Birleşmeyin,
Bölünün Ki,
Adımlarınızın
Sayısı Artsın(!)
Yusuf
KÖSE
Komünistlerin
Birliği:
Marx
ve Engels, “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” demişti.
Mao, “Bütün ülkelerin işçileri ve Ezilen halkları birleşiniz”
diyerek, işçi sınıfının birliğinin yanına bir de ezilen
halkların ve ezilen ulusların birliğinin ekleyerek, burjuvaziye
karşı sınıf savaşımında daha fazla çoğalmamızı önerdi.
İşçi
sınıfı ve ezilen halkların bölünerek çoğalmayacağını,
proletaryanın bütün büyük öğretmenleri ve marksizmin
klasikleri biliyordu ve önermelerinide bu doğürultuda yaptılar.
Kendi eylemleri de bu yönde oldu.
Sınıflar
arası mücadelede, aynıların aynı yerde, karşı safa karşı
birleşmelerinin ve çoğalmalarının nedenleri çok nettir. Hiç
bir teori ve politika bunun karşısında yerini alamaz. İşçi ve
emekçi cephesini bölmek ve parçalamak düşmana has bir
özelliktir. Aynı şekilde, işçi ve emekçilerde kendi
karşıtlarını bölmek ve parçalamak için mücadele ederler,
taktikler geliştirerek, sınıf savaşımında karşıtlara karşım
üstün gelmeyi amaçlarlar. Birbirine karşı mücadele eden
sınıfların politikalarında, dostları çoğaltmak düşman
daraltmak vardır. Küçük burjuva devrimciliği ise, özellikle zor
zamanlarda, düşman ile proletarya arsındaki çelişmelerin arttığı
ya da burjuvazinin azgınca saldırdığı süreçlerde, bölünmeyi
birliğe tercih edici politikaları öne çıkarırlar.
İster
demokratik devrim ister sosyalist devrim öncelikli olsun, İşçi
sınıfı, önderliğinde bütün devrimlerde, işçi sınıfı
ezilen halkların birliğine özel bir önem verir. Devrimden yana
olan kesimlerin büyük bir çoğunluğunu kazanmadan devrimin
başarıya ulaşamayacağını bilir. 17 Ekim Devrimi öngünlerinde
Bolşevikler’in durumunu ve taktiklerinin inceleyeneler bunu net
olarak görürler. Bolşevikler, kitleler içinde ve sovyetlerde
çoğunluğu ele geçirdiklerinde ayaklanma kararı alıyorlar. Daha
önce değil. Daha önce ayaklanma isteyenleri Lenin “maceracı”
olarak niteler ve çoğunluğun ayaklanmaya hazır olduğu bir anda
ise, ayaklanmaya karşı çıkanları “devrim düşmanları”
(Ziyonev ve Kamanev örneğinde olduğu gibi) olarak eleştirmekten
geri durmaz.
Lenin,
kitlelerin durumunu saati saatine izlerken, aynı şekilde öncünün,
yani partinin durumunuda yakından inceler. Devrime önderlik edecek
partinin güçlenmesini, ittifaklar yapamasını önerir. Ve bunu
uygular. Troçkistelerle yapılan birlik bu anlayışın ürünüdür.
Yine, Sosyalist Devrimciler’in sol kanadıyla yapılan birlikler ve
ittifaklar bu anlayışın ürünüdür. Anarşistleri Bolşeviklerin
önderliğindeki devrime katmak için yer yer verilen tavizler,
devrimden yana olanları birleştirme çabalarıdır.
Lenin
önderliğindeki Bolşevikler’in ta baştan itibaren parti birliği
sorunu en temel sorunlardan biridir. Parti çelik disiplinli bir
parti olmasının yanı sıra kitlesel bir yapıyada kavuşması
gerekir. Parti, işçi sınıfı ve köylüler içinde (devrimin
temel sınıfları arasında) kök salmalı, geniş örgütlenme
ağlarına sahip olmalıdır. İşçi sınıfı adına hareket edip,
ama işçi sınıfıyla güçlü bağı olmayan partiler çürümeye
mahkumdur. Lenin bu temel ilkelerden hareket eder.
Bolşevikler,
parti birliğine de çok değer verirler. 1903’ten 1912’e kadar,
RSDİP içinde, esas olarak iki farklı akım (hizip) olarak
varlıklarını sürdürürler. Bolşevikler 1912’de Prag
Konferansı ile ayrı parti kurdular.
Her
ülkenin komünistlerin tarihi birbirine az çok benzese de, aynısı
olmadığı ve olmayacağı da bir o kadar açıktır. Uluslararası
komünist partilerin tarihi çok karmaşık ve zengin deneyimlerle
doludur. İşçi sınıfı önderliğinde, burjuvaziden iktidarı
alarak sosyalizmi ve nihayetinde komünizmi gerçekleştirmek, bu
deneyimleri içselleştirmeyi de gerektiriyor.
ÇKP,
AEP, Vietnam İşçi Partisi deneyimleri de oldukça öğreticidir.
Özelliklede günümüzde Hindistan Komünist Partisi Maoist’in
“birlik” tarihi, kendine komünist diyen herkese örnek olması
gerekiyor. HKP(M)’in temelini atan HKP/ML-Halk Savaşı örgütüdür.
Birbiriyle çatışan ve komünistleri birleştirmeyi başardı ve
her yeni süreçte de yeni komünist grupları bünyesine katmanın
mücadelesini veriyor. HKP(M), komünistlerin bölünüp/parçalanmasını
değil, birliğini savunuyor ve bunu gerçekleştiriyor da. Bu
birlikler, “sınıf uzlaşmacı” bir birlik olmayıp, MLM bir
program ve ilkeler etrafında ilkeli birliklerdir. Hindistanlı
komünistler “ne olursa ol yine gel” demiyorlar.
“Marksist-Leninist-Maoist ilkeleri kabul edenler ve bunun savaşını
verenler birleşmelidir” ilkesinden hareket ediyorlar. Ve bu konuda
oldukça başarılı oldular ve HKP(M) önderliğinde Hindistan
burjuvazisine karşı verilen savaşımı hayli ilerlettiler.
Burada
HKP(M) tarihi bu yazının konusu değil. Ancak, HKP(M), Hindistan
devleti tarafından “en tehlikeli örgüt” ilan edildi ve her
alanda HKP(M) karşı savaş ilan edildi. HKP(M) ise her geçen gün
büyüyor. Yani Delhi ve diğer eyaletlerde milyonları
yürütebiliyorlar. Genel grevler ile hayatı felç edebiliyorlar.
Bunu komünistlerin ilkeli birliklerine borçlular.
Kaypakkaya’nın
TİİKP içindeki mücadeleside öğreticidir. O süreçte uzun
sayılabilecek zaman içinde Kaypakkaya kendi görüşlerinin
mücadelesini veriyor. TİİKP önderliğinin iflah olmazlığına ve
o çizgiyle aynı yerde kalınamayacağı görüşüne varınca,
yoldaşlarıyla birlikten o örgütten kopup yeni bir örgüt
kuruyorlar. Hatta, Kaypakkaya, TİİKP’in yapacağı kongreye de
katılmak istiyor. Ancak, TİİKP’in demokrat bir yapısı
olmadığını bildiği için, (ve
kendisini katletmeye yönelik planlarını da yaşadığından)
kendi görüşlerini örgüt içinde daha geniş bir kesime
ulaştıramayacağına karar verince, kongreye kadar beklemeyi uygun
bulmuyor ve kendi görüşlerini temel alan bir örgütlenme
yaratıyor.
Komünistler,
Dağılmayı
Değil,
Birliği Esas Almalıdır:
Bazı
ayrılıklar kaçınılmaz olur. Bolşevik-Menşevik, TİİKP/TKP/ML
gibi. Bazı ayrılıklar ise, birlikte yürünebilme ve birliği
güçlendirme koşulları varken, gereksiz ve proletaryanın ve
emekçilerin davasına zarar veren ayrılıklar yaşanır. Bugün
yaşandığı gibi. Ya da geçmişte irili ufaklı ayrılıkların
yaşanmış olması gibi.
Bir
örgüt içinde ayrılıkları oluşturan teorik etmenlerin başında
farklı çizgi sorunu gelir. Örgüt içinde tartışmalar sonucu,
birbirinden farklı iki uzlaşmaz çizgi (ya da daha fazlası)
oluşmuşsa, bunları bir arada tutan ilkelerde ortadan kalkmış
olur. Ne kadar zorlanırsa zorlansın, bir arada yürümeleri ve
hareketin gelişmesi önünde engel olmayı önleyemezler.
Böylesi
ayrılıklar desteklenir. Bu tür ayrılıklara karşı çıkmanın
bir anlamı da olmaz. Uzlaşmaz çizgilerin oluşması iradi
müdahaleler ile ortadan kalkabilecek bir olgu değildir. Sınıf
mücadelesinin seyri içinde ya dönüşür ya da değişmlere
uğrayarak kendi mecrasını yaratır.
Örneğin,
1976 yılında yaşanan ayrılık. Çizgi ayrılığıydı. Ancak,
örgüt içinde ciddi boyutta tartışılmadan gelişen bir ayrılık
oldu. Sanki emirvaki gelişti. Oysa, farklı çizgiler örgüt içinde
enine boyuna tartışılıp bir kongre ya da konferans ile yapılan
iç tartışma sonuçlandırılabilseydi, ayrılan taraflar daha
zengin deneyimler elde edebilirlerdi. Bu yapılamadı.
Örgütün
45 yıllık tarihindeki ayrılıkları buraya almaya gerek yok.
Buraya kadar verdiğimiz örneklerde, “son ayrılık”ın bunlara
uymadığını, ne denli zorlanırsa zorlansın, “uydurulamadığı”
ortaya çıkıyor. Daha önceki bazı “ayrılıklara” benzeşen
yanları olabilir. Ancak, bir çizgi ayrılığı
üzerine olmadığı
ortaya çıkıyor.
Her
şeyden önce tartışılan teorik konular yok. Yani, ayrılan
tarafların birbirinden farklı oldukları teroik-siyasal tartışma
ya da ilke yok. Çünkü kamuoyuna bu
yönlü yansıyan
bir tartışma yok. Bu tür tartışmalar olmadığı gibi, birbirini
“hizip” ilan edenlerin çizgilerinde de bir ayrım söz konusu
olmadığı ortaya çıkıyor.
Her
iki tarafta Kaypakkaya’nın görüşlerine bağlı olduklarını
söyledikleri gibi programatik görüşlere yönelik bir eleştiri ya
da farklılıklarda ortaya koymuyorlar. Zaten her iki tarafta,
özellikle de bir tarafı “hizip” ilan eden ve “merkezin”
kendidisi olduğunu duyuran kesminde diğer tarafa “çizgi”
eleştirisi yoktur. Ne var? “Disiplin”!
Birliğe
ve böyle bir ayrılığa karşı çıkan ve parti içi demokrasinin
işletilmesini savunan kesim ise, birliğin korunmasından yana
gözüküyor. Parti içi sorunun demokratik mekanizmanın işletilerek
çözülmesini istiyor. Bunları, kamuoyunu bilgilendirme
açıklamalarında var.
Ortada
bir çizgi sorunu ve uzlaşmaz bir çizgi (programatik görüşler
temelinde) sorunu yoksa, “ayrılığın” anlamsızlığı da
kendiliğinden ortaya çıkıyor. Yani, iki tarafın bir arada
yürüyememesi için henüz
dışa yansıyan hiç
bir teorik sorun olmadığı ortaya çıkıyor. Ama, tüzük ve
demokratik işleyiş sorunu var. Demek
ki örgütsel ağırlıklı bir çizgi, ancak bu da henüz kamuoyuna
açık yürütülmüyor.
Bunun giderilmesi gerekiyor.
Böylesi
durumlarda, bazı örgütsel avantajları kullanarak “irade”yi,
bu iradeye kuşkuyla yaklaşanlara dikte etmek mi gerekiyor yoksa,
demokratik işleyişi mi harekete geçirmek gerekiyor?
Örgütsel
birlik sorunu olan, örgütün bölünmesinden rahatsızlık duyacak
sorumluluk sahibi örgüt üyelerinin, kayıtsız şartsız ve
tereddütsüz yapması gereken, demokratik işleyişin yerine
getirilerek, örgütsel nedenlerle bunalım yaşayan örgütün
bunalımını çözmek ve bunalımı sağlam bir birliğe dönüştürmek
olmalıdır.
Örgüt
içi demokrasi, en temel ilkelerden biridir. Bu yoksa ya da zaafa
uğramışsa, orada sağlam bir yoldaşça
güven ve birliğin
oluşması bir yana, sağlam olan hiç bir şeyde olmaz. Savunduğu
görüşler ne denli doğru olursa olsun, çürüme örgütsel
bünyeyi bütünüyle sarar.
Komünist
partiler ya da komünist partilerin tüzüklerini kendi tüzükleri
olarak kabul eden devrimci örgütlenmeler, örgüt içi demokratik
merkeziyetçiliğe birinci dereceden önem vermek ve kolektif
tarafından kabul edilen tüzüğe harfiyen uymak zorundadırlar.
“Tüzüğün bir kerede olsa delinmesinden bir şey olmaz”
dendiği yerde, ya da böyle düşünüldüğünde
parti
ve yoldaşlık ilişkilerini dinamitler, ortada güven bırakmayacağı
için birlik
olamaz. Ne demokrasi olur ne de merkeziyetçilik. Demokratik
merkeziyetçilik ilkesi, merkeziyetçiliğin ağır basması,
demokratik yanın ise birincisine göre tali durumda kalması
anlamını da taşımaz. Demokrasi işletilmeden ve yerine
getirilmeden güçlü bir merkeziyetçilik oluşturmak ve örgütü
bir orkestra şefi gibi kusursuz yürütmenin de koşulları ortadan
kalkar.
Ayrılıklar
Kolay, Birlikler Zor Olur:
Uluslararası
burjuvazinin yumruğunu yemiş devrimci bir yapılanmanın yapması
gerekenler aslında çok basit: Bu darbenin bünyede yaratacağı
tahribatları en aza indirmektir. Önderlik böylesi durummlarda
kendini gösterir. Bu operasyonun nedenleri, niçinleri bütünüyle
ortaya çıkarılıp, ona göre örgütsel tahribatlar giderilip
onarma yolları öne çıkarılır. Burjuvazinin amacı, yapının
birliğini bozmak olduğu çok net olarak ortaya çıkmıştır. Bunu
görmemek ya da görmezden gelmek, devrimci sorumluluk bilinciyle
doğrudan bağlantılıdır. Ve bu ayrılık, bu operasyonun ürünü
olarak ortaya çıkmıştır.
Operasyonun
neden yapıyı hedef aldığı, teorik-siyasal-örgütsel boyutları
deşifre edilerek çözüm yolları aranır ve bu konuda örgütsel
yapının zaafları açığa çıkarılıp onarılma yoluna gidilir.
Söz konusu uluslararası saldırı dalgası, bireysel yetkileri öne
çıkarmaz. Tersine demokratik iç işleyişi daha bir öne çıkarır,
çıkarmalıdır.
Ancak,
bunun böyle gelişmediği, geliştirilemediği ortaya çıkıyor.
Son gelişmeler, kendiliğindenci ve keyfiyetçi çalışma tarzı ve
örgütlenme anlayışının egemen olduğunu ve bunun terk edilmek
istenmediğini ortaya koyuyor. Sorunda bu hastalıklı anlayışın
kabul ettirilmek istenmesinden çıkıyor. Hastalıklı bünye,
hastalıklı bir çalışma tarzı ve demokratik olmayan politik
müdahalelere yanıt vermez. Tersine, yeni hastalıklar üretir ve
çürümeyi derinleştirir.
Bu
yazının amacı, bu durumun nedenlerinin teroik analizi1
amaçlı olmadığından, varolan durum üzerinden hareket
etmektedir. Ancak devrimci bir hareketin, kolayca çözümlenebilecek
çelişmelerden dolayı bölünme yaşaması, bu harekete emeği
geçen, emekçisi olan, yakın gönül bağı olan işçi ve
emekçileri de üzmektedir.
Hele
hele, sosyalist bir gazetenin bürosunu basarak onu işlemez hale
getirmek devrimci bir yöntem olmadığını herkes kabul eder.
Kendini “merkez” olarak kabul eden kesimlerde, daha önce başka
devrimci örgütlerin dergi bürolarının basılmasını kınamış
ve bu tür tavırların karşı-devrime hizmet ettiğini, halk içi
çelişmelerin demokratik bir şekilde çözülmesini ve şiddet
içermemesini yazmışlardır. Ne yazık ki, bu şiddet tavrı bile,
birliğin değil ayrılığın öne çıkarıldığını göstergesi
olarak ortada duruyor.
Sonuç
olarak, aynıların aynı yerde arıların ayrı yerde olması
doğaldır. Ama aynıları bölme ve zayıflatma girişimi
komünistlerin tavrı olamaz. Çözüm, işletilmeyen demokratik
işleyişi kusursuz ve kesintisiz bir şekilde, yapının tüzüğüne
uygun olarak yaşama geçirmektir. 02.03.2017
***
1
Bu konudaki bütünsel eleştiri ve düşüncelerim:
“Tarihin Önünde Yürümek” adlı kitabımda yer almaktadır.
Komünizm inancıyla dolu yüreklerin sesi bunları söylüyor, duymayanlar ve partiyi bölenler tarihin yargısından kurtulamayacaklardır, bugüne iki taraf olarak birlikte gelindiğine göre, hastalıklı ideoloji her iki tarafa da, yani bir bütün olarak partiye sirayet etmiştir. Şimdi bu bilinçle olabildiğince kendini süzgeçten geçirip proleter ideolojiyi içimizde geliştirme dönemidir. Bu olumsuzluğu olumluluğa çevirmek komünistlerin görevidir, sevgiler
YanıtlaSilHer seyden once ayriligin onune gecmek gerek. Eger ayriligi gerekcelendirebilecek cizgi farkliligi varsa demokratik bir sekilde syreci yonetmek gerek. Eger taraflar dusuncelerine guveniyorlarsa derhal opk ilan edip sureci dogru tarzda yonetmelidirler. Bu hareket artik kongresini gerceklestirip sinif mucadelesinde yogunlasmalidir. Surekli ice yonelik gereksiz savasimlar degil dusmana darbe vurulmalidir. Devrimci kamuoyu ve taraftarlar bunu bekliyor.
YanıtlaSil