SEÇİMLERDE NE YAPILMALI?
Yusuf KÖSE
Önümüzdeki
Haziran’da ülkemizde bir genel seçim var. Daha şimdiden seçim çalışmaları
başladı. Özellikle burjuva partileri ve iktidarı elinde tutan AKP açısından bu
seçimin önemi çok açık. AKP açısından bu seçimin önemi; tek parti
diktatörlüğünü ve bununda üstünde tek kişi diktatörlüğünü garanti
altına alabilmek ve bunu yasal bir zemine otutturmaktır. Aslında, AKP ve
Erdoğan, yasal zeminden çok, diğer muhalif kesimlerin seslerini bütünüyle
kısmak ve faşist diktatörlüğünü meşrulaştırmaktır.
AKP,
2010 12 Eylül referandumu’na kadar, devletin tüm yönetim organları üstünde
hakimiyetini kurma sürecini tamamladı ve
bu referandum ile de yargıyı kendine bağlayarak, kendi iktidarı önündeki
engelleri kaldırmış oldu. Tek bir engel vardı, Gülen Cemaati. Onu da son bir
yıl içinde tasfiye ederek, burjuva muhalif kesimleri baskı altına almış oldu.
Geriye işçi ve emekçiler kaldı. Bunları da, başta baskı ve şiddet olmak üzere
her gün yeni “güvenlik” yasalarıyla, kitlelere hareket edecek bir alan
bırakmadı. Bir nevi zincirledi. Artık kitlelerin karşısında her türlü öldürme
emriyle donanmış devlet güvenlik güçleri mevcuttur.
Türk
egemen sınıfları, Kürt Ulusal Hareketi’ni ise, bütünüyle tasfiye ya da
etksizleştirmeye çalışsada, başarılı olmadı. Kürt Ulusal Hareketi’nin hareket
etme alanı oldukça geniş ve kendi kitlesini hareket ettirme kabiliyetine
sahiptir. En son 6-8 Ekim 2014 tarihinde
bu görüldü. Yine Kobane’deki savaşın zaferle sonuçlanması, PKK’ya önemli bir
prestij ve moral üstünlüğü kazandırmıştır.
Haziran
seçimlerinin Erdoğan için önemi ortada. Erdoğan, tek başına diktatör olmak
istiyor ve bunun önünde burjuva anlamda bir yasal engel olmasınıda istemiyor.
İşte, bu seçimlerde anayasayı değiştirecek ya da anayasayı referanduma götürebilecek
sayıyı parlamentoda elde ederse, geriye islamcı faşist diktatörlüğün
uygulamalarını toplumun üzerine bir kabus gibi çökertecektir. Özellikle komünistler,
devrimciler ve tüm ilerici güçler ve işçi sınıfı soluk alamaz olacaktır.
Erdoğan, 1930-61 arası Dominik’te diktatatörlük yapan ve Mirabal Kardeşleri katleden R.L. Trujillo Molino[1] gibi olmak istiyor. Onun gibi bütün yetkileri elinde bulundurmak istiyor. Ancak kendini öyle güvende hisedebilir. Çünkü diktatörlerin yetkilerinin sınırı yoktur. Onların her istemleri, her arzuları birer yasadır. Bu bağlamda 12 Eylül Generallerinin sahip olduğu yetkilerden daha fazlasına sahiptir. Şu anda, AKP ve Erdoğan yürülükteki TC Anayasası’nı ve kanunlarını takmıyor ve kendi yasa ve kanunlarını uyguluyorlar.
Erdoğan, 1930-61 arası Dominik’te diktatatörlük yapan ve Mirabal Kardeşleri katleden R.L. Trujillo Molino[1] gibi olmak istiyor. Onun gibi bütün yetkileri elinde bulundurmak istiyor. Ancak kendini öyle güvende hisedebilir. Çünkü diktatörlerin yetkilerinin sınırı yoktur. Onların her istemleri, her arzuları birer yasadır. Bu bağlamda 12 Eylül Generallerinin sahip olduğu yetkilerden daha fazlasına sahiptir. Şu anda, AKP ve Erdoğan yürülükteki TC Anayasası’nı ve kanunlarını takmıyor ve kendi yasa ve kanunlarını uyguluyorlar.
Erdoğan’ı
destekleyen güçlü bir sermaye kesimi var. TÜSİAD bu kesimin dışında olsada,
AKP-Erdoğan diktatörlüğü egemen sınıfların bu kesimini de baskı altına
almıştır. TÜSİAD işlerini Ordu vasıtasıyla yürütüyordu. Ancak, Erdoğan onu da
ele geçirince, TÜSİAD’ın sermayesi, karşı sermayeyi alt etmeyi başarmaya
yetmedi.TÜSİAD'in dün Evren'i vardı. Bugün ise MÜSİAD'ın RTE'si var.
Tarihte
buna benzer örnekler çok. Mübarek’li Mısır, Bin Ali’li Tunus ve daha bir çok
ülke buna örnektir. Mısır’da, Mısır ordusunun egemenliği söz konusudur.
Geçmişten beri bu egemenlik devam etmektedir ve bugün Genaral Sisi vasıtasıyla
temsil edilmektedir. Ayrıca, Mısır Ordusu, aynı zamanda büyük bir sermaye
gücüdür. Bu anlamda da devlet iktidarını kimseye kaptırmak istemiyor.
Bunları
kısaca örneklememin nedeni, kapitalizm koşullarında bu tür diktatörlerini
varlığı ve emperyalist burjuvazinin bunları desteklediği ve hatta iktidara
getirdiği gerçekliğidir. Şu anda Erdoğan ile AB ve ABD arasında ilişkiler
“limoni” olsada, bu emperyalistlerin Erdoğan’ı gözden çıkardıkları anlamına
gelmiyor. Yeni bir alternatif bulana kadar ya da ülkede yeni Geziler ya da daha
büyük kitlesel eylemler olana kadar Erdoğan’la idare etmeyi sürdüreceklerdir.
İslamcı
faşist AKP ve Erdoğan iktidarı, bütün demokratik hak ve özgürlükleri yok etti.
Var olan bazı kırıntılarıda yeni faşist yasalarla ortadan kaldırtıyor.
İşçilerin grevlerini yasakladıkları gibi, yasal olarak da grev yapılamaz bir
durum yaratıldı. Erdoğan’ın en büyük hedefi hiç kuşkusuz işçi ve emekçilerdir.
İşçi sınıfının baskı altında tutulması, sermaye diktatörlüğünün devamı için
gereklidir.
Yine
kadınlar üzerindeki baskıların artması, kadının adeta köleleştirilmesi, faşist
islamcı diktatörlüğün sürdürülmesinin koşullarından biridir. Erdoğan
diktatörlüğünü dinsel baskılarla daha da pekiştirmeye çalışacaktır.
Bunların
dışında bugün kısmen izin verilen devrimci-demokrat ve sosyalist basının
varlığı, bir süre sonra bütünüyle yasaklama durmuyla karşı karşıya kalacaktır.
Erdoğan, diktatörlüğünü pekiştirdikçe baskı yasalarıda artacaktır. Erdoğan ve
çevresi dışında kimse soluk alamayacaktır. Erdoğan tek kişilik diktatörlüğünü
garantiledikten sonra, onu oradan indirmenin yolu seçimler olmayacaktır. O,
diğer ülkelerdeki faşist diktatörlerin yaptığı gibi seçimleri, hep kendisinin kazanacağı gibi hazırlayacaktır.
Var
olan durum, başta komünistler olmak üzere tüm devrimci-demokratlar için burjuva
demokrasisinin dahi kırıntılarının olmadığı bir ortamda mücadele etmenin
zorluklarıda ortadadır. İşçi sınıfının ekonomik ve demokratik hakları ve bunlar
uğruna mücadelesi ise yasak ve devletin polis ve askeri şiddetiyle kaşılaşıyor
ve daha sert devlet terörüyle karşı karşıya kalacaktır.
Böylesi
bir ortamda, tüm devrimci-demoktrat ve sosyalistlerin islamcı faşist
diktatörlüğe karşı en asgari demokratik hak ve özgürlüklerin elde edilmesi için
birleşmesi, birlikte hareket edilmesi de zaruridir. Bugün bunun savsaklanması,
yadsınması ve çeşitli gerekçelerle küçümsenmesi ve oluşturulması önünde engel
olunması karşı devrimin hanesine yazılacaktır.
SEÇİMLERE NEDEN ORTAK KATILINILMALI?
Bu bağlamda, önümüzdeki seçimler önemli bir fırsat. Seçimlere katılmamak, boykot
etmek işçi sınıfının yararına değildir. İçinden geçtiğimiz süreçte, boykotun
siyasal ve kitlesel dinamikleri yoktur ve çok yakın bir süreç içinde oluşması
da olsılıklar içinde görülmüyor. Ayrıca oluşursa, siyasal taktiklerde gelişen
sürece göre yendien biçimlendirilir.
Devrimci
durumun olmadığı, büyük kitle mücadelelerinin gelişmediği bir ortamda,
seçimlere katılınılması doğru bir mücadele taktiğidir. Evet, seçimler, işçi
sınıfının kurtuluşu olmayacaktır. Ya da bu seçimlerde çok büyük kazanımlarda
elde edilemeyebilecektir. Ancak, faşist diktatörlüğün geriletilmesi açısından
seçimlerde ortak hareket etmek en doğru olanıdır. En azından bu birliğin
(ittifakın) sokaklara taşınmasının koşulları da oluşabilecektir.
Kendine
komünist diyen hiç bir yapı, yüzde onluk (% 10) seçim barajı ortadayken her
hangi bir başarı, daha doğrusu parlamentoya girip burjuva düzenin teşhirini
yapamayacaktır. Diğer yandan küçük gruplar altında seçimlere girmek ya da tavırsız
kalmak, AKP ve Erdoğan faşizminin hanesine yazılacaktır.
Bugün
hali hazırda demokrat, devrimci ve devrimci-demokrat Kürt Ulusal Hareketi’nin
de içinde yer aladığı bir HDP var. Bu geniş bir devrimci-demokrat yelpazeyi
kucaklıyor. Bunun daha da genişletilmesi, ÖDP gibi Birleşik haziran Hareketi (BHH)
içinde yer alan ilerici parti ve örgütlerinde HDP içinde yer alarak geniş bir
ittifak cephesi-bloku oluşturulması, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanımı
için önemli bir gelişme olacaktır.
HDP,
içinde bir çok ilerici kesim yer almasına karşın, reforumcu bir niteliğe ve
politikaya sahiptir. HDP’nin birleşenleri dikkate alındığında daha ileri bir
niteliğe ve politikaya sahip olmasını beklemekte hayalcilik olur.
Böylesi
bir seçim ittifakının oluşturulması ve bunun meydanlara inmesi, demokratik hak
ve özgürlüklerin korunması ve islamcı faşist diktatörlüğün tüm baskılarına
karşı mücadele etmesi, işçi sınıfının mücadelesinin gelişmesine de bir soluk
aldıracak ya da aldırabilir.
Yunanistan’da
SYRIZA’nın kazanması, Yunan halkı için çok fazla bir şey ifade etmeyecektir.
Çünkü SYRIZA’nın reformist politikası ile kitlelerin devrimci durumu birbiriyle
uyumlu değil, kitleler ilerideyken, SYRIZA daha geridedir. SYRIZA ile
Yunanistan işçi sınıfının devrimci mücadelesi önüne reformist bir barikat
örülmüştür. SYRIZA, devrimci ortamı reformize etme amaçlı ortaya çıkmıştır.
Eğer SYRIZA, bugunkü Türkiye ve Kürdistan koşulları içinde kazansaydı, bu çok
ileri bir hareket olarak değerlendirilir ve alkışlanabilirdi. Yani, hiç bir
demokratik ortamın olmadığı bir ülkede reformist bir siyasetin iktidara gelmesi
tercih edilir ve faşizme karşı desteklenirdi. Örneğin, bu seçimde Yunanistan’da
olduğu gibi seçimleri, Türkiye’nin SYRIZA’sı HDP kazansa ya da birinci parti
olarak çıksa, bu Türkiye ve Kürdistan için bir nevi “devrim” olarak adaklandırılabilir.
Oysa
Türkiye’de ne demokratik bir ortam var ne de burjuva demokrasisinin
kırıntıları. Ülke her geçen gün daha bir karanlığa doğru götürülüyor ve tek
kişi diktatörlüğü yasallaştırılıyor. Sermayenin islamcı faşist
diktatörlüğüne karşı, tüm ilerici güçlerin birlikte hareket etmesinin önemi; faşizme karşı mücadele alanı yaratabilmek içindir.
HDP ve birleşenlerin seçim
barajını aşması ya da güçlü bir ittifak ve faşizme karşı koyuş yarattıklarında
ise, bu tüm işçi ve emekçiler için ileri bir kazanım olacaktır.
Komünistlerin yerine göre
reformist politikalar izlediği ve
faşizme karşı burjuva demokrasisini tercih ettiği bilinen bir gerçektir.
Aynı, zamanda faşist diktatörlük karşısında komünistlerin reformist güçler ile
birlikte hareket ettiklerine de tarih sıkça tanıklık etmiştir.
SEÇİMLER ÇARE Mİ?
Burjuva seçimlerin bir çare
olmadığı komünistler için açık ve nettir. Burjuvazi, kitleleri oyalamak için
“demokrasi” oyununu oynar. Ne var ki, kitlelerin ezici çoğunluğu seçimlerden,
bu anlamda parlamentodan umutlarını kesmiş değillerdir. Buna karşın, burjuva
parlamentosu, komünistler için çoktan zamanını doldurmasına karşın, kitlelerin
ezici çoğunluğu için doldurmamıştır. Türkiye ve Kürdistan’da seçimlere katılım
oranı yüksektir. Böylesi bir ortamda seçimleri taktik olarak kullanmak
gerekiyor ve seçimleri, kitleleri devrimci düşüncelerle aydınlatmanın ve
örgütlemenin aracı yapmak gerekiyor. Eğer parlamentoya girilirse, orayı da işçi
sınıfının devrimci bir kürsüsü olarak kullanmak şarttır. Aski taktirde, sıradan
bir refromist olunup çıkılır.
Eğer bugün seçimlere komünistler
tek başına katılıp parlamentoya girebilecek durumda olsaydı, bağımsız olarak
seçimlere katılmak daha doğru olabilirdi. Yine de bu taktik, yukarıda
sıraladığım günümüz Türkiye ve Kürdistanı’ın içinde bulunduğu koşullar dikkate
alınarak değerlendirilmesi gerekiyor. Yani, faşizme karşı ittifak zorunlu hale
gelebilir. Ne var ki, bugün seçim barajını aşabilecek her hangi bir devrimci
örgütte yoktur. Devleti ele geçiren AKP faşizmine karşı İttifak kaçınılmaz
oluyor.
Seçim süreci içinde ortak
taleplere ağırlık vermek önemli olmasına karşın, her siyaset kendi özgür
propagandasını yapmalıdır. Özelikle ideoloji ile siyasal taktik birbirine
karıştırılmamalıdır. İdeolojiden taviz verilmez, ancak siyasal taktiklerde
oldukça esnek olunabilinir. Siyaset uzalaşmayı içerir, ideoloji ise uzlaşmayı
reddeder. Ne var ki, siyasal taktiklerde bütünüyle ideolojiden uzak olamaz. En
sonunda ona hizmet etmesi gerekir. Ortak hareket etmek, eleştiriyi dıştalamaz.
Sınıfın temel siyasal görüşlerini meydanlarda haykırmayı ve bu doğrultuda
kitleleri örgütlemeyi kesinlikle dıştalamaz ve dıştalamamalıdır. Ayrıca, seçim
sürecince AKP ve Erdoğan faşizmi teşhir ve tecrit edilmeli, buna daha fazla ağırlık verilmelidir.
Sonuç olarak, önümüzdeki
seçimleri, islamcı faşist diktatörlüğe karşı demokratik hak ve özgürlüklerin
kazanılması için bir mücadele mevzisi olarak kullanılmalıdır.
Ancak, bilinmesi gereken temel
gerçek; Erdoğan ve AKP faşizmini iktidardan indirecek olan seçimler
olmayacaktır. İşçi sınıfı ve emekçilerin sokaklardaki mücadeleleri olacaktır.
Seçim çalışmaları ve parlemonta, işçi sınıfının mücadelesini geliştirmenin, güç
biriktirmenin, örgütlemenin ve kitleleri aydınlatma perspektifiyle
yapılmalıdır. Özellikle işçi sınıfının militan mücadelesinin gelişmesine koşut
olarak, emperyalistler ve burjuvazi açısından da Erdoğan’ın da kullanım miadı
bitecektir. 04.02.2015
***
[1]
R.L. Trujillo Molino, 5 Mayıs 1961
yılında iktidardayken öldürüldü. Kelebekler Zamanı filmi ve daha bir çok film
çevrildi. Kelebekler Zamanı, daha çok Mirabal kardeşleri anlatır. Bu Film
Türkiye’de de oynatıldı. Ancak, diktatöre silahlı süikast düzenlenmesi sahnesi
kesilmiş. Trujillo ile Erdoğan arasındaki tek fark, bizimkisinin şeriatçı
olmasıdır. Ancak, bütün faşist diktatörler, dini, kitleleri uyutma aracı olarak
kullanır. Trujillo , ABD’nin desteği ile 30 yıl iktidarda kaldı. Erdoğan bir 20
yıl daha iktidarda kalır mı bilinmez?
Faşist diktatörlerin sonları ise, genelde birbirine benzerlik gösterir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder