10 Eylül Kadıköy
Erdoğan, İktdarını
Seçimle Bırakmayacaktır
Yusuf Köse
Üretimin ve sermayenin
uluslararsılaşmasının geliştiği bir dünya konjonktüründe,
Türkiye'deki gelişmeleri, dünyadaki emperyalist savaş
hazırlığının hızlanması ve iç faşistleşmeden ayrı ele
alınamayacağı bilincinde olarak, Türkiye'deki son gelişmelerin
ekonomik ve siyasal nedenlerine kısaca değinelim:
23 yıldır iktidarda olan faşist
Erdoğan rejmi, burjuva demokrasisinin „seçimle gelen seçimle
gider“ normlarını çoktan aştı. Her yönüyle devletle
bütünleşmiş olan AKP-MHP hükümeti için, siyasal iktidarı
„seçimle“ teslim etmek, iktidarı elinde tutan sermaye kesmi
için olasılık dahilinin dışındadır. Faşist Erdoğan
kliğinin, Bu norma uymayacağı uzun yıllardır belli olmasına
karşın, burjuva liberalleri ve özellikle de CHP gibi burjuva
partileri, „demokrasicilik“ oyununu oynayarak, „TC devletinin
bekası“ adına, Erdoğan rejminin stepnesi olmayı temel
politikaları haline getirdiler. AKP hükümetini, Erdoğan rejmi
haline gelmesinin baş sorumlulardan biri, bu rejim tarafından bugün
siyasal olarak yok edilmek ya da kitlelerin nezdinde var olan
iktidara alternatif olamayacak duruma getirilmek istenen CHP'nin ta
kendisidir. Bu öncelikle teslim edilmelidir.
AKP-MHP devletleşmiştir.
Yolsuzluklarıyla, devletin tüm olanaklarına sahip olmakla,
mahkemeleriyle, bürokrasisiyle, ordusu ve polisiyle ve mafyasıyla
beraber devletleşmişlerdir. Elbette bu devlete egemen olan tekelci
burjuvaziden ayrı ele alınmamalıdır.
Bugün tüm tekelci burjuvazi, Erdoğan
rejminin arkasındadır. Ara sıra aykırı çıkışlar yapanlar
ise, esasa değil, kredi desteği ve vergi
indirimleri bölüşümlerindeki farklılıklar nedeniyle cılız ses
çıkaranlardır. Daha sonra onlarda,
siyasal iktidarın, sermaye kesimlerine ayırdığı cömert
desteklerinden nemalandırılıyor. Egemen sınıf
klikleri arasındaki çelişme hiç bir zaman bitmez. Bazan
sertleşir, bazan ise yumuşar.
Sermaye sınıfın
örgütleri TÜSİAD ve MÜSİAD, M.
Şimşek programı (önceki ve yeni 2026-2028 Orta
Vadeli Program) denilen, işçi sınıfını ve emekçileri baskı
altında tutan programdan esasta memnunlar.
İşçi sınıfı, tarihinin en baskıcı ve ağır
sömürü koşullarıyla karşı karşıyadır. Uzun zamandır
enflasyonun yüksek tutulması, işçiden alıp doğrudan tekelci
burjuvaziye aktarılmasıdır. Diğer yandan ücretlerin ve maaşların
olabildiğince en alt seviyede tutularak
kitlelerin yoksuluğa mahkum edilmesi, yine tekellere
büyük bir sermaye aktarım
amaçlıdır. Ve bu uygulama, hala
kararlı ve ısrarlı biçimde devam ettirliyor.
İşçi sınıfının
örgütsüzleştirilmesi ve örgütlü olanların ise ezici
çoğunluğunun devlet yanlısı sendikaların içinde örgütlenmeye
zorlanması ve en az 8 milyon işçinin, tüm sosyal haklardan mahrum
olarak kayıt dışı köle gibi çalıştırılması, tamda tekelci
burjuvazinin, aşırı sermaye birikimi için istediği cennettir.
Buna bağlı olarak en az 3 milyon göçmen işçinin yine kayıt
dışı çalıştırılması ise, sermayenin cennetine bir cennet
daha katarak, sistemin daha da barbarlaşmasını sağlamaktadır. Ve
çalışanların neredeyse yarısının asgari ücret ve ona yakın
düzeyde çalıştırılması, tekelci burjuvazinin Erdoğan rejminin
arkasında sıralanmasının en temel nedenleri arasındadır.
Ayrıca, Türk tekelci burjuvazisi
Erdoğan döneminde emperyalistleşmiştir. Yani, önceki yıllara
kıyasla, sermaye, aşırı sermaye
birikimini, yoğunlaşmasını
ve merkezileşmesini bu dönemde daha fazla sağlamıştır.
Çoğu Türk tekeli, uluslararsı tekel durumuna gelerek,
kolaylıkla dış ülkelerde sermaye yatırımı yapar duruma
gelmişlerdir. Sermayenin en büyük
kesimleri, son 20 yıl içinde büyüdükçe büyüdü. Koç Holding
dünyanın (2024 yılı) en büyük 500 tekeli içinde 75 milyar
dolar toplam ciro ile ilk 200 (194. sırada) tekelin içinde yer
alıyor.
Erdoğan rejmi süreci içinde,
Türkiye'deki tekelleşme, sermayenin birikimi ve sermayenin mu-uzzam
ölçüde merkezileşmesini de gerçekleştirmiştir. Türkiye'de
tekelleşme yaygınlaşmıştır. Ülke içinde temel ekonominin
sektörler bir kaç on tekelin hakimiyetindedir. Bu nedenle,
çoğu orta ölçekli şirketler batarken, büyük sermaye kesimleri
daha da palazlanmıştır. Kapitalist sistemin genel bir eğilimi
olarak, küçük üreticilerin mülksüzleştirilmesine ek olarak,
büyük tekellerin küçükleri mülksüzleştirerek semayenin
birikimini, yoğunlaşmasını ve
merkezileşmesini güçlendirir.
Türk tekelleri, Avrupa başta olmak
üzere en az 132 ülkede sermaye yatırımları var. UNCTAD-2025
Raporuna göre; Türk tekellerinin 3. ülkerdeki şirketleri
aracılığıyla yaptıkları yatırımlar hariç, toplam 60 milyar
doların üstünde sermaye yatırımları var. Bu, Erdoğan rejminin
işçi sınıfı üzerine uyguladığı ağır sömürü ve baskılar
sayesinde gerçekleştirildi. Faşist rejim, İsrail'e, lafta çok
şey söylemesine karşın, ekonomik ilişkileri kesemiyor. Çünkü
sermaye kesmi, buradan gelen birkaç milyar ABD dolarından olmak
istemiyor. Sermayenin tüm faaliyeti aşırı
kar elde etme uğrunadır. Yani, sermayenin
„insani“ vijdanı, insanı (işçiyi) daha nasıl sömürebilirimle
ilgilidir. En yalın gerçeği; Soma'da 103 maden işçisinin
topluca ve hergün
onlarca işçinin “iş kazaları” adı altında
katledilmesidir.
Başkanlık rejmini de Türk sermayesi
istemiştir. Bunun açık bir faşist rejim olacağı daha baştan
belliydi. Bütün işçi haklarının kısıtlandığı, demokratik
hak ve özgürlüklerin yok edildiği bir siyasal rejim, aşırı
sermaye birikimini kolaylaştıcı bir rol oynar. TÜSİAD daha bunu
1990'ların başında istiyordu.
Sermaye kesminde Erdoğan rejmine
eleştiri gelir, ama, onun yıkılmasını şimdilik istemiyorlar.
Çünkü Erdoğan, tekelci sermayenin, emperyalist amacı
doğrultusunda ülkeyi yönetiyor ve yayılmacı bir siyaset
izliyor. Türk tekelci burjuvazi, emperyalist kamplar arasında
şansını arayan bir siyaset izliyor. Bu da, Türk
tekellerine uluslararsı alanda yeni pazar alanları açıyor.
CHP Küçültülme Operasyonu
Erdoğan rejmi, kendisi için siyasal
tehlike haline gelen CHP'yi devletin tüm olanaklarını kullanarak
bölmek isitiyor. CHP, 31 Mart 2024
yılındaki yerel seçimlerle böyle bir duruma geldi. En son normal
bir seçimlerde cumhurbaşkanlığını kazanma şansı yüksek olan
İBB başkanı İmamoğlu'nun üniversite
diplomasının iptali ve tutuklanması, kendisi için bir tehlikeyi
savuşturmak amaçlıydı. O da yetmezdi, birinci parti CHP'nin
yıpratılması, zayıflatılması ve parçalanması gerekiyordu.
Şimdi bu stratejiyi uyguluyor ve esas olarak da CHP'nin bölünüp
parçalanmasına çalışıyorlar.
Bazılarının iddiasının
tersine, Erdoğan, kendisinin kontrolündeki „çok partili“
rejimi ortadan kaldırmayacak. Şimdilik buna gereksinim duymuyorlar.
Hatta, her zaman kazananı belli
olan bu „çok partili seçimi“
yürürlükte kalması, Erdoğan'a
„demokrat“, ülkenin ise „demokrasiyle yürütülüyor“
görüntü avantajı sağlıyor.
„Girdiği
bütün seçimlerde halk, Erdoğanı seçiyor“ görüntüsünün
kalması, ülke içinde ve uluslararası alanda bir avantaj olarak
görüyor. Günümüz faşizmi bildiğimiz eski kalasik faşizm
değil. Bu „modern faşist“ bir yöntemdir. Erdoğan,
islamcı rejmi pekiştirici ve babadan oğula geçen bir sistem
oluşturmak istediğide bir gerçektir.
Örneğin, faşist Erdoğan, küçük
sol partilere yüklenmiyor, en büyük parti olan bir burjuva
partisine, CHP'ye saldırıyor. Çünkü küçük „sol“
partilere, onun için bir tehlike değil, tersine, demokrasicilik“
oynunu oynaması için -o partilerin iradesi dışında- bir „araç“
oluyor. Ancak, küçük „sol“ partilere ara sıra ayar vermeye,
tutuklama ve baskılarla „haddinizi bilin“ „uyarıları“
yapıyor. Ama, yasaklama yoluna gitmiyor. Ne zaman
ki, komünistler güçlenir ve iktidar alternatifi olur, işte o
zaman “devletin bekası” için bütün burjuva aprtileri (AKP,
MHP, CHP vd.) birleşerek, bütün zorbalıklarıyla komünistlerin
karşısına dikilirler. Şimdi böyle bir durum yoktur.
DEM Parti, şimdilik,
Erdoğan-Bahçeli-Öcalan ortak perspektifi doğrultusunda, Erdoğan
rejmi için „uysal“ bir rol oynama durumunda bırakılmıştır.
Erdoğan rejmi için: Ülkenin en büyük burjuva partisine
yüklendiği bir koşulda DEM Partiyi -en asgarisinden- sesizliğe
sokmak, sokaklara çıkmasını önleme, ikircikli -hareketsiz- bir
durumda bırakması, böylesi büyük bir siyasal kriz döneminde
kendi siyasal iktidarı için önemli bir
kazanç olarak görüyor. Ortada, devlet adına bir „barış“
yok, ama Kürt Ulusal Hareketi
adına tek taraflı bir „barış“ var. Türk devleti, şimdilik,
bu statükonun korunmasını istiyor. Ancak, DEM Partinin hareketsiz
bırakılması, kısa ve de uzun vadede Kürt hareketinin yararına
değil, tam tersine kendisine çok lazım olan demokratik hak ve
özgürlüklerin kazanılması mücadelesinin -iktidar lehine-,
zayıflamasına neden olduğu için, faşist Erdoğan rejmine karşı
mücadelede tüm demokratik güçler için büyük bir kayıp olduğu
ve olacağı görülmelidir. Bütün bunlara
karşın, DEM Parti tabanının Öcalan'ın isteği doğrultusunda
faşist rejim arakasında sıralanacağını beklemek saflık olur.
Türk devletinin amacı Rojava'nın
kazanılmasıydı. Rojava kazanılmazsa,
ilerde, adını kendilerinin belirlediği„Terörsüz Türkiye“
sürecini, Rojavaya saldırarak rafa kaldırabilirler. Böyle
bir durumda, İsrail ve ABD ile karşı karşıya gelmeyi göze
alması gerekiyor. Bu oldukça zor.
Erdoğan Kansız İktidarı Bırakmaz
Ekonomik
ve siyasal olarak kriz içinde olan Erdoğan rejmi, kendisi için en
büyük siyasal kriz gördüğü CHP'yi bir şekilde, kendine karşı
iktidar alternatifi olmaktan çıkarmak. Bunu başarıp başarmaması,
başta işçi sınıfı ve tüm emekçilerin demokratik hak ve
özgürlüklere sahip çıkması, faşizme karşı birleşik
mücadeleyi geliştirerek, faşist baskıları geriletmesine
bağlıdır.
CHP'nin radikal bir halk hareketini
örgütlemesi zayıf
görünüyor. Radikallik,
onun sınıfsal
karakterine ters. Çünkü
kitlelerin Erdoğan rejmine karşı birikmiş öfkesi, CHP'nin
ideallerinin ilerisindedir.
Ancak, işçi sınıfı ve devrimci-demokrat kesimlerin zorlaması
ile, siyasal varlık-yokluk sorunu ile
karşı karşıya kalan CHP,
daha aktif mücadele içine çekilebilir.
Erdoğan rejminin
CHP'ye saldırısını, salt, egemen sınıf klikleri arasında bir
çatışma olarak ele almak yanıltıcı ve içinde bulunulan durumu
tam olarak analiz edememektir. Bir yanı doğru olmasına karşın,
bir yanıyla da, faşist Erdoğan rejmini güçlendirme ve kalıcı
hale getirme saldırısı olarak okunmalıdır. CHP elbette egemen
sınıfların bir temsilcisi. İktidara geldiğinde kısmi reformist
politikalar izleyecek ya da izlemek istiyor. Kapitalist sistemin
barbarlaşmış yüzünü kısmen de olsa törpülemek istiyor. Bu
ayrı bir konu. Ancak, işçi sınıfı ve emekçileri ilgilendiren
yan; acil olarak, ülkede 23 yıllık faşist iktidarın
yıkılmasıdır. CHP'de en azından faşist iktidarın, kendi
deyimiyle „diktatörlüğün“ yıkılmasını istiyor ve burjuva
demokrasisinden yana olduklarını program olarak dillendiriyorlar.
Komünistler,
faşizmin yıkılması ve demokratik hak ve özgürlüklerin
kazanılması mücadelesine sırt çeviremez, tersine, asli
görevlerinden bir olarak görmek zorundadırlar. Bu mücadelenin
içinde „CHP var“ diyerek, mücadeleye sırt çevirmek, uzaktan
izlemek, küçük burjuva „sol“culuğudur. Esasta ise, faşizme
karşı mücadeleye sırt çevirmek gibi ağır bir suç işlemektir.
Faşizme karşı mücadele eden, etmek isteyen tüm güçler ile bu
amaç uğruna birlikte hareket edilmelidir. 2. emperyalist dünya
savaşı öncesi ve sırasında -komünistler açısından- bunun
yığınca örnekleri vardır.
CHP'yi
susturmayı ya da bölmeyi başaran faşist Erdoğan rejmi, baskıları
daha da artıracaktır. Bu net olarak bilince çıkarılmalıdır.
CHP ile bu koşullar içinde faşizme
karşı birlikte
hareket etmek, onun çizgisini ve burjuva reformist politikasını
teşhir etmemek anlamına gelmez. Onun niteliği, bir burjuva
partisidir. Ama, gelinen özgül aşamada, onun da, demokratik hak ve
özgürlüklerin genişletilmesi için „demokrasiye“ gereksinimi
vardır. Komünistler, faşizme karşı en geniş mücadele cephesini
oluşturma ve mücadeleyi sürdürme taktiği izlemeli, CHP'de dahil,
varolan faşist diktatörlüğe karşı çıkan herkesle birlikte
hareket etmelidir.
CHP,
Erdoğan'nın iktidarı kansız bırkmayacağı bilinciyle hareket
etmezse, kendini elimine olmaktan kurtaramaz. Bu nedenle, onun da,
komünistler dahil olmak üzere en geniş kitlelerle birlikte hareket
etmek zorundadır. Bu mücadeleye, DEM Parti'de aktif olarak
katılmalıdır. Faşist
Erdoğan rejmini
güçlendiren olmayan
„barış”
adı altındaki tüm
oyalamalardan kurtulmalıdır.
Faşist
Erdoğan rejmini yıkmak isteyenler, kanlı bir mücadele sürecinin
içine girildiğinin de göze almalıdır. Bu hesaba katılmadan,
Erdoğan rejmine karşı kararlı ve sonuç alıcı bir mücadeleye
girilemez. Ekonomik
olarak oldukça
zor durumda olan kitlelerin küçümsenmeyecek bir bölümü buna
hazırdır ve Erdoğan rejmi esasta kitle tabanını kaybetmiştir.
Erdoğan'ın en büyük korkusu kitlelerin sokaklara çıkması, daha
güçlü „GEZİ“lerin yaratılması olasılığıdır.
Şimdi faşizme karşı görev; genel grev genel boykot, olmazsa
yaygın iş durdurmanın yanı sıra ve kitlesel gösterilerin
yaygınlaştırılmasıdır. Bu mücadelenin kazananını, kitlelerin
sokaktaki gücü belirleyecektir.
Faşizme,
emperyalizme ve tüm kapitalist gericiliğe karşı, demokratik hak
ve özgürlükler uğruna mücadele edilmeden, sosyalist devrim
başarılamaz.
Sınıf
mücadelesi diyalektiği önceden net kalın çizgiler ile çizilemez.
Her gelişen yeni duruma göre yeni taktikler geliştirmek gerekiyor.
Komintern'in faşizme karşı birleşik cephe siyasetini eleştirerek,
demokratik hak ve özgürlükler uğruna mücadeleden uzak durmak,
tam da küçük burjuva “sol” çocukluğudur.
Sözü,
Lenin'in Gothe'nin Faust'undan aldığı bir betimlemeyle
bitirelim:“... teori gridir dostum; ebediyen
yeşil kalan ise hayat ağacıdır.” 11.09.2025