Nereye
ve Nasıl?
Yusuf
KÖSE
“Emperyalist
burjuvazinin, işçi sınıfına yeni bir saldırı dalgası olarak
1980’lerden itibaren gündeme soktuğu neoliberal ekonomik
politikalar; emperyalizmi krizlerden çıkaramadığı gibi, işçi
ve emekçiler üzerinde yıkıcı (ideolojik-örgütsel) etkisi
oldukça artmış ve dünyayı, adete bir emperyalist anarşi
metaforu içine sokmuştur.”1
Ağustos ayı içinde bir yazımda söylemiştim bunları. Bu bağlamda, uzun
süredir dünyanın gündemi aynı. “Dünya ve Türkiye nereye
gidiyor?” sorusu bunun içinde. Emperyalist-kapitalist dünyanın
genel yönelimi bu. Günlük olarak değişen ise, bu genel yönelime
bağlı olarak taktiksel gelişmelerdir.
ABD’de
Trump’un kazandırılması, AB ülkelerinde yükselen ırkçılık,
Ortadoğu ve Güney Çin Denizi’ndeki egemenlik dalaşları,
ABD’nin gerilemesi ve diğer emperyalist blok ve ülkelerin
(pazarlardan pay alma ve egemenliklerini genişletme amaçlı
önlenemez) istekleri, önümüzdeki son on yılın oldukça karanlık
geçeceğini ve ciddi altüst oluşun yaşanacağınında
habercisi olarak önümüzde duruyor.
Kapitalist
sistemin, toplumsal çelişmeleri her geçen gün artırma ve
keskinleştirme özellliği, kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasıyla
doğrudan bağlantılıdır. Burjuvazi -toplumu bütünüyle sırtında taşıyan
çalışanların kazançlarını kendi özel mülkiyetine
geçirmesiyle- toplumsal kaosun temelini de atmış oldu.
Sermaye,
gittiği yere, sadece kültürünü, meta ve sermaye ihracını
götürmüyor, bütün eşitsizliğini ve toplumsal çürümüşlüğünü
de beraberinde taşıyor.
„Kapitalizm
kendi suretinde bir dünya yaratır“ken, kendi içindeki tüm
çelişmeleri de artan ölçüde gittikleri yerlere
taşıyor ve buralardaki toplumsal-sınıfsal çelişmeleri daha da derinleştirici bir rol oynuyor. Sermayenin
küreselleşmesi, sermayenin egemenlik eğilimine bağlı olarak
gelişen terörün küreselleşmesini koşulluyor.
Yugoslavya’nın
parçalanması, Kafkaslar ve Ukrayna olaylarının yanı sıra;
Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Yemen, Filistin, Kürdistan ve daha
burada sayamadığımız dünyanın çoğu yerlerinde, sermayenin
ağır sömürüsü, egemenliği, aynı zamanda çatışmaları,
savaşları da beraberinde taşıdı. Hatta bazı yerlere sermayeden
önce emperyalist terör ihraç
edildi.
Yukarıda
isimlerini saydığımız ülkelerde, emperyalist menşeli bombalar
patlarken, emperyalist metropollerde bunun yansımasının
olmayacağını düşünmek aptallara mahsustur. Emperyalist
burjuvazi, kitleleri, „terör dışarıdan geliyor“ diye
yanıltmaya çalışıyor. Oysa, terörün kaynağı kendileridir.
Kabil, Bağdat, Kahire, Şam, Trablus, Bingazi, Nijerya, Diyarbakır
vb. yerlerde patlatılan bombaların, Paris, Brüksel, Berlin,
Madrid, Moskova, Pekin, İstanbul, New York gibi diğer emperyalist
ve kapitalist metropollerde patlamaması için hiç bir neden yoktur.
Kaosu yaratanlar, aynı kaosun kendi kucaklarına düşmesini
önleyemezler. Kabil, Bağdat, Şam ve Halep'de pazar yerlerinde üzerlerine atılan bombalarla katledilenlerin sorumlularıyla, Antep’de bir Kürt düğün evinde katledilenlerle, Paris'te bir eğlence yerinde katledilenlerle, Berlin’in göbeğindeki bir noel panayırında en masumane günlük
sevincini yaşayanların katledilmesinin sorumluları aynıdır.
Ancak,
dünyayı bir silah deposu haline getiren emperyalist burjuvazi,
terörü başka yerlerde aramaya çalışması burjuva
riyakarlığıdır. Dünya servetinin yüzde 90’nın, sadece yüzde
8’nin elinde olması, terörün asıl nedeni olduğu gözlerden
gizlenmeye çalışılıyor.
Sermaye
birikimi ve egemenliği için, ulusal, dinsel ve mezhepsel ve hatta
aşiretsel farklılıkları körükleyerek halklar arasında
düşmanlıklar yaratanların, bu düşmanlığın ateşinden
kendilerini de kurataramazlar. Ve kurtaramıyorlar. Sosyalizmin
gelmesinin önüne geçmeye çalışan burjuvazi, daha karanlık bir
gericiliğin içinde debeleniyor.
Günümüz
emperyalist burjuvazisi, kamuoyuna terör örgütleri olarak; El
Kaide, İŞİD, Boko Haram, Neo Nazi vb. gibi faşist, dinci, ırkçı
örgütleri gösteriyorlar. Bunların terör örgütleri oldukları
ne kadar gerçek ise, bunları yaratan ve besleyen devletlerin ise
bunlardan daha tehlikeli ve organize terör örgütleri oldukları
gerçeğini değiştirmeye yetmiyor.
Başta emperyalist
ülkeler olmak üzere, bütün kapitalist ülkelerin ezici çoğunluğu artık gelinen aşamada halklar üzerinde, bütün
çıplaklığıyla birer terör örgütü durumuna dönüşmüşlerdir.
Bu terör yuvaları burjuva devletleri, işçi sınıfı ve ezilen
halklar tarafından yıkılmadıkça, kitleleri katleden, yıldıran
ve korkutan teröründe ortadan kalkmasının olasılığı söz
konusu değildir.
***
Burjuvazi, toplumu uçurumdan aşağıya atmaya başladı.
Irak, Libya, Suriye ve daha bir çok ülke nasıl emperyalist sermayenin anarşi metaforundan kaçamadıysa, bu metaforun içine balıklama dalan Türk burjuvazisi de, Türkiye’yi adını saydığımız ülkelerin akibetine uğramaktan kurtaramayacaktır. Ve iktidarı elinde bulunduran AKP sermayesi ve bileşenlerinin belli bir süre daha ayakta kalma şansları olarak savaşı (iç savaş da dahil) görüyorlar ve gerçekten de başka da şansları kalmadı. Ve emperyalist-kapitalist dünyanın içinde bulunduğu bunalım da bunu koşulluyor. Bu nedenle, Ankara’nın göbeğinde bir Rus Büyük elçisinin öldürülmesi, kendisi bir terör devleti olan Türk devletinin karakteristik yapısının bir sonucudur. Nasıl ki, Kürdistan illerinin yakılıp yıkılması, devletin burjuva niteliğinin karakteristik yapısından ayrı ele alınamayacağı gibi…
Irak, Libya, Suriye ve daha bir çok ülke nasıl emperyalist sermayenin anarşi metaforundan kaçamadıysa, bu metaforun içine balıklama dalan Türk burjuvazisi de, Türkiye’yi adını saydığımız ülkelerin akibetine uğramaktan kurtaramayacaktır. Ve iktidarı elinde bulunduran AKP sermayesi ve bileşenlerinin belli bir süre daha ayakta kalma şansları olarak savaşı (iç savaş da dahil) görüyorlar ve gerçekten de başka da şansları kalmadı. Ve emperyalist-kapitalist dünyanın içinde bulunduğu bunalım da bunu koşulluyor. Bu nedenle, Ankara’nın göbeğinde bir Rus Büyük elçisinin öldürülmesi, kendisi bir terör devleti olan Türk devletinin karakteristik yapısının bir sonucudur. Nasıl ki, Kürdistan illerinin yakılıp yıkılması, devletin burjuva niteliğinin karakteristik yapısından ayrı ele alınamayacağı gibi…
Türk
egemen sınıfları, Kürt ulusal sorununu demokratik bir şekilde
çözmeye yanaşmadığı için, ülkeyi gerici bir iç savaşın
eşiğine getirmiştir. Çok önemli gelişmeler olmadıkça, (ki,
yakın bir süreçte bu olasılık oldukça cılız) Türkiye, egemen
sınıfların yönlendirmesi altında gerici bir iç savaş,
derinleşme ve yaygınlaşma eğilimi taşımaktadır. Milliyetçilik
ve dincilikle örgütlü sürüler haline getirilmiş kitleler,
Kürtlere ve onların müttefiklerine, demokratlara, devrimcilere, komünistlere ve
alevilere saldıracaklardır. Bu devlet terörünün bir parçası olan CHP’de bundan nasibini ciddi şekilde alacaktır. Burjuvazinin
gerici iç savaşı, her ne kadar Kürtlere karşı gibi gözükse de
, esas olan, ülkenin demokratik kamuoyuna ve bilincine yöneliktir.
Faşist
islamcı hükümet, silahlandırdığı, örgütlediği ve
gericileştirdiği kitleleri demokratik kamuoyuna ve muhaliflerine karşı bir tehdit unsuru
olarak kullanmaya başlamıştır. Bunu en net bir şekilde 15 Temmuz
(darbe girişimi) olaylarında ortaya koymuştur.
Egemen
sınıfların ülkeyi gerici bir iç savaşın içine sokmasını
önlemenin yolu; işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü bir
şekilde buna karşı çıkmasıyla olasıdır. Ne yazık ki, sınıfın
en örgütsüz ve nitelik olarak en zayıf olduğu bir süreçtir.
İşçi sınıfı siyasi islamcı-faşist hükümetin etkisizleştirme
ve örgütsüzleştirmesine maruz kalmıştır. Bu örgütsüzlük ve
etkinsizlik, 2013 GEZİ ayaklanmasıyla yıkılmaya çalışılsada,
süreç içinde başarılamamıştır.
Kitleler
üzerindeki devletin faşist terörü ve ideolojik saldırısı,
kitlelerin önemli bir kısmını yılgınlığa ve sessizliğe
iterken, küçümsenmeyecek önemli bir bölümünü ise siyasi islamcı
faşist hükümetin doğrudan etkisi altına alarak gerici-faşist
örgütlemenin içine sokmuştur.
Komünist
ve devrimcilerin başarması gereken, yılgınlık içindeki en yakın
kitlelerin kazanılması, faşist odakların örgütlenmesi ve etkisi
altındaki kitlelerin önemli bölümünün ise en azından
tarafsızlaştırılması, iç savaş atmosferinden
çıkmanın bir gereğidir.
Kürt
Ulusal Hareketin haklı ve meşru mücadelesi iç savaşın nedeni
değil bir sonucudur.
Bazı kesimler, burjuvazinin yoğun ideolojik ve siyasal
propagandasının etkisiyle, „ülkeyi kaosa sürüklüyor“ gibi
şovenist yaklaşımlar sergilemesine karşın, gerçekte olan ise,
faşist Türk devletinin bölgedeki gelişmelere (özellikle Suriye)
bağlı olarak ülkeyi bir iç savaş ortamına bilerek sokmasıdır.
Bu, niyetten öte, burjuvazinin egemenlik alanlarını genişletme,
sermayesini büyütme isteğinin ve emperyalizme bağlı olmanın bir sonucudur.
Türk
egemen sınıfların kaos ve anarşi ortamı içine soktukları
Türkiye‘deki gelişmeler, emperyalistler arası paylaşım ve
egemenlik savaşlarından ayrı ele alınamaz ve ona bağlı olarak
gelişmekte ve derinleşmektedir.
Dünya
ve Türkiye’deki gelişmeler, kapitalizmin umutsuz bir vakası
olarak ele alınmalıdır. Sorunun nihayi çözümü çok nettir:
Kapitalist sistemden kurtulmak için işçi sınıfının sınıf
bilinçli örgütlülüğü ve mücadelesinin öne çıkması olmazsa
olmazdır.
Faşizmi
yıkmak, emperyalist saldırı dalgaları ve yayılmacılığının
önüne geçmek, daha geniş birliktelikleri koşullar. Bu da ancak
mücadele içinde oluşur. Bunun için, örgütlenmek, militanca,
sabırlı ve uzun vadeli bir çalışma yapmak gerekiyor. İşçi
sınıfının çelikten örgütleri, böylesi mücadele içinde
sağlamlaşıp gelişebilir. Bu iş, öncelikle kendine komünist
diyenlere düşüyor. Çünkü, komünistler dışında kapitalizme
karşı sosyalist alternatif yaratacak siyasal yapı ve anlayış
yoktur.20.12.2016
1
Bkz. http://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/burjuvazinin-sendromlari-ve-isci-sinifinin-kaybedecegi-yeryuzu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder