Burjuvazinin
Sendromları
ve
İşçi
sınıfının Kaybedeceği Yeryüzü
Yusuf
KÖSE
Dünya
ve Türkiye’deki yıkıcı/yıpratıcı kaos ortamı, kapitalist
sistemin öngörülen çelişik çatışmalarının bir ürünüdür.
Bu, kapitalizmin daha iyi günleridir. Bir kaç Avrupa ve Kuzey
Amerika ülkelerini saymazsak, çatışmalı ortam içinde olmayan
bölgeler yok gibidir. “Çatışmalı olmayan ülkeler” ise içten
içe kaynamaktadır. Bir taraftan ırkçılık, bir taraftan ise işçi
sınıfıyla burjuvazi arasında süregelen sınıf mücadelesi, hiç
bir burjuva ülkesini “güvenlikli” kılmıyor. Bunlara ek olarak
tekellerin kendi aralarındaki çelişmeler, kaos ortamını
derinleştirmenin araçlarından biri olmaya devam ediyor.
ABD’nin
Vietnam sendromuna bir de 11 Eylül sendromu eklenmesi ... Dünya
burjuvazisinin “demokrasi” sembolü Paris’in her yanını
silahlı asker ve polislerin işgal etmesi... Alman hükümeti’nin
halkı yiyecek ve su depolamaya çağırması... AB üyesi bir çok
ülke yönetimine faşzimin egemen olması ve bütün ülkelerde
etnik-dinsel kutuplaşmaların ve ırkçılığın artış
göstermesi... Bütün bu gelişmeler, burjuvazinin yönetim krizi sendromunun
derinleştiğinin göstergeleri oluyor.
Kapitalist
sistemin refah dönemi artık çok gerilerde kaldı. Bunu, tekelci
burjuvazinin öne çıkan sözcüleri ve temsilcileri de söylüyor.
En gelişmiş bir kaç Avrupa ülkesi de bu rahatlığı çoktan terk
etmiş durumdalar. Emperyalist burjuvazinin, sermayesini büyütmek
için doymak bilmeyen daha fazla üretim hırsı, insanlığı, kendi
kendini yok eden kontrolsüz biyomakinik bir makineye dönüştürmüş
durumdadır.
Kapitalizmin,
2. Emperyalist payalaşım savaşı sonrasına denk gelen, uzun
sayılabilecek iki on yıl “krizsiz” bir sürecin içine
girmesine karşın, sonraki gelen yıllarda peş peşe bunalımların
içine girmiştir. Kapitalizm, aşamadığı bunalımları nedeniyle
70’lerin sonlarından itibaren ise bölgesel savaşlardaki
artışlar, kapitalist dünyanın çelişmelerinin derinleşmesinin
de açık göstergeleri olmuştur.
1980’lerin
sonlarına doğru Rus Sosyal Emperyalizmin (RSE) çöküşü,
kapitalist-emperyalist sisteme “barış ve refah” getirmemiş,
tersine, silah zoruyla ayakta tutalmaya çalışılan dengeler
yıkılınca, kriz, dünyanın en geri ülkelerine kadar yayılmıştır.
RSE’nin çöküşü, ABD emperyalizmini dizginlerinden koparmıştır.
Ancak, emperyalistler arasındaki çelişmeler ve kutuplaşmalar
gerilememiş, tersine, artış göstermiştir.
Emperyalist
burjuvazinin, işçi sınıfına yeni bir saldırı dalgası olarak
1980’lerden itibaren gündeme soktuğu neoliberal ekonomik
politikalar; emperyalizmi krizlerden çıkaramadığı gibi, işçi
ve emekçiler üzerinde yıkıcı (ideolojik-örgütsel) etkisi
oldukça artmış ve dünyayı, adete bir emperyalist anarşi
metaforu içine sokmuştur.
Burjuvazinin bu politikası da, toplumlar için ne refah ne de barış
üretebilmiştir. Var olan çelişmeleri derinleştirerek, üretim
bolluğunun içinde açlığın ve yoksulluğun olduğu, baskıların
ağırlaştığı bir kaos dünyası yaratmıştır. Bu salt
toplumlara özgü olarak kalmayıp, insanlığın tüketilmesine
oranla, doğayı da, insanı üzerinden
atma ekoloji krizi içine sokumuştur.
Kapitalizm,
insanı insan olmaktan çıkarırken, üretimin bolluğu içinde
yoksulluğu yaşayan bir insan kitlesiyle karşı karşıya
bırkamıştır. Savaşlar, bölgesel çatışmalar ve özellikle
kapitalizmin tüketim kültürünün dayattığı doğanın yok
edilmesi, insanlığın çok yönlü bir felaketle karşı karşıya
kaldığını göstermektedir. Bu bağlamda, kapitalizm yeryüzünden
sökülüp atılmazsa, işçi sınıfının
kaybedeceği şey yeryüzü
olacaktır.
Bilim
ve teknolojinin ilerlemesi, sermayenin artan ölçüde temerküzü,
kapitalizmin krizini sıklaştırıcı ve derinleştirici bir rol
oynuyor. Ve kapitalist sistemin bu
işleyiş tarzı, kapitalist refah ortamını ortadan kaldırdığı
gibi, üretim bolluğu içinde muzzam bir yoksullaşma da
üretmektedir. Devasa lüks üretimin ve tüketimin arkasında bir o
kadar da çürümüşlük üretilerek milyonlarca insan açlığa
mahkum edilmektedir. Kapitalist sistemin sahipleri ne kendileri
güvendedir, ne de baskı altına aldıkları ve üzerlerinde
sömürülerini her geçen gün ağırlaştırdıkları işçi sınıfı
güvendedir.
Burjuvazinin
ortaya çıkışındaki “demokrasi” vb. değerlerin artık hiç
bir hükmü ve değeri kalmamıştır. Burjuva
demokrasisinin özü olan “politik özgürlük”lerin
yerini, politik özgürlüklerin kısıtlanması, ortadan
kaldırılması almıştır. Ve bugün
kapitalist devletler, kendi devlet terörlerini işçi ve emekçiler
üzerinde resmileştirmişler, işçilerin ve ezilen ulusların
mücadelesini ise “terör” kapsamı içine sokmuşlardır.
Dünyanın en büyük terörist emperyalist devletleri, “teröre
karşı olma” adı altında istedikleri her yere askeri olarak
saldırma hakkını kendilerinde buluyorlar. Örneğini NATO,
dünyanın en büyük vahşi terör örgütüdür. Böylesine devasa
bir terör mekanizması yıkılmadıkça, insanlığın üzerine
barış ve refah güneşi asla doğmayacaktır. Bu bağlamda,
kapitalizm, “refah ve güven” değil, terör üretici bir
sistemdir.
Kapitalizm
sürdüğü sürece, bugün dünü,
yarın bugünü aratacak gelişmelere
sahne olacaktır. Türkiye’nin içine sokulduğu girdap
bunun en yakın örneğidir. Emperyalist burjuvazi kendi çıkarları
için etnik, dinsel, işgal vb. temelli çatışmaları kışkırtarak
yarattığı “Ortadoğu Cehennemi”
denilen girdabı daralmamış, giderek her geçen gün yeni bir
ülkeyi içine alarak genişleme göstermektedir. Böylece, tekelci
burjuvazinin ve gericiliğin ele ele verdiği bir süreçte, işçi
sınıf ve ezilen halkların devrimci fırtınalarının kabarmasını
önlemenin ve geriletmenin gerici taktikleri de üretilmiş oluyor.
Kapitalist
sistem her yönüyle çürümüştür. Her şeyden önce ahlaki
olarak çürümüştür. Çünkü üretim biçimi, insanların lehine
değil, bir avuç burjuvazi dediğimiz zebanilerin lehine toplumsal
yaşama biçim verebilmektedir. Üretim ve bölüşümün toplumsal
karakterinden kaynaklı ahlaksızlık toplumsal yapının tüm
alanlarına yansımaktatır. Meta üretim sisteminin
sınırsızlaştırılması; insanın insanı sömürmesi, insanın
insana baskı uygulaması, insanın insanı ücretli köleliğe
mahkum etmesi, insanın insanın elindeki yaşam araçlarını (özel
mülkiyet adı altında) alması, toplumsal çürümeyi de
hızlandırmaktadır.
“Can
çekişen” emperyalizm, ne yazik ki, kendiliğinden ölmeyecek ve
yeryüzünden defolup gitmeyecektir. Emperyalist-kapitalist canavarı
insanlığın sırtından, doğanın kucağından atacak olan
toplumun devrimci ve dinamik gücü işçi sınıfıdır. İşçi
sınıfı, özel mülkiyetsiz sosyalist toplumu gerçekleştirdiğinde;
toplumsal refah ve güven ortamı gelişecek, insanın insanı her
türlü ezme, sömürme ve insanın doğayı tahrip ve talan eylemine
son verecektir. Temel sorun: İşçi sınıfının örgütlenmesi,
kapitalizmi yıkıcı bir bilinç düzeyine ulaşması ve harekete
geçmesinin zorunluluğu vardır. Bunu, yaşamın her alanında
eyleme dönüştürecek olan sınıfın kendi sınıf bilinçli
partisidir. 27.08.2016***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder