Koşullara
Boyun Eğmek Değil,
Değiştirmek Devrimciliktir!
Yusuf KÖSE
İslamcı
faşist devletin en büyük korkusu, kitlelerin direnme gücünü
bütünüyle kıramamış olmasıdır. Onlar, kendi saltanatlarını
rahat sürdürebilmek için, öncelikle kitleleri bütünüyle teslim
alamk isterler. Teslim almanın ötesinde, bütünüyle sindirmek ve
ezmek isterler. Kısa ve uzun vadeli taktikleri budur.
AKP faşist
hükümeti, 14 yıldır, kitleleri teslim almanın mücadelesini
veriyor ve son 6 yıldır ise, yoğun bir şekilde saldırıyor. Buna
rağmen, kitleleri bütünüyle teslim alabilmiş değildir.
En
büyük direniş ve mücadele, hiç kuşkusuz Kürt Ulusal
Hareketi’nden gelmektedir. Kürtlerin ulusal direnişi, burjuva
faşist hükümet için en büyük handikapı. Devlet, Kürt ulusuna
yönelik savaşını; bir yandan Kürt düşmanlığını Türk
kitleleri içinde derinleştirerek, ezilen halklar ve işçi sınıfı
içinde kutuplaşmayı artırmak isterken, bir yandan da toplumsal
sorunları; Türk-Kürt düşmanlığı eksenine sıkıştırmaya
çalışıyor. Ancak, devlet, bütün bunlara rağmen, Kürt ulusal
direnişi karşısında derin bir krizle karşı karşıya kalmış
durumdadır.
Faşizm
Kürt ulusal direnişini teslim alamadığı gibi, işçileri de
teslim alabilmiş değildir. Burjuva gazete ve TV’lerinde yer
almasada, hala irili ufaklı işçi direnişleri sürmektedir. Sadece
2015 yılı içinde günde ortalama üç işçi direnişi olmuştur.2
Toplamda ise 1116 işçi eylemi olmuştur. Bunun 31’i dayanışma
eylemi olarak gerçekleşmiştir.
2016 yılı
da sessiz geçmemektedir. HES’lere karşı olsun, doğanın
talanına karşı olsun, eylemlerde bir artış vardır.
Artvin-Cerattepe
Eylemi ve kitleselliği de dikate alınınca, faşizmin hala teslim
alamadığı ve bu nedenle de oldukça tedirgin bir durumda olduğu
açıktır. Cerattepe eylemi uzun süren bir eylemlik olmuştur. 21
haziran 2015’de başlayıp 2016 Şubat ayı içinde ise daha bir
kitleselleşerek büyümüş ve devlet, kitlelerin karşısına asker
ve polis gücüyle çıkmıştır. Kitleler, uzun bir direnişten
sonra, devlete geri adım attırmıştır.
TC devleti,
Kürt illerini karadan ve havadan bombalarken, Batı’da da
kitlelerin “barışçı” protesto ve yürüyüşlerine TOMA ve
Polis’le karşı koymaktadır.
Bu
yılın 1 Mayıs’ın da hemen hemen bütün illerde işçiler
sokaklara çıkmışlardır. Bütün baskı, tehdit ve korkutmalara
karşın 1 Mayıs katılımları bir önceki yıla oranla düşük
olmasına karşın, yine de işçi sınıfı açısından büyük
bir başarı olmuştur.
Hükümetin
çıkardığı “Kiralık İşçi Yasası”na karşı, bir çok
büyük şehirlerde direnişler örgütlenmiştir. Başta DİSK, KESK
gibi sendikalar olmak üzere bir çok kitle örgütü ortaklaşa
protesto gösterileri düzenlemişlerdir. Protesto gösterilerine
geniş katılım olmamasına karşın, bu bile, faşist diktatörlüğün
tüm baskı ve katliamlarına karşın işçileri susturamadığının
bir göstergesidir.
Bir çok
madende eylemler sürmektedir. Ücretlerini alamayan Ermenek Cenne
Madencilik işçileri işi durdurmuşlardır. Yine, 23 mayıs’ta
AVON kozmetik’de işten atılan işçiler direnişlerini
sürdürüyorlar. Zonguldak-Kilimli maden işçileri yer altında on
gün açlık grevi eylemi yapmışlardır.
KESK’in
29 Mayıs’ta düzenlediği “Laik eğitim, laik yaşam ve iş
güvencesi” mitingleri Antalya ve Diyarbakır’da gerçekleşirken,
Van ve Trabzon’da ise yasaklanmıştır. Diyarbakır’daki mitinge
binlerce işçi katılmıştır.
Kadınlar,
hemen hemen hergün sokaktalar. Az ya da çok, ama mücadeleci ve
islamcı faşist hükümetin kadınların haklarını gasp eden ve
köleleştirici şeriat yasalarına karşı, , TOMA ve polis
saldırılarına rağmen sokakarda seslerini yükseltiyorlar.
Mussolini
ve Hitler’in kadınlarla ilgili sözlerini tekrarlayıp duran
faşist RTE diktatörüne karşı kadınların tepkisi sokaklarda
sürdü. İstanbul, Ankara ve Eskişehir gibi bir çok kente kadınlar
RTE’nin kadınları aşağılayıcı sözlerine sert tepki
verdiler. “Yarım” olan kadınlar değil, kadınları “yarım”
görenlerin ırkçı-faşist olduklarını bir kere daha haykırdılar.
İslamcı
faşist iktidar, işçi ve emekçilere karşı yoğun saldırılarda
bulunmasına karşın, buna karşı verilen tepkiler yetersiz olmakla
birlikte , bu durum, önümüzdeki süreçte ölü toprağın
kitleler üzerinde kalakacağının da bir işaretidir. Çünkü, komünist ve devrimciler sindirilmeyi,
işçi sınıfı ise tepkisizliği kabullenebilmiş değildir.
Devrimci
militanlık, faşist saldırıların arttığı süreçte daha bir
önem taşır. Bir yandan kitlelerin aydınlatılması ve
örgütlenmesine hız verilirken, bir yandan devrimci eylemlerle
faşist iktidarın çok yönlü yıpratılması taktikleri öne
çıkar.
Karşımızdaki
güç, salt gerici şiddetle ayakta tutulan çürük bir zemin
üzerinde durmaktadır. İşçilerin sömürüsü üzerine inşa
edilmiş faşist devlet terörü, kaçınılmaz olarak karşısında
kitlelerin devrimci şiddetin büyümesinin de nedeni olacaktır.
Koşullara boyun eğmek değil, koşulları devrimci mücadelenin
gelişmesi yönünde değiştirmenin politik taktiklerinin yaşma
geçirilmesi sonuç alıcıdır. İşte o zaman “bak Bill işte
kocakafa!” denebilecek koşullar yaratılmış olacaktır.
08.06.2016
***
1
Mussolini’yi
Alman askeri birliği içinde tanıyıp yakalayan bir italyan
Partizan’ın sevinçle ve hayretle arkadaşına seslenişi.
Partizanlar, Mussolini’ye “kocakafa”
derlerdi. Kim bilir yakında birisi de; “’ananı
da al git’ diyen diktatör bozuntusu buraya sinmiş”
diyebilir.
2
Emek Çalışmaları Topluluğu, İstanbul, Nisan 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder