www.zeit.de/zuwanderung-arbeitsmarkt-eu-laender/12.02.2019. Erişim: Mart 2020
[4] “İtalya hükümeti, 200 bin düzensiz göçmene çalışma izini vermeye hazırlanıyor. Covid-19 salgını nedeniyle ülkeye mevsimlik işçi gelmemesi, taze meyve ve sebze kıtlığı yaşanması endişesi yaratıyor.” www.eoronews.cpm/2020/05/16/İtalya
[5] “Avrupa ülkeleri Ukranya hükümetine mevsimlik işçi göndermesi için baskı yaptı.” www.eoronews.com/2020/05/16
[6] HAZ, 12.02.2019. www.haz.de./braucht-jaehrlich-Einwanderer
[7] Başbakan yardımcısı Veysi Kaynak. 05.07. 2017 Hürriyet ve günün diğer gazeteleri. Erişim: Mart 2020
[8] Alman İşçi Ajentası. www.statistik.arbeitsagentur.de/beschaeftigung-Mart 2020
[9] www.stat.go.jp/english/info/news (Japon İstatistik Bürosu). Erişim: Nisan 2020-04-15
[10] www.japantimes.co.jp/news/2019/03/22/national/numer-foreign. Erişim: Nisan 2020-04-15
[11] www.resources.realestate.co.jp/in-japan-2018-govt-survey/ 12.07.2018. Erişim: Nisan 2020-04-15
[12] 30 mayıs 2018 japon gazeteleri, hükümetin bu açıklamalarının peşinden „Japan to open doors to 500 new works by 2025“ (Japonya iş gücü sıkıntısını hafletmek için 2025 yılına kadar 500.000 yeni işçiye kapılarını açacak) (www.realestatejapan/blog)
[13] www.tbmm.gov.tr.develop/owa/haber_portal.acıklama. 07.11. 2019. Erişim: Nisan 2020-04-15
[14] Doğuş Şimşek, “İstanbul’daki Afrikalı Göçmenlerin Gündelik Irkçılık Deneyimleri”, PDF. Ayrıca bkz.: www.afroturc.org/türkiyedeki-siyah-gocmenler
[15] Doğuş Şimşek, aynı makale.
[16] www.bushcenter.org . L. Collins ve Matthew Denhart
[18] www.bushcenter.org . Laura Collins ve Matthew Denhart -26.11.2018. Erişim:
Maart 2020
[19] [19] www.bushcenter.org . L. Collins ve Matthew Denhart
[20] Üniverste yutları, yetimhane, huzurevi, özel nitelikli hastane, hapishane, kışla ve bunun gibi kurumsal olan yerler ve 15 yaş altı nüfus değil, hanelerde ikamet eden nüfustur. (ekşi sözlük/
[21] de.statista.com/statistik/wanderarbeiter-in-china-12.03.2020
[22] www.statista.de 2020. Erişim: Mart 2020 / ayrıca bkz. National Bureau of Statistics China/China Statistical Yearbook/ www.data.stats.gov.cn/english
[1] Marx, Kapital cilt 3, sf. 43
[2] Marx, age, sf. 43
[3] Marx, Kapital, C.1, sf. 434-435, Birinci Baskı, Sol Yayınları
[4] Marx, Grundrisse Cilt 2, sf. 174
[5] Marx, age, sf.174
[6] Marx, age, sf. 175
[7] Marx, age, sf. 177
[8] İngiltere dahil
[9] Avro Bölgesinde 19 devlet var: Belçika, Danimarka, Almanya, Estonya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Luxemburg, Letonya, Litvanya, Malta, Hollanda, Avusturya, Portekiz, Slovakya, Slovenya, İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti.
[10] ABD, Kanada, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya,
[11] Türkiye’nin istatistikleri TÜİK İşgücü İstatistikleri‘nden alınmıştır.
[12] İLO, World Employment and Social Outlook – Trends 2020 . (5.81 milyar’ın içinde bütün çalışabilir nüfus var) Erişim: Nisan 2020
[13] İngiltere dahil
[14] Avro Bölgesinde 19 devlet var: Belçika, Danimarka, Almanya, Estonya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Luxemburg, Letonya, Litvanya, Malta, Hollanda, Avusturya, portekiz, Slovakya, Slovenya, İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti.
[15] Türkiye’nin istatistikleri TÜİK İşgücü İstatistikleri‘nden alınmıştır.
[16] 2019 yılına ait
[17] İngiltere dahil
[18] Avro Bölgesinde 19 devlet var: Belçika, Danimarka, Almanya, Estonya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Luxemburg, Letonya, Litvanya, Malta, Hollanda, Avusturya, portekiz, Slovakya, Slovenya, İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti.
[20] www.databank.worldbank.org/indicator/SLIND.EMPL.ZS. Erişim: Nisan 2020-04-19
[21] Stefan Engel, “Küreselleşme” Tanrıların Günbatımı, Uluslararası Üretimin Yeniden Örgütlenmesi, sf. 118, Umut Yayımcılık. (açYK)
[22] İngiltere dahil
[1] Marx, kapital C.1, sf. 435. Dipnot 69.
[2] Dünya’da iş saatleri ile ilgili tablo bu makalenin “Dijitalleşme, Tekelci Devlet Kontrolünün Artması ve İşgünün Uzatılması Bağlantısı” son bölümünde yer alıyor.
[3] de.wikipedia.org
[4] Marx, Ücret ve Sermaye, Cilt 6, sf.410, almanca. 1970, Dietz Verlag Berlin. Aktaran, Stefan Engel, “Küreselleşme” Tanrıların Günbatımı, Uluslararası Üretimin Yeniden Örgütlenmesi, sf,112, Umut Yayımcılık.
[5] Çin’deki çalışma koşulları için China Labor Watch’ın raporlarına bakın. Bu konu, bu makalenin, “Uluslararası Yüksek Teknoloji Tekellerindeki İşgücü” bölümünde geniş bir şekilde ele alınmıştır.
[6] Apple’nin Çin’deki üretim yerlerinde işçiler tam bir modern köle olarak kullanılmaktadır. Ve çalışan işçiler, Nazi Almanya’sı dönemindeki gibi tahta barakalar da değil ama, kapalı kamplarda tutulmaktadır. Bkz. BBC, 2014, “Apple’nin tutulmayan sözleri”,, “korona günlerinde sinema” bkz. Sendika63.org
[7] Marx, age, sf. 436
[8] Marx, age, sf. 436
[9] Marx, age, sf. 436
[10] 996= sabah 9 akşam 9 ve haftada altı gün çalışma iş saati uygulması. Bu konuda, Çin’in işlendiği bölümde daha geniş bilgi vardır.
[11] Marx, Grundrisse Cilt 2, sf. 89, Sol Yayınları Birinci Baskı.
[12] Marx, Grundrisse Cilt 2, sf. 172
[13] Marx, Grundrisse Cilt 2, sf. 171. (abç)
[14] Marx, age, sf. 172
[15] Marx, Kapital Cilt 1, sf. 61, Sol Yayınları, Birinci Baskı.
[16] Marx, Kapital C. 1, sf. 46-47, Engels’in önsözü. (aç YK)
[17] Marx, Kapital Cilt 1, sf. 63
[18] Marx, Kapital, Cilt 1, sf. 194. (açYK)
[19] Yusuf Köse, Marx’tan Mao Zedung’a Marksist Düşünce Diyalektiği, sf. 76, El yayınları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder