Faşizme
Ve Tek Adam Diktatörlüğüne HAYIR!
Yusuf
KÖSE
Türkiye
ve Kuzey Kürdistan’da kitlelere yaşatılanlar, tam da burjuvaziye
özgü despotizmin, işçi ve emekçileri ise aşağılamanın
trajedisidir.
Çeşitli milliyetlerden Türkiye ve Kürdistan
halkları, son 93 yıllık tarihin içinde bunlara tanıklık etti ve
yaşadı. “Tek vatan - tek millet - tek bayrak - tek din, tek
devlet” ırkçı-faşist-dinci politikaların cenderesi içine
alındı. Salt, burjuvazi sömürüsünü rahat yapsın, palazlansın
ve içinde eşitlik, özgürlük ve demokrasinin olmadığı
diktatörlüğünü sağlamlaştırsın diyedir.
Türk
egemen sınıfları, siyasal ve ekonomik kriz içinde nasıl bir
düzen tutturacaklarını bilemez duruma geldiler. Sınıflar
mücadelesinin keskinliği ve üzerinde oturdukları
ekonomik-politika, onların rotasını belirsizleştirmektedir. Tek
bildikleri; sömürü düzenini koruma için devlet terörünü
arttırma-azdırma olmaktadır.
Emperyalist-kapitalist
ekonomik sisteme bağlı olan Türk egemen sınıfları, 12 Eylül
1980’den bu yana, baskıları yumuşatma değil, daha da
ağırlaştırma, demokratik hak ve özgürlükleri yok etme
politikası izleye geldi. Olağan bir dönem değil, olağanüstü
dönemler içinde, “demokrasicilik” oynadılar. İşçi sınıfı
tarihsel devrimci rolünü bu süreç içinde oynayamadığı için,
burjuva sistemi, kendini tek adam diktatörlüğüyle sürdürme
savaşı içine girdi.
Ekonomik
ve siyasi kriz nedeniyle parçalanmışlık ve zayıflama egemen
sınıfları tek adam diktatörlüğünde buluşturdu. Ortada ne
siyasi ne de ekonomik istikrar var. Her kesim ve her tarafla savaş
içindeler. “Vatandaşım” dediği Kürtlerle, azınlıklarla,
alevilerle, işçisiyle, akademisyeni ve aydınıyla, gazetecisiyle,
sanatçısıyla, yazarı-çizeriyle, kadınıyla, öğrencisi ve
gençliğiyle kavga içindedir.
“Dost”
diyebileceği bir komşusu kalmadı. Hepsiyle şu veya bu şekilde
kavgalı. Emperyal amaçlarla, saldıramayacağı ve yapamayacağı bir
şey kalmadı. Burjuvazinin en temel ilkesi, ilkesizliktir. Çünkü
kapitalist sömürü ve yağma ekonomisinin ilkesi, niyetlerden
bağımsız olarak, kaçınılmaz olarak kaos ortamı yaratır.
Türk
egemen sınıfları, (ABD ve AB emperyalistlerin politikalarına
bağlı olarak da) işçi sınıfının devrimci ideolojisine karşı,
“ılımlı islam” modelini öne çıkarması da dertlerine deva
olmadı. Kelimenin tam anlamıyla, ülke karanlık bir kuyunun içine
atıldı. Irkçı-dinci iktidar eliyle; ne ülkede, ne Kürdistan’da
ne de Suriye’de, “Kuşların da şarkı söyleyemeyeceği”1
bir ortam yaratıldı. İşçi sınıfı ve halkların demokratik
kazanım ve bilinçleri, dinci, ırkçı söylem ve uygulamalarla
içiçe geçen faşist devlet terörünün kuşatması altına
alındı.
Faşist
Türk egemen sınıfların “ılımlı islam” modeli, tek adam
diktatörlüğünü kaçınılmaz kıldı. Nereye adım atacaklarını
bilemez durumdalar. Bir taraftan Kürt ulusunun ulusal kazanımları;
katliamlar, toplu tutuklamalar ve yıkımlarla geriletilemeyecek bir
sürecin içine girdi. Öte yandan kapitalist soygun ekonomisinin
yürütülemez hali, dış borcun ekonomideki kaldırılamaz yükü,
ulusalararası alanda sıkışmışlık ve dışatalanmışlık durumu,
kapitalizmin krizini derinleştirici faktörler olarak öne çıktı.
Ancak,
“tek adam diktatörlüğü”, tüm devlet terörünün harekete
geçirilmesine karşın, devrimci, ilerici ve demokrat muhalefet
cephesinin bastırılamamış, ezilememiş ve susturulamamış olması,
faşist diktatörlüğü uygulamalarıyla daha da uçuruma
itmektedir. Bunlara ek olarak, sendikaların yasak ve baskılarla
işlevsizleştirilmiş olması gerçeğine karşın, işçi sınıfının
sınıf bilincini bütünüyle yok edemediği ve edilemeyeceğini,
metal işçilerin son grev ve direniş kararlılığı; burjuvazinin
(grev yasaklarının derhal devreye sokulması) korku hanesindeki
yerini korumaya devam ettiğini gösterdi.
Köklü
bir mücadele deneyimlerinin yanında, yüzyılı aşan sınıf
bilinçli örgütlülüklere sahip olmuş ve nicel olarak gelişmiş
işçi sınıfının varlığı karşısında, tek adam
diktatörlüğünün uzun süre ayakta kalması oldukça zordur.
Burjuvazinin bütün kutuplaştırıcı, islamlaştırıcı, ırkçı
ve cinsiyet ayrımcı politikalarına karşın, güçlü bir sınıf
varlığı gerçeği karşısında daha fazla tutunamayacaktır.
Burjuvazinin,
“insan hakları”, “demokrasi” vb. aldatmacaları, kitlelerin
küçümsenmeyecek bir kesiminin gözünde, artık, faşizmin birer
demogoji araçları olduğunu daha net ortaya koymuştur. “Anayasa
değişikliği”, yeni hukuksal kılıflar, KHK’ler ve Türk
parlementosundaki “demokrasi” oyunları, kapitalist sistem
içindeki ülkelerin sıradan birer muz cumhuriyetlerine
dönüşebildiğinin en yakın örnekleri olmuştur.
“Anayasa
değişikliği”ni içeren maddelerin içeriği, İŞİD’in “emirliği”nin”
benzerinin Türkiye’de yasallaşmasını kapsadığını söylemek
yanıltıcı olmayacaktır. Ve bunun uygulamaları okullardan başlatılmıştır.
Önümüzdeki
Nisan ayı başlarında yapılacağı söylenen “anayasa
değişikliği” referandumu, tek adam diktatörlüğünün yasal
kılıfı olmasının yanında, faşist-dinci devlet terörünün
daha da tırmandırılmasının oylanması anlamını taşımaktadır.
Bu nedenle de, en büyük zararı gören ve görecek olan işçi
sınıfı başta olmak üzere bütün ezilen kesimlerin buna karşı
koyması ve HAYIR demesi en doğru olanıdır.
“Anayasa
değişikliği referandumu”nda kitleleri sandık başına
gitmelerini ve HAYIR oyu vermelerini söylemek, faşizmi onaylamak
anlamına da gelmez. Referandum sonucu, iktidar partisinin istediği
doğrultuda çıksın çıkmasın, değişen bir şey olmayacaktır.
Faşist diktatörlük yıkılana kadar devlet teröründen
vazgeçmeyecektir. Hayır oyları fazla da çıksa, Erdoğan
kendiliğinden o koltuğu terk etmeyeceği gibi, faşist-dinci
baskıları tırmandırmaktan da geri durmayacaktır. Referanduma
katılmak, faşizmin oynuna gelmek ya da ona meşru bir statü vermek
anlamına da gelmez.
Bütün
bunlara rağmen, HAYIR kampanyasının örgütlenmesi, kitlelerde
demokrasi bilincini artırma ve faşizmi teşhir etmeye hizmet edecek
olmasıdır. Referandum sonucu “Evet” çıktığında, tek parti
rejmine geçilmesi ve şu anda var olan bazı demokrat ve ilerici
yayınlarında kapatılması ve yasaklanması beraberinde
gelecektir. Yani, sistem, baskılara karşın ayakta durmaya çalışan
işçi ve emekçilerin tüm demokratik soluk borularını tıkama
yolunu seçecektir. ABD-AB’deki iç faşistleşme bu olguyu
fazlasıyla destekleyeci rol oynayacaktır. Ancak, toplumun ezici
çoğunluğunu oluşturan ezilenlerin çoğunluğu, bu devlet
terörünü daha fazla taşıyamayacak ve toplumsal kalkışma bir
yerden patlak verecektir.
“Faşizme
ve Tek Adam Diktatörlüğüne HAYIR”
kampanyasının örgütlenmesinin zorluklarla dolu olduğu bir
gerçektir. Çünkü, iktidarı elinde tutanlar bunu her yönüyle
etkisizleştirmeye ve önlemeye çalışıyor ve çalışacaklardır.
Ancak, tüm olanaksızlıklara karşın bu konuda çabaları
artırarak, birleşilebilecek tüm kesimlerle ortaklaşa mücadeleyi
yükseltmek önem taşımaktadır. HAYIR kampanyası,
hareketlenmenin, örgütlenmenin, sessizleştirilmiş ve sindirilmiş
kitlelerin sokaklara taşımanın aracı olursa, kitlelere,
önümüzdeki mücadele günleri için güçlü deneyimler
kazandırmış olacaktır. 27.01.2017
***
1
“Kuşlar Şarkı Söylemez”, Nazi faşizminin
Leningrad kuşatması sırasında söylenen bir sovyet şarkısı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder