DİKTATÖRLER GÖLGELERİNDEN KORKARLAR
Yusuf Köse
Tarihin
en büyük korkakları hiç şüphesiz diktatörlerdir. Çünkü onların dostları olmaz, yalakaları olur. Yalakaları ise diktatör zayıfladığı anda onu arkadan
vurabilecek tipte kişiliklerdir. Bu nedenle diktatör, en yakın yalakasına da
güvenmez.
Diktatörler,
gölgelerinden korkarlar. Gölgelerinin dahi kendisini takip ettiğinden, her an
eline bir silah ya da bıçak alıp kendini arkadan vuracağını sanırlar. Bu
nedenle, Gölgesinin serbest kalmasına asla müsade etmez. Kendi gölgesinin
üstünde de koruma gezdirir.
Diktatörler,
her yönüyle en zayıf kişiliklerdir. Her şeyden korktuklarından ve diktatör olarak kalabilmeleri için, herkesin
kendisinden korkmasını ister. Özellikle halktan korkar. İşçilerin varlığı, onların
en küçük direnişi onu hep ürkütür. Bu karınca gibi insanların birlik olup
kendini yıkacağını düşünür ve onları ezmeye çalışır. Daha fazla çalışıp kendine
ve kendi destekcilerine daha fazla sermaye sağlamalarını ister.
Bu
nedenle, sermaye sahipleri de diktatörleri sever. En “demokrat” sermayedar
gözüken, en korkak, en pespaye, kişiliksiz bir diktatörün halka kan
kusturmasına ses çıkarmaz. Arada bir “demokrasi iyiydir” derselerde, yine işçi
ve emekçileri aldatmak içindir. Oysa, en büyük karlarını bu tür diktatörlük
dönemlerinde elde ederler. Palazlandıkça palazlanırlar. Kar üstüne kar
katarlar. Sermayelerini büyüttükçe büyütürler. Diktatörde onlardan biraz pay
ister ve “ben olmasam siz bunları kazanamazdınız” diyerek, rüşvetlerini
aksatmamalarını buyurur. Rüşvetlerde,
diktatörün kasalarına akar, kasalar yetmezse ayakkabı kutularına istiflenir.
Diktatör,
korkusunu hiç bir zaman ve hiç bir şekilde yenemez. Bu nedenle de durmadan yeni
zorba kanunları çıkarır. Uçan kuştan
dahi korkar. Gürül gürül akan derelerden, özgürce güneşe doğru uzanan
ağaçlardan, işçinin grevinden korkar.
Korktukça yasaların ardı arkası kesilmez. Korku yasaları birbirini takip
eder. Ne yazık ki, yine de, her yeni çıkan korku yasası, diktatörün korkusunu
dindirmeye yetmez.
Korkunun
ecele faydası olduğunu sanır, diktatör. Ayakta kalmasının, saltanatını sürdürmenin
yolu; kitleleri baskı ve şiddetle ezmek olduğunu, yaşamın her alanını asker ve
polis ile kuşatmaktan geçtiğini düşünür. Bu nedenle de durmadan kendi
koruyucularını çoğaltır. Halk üzerindeki baskıları artırdıkça artırır.
Güvenlikçilerine her türlü yetkiyi verir. Bu da yetmez! ...
Her
tarihsel dönemin diktatörleri, kendi dönemlerinin özgülüklerini taşırlar.
Kapitalist toplumun diktatörleri de birbirine benzerler. Hangi ülkenin diktatörü
olursa olsun, korku ve uygulamaları aynıdır. En büyük istemleri; sermayeyi
korumak, onun semirmesini sağlamaktır. O büyüdükçe kendi sermayesini de
büyütmek. Onun desteği olmadan ayakta kalamayacağını bildiği için, diktatör ile
sermaye özdeşleşmiştir.
Diktatörlerin,
en büyük korkusu, hiç kuşkusuz kitlelerdir. İşçi ve emekçi yığınlarıdır.
Varlıkları, onların aşırı sömürülmesi ve
ezilmesine bağlıdır. Onların suskun kalması, şiddetle susturulması, diktatörün
saltanatının ömrünü de uzatır. Bu nedenle de, çıkardığı her yeni kanun
çalışanların aleyhine, burjuvazinin ise lehine olur.
Ama,
bütün diktatörler, kendilerini “halktan yana”, “halkın dostu”, zenginlerin ise
düşmanıymış gibi gösterir. Arada bir zenginlere çıkışır. Ancak, böyle bir
“azarlamayı” neden yaptığını sermaye sahipleri de diktatör de bilir. Bu
azarlama, sermayenin büyümesine, kitleleri ise oyalamaya hizmet eder.
Kapitalist toplumun gelmiş geçmiş sivil ya da askeri diktatörleri bu tür
“azarlamaları” yer yer yaparlar.
Bütün
diktatörler çok konuşur. Yakın tarihimizin diktatörlerini alın inceleyin, her
gün her konuda konuşurlar. Hiç kitap okumazlar, ama, bilmedikleri hiç bir konu
da olmaz ve her işin uzmanı gibi ahkam keserler. Uzayın derinliklerinden
tutunda, doğum kontrolüne, oradan sanata kadar her bir şeyi bilirler.
Ve
hepsi de yalancıdır. Kendi yalanlarına da inanırlar. Etrafı da yalancı doludur.
Ve kitleler üzerinde koca bir yalan imparatorluğu oluştururlar. Yanlışlıkla
doğru söylediklerini, ertesi gün yalanlarlar. Onlar için kitleler aptaldır. Hiç
bir şey anlamaz ve onlar ne derse inanır! Aynen böyle düşünürler.
Bütün
diktatörlerin, en çok kullandığı sözcük “hain” olur. Kendilerinin dışında
herkes haindir. Bazan vatan hainleri bazan ise din düşmanlarıdırlar. Ama
mutlaka “hain”dirler. Diktatörlerin kimi, din üzerinde kitleleri oyalamaya
çalışırken, kimi “vatan-millet-bayrak” üçlemesi üzerinden nutuk çeker. Ama,
istisnasız hepsi, din de dahil, bu üçlemeyi kullanır. Kitleleri bunlarla
oyalamanın bilincindedirler. Bu nedenle de aptal değildirler. Aynı Erdoğan
gibi.
Bazı
liberaller, Erdoğan’ın “ruh hastası” olduğunu ileri sürüyorlar. Emperyalist
burjuvazi de Hitler için aynısını söylüyor. Bu aldatmacadır. Bunun anlamı, kitlelere;
“bu delidir, ne yapsa yeridir”, “idare edelim” diye işi yumuşatmanın, diktatörü
hoş göstermenin bir yöntemidir.
Mussolini,
Hitler, Franco, Salazar, Pinochet, Evren, Mübarek ve diğerleri ne kadar
deliyse, “ruh hastasıysa”, Erdoğan’da onlar kadar hastadır. Yani, bunların
hepsi ne yaptıklarını bilen kişilerdir. Yaptıklarını bilerek yaparlar ve
burjuvazinin kitleler üzerindeki baskı araçlarıdır. İçinde bulundukları
ekonomik ve siyasal koşullardan bağımsız değillerdir. Onları halkın tepesine
bir zulüm aracı olarak diken kapitalist sistemin ta kendisidir.
Baskıların
artış oranıyla sermayenin artış oranı aynıdır. Bu bağlamda, diktatörün
“demokratlık” seviyesi ile sermayenin “demokratlık” seviyesi birbirine eşittir.
Ne zaman ki, sermayenin artış oranı baskı oranının gerisinde kalırsa,
burjuvazi, diktatöre “süren doldu” der. Sermayenin artış oranının düşmesi, ise
kitlelerin sokaklara dökülmesi ve işçi sınıfının mücadelesinin gelişmesiyle
direkt ilgilidir.
Kitlelerin
susması, sinmesi, diktatörlüğün baskılarını azaltmaz. Tersine, her suskunluk,
her örgütsüzlük, her sinme arkasından daha büyük baskı ve sömürüyü koşullar.
Diktatörde bunu bilir ve baskıyı artırdıkça artırır.
Diktatörler
yıkılmaz değildir. Bütün diktatörler ve onu ayakta tutan sermaye, aslında bir
kağıttan kaplandır. Kitlelerin örgütlenip ayağa kalkmasıyla kaçacak delik
ararlar. Önemli olan, işçi sınıfının örgütlenmesi, üretim alanlarını ve
sokakları zapt etmesidir. O zaman, ortada, ne Erdoğan kalır ne de onu yaşatan
sistem. 03.03.2015
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder