27 Aralık 2024 Cuma

Türkiye'nin Suriye'deki Rolü

 

https://www.iss.europa.eu/publications/chaillot-papers/turkiyes-cards-world

                                           5 Aralık 2024 Halep'den bir görünüm

Türkiye'nin Suriye'deki Rolü


Yusuf Köse


Türk Devleti'nin Suriye'deki Emperyalist Rolü Görülmelidir!


1. Körfez savaşından beri Türk devleti, daha yoğun bir şekilde Ortadoğu'daki gelişmelere oldukça yakın durdu. Kürt bölgelerini ele geçirme hevesi hep vardı. Musul ve Kerkük'ü başından beri „misak-i milli“ sınırları içinde gören Türk burjuvazisi, her fırsatta işgalci iştahını dile getirmekten ve koşulları doğduğunda askeri harekete geçmekten vazgeçmedi.


Türk tekelci burjuvazisi, Suriye'de 2011 yılında „karışıklık“ çıkmasından itibaren, Şam'daki Emevi Cami'sinde namaz kılmaya göz dikti. Yani, Suriye'yi bütünüyle işgal etmek istiyordu. ABD ve diğer Batılı emperyalistler Türk devletinin bu isteğine yeşil ışık yakmadı. Suriye hava sahasını kontrol ederek bunu önemli ölçüde önlediler. Buna rağmen, Türk devleti Kuzey Suriye bölgelerini (Rojava) işgal isteğini ısrarlı bir şekilde dile getirdi. Bu konuda ABD'ye sürekli baskı yaptı. İlerici-demokrat YPD-YPG önderliğinde Rojava Kürtlerinin bölgede İŞİD'e karşı üstünlük sağlaması ve islamcı-faşist paramiliter güç olan İŞİD'i Kürt bölgelerinden atınca, Türk devleti daha da saldırgan hale geldi. Çünkü, onun istediği, el altından desteklediği İŞİD'in kazanması ve yayılmasıydı. Kobane'nin kurtuluşundan sonra Türk devletinin ABD ile varolan çelişmeler daha da arttı.


MİT Tırları“ ile faşist cihadist paramiliter gruplara gönderilen silahların mahkemelere düşmesi, Türk devletinin, adı geçen güçlere desteğinin yoğunluğunun bir sonucuydu. Nasıl ki, ABD, İngiltere, İsrail ve diğer Batılı emperyalistler Suriye üzerinde şu veya bu oranda pay almak için elini bu savaşın içine sokmuşsa, aynı şekilde Türk devleti daha fazlasıyla sokarak doğrudan işgalci bir pozisyon almıştır.


Özellikle, Rusya ve İran ile “Astana platformu” oluşturan Türk devleti,  ABD önderliğindeki Batı emperyalizmi ile arasını açtı. Çünkü, Rusya, İran ve Türkiye tarafından yapılan üçlü Astana toplantıları ABD ve müttefiklerine karşı bir oluşumdu. Bu süreçten sonra Türkiye, Suriye içinde daha da güçlendi. Özellikle HTŞ'nin İdlib'e getirilmesi, Türk devleti için, bulunmaz bir nimet oldu. Ve HTŞ eliyle Halep'e kadar askeri güçlerini, askeri noktalarını ve üslerini çoğalttı.


ABD emperyalizmine baskı yaparak Kobane'nin karşılığında Cerablus'u alan Türkiye, Rusya ile ilişkilerini geliştirerek Afrini işgal etti. Bazıların iddialarının aksine, Türk buruvazisi kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederek, emperyalist ülkeler arasındaki çelişkileri kendi lehine kullanmada mahir oldu. Bu nedenle de olsa, 2011'den beri Suriye'de aktif saldırgan bir güç olan, hemen hemen bütün paramiliter güçlerin geçiş güzergahı olan, bunların örgütlenmesi ve silahlandırılmasında birinci derecede rol alan Türkiye'nin emperyalist rolünü, “taşeron” düzeyine indirgemek, somut gerçekliği yansıtmadığı açıktır.

.


Türkiye'nin Suriye'deki Ajandası


Öncelikli olarak Suriye'yi işgal etmekti. Bu olmasa bile, bir Kürt özerk yönetiminin oluşmasını engellemekti. Ancak, Şam'a giden yol o dönemde çok engelleydi. Düz bir yol değildi, İşin içinde onadan fazla emperyalist ülke vardı ve hepsinin Suriye'de eli vardı. Bölgedeki vekil örgütleriyle” bilikte İran, 2013 yılında Esad'ın yanında Suriye savaşına dahil oldu. Körfez ülkeleri, İŞİD ve diğer paramiliter güçleri maddi olarak destekliyorlardı, ABD ve İngiltere ise silah ve örgütlenmesini yapıyordu. Türkiye'de bu kaos içinde kendi ajandasını, -Bütün Suriye'yi işgal etme- amacıyla, 900 km uzunluğundaki sınır olanaklarını, silahlanmalarını ve kendine bağlı güçlerin örgütlenmesini yapıyordu.


Türkiye, Suriye'de güçlü bir etkinlik sağlamak için, Rusya ve ABD arasındaki çelişmelerden yararlanma politikası izledi. Her iki emperyalist kampa ilişkileri kesecek bir tavır yerine, çelişkileri kullanma taktiği izledi. Ama, kendi “ajandasını” unutarak, başkasının ajandasını uygulamadı. Başkasının ajandasını, kendi ajandasını güçlendirdiği oranda kabul etti.Yani, Rusya ve İran ile birlikte çalışırken, ABD ve diğer Batılı emperyalistler ile de olabildiğince birlikte hareket etmeye çalıştı ve çalışıyor. Ve bu tavrını, karşıt kutupta yer alan emperyalistlere karşı bir baskı ve santaj taktiği olarak kullanmaya çalışıyor. Bu taktiğinin meyvesini şimdilik Suriye'de almış gözüküyor.


ABD ile NATO içinde birklikteyken, ABD'nin Rojva'yı korumasını, Kürtleri silahlandırmasını ve desteklemesini, kendi güvenliğine karşı düşmanca bir tavır olarak değerlendirmekte ve tavır almaktadır. Aynı Türkiye, ABD'nin Rusya'ya uyguladığı yaptırımlara uymayarak, onunla ticari ilişkilerini en üst düzeyde sürdürmeye çalışıyor.


AB'ye „bizi alın“ derken, aynı çağrıyı, Şanghay İşbirliği Örgütü'ne (ŞİÖ) ve BRİCS'e yapmaktadır. Bu Türk devletinin ABD ya da bir başka ülkeden icazet aldığı, onlar hesabına çalıştığının bir göstergesi değil, tersine, kendi çıkarları doğrultusunda hareket etiğinin göstergeleri olabilir. Emperyalist ülkeler arası dengesizlik gözardı edilirse, bütün emperyalist ülkeler ABD emperyalizmine bağlı olarak değerlendirme yanlışına düşülür. Ancak, hepsinin birbirine bağlı olduğu da unutlmamalıdır. Bazıları çok „bağımlı“dır, bazıları az, ama, emperyalist sistem gereği hepsinin birbirine gereksinimi vardır. Ve bu bağımlılık ilişkileri emperyalist sistemin sürdürülmesi için bir zorunluluk iken, pazardan pay alma sorunu, genelde, her emperyalistin sermaye büyüklüğü kadar olur.


Türkiye ve HTŞ


2018'den beri Türkiye'nin, HTŞ'yi „terör örgütü“ listesine alması, BM nezdinde bir formalite göstergesinden başka bir anlam taşımıyordu. Türk devleti, bir taraftan HTŞ silahlandırıken (İHA'lar -insansız hava araçları- da dahil), bir taraftan da Türk devletine düşmanlık yapan diğer paramiliter grupları HTŞ eliyle temizletti. Aynı zamanda Türk devleti, doğrudan kendisine bağlı „Suriye Milli Ordusu (SMO)“-daha önceki adı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) idi- adı altında başka bir paramiliter güç oluşturdu. Bunu sadece SDG güçlerine karşı kullandı. Kürtlere yönelik, yıldırma, göçertme, terörize etme, katliam ve baskı aracı olarak kulanmaya devam ediyor.


HTŞ'nin elinde tutuğu İdlib bölgesinde esas olarak Türk parası kullanlıyordu. Bütün ticari ilişkiler, gıdalar ve diğer ihtiyaçların yanısıra,  okullaşma da aynı şekilde Türk devleti tarafından sağlanıyordu. Türk devleti doğrudan ya da SMO adı altında işgal ettiği bölgelerde ilhak politikası uyguluyor. Kaymakamı ve diğer idari yönetimleri Türk devleti sağlıyor.


Türk Emperyalist yayılmacılığın “yumuşak güçleri” olan Kızılay, Diyanet, Deniz Derneği Feneri, İHH, Sadakataşı Derneği ve daha bir çok „hayır kurumu“ aracılığıyla İdlib'de bir çok okul açılmıştır.1 İngilizce yayın yapan, 21 kasımm 2023 tarihli, North Pres Agency haberine göre, Türk devletine doğrudan bağlı Yunus Emre Enstitüsü (YEE) HTŞ'nin kontrol ettiği bölgelerde 7-12 yaş arası 300 bin öğrenciye Türkçe dersi verilmesi koşuluyla maddi ve diğer destkeleri sağladı ve sağlamaya devam etti.2 Başta Afrin olmak üzere, Türkiye tarafından işgal edilen diğer Kürt bölgeleri (Kuzey Suriye) Türk devleti tarafından resmi olmasa da ilhak edilmiştir. Bütün idari işleri, parası ve tüm gıda ve diğer ihtiyaçları Türkiye'den sağlanmaktadır. İşgal bölgeleri Türkiye'nin bir idari birimi olarak ele alınıyor.3

 

İdlib'in Türkiye sınırında yer alan Sarmada ilçesindeki bir bankadaki TL banknotları 

 İdlib'in Türkiye sınırında yer alan Sarmada ilçesindeki bir bankadaki TL banknotları (BBC- 2020)

 

Bugün, Suriye'de „Türkçe ikinci resmi dil olsun“ tartışmaları yapılıyorsa, bu Türk devletinin HTŞ aracılığıyla etkinliğinin bir sonucudur. Eğer, HTŞ'nin lideri Colani'nin kravatına varıncaya kadar dizayn ediliyorsa, bu Türk devletini HTŞ üzerindeki etkisini ve yönetimini göstermektedir. Aynı zamanda, Esad'ın gitmesindeki rolünü de orataya koymaktadır. Yani, bazıların ileri sürdüğü gibi „parya“ ya da „uşak“ bir devlet değil, kendisinin uşakları (paramiliter güçleri) olan ve oldukça saldırgan, işgalci emperyalist bir devletten söz ediyoruz.

 

 Kızılay'ın İdlib'te okul açılışı  (AA 08.11.2022)

 

Esad'ın Yıkılması Şam'ın HTŞ'ye Hediye Edilmesi


2017 yılından beri Suriye'de “pata” bir durum vardı. Özellikle HTŞ'nin İdlib'e getirilmesinden sonra, statüko aynıydı. Bu statükonun uzun sürmesi Esad rejminin aleyhineydi. Bu durumu, Astana sürecini bir oyalama olarak ele alan Türk devleti yaptı. Savaş alanlarındaki statükonun aksine, Türk devleti adım adım kendini Suriye içinde güçlendiriyordu.


Esad'ı faşist-islamcı HTŞ yıkmadı. Esadı Moskova'ya gönderen, esas olarak emperyalist Türk devleti ile anlaşan Suriye burjuvazisi ve Suriye ordusudur. Çünkü 13 yıldır savaşan Suriye de, ABD ve batılı (Türk emperyalist devleti de dahil) emperyalistlerin, paramiliter güçleri desteklemeleri ve savaştırmaları bir yana ağır ekonomik yaptırımların etkisi daha fazla oldu. Bunların dışında, Suriye'nin en büyük destekçileri Rusya'nın Ukrayana'da -adı konulmamasına karşın- NATO ile savaşması, İran'a bağlı yarı-paramiliter güçler olan Hamas ve Hizbullah'ın yanı sıra, Irak ve Suriye içindeki askeri güçlerinin yıpratılması ve ağır darbeler alması, Esad iktidarının bitiş noktasını oluşturdu.


HTŞ eliyle Suriye'nin dizayn edilmesinin arkasındaki esas güç emperyalist Türk devletidir. Türk devleti, Cumhurbaşkanı, MİT başkanı, Dışişleri Bakanı ile yandaş basınıyla HTŞ lideri Colani ve HTŞ'nin ne kadar “değiştiğini”, ne kadar “medeni” ve “liberal” olduklarının propagandasını yapıp duruyorlar. Aynı, 2002'deki R. Tayyip Erdoğan'ın “gömlek değiştirmesi” gibi. O zaman'da Erdoğan için aynı propaganda yapılıyordu. HTŞ ile Erdoğan'ın (elbette AKP'nin de) sahip olduğu ideoloji arasında fark yoktur. İkisinin de mayası aynıdır.


En yetkili ağızlardan “Şam'da Emevi Cami'inde namaz kılacağız” demeleri bunun açık bir ifadesiydi. Ve dediklerini yaptılar. MİT başkanı İ. Kalın Emevi Cami'inde ilk namazını kıldı.



Türkiye'nin Emperyalist Niteliği Görülmelidir


Emperyalist Türk devletini -özellikle Suriye özelinde- kendi çıkarı için değil, başkasının hesabına çalışan “taşeron” olarak değerlendirmek; esasında basit, yüzeysel ve varolan gerçeği çarpıtma, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi halkı yanıltmaya çalışmaktan başka bir işe yaramaz. Herşeyden önce böyle bir değerlendirme yapmak, emperyalist Türk devletinin Suriye'de yaptıklarını gizlemek anlamına gelir. İşgalci, ilhakçı, yayılmacı ve saldırgan bir gücü, başkasının adına bu işleri yapıyor yollu bir “analiz”, “analiz” olmaktan öte, varolan gerçeği gizleme “aspragas” haber yerine geçer.


İşte o “analizlerden” bazıları:


“…. yeni Osmanlıcılığın aslında ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalistlerin bölgesel taşeronluğunun ötesine geçmediğini de ortaya koyuyordu. ...“4 (Yusuf Karadas Evrensel, 24.12.24)


ABD ve İsrail, Batı emperyalizminin de katkılarıyla şimdiden bir sonraki hedefe kilitlenirken Türkiye’nin buna taşeronluk yapacak olması bölgeyi ateşe atar. „5 Ibrahim Varli, birgün 10.12.24


Özal’dan Erdoğan’a uzanan çizgi ... kendini ABD’nin Ortadoğu siyasetine uydurmaya çalışıyor. Kişisel ikballerini ABD’nin bölge çıkarlarına bağlamış durumdalar. Neredeyse tek bir beklentileri var o da emperyalistlerin desteği ile iktidarda kalmak.6 Yasar Aydin 24.12.24 birgün


Bu değerlendirmeler birbirine yakın ve genelde tartışılan soruna aynı pencereden bakıyorlar. Türk devletinin emperyalist yüzünü gizleyebilmek için, sosyal şovenist bakış açısıyla soruna yaklaşıyorlar. Suriye'de, Irak'da askeri güçleri ve askeri üsleri olduğu, kendine bağlı doğrudan faşist paramiliter güçler oluşturduğu, daha baştan beri Suriye'yi işgal etmek için her türlü çabayı, politik manevraları, gücünü aşan baskıları kullandığı bilinmesine karşın, bunu bölgede ABD ya da İsrail'in güçlenmesi için değil, kendisinin güçlenmesi, pazarları kendisinin ele geçirmesi için yapmaktadır. Bunu yaparken, uluslarası ilişkileri de kendi çıkarları doğrultusunda kullanmakatdır. Yerine göre Rusya, yerine göre ABD ve yerine göre ise AB ile ilişkilerinin ya “iyi” ya da “limoni” şekilde yürütmektedir.


Türk devleti, bütünüyle, ABD gibi büyük bir emperyalist gücü doğrudan karşısına alamaz. Ama, onun her istediğini de yapmadığı bir gerçektir. AB gibi bir emperyalist topluluğun ABD'e boyun eğdiği yerde Türkiye gibi yeni bir emperyalist ülkeden beklemek, emperyalist dengesiz gelişmeyi, emperyalist burjuvazinin pragmatist karakterili yapısını görememek olur. Ayrıca, ABD emperyalizmini “her şeye kadir” olarak ele almak yanıltıcıdır. Türk devleti, çıkarları uyuştuğunda ABD ile, çıkarları uyuştuğunda Rusya ile birlikte hareket edebilme kabiliyetine sahiptir. Son 15 yıllık süreçte bunu daha net olarak yapmaktadır. Ya da büyük emperyalist güçlerin baskılarına karşın kendi çıkarlarını gözeterek bağımsız hareket etme eğilimi ağır basmaktadır. Bunu görmemek, görmezden gelmek siyasi körlükten öte başka bir şeydir.


Burjuvazi de ilke, sermayesinin büyümesidir. Bunun için pazar alanlarının genişlemesidir. Tek ilkesi budur. Bu nedenle de o pragmatistir. Bugün “dost” dediğine yarın “düşman” diyebilir. Türkiye, Irak ve Suriye'de ABD ve İsrail'in olmasını istemiyor. Ama onları oradan kovacak gücü yoktur. Suriye'yi tek başına şekillendirmek ister, ancak buna sermaye gücü yetmez. Askeri güç sermaye ile desteklenmezse, onun sınırı bellidir.


Ayrıca, Türk devletinin İsrail'i “desteklediği” yorumu ya da iddiası doğru değildir. İsrail ile ticari ilişkilerini sürdürmesi, onu desteklediği anlamına gelmez. Ukrayna, kendisini her gün bombalayan ve neredeyse bütün alt yapılarını yıkan işgalci emperyalist Rusya'nın, kendi topraklarından geçen, Avrupa'ya gaz taşıyan doğalgaz borularını patlatamadı. Savaş içinde olan ülke tekellerinin birbirine silah sattığının örnekleri çoktur. Türkiye ve İsrail Suriye'de karşı karşıyadır. Esasta çıkarları birbirine zıttır.


Türk devletini “ABD'nin taşeronu” olarak değerlendirenler, ABD'nin Türkiye'nin askeri gücünü ne Irak'da ne de Suriye'de neden istemediğine bir açıklık getirmiyorlar. Hatta, gizlice Kuzey Irak'a (Güney Kürdistan) giren Türk ordusuna ait özel birimi yakalayarak kafalarına çuval geçirmişlerdi.7 Oysa, Türkiye, Özal'dan beri, “bir koyup üç alacağız” hesabını ve iştahını hiç bir zaman terk etmediler. Tersine bu iştah işgal koşulları doğdukça daha da büyüdü. ABD, İsrail'in rahatlıkla işgal, katliam yapmasını canı gönülden istiyor, destekliyor ve son olarak Suriye topraklarını işgal etmesini olumlarken, Türkiye'nin “teröristleri yerinde imha etmek” (SDG kast ediyor) gerekçeli işgal eylemlerini desteklememiştir. Türkiye, Rusya sayesinde Halep'e kadar ve Fırat'ın batısını işgal altına almıştır. Ve Türkiye, İŞİD karşıtı oluşturulan ABD öncülüğündeki kaolisyonun içinde yoktur.


Türkiye, ABD'den İŞİD karşıtı kaolisyonun görevinin bitmesini, İŞİD'i kendilerinin bertaraf edeceklerini açık bir dille ABD dışişleri bakanına iletmiştir. ABD, "hala İŞİD tehlikesi"nin olduğunu söyleyerek bu öneriyi reddetmiştir.8 Burada sorun, Türkiye'nin bölgede ABD'yi istemediği ve ABD'nin de Türkiye'yi istemediği bir gerçeği vardır.


Yukarıdaki alıntılardan ve bir çok kesim, Türk devletinden anti-ABD ve anti-Batıcılık bekliyor. Bir taraftan tekelci burjuva iktidarı, bir taraftan faşist "saray iktidarı" vb. şeklinde değerlendirilecek, ama öbür yandan ise ABD ve Batı karşıtlığı beklenecek. Kendi içinde çelişmeli bir yaklaşım. Türk tekelci burjuvazinin Doğu ya da Batı diye bir derdi yoktur. Olması içinde bir neden yok. Çünkü kendisi emperyalist. Hadi “emperyalist” olmasın “kapitalist” olsun. Burjuva devletleri kendi çıkarları doğrultusunda dış politika yürütür. Yeni emperyalist ülkeler (Hindistan'da buna örnektir), iki büyük emperyalist kamp arasındaki çelişkiden yararlanma ve çıkarlarını büyütme politikası izleme eğlimleri ağır basmaktadır.


Neredeyse tek bir beklentileri var o da emperyalistlerin desteği ile iktidarda kalmak. “ gibi bir yorum, 22 yıldır iktidarda olan “Saray Rejmi”ni tanıyamamışlar. Her iktidar özellikle büyük emperyalistlerin desteğini almak ister. Bunda (burjuvazi açısından) bir yanlışlık yoktur. Ama Erdoğan iktidarı, iki büyük emperyalist kampın çelişkilerini kendi çıkarı için iyi kullanıyor. Ayrıca, iktidarda kalmasının esas nedeni, içerdeki emperyalist Türk burjuvazisinin açık desteğini aldığı içindir.


Sonuç olarak:


Suriye toprakları, başta Türk emperyalist devleti olmak üzere ABD (Kuzey Suriye- Batı Kürdistan), İsrail arasında fiili olarak paylaşılmıştır. Rus emperyalizminin daha büyük bir yağma savaşı olduğu için şu anda sessiz durmaktadır.9 HTŞ gibi faşist paramiliter bir gücün Türkiye tarafından Suriye yönetiminin başına getirilmesi, sorunun çözüldüğü anlamına gelmiyor. Yeni bir kanlı sürecin başlama olasılığı daha güçlüdür. Ayrıca, Türkiye, İsrail ve ABD bu ülkeden çıkmayacaktır. Ancak, Suriye işçi sınıfı ve emekçileri birleşip bunlara karşı mücadele ederse, bunları ülkeden kovabilirler. CB faşist Erdoğan'ın;” ...ufkumuzu 782 bin km kare ile sınırlandıramayız” demesi, işgalciliğin ve işgallerin devam edeceğinin bir açıklamasıdır. Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerin esas görevlerinden biri, emperyalist Türk devletinin, başta Suriye olmak üzere, işgaline karşı ve işgal ettiği bütün yerlerden çıkması için mücadele etmektir. 27.12.2024



1Türk Kızılay Suriye'nin kuzeybatısındaki İdlib'de bin 600 öğrenciye ilk ve ortaokul düzeyinde eğitim verecek 22 derslikli Osman Ertem Okulu'nun açılışını yaptı. Açılış sonrasında Killi bölgesinde yapımı süren bin briket ev içerisinde konumlandırılan sağlık ocağının temeli atıldı. https://www.kizilay.org.tr/Haber/HaberArsiviDetay/7117 13.11.2022

2https://npasyria.com/en/107816/

4https://www.evrensel.net/yazi/96122/suriye-ve-yeni-osmanlicilik

5https://www.birgun.net/makale/ortadogunun-dizayni-bop-ve-suriye-582619

6https://www.birgun.net/makale/ozaldan-erdogana-bir-koyup-uc-alma-sevdasi-586050

74 Temmuz 2003 günü Kuzey Irak'ın Süleymaniye kentinde karargâh kurmuş bulunan bir binbaşı komutasındaki 11 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun ve Türkmen mihmandarlarının Irak'taki işgal kuvvetlerinin bir parçası olan Amerikan 173. Hava İndirme Tugayı'na bağlı askerlerce ve yanlarında peşmergelerin de bulunduğu bir şekilde sürpriz bir baskın sonucu derdest edilmeleri ve başlarına çuval geçirilmek suretiyle götürülüp 60 saat süresince alıkonularak sorguya çekilmeleridir. https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87uval_Olay%C4%B1

8https://www.voaturkce.com/a/turkiye-ile-abd-arasinda-suriye-diplomasisi-abd-turkiyeye-isid-karsiti-koalisyonun-suriyede-devam-etmesi-gerektigini-iletti/7895673.html

9Rusya ve Türkiye, Rus askeri üssün Suriye'de kalması için -şimdilik- alşamış olabilirler.

13 Aralık 2024 Cuma

Sosyalist Devrim Mi? Demokaratik Devrim Mi?

                                                         Grevi yasaklanan metal işçileri

 

Sosyalist Devrim Mi? Demokaratik Devrim Mi?


Yusuf Köse


TDH içinde, 1960-1970’lerde “milli demokratik devrim” argümanı ağır basıyordu. O günlerde bu saptama ülke gerçeği ile genelde uyuşuyordu. Çünkü ülke gerçekten emperyalizmin yarı-sömürgesi durumundaydı ve nüfusun yarısından fazlası köylerde yaşıyordu. Ancak, 50 yılı aşkın bir süre sonra aynı sloganı kullanmak, işçi sınıfının önüne, stratejik hedefi olarak “demokratik devrimi” koymak, ülke geçeği ile uyuşmadığı gibi, dün doğru olan slogan bugün sosyalşevonist bir sapmaya dönüşmüştür. Demokratik devrimin bir yanı emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesini içerirken, bir yanı da tarım devrimini, daha doğrusu var olan feodal ve de feodal kalıntıları ortadan kaldırmayı hedefler. Yoğun bir topraksız köylü nüfusu olur ve toprak sorununu çözmek için demokratik bir devrim gereklidir. Ve demokratik devrim sosyalizme giden yolda ara bir aşama olur.


Çin Devrimi, yarı-feodal ve yarı-sömürge ülkeler için bir örnek teşkil eder. Kapitalizmin geliştiği, feodal üretim ilişkilerinin kalmadığı bir ülkede, toprak devriminden söz etmek, kapitalizm gerçekliğiyle bağdaşmaz. Ya da kapitalizm kısmen geliştiği, yarı-sömürgeciliğin ağır bastığı ülkelerde, “milli demokratik devrim” gündemde olabilir. Bu tür ülkeler, genelde Afrika'nın bazı ülkelerinde söz konusudur.


Örneğin, Ekim Devrimi öngününde, Rusya'da da yoğun bir topraksız köylü nüfusu vardı. Ancak 1917 Şubat devrimi ile bu çözüldü. Çarlığın devrilmesi ve burjuvazi ile uzlaşan menşevik ve Sosyalist Devrimciler'in “geçici hükümet”de yer almasıyla, siyasal olarak demokratik devrim geçekleşmiş oldu ve Bolşeviklerin önderliğinde gerçekleşen devrim doğrudan sosyalist devrim oldu. Bolşeviklerin, Sosyalist Devrimciler'in tarım programını kullanmaları, devrimin sosyalist niteliğini değiştirmedi.


Bazı anlayışlar, feodal üretimin yok edilmesi için “devrim” bekliyor. Yani, feodalizmin topraktan tasfiyesinin ancak ve ancak proletarya önderliğinde “demokratik devrimle”olacağı görüşünde. Bu gerçekci değildir. Emperyalizm ve proleter devrimler çağında,, emperyalizm girdiği ülkelerde feodalizmin çözülmesini hızlandırıcı bir rol oynamıştır. Kapitalizm, girdiği ülkelerde feodalizmle uzun süre birlikte içiçe yaşayamaz. Yeni olan, baskın olan, eskiyi şu veya bu şekilde tasfiye eder. Bu tasfiye işlemi, devrimci bir tarzda değil, kapitalist gelişmenin doğal eğilimi içinde olur. Emperyalist bir dünyada, üretimin uluslararasılaşmasının en üst boyuta çıktığı bir süreçte, eğer, feodal üretim ilişkileri, bazı ülkelerde, az ya da çok varlığını sürdürüyorsa, emperyalistler arası çatışmanın, pazar paylaşımının sonucu ortaya çıkan boşluklar içinde varlığını sürdürüyordur. Örneğin Afganistan ve Afrika kıtasındaki bazı ülkelerde olduğu gibi...

 



Türkiye sosyalist devriminin önünde, bugün köylünün topraklandrılması esas görev değildir. Deyim yerindeyse, gelinen aşamada köylü kalmadı. TÜİK 2022 verilerine göre %7 civarında nüfus köylerde yaşıyor. Varolan köylülerin bir “toprak sorunu” yoktur. Kapitalizm köylülüğü son elli yıl içinde mülksüzleştirerek işçileştirdi. Varolan köylülük ise kapitalist üretim ilişkileri içinde olan bir köylülüktür. Yani, sosyalist devrimin çözeceği bir tarım sorunu vardır.


Türkiye'de, topraksız köylülük lafı edilmeyecek derecede azalmıştır. Çünkü daha önce var olan topraksız köylüler, şehirlere çekilerek işçileştirilmişlerdir. Az miktarda toprak sahibi olan köylülükte şehirlere göç etmiş ve köylülerin bir kısmı ise mülksüzleştirilmiştir. Özellikle Kuzey Kürdistan'da eski feodal toprak ağaları yoktur. Bunlar tamamıyle kapitalist çiftlikler halini almıştır. Ve tarım bütünüyle kapitalistleşmiştir. Kürdistan'da halen büyük toprak sahibi “şeyh” “şıh” varsa, bunlar kapitalist “şeyh” ve “şıh”tır. Toprağa bağlı müritleri olmayan, ama ücretli işçileri, dinsel ve siyasal etkinliği olan kesimlerdir. En gelişmiş kapitalist ülkelerde de bunların benzerleri bulunabilir. Büyük Toprak Sahiplerinin Tasfiyesi” başlığı altında köylü-toprak sorununa yeniden döneceğim.


Kapitalizm Boş Pazar Bırakmaz


Kapitalizm her şeyi pazara bağlamıştır. İran'ın şeriat rejmiyle yönetilmesi, Katar, S. Arabistan, BAE gibi ülkelerin “şeriat rejimleri” olması, o ülkelerin feodal ya da yarı-feodal bir ekonomiye sahip oldukları anlamına gelmiyor. Tersine özellikle körfez dikatatörlükleri en gelişmiş kapitalist ülkelerdir. Uluslararası sermayenin yoğunlaştığı alanlardır. Bu adlarını saydığım ülkeler emperyalist ülkelerdir. Nasıl ki, İngiltere ve Avrupa'nın bir çok ülkesinde “monarşi” kralların olması, o ülkelerin niteliğini “feodal” yapmıyorsa, “şeriat” adı altındaki yönetimleri de “feodal” nitelikli yapmıyor. Eğer, Afganistan, Taliban yönetimi altında devam ederse, dışardan ve içerden karıştırmalar olmazsa, orası da, bir süre sonra kapitalist üretim ilişkilerin egemen olduğu yer olmaktan kaçamayacaktır. Emperyalizm günümüzün en gerici sistemidir ve devamlı gericilik üretir. “Tanrı, nasıl, Trump'ı ABD'ye lider olarak gönderiyor”sa, bunları da yönettikleri halkın, inandığı tanrı  (sermaye) “lider olarak gönderiyor”.


Ayrıca, belirtmek gerekiyor, emperyalizmin krizi derinleştikçe, emperyalistler arası kutuplaşmadan kaynaklı çelişmeler keskinleştikçe, dinsel gericileşme, dine daha fazla sarılma'da birlikte gelir. Tek tanrılı dinler, her zaman egemen sınıfların hizmetinde olmuştur. Günümüzde de en sıkı şekilde emperyalizmin yayılmacılığının ve kapitalist sömürünün hizmetindedir. Kapitalist burjuvazi, feodal aristokrasiye karşı sekülerdi. Kapitalist gelişmenin o zaman buna gereksinimi vardı. Bugün emperyalizmin, sermaye birikimi ve egemenlik alanlarını genişletmesi için, sekülerizme değil dinsel gericiliğe gereksinimi var. Kapitalizmi seküler olarak görmek yanıltıcıdır. O gerilerde kaldı. Şimdi çağımız emperyalizm ve proleter devriler çağıdır. Burjuvazinin karşısında, feodal aristokrasi değil, onu yıkmak ve daha ileri bir sistem (sosyalizm) kurmak isteyen devrimci proletarya var.


Buradan hareketle, kapitalist bir ülkede “demokratik devrim” savunuculuğu geri bir adım ve gericiliktir. Hele hele, Türkiye gibi emperyalist bir ülkede “Bağımsız Demokratik Bir ülke İçin Anti Emperyalist Mücadele1 “yi proleteryanın önüne esas starateji olarak koymak, Türk tekelci burjuvazisinin ülkeye her yönüyle egemen oluduğu gerçeğini yadsımak olur ki, bu sosyal şovenist bir teorik belilemedir.


Son olarak Evrensel'in TÜİK'in “yabancı şirketlerle” ilgili haberini buraya alalım:

"TÜİK yabancı kontrollü girişim istatistikleri"ni açıkladı. Buna göre, yabancı kontrolündeki girişim sayısı 2021'de 7 bin 424 iken, 2022'de 8 bin 134 oldu. Bu girişimlerin toplam cirodaki payı 2021'de yüzde 12,9, 2022'de ise yüzde 12,7 olarak kayıtlara geçti.2


Almanya'dan da bu konuyla ilgili rakamlar verelim. “2022 yılında tam 38.438 şirket yurt dışında yerleşik bir ana şirkete aitti.” ve “2022 yılı itibariyle, yaklaşık 4,4 milyon kişi yabancıların kontrolündeki şirketlerde çalışıyor.” ... “2022 raporlama yılında, Alman şirketlerinin neredeyse %14'ü orada (diğer Avrupa ülkelerinde -YK-) bulunan ana şirketler tarafından kontrol ediliyordu. ... 3 Almanya'da faaliyet sürdüren yabancı tekellerin, Almanya'daki istihdam içindeki payları %10,2 iken, toplam cirodaki payları ise %22,3'dür. Ve bu satışların değeri ise 1 trilyon 95 milyar Avro kadardır.4 Oysa, Almanya'nın 2021 yılı GSYH 3 trilyon 676 milyar Avro kadardı.5 Yani, Alman milli gelirinin yaklaşık üçte biri yabancı tekellerin kontrolündeki şirketlerin satışından elde edilmiştir. Ve bu tekellerin Almanya içindeki yatırımların payı, toplam yatırımların % 13,6'ını oluşturuyor. Almanya'daki brüt katma değerin %16,7'sini yabancı tekellerin işletmelerinden geliyor. Akdağ'ın anlayışıyla hareket edersek, Alman emperyalizmi yabancı emperyalist tekellerin işgali altında.

Bu örnekleri vermemin nedeni, sorunu yüzeysel ele alıp, emperyalist sistemin genel yapısı gözardı edilmektedir. İyi niyetli “anti-emperyalizm” karşıtlığı, emperyalist sistemin geldiği aşamayı doğru çözümlemeye yetmiyor. Emperyalist sistemin geldiği aşama diyalektik materyalist anlayışla ele alınmalıdır. Onu, ağır gümrük duvarları ile geriye döndürmenin olanaksızlığı açıktır.


İçinde Sosyalizm geçmeyen bir anti-emperyalizm


Y. Akdağ'ın adı geçen iki makalesinde de “sosyalizm” kelimesi geçmiyor. İnkar etmemek içn söyliyeyim. Bir tane geçiyor. O da M. Kemal'den aldığı bir alıntı içinde.


Türkiye'yi „kapitalist ülke“, „tekelci burjuvazinin egemenliği„ olarak değerlendirenlerin, sosyalist devrim yerine „demokratik devrimi“ esas almaları, kendi teorik saptamalarıyla çelişiyor. Bunlardan bazılarını buraya alıp değerlendirelim.


...%98’i küçük işletme ölçeğinde olan işletmeler bu koşullarda faaliyet yürütmekte, bir kısmı tekelci ve emperyalist baskı nedeniyle iflasa sürüklenerek yok olurken, diğer bir kesimi büyükler için taşeron ve taşeronun taşeronu olarak yürüttükleri faaliyetle varlıklarını sürdürmekte;” 6

Yazar, bu değerlendirmeyi, ülkedeki küçük işletmelerin emperyalizmin etkisiyle iflasa sürüklendiğini gerekçelendirmek için yapıyor:

KOBİ'lerin toplam işletmeler içindeki yeri -en büyük emperyalist ülkelerden az gelişmiş kapitalist ülkelere kadar-, hemen hemen aynı orandadır. Yani, %99 -%98 arasındadır. Bu bilgi ve veriler “Emperyalist Türkiye” kitabımda yer almaktadır. Örneğin Almanya'da KOBİ'lerin toplam işletmeler içindeki oranı %99,3, büyük işletmelerin oranı ise %0,7 kadardır.7 Tekelciliğin geliştiği yerde, küçük üreticilerin ve küçük işletmelerin iflas ve yutulmaktan başka çareleri olamaz. Bu, ister Türkiye'de olsun, isterse ABD'de, genel durum budur ve bu, kapitalizmin olmazsa olmaz bir eğilimidir. Mülksüzleştirilme son sınırına kadar, yani mülksüzleştirenlerinde mülksüzleştirilmesine kadar devam eder. (Bir makalemde belirttiğim gibi, mülksüzleştirienlerin mülksüzleştirilmesi sürecine çoktan girilmişttir.)8 Büyük işletmeler %1'in altında olmasına karşın, belirleyici olan, ekonomiye ve siteme damgasını vuran ve devleti elinde tutanlar, söz konusu olan bu %1'dir. Bunun anlamı tekelleşmedir. Tekelci burjuvazinin egemenliğinin matematiksel göstergesidir. Ayrıca, küçük esnafın (genel anlmada KOBİ'lerin) iflasa sürüklenmesi, salt Türkiye'ye özgü değil, kapitalizmin en gelşmiş olduğu ülkelerde de KOBİ iflasları kapitalizmin krizileriyle daha da yagınlaşır. Yazarın, söz konusu küçük şirketlerin iflasının yoğunluğunu sadece “”yarı-sömürge”lere bağlaması, kapitalist sistemin genel yapısıyla çelişir. Sadece küçük şirketler değil, büyük tekellerin battığı ya da yutulduğu, kapitalist ekonominin genel bir eğilimdir. Özellikle krizi dönemlerinde bu tür iflaslar çoğalır. Şirket iflasları aynı yıl içinde Türkiye'de ise %19 azalmıştır.9 Şirket iflasları, “emperyalizme bağımlı ya da bağımsız olmakla” doğrudan bir ilişkisi olmayıp, kapitalizmin yapısal sorunudur.



Sosyalist devrimi'in “anti emperyalist” görevi yok mu?

Türkiye'deki bir çok devrimci örgüt ve parti, nedense, emperyalizmin ülkeden kovulmasının, ancak ve ancak “demokratik devrimle” başarılabileceğine inanıyor olmalılar ki, sosyalist devrimin önüne anti-emperyalizm görevini koymuyorlar. Ya da sosyalist devrimin böyle bir görevi başarıyor olabileceğine inanmıyor olmalılar ki, anti-emperyalist devrimi salt “demokartik devrim”le sınırlıyorlar.

Örneğin, MLKP'nin parti programının IV. Bölümü'nde ; “asgari program” olarak, “anti-faşist, anti-emperyalist, antisömürgeci, cins özgürlükçü demokratik devrim10. Bütün görevi demokratik devrime yüklemişler. Ama, sosyalizm de anti-faşist, anti-emperyalist, anti-sömürgeci ve “cins özgürlükçüdür”. Ayrıca, kadınların özgürlüğü demokratik devrimle kısmen gerçekleşirken, esas olarak sosyalizmle gerçekleştiği ve gerçekleşeceği bir gerçektir. Proletarya önderliğindeki demokratik devrimin herşeyden önce sınıf bileşimi daha farklıdır. Sosyalist devrimde proletarya önderliğindedir, ama sınıf bileşimi ve sınıf egemenliği daha farklıdır. Çin ve Rus Ekim Devrimleri bu iki devrime örnektir.

Ülkenin ekonomik yapısının kapitalist ve egemenliğin tekelci burjuvazinin elinde olduğu kabul edilecek, ancak, yine devrim “demokratik” nitelikli olacak? Oysa, tekelci burjuvazi soyut bir kavram değildir. Ülkedeki kapitalistleşmenin tekelci olmasından kaynaklıdır. Tekelci burjuvazinin olduğu yerde tekelci kapitalizm vardır. Kapitalist bir ülkede ise proletaryanın önündeki görev; (ülkede kapitalizm ve kapitalizmle bağlantılı ekonomik ve siyasal yapılar, buna emperyalist ilişkiler ve yatırımlarda dahildir) sosyalist devrimdir.

Türkiye'de ulusal sorunun olması, bu sorunu sosyalist devrimin çözemeyeceği anlamına gelmez. Soyalist devrim altında birden fazla ulusal sorunun çözümüne, Rus Ekim Devrimi buna en iyi örnektir.

Ülkede feodalizm ya da feodal kalıntılar var, ve bunlar baş çelişkidir” diyenler, kendi belirlemeleri içinde “demokratik devrimi” esas almakla (ülkenin sosyo ekonomik yapısıyla çelişmesine karşın) tutarlıdırlar. Ama, kapitalizmin ve tekelci burjuvazinin egemenliğinden söz edenlerin, “demokratik devrime” sarılmalarının tek bir nedeni olabilir, halkçı politik çizgiden vazgeçememelerindendir. Halkçılık ise küçük burjuvazinin politikası ve düşünce tarzıdır. İleri olana karşı bu tür ayak diremeler, devrimci radikalizm yerine, reformizme sarılma düşünce tarzı olmasından kaynaklıdır. Tipik küçük burjuva düşünce tarzı.

Teori ve Eylem yazarı Y. Akdağ'dan uzun bir alıntı alalım. “Demokratik devrim”i savunanların hemen hemen hepsi aynı argümanları ileri sürüyorlar.

Bu da bağımsızlık için bağımlılık ilişkilerinin tüm biçimlerine son verilmesini; emperyalizmin, mali sermaye ve uluslararası tekellerin hakimiyetinin son bulmasını gerektirir. Ancak, emperyalist sömürü ve bağımlılık ilişkilerinin tasfiyesiyle işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin egemenliğine son verilmesi için yürütülen mücadele birbirinden soyutlanamaz. Anti emperyalist mücadelenin zafere ulaşması için, emperyalizmin içerideki işbirlikçilerinin iktidarına son verilmesi ve halkın demokratik egemenliğine dayanan bir yeni yönetimin oluşturulması şarttır ve bu mücadele ancak işçi sınıfı öncülüğünde, tutarlı antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı çizgide sürdürülürse kesin zafer yönünde ilerletilerek bağımsızlık teminat altına alınabilir. İşçi sınıfı öncülüğü, tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahipleri iktidarının yıkılması ve yeni bir toplumsal yaşamın tesisi için en güvenilir toplumsal sınıf dayanağını oluşturacak, mücadelenin başarılı ve tutarlı şekilde sürdürülmesini sağlayacaktır.11

Büyük toprak sahibi” , “yarı-feodal üretim tarzı”, “feodal kalıntılar” gibi belirlemelerde bulunanlar, bunların ülke ekonomisi içindeki yerlerini istatiksel olarak birer birer açıklasalar ne iyi ederler. Türkiye'de bütün tekeller, irili ufaklı işletmeler, üretilen ve tüketilen mallar, bütün kalemleriyle ithalatı ve ihracatı, tarımı, sanayisi ve hizmet sektörü, kısacası her şey kayıt altında. Hatta kaynağı “belirsiz” olarak ülkeye giren sermayenin bile tutarı bilinmektedir.12 O zaman, bu meşhur “büyük toprak sahipleri”de bilinebilir. Böylece bunların nasıl bir iktidar ortağı olduğunu o zaman daha iyi analayabiliriz.

Yanlış bir anlamaya mahal vermeden, bütün ülkeler emperyalist ekonomik zincirin birer halkalarıdır. Uluslararası üretimin gelişmesiyle bu daha da pekişmiştir ve uluslararası emperyalist sermaye bütün ülkelerin ekonomi ve siyasetine şu veya bu şekilde yön veriyor, etki ediyor. Emperyalist Türk tekelci burjuvazisi de uluslararsı emperyalist sermayeden ayrı değidir. Ama bu, birbirine bağımlılık, birbiriyle kıran kırana çatışmadıkları ve küçüklerin büyüklere boyun eğmediği anlamına da gelmiyor.

Öncelikle, alıntıdaki birinci cümleden başlayalım. Kapitalizmin egemen olduğu bir ülkede, sosyalizm neden bu görevi yapamasın? Sosyalist devrimin bunları başaramaması için bir neden mi var? “Demokratik devrimi” ileri sürenlerin tek bir nedeni olabilir? “Milli burjuvaziyi” küstürmemek ya da onları da devrime katma niyeti?

Oysa, enternasyonal proletaryanın önünde çok önemli bir sosyalist devrim deneyimi var. Rus Ekim Devrimi. O, nüfusun yaklaşık %70'nin köylü olduğu bir ülkede sosyalist devrimi gerçekleştirdi ve tam 14 emperyalist ülkeye karşı savaşım verdi ve onları ülkeden attı. Ama Lenin, “bu bir demokratik devrim” demedi.

Eğer “demokratik devrim”in gerekçesi, salt emperyalistlerin ülkedeki yatırımıysa, Türkiye'li devrimcilerden çok Alman, İngiltere ve ABD'li devrimcilerin önünde “anti-emperyalist bağımsızlık” mücadelesi olmalıdır. ABD'de uluslararsı yabancı tekellerin sermaye yatırımları, ABD'li tekellerin dış ülkelerdeki sermaye yatırımlarından daha fazladır.

Akdağ, emperyalizme bağımlılıkta yabancı sermayenin ülke içindeki sermaye yatırımlarına bakarak değelendirme yapmış. Türkiye'de 2022 yılında yaklaşık 202,5 milyar ABD doları sermaye yatırımı varken, 2023 yılında bu 156,5 milyar dolar'a düşmüş. Bu da bir yıl içinde, Türkiye'den ciddi bir sermaye kaçışının göstergesidir. Türk devletinin uzun zamandan beri ekonomik krizden çıkamamasının bir nedeni de bu büyüklükte bir sermaye çıkışı(kaçışı)dır. (UNCTAD WIR 2024)

ABD'ye bakalım. 2023 yılı itibariyle, ABD'ye dışardan gelen toplam yabancı sermaye yatırımı 12 trilyon 817 milyar ABD doları ve ABD'den dış ülkelere giden toplam sermaye yatırımının tutarı ise, 9,4 trilyon dolar. Yani, ABD yabancı sermaye cenneti. Akdağ'ın anlayışına göre, ABD'li devrimcilerin önünde duran esas görev; “antiemperyalist bağımsızlık” için “demokratik devrim” olmalı. Çünkü ABD'de uluslararası sermayeye “göbekten bağımlı”dır. İngiltere'de durum farklı değildir.

İşte, İngiltere'nin iç ve dış sermaye yatırım toplamı:

2023 yılı itibariyle, uluslararası yabancı tekellerin İngiltere'ye toplam sermaye yatırımı 3 trilyon ABD doları, İngiltere'nin dış ülkelere yabancı sermaye yatırımının toplamı ise 2 trilyon ABD doları civarındadır. Çin emperyalizminin durumu da farklı değildir. Bu ülkede uluslararası sermayeye “göbekten bağımlı”dır. İç sermaye (dışardan Çin'e gelen dış sermaye) stoku 3,5 trilyon ABD doları, dış sermaye (Çin'den diğer ülkelere giden doğrudan sermaye yatırım) stoku ise 2,9 trilyon ABD doları civarındadır.13 Faşist Trump'ın Çin'e giden dış sermaye yatırımını ABD'ye çekerek “Make America Great Again” ” vaat etmesinin bir nedeni de budur. ABD'ye daha fazla dış ülkelerden sermaye akışını kolaylaştıracak baskı ve teşvik politikalarını yürürlüğe sokmak istiyor. ABD ve diğer emperyalist ülkelerin dış borçlarını ise hesaba katmadım. ABD'nin toplam borcu, GSYIH'na oranı %130'u geçmektedir.

Burada anlatmak istediğim, uluslararsı sermaye yatırımının fazla olması, o ülkenin “yarı-sömürge”liğini göstermez. Dış sermaye daha fazla gereksinim duyduğu bir gerçektir. Bütün ülkeler, dış sermaye çekmek için yoğun çaba harcıyorlar ve uluslararası sermayenin gelip yatırım yapması için uzun vadeli büyük teşvikler sunuyorlar. Ancak, çok istemesine karşın, kriz içindeki emperyalist sermaye dış sermaye yatırımlarını yapamıyor. 2023 yılı itibariyle uluslararası toplam dış sermaye yatırımları 1,3 trilyona gerilemiştir. 2015 yıllarında yaklaşık 2 trilyon ABD doları civarındaydı. (bkz. UNCTAD WIR Report 2024)

Emperyalist sistemin bu denli içiçeliğe geçmesi, uluslararası sosyalsit devrimin nesnel koşullarının fazlasıyla olgunlaştığının bir göstergesidir.



Büyük Toprak Sahiplerinin Tasfiyesi”...



Teori ve Eylem Dergisi yazarı Akdağ'dan aktardığımız yukarıdaki uzun alıntıda şöyle bir belirlemede var.

Ancak, emperyalist sömürü ve bağımlılık ilişkilerinin tasfiyesiyle işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin egemenliğine son verilmesi için yürütülen mücadele birbirinden soyutlanamaz.”

Proletarya önderliğindeki anti-emperyalist demokratik devrimin hedefleri için doğru. Ancak, anlatılan Türkiye olunca, “büyük toprak sahipleri”nden kast edilen ne? Türkiye'de feodal büyük toprak sahipleri yoktur ve kendisinin de böyle bir belirlemesi ya da “analizi” yok. Varolan büyük kapitalist toprak sahipleri, tekelci burjuvazinin içindedir. O sınıftan ayrı değildir. “ ... tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin egemenliğine son verilmesi..” gibi iddialı bir belirleme, tekelci burjuvazinin dışında devlete egemen olan bir kesim ya da iktidar ortağı daha varmış anlamına gelir. Y. Akdağ'ın adı geçen incelemesinde, okuyucuyu ikna edecek böyle bir veri yoktur.

Geçerken değinelim; “büyük toprak sahipleri” iktidara ortak olacak kadar güçlüyseler, bunların GSYH'a büyük bir katkısı olması gerekir. Türkiye'de tarımın GSYH'a katkısı %5,8 civarındadır.14 Buna karşın, 2005'de %25,5 olan toplam istihdam içindeki payı, 2024'de %14,6'ya gerilemesine karşın hala yüksek bir rakamdır.15 Diğer yandan ekilen tarım arazilerinin toplamı içinde 500-1000 dekar arası arazi sahiplerinin oranı %20 civarındadır.16 Büyük çoğunluğu orta ve küçük işletme(çiftçi)lerdir. Çiftçi Kayıt Sistemi verilerine göre ise toplamda 2 milyon 177 bin çiftçi var.

2014 yılı verisine göre de durum şöyle: “Toplam 3 milyon tarım işletmesinin yüzde 65’i 50 dönümün altında arazi varlığına sahip. Yüzde 83’ünün ise tarım arazisinin büyüklüğü 100 dönümün altında.”17 Devletin, köylüyü hızlı bir şekilde mülksüzleştirmesi (topraksızlaştırma) olmasına karşın, toprağın “toplulaşması”ni daha başarılabilmiş değil.18 2014 yılında 3 milyon olan çiftçi sayısı yıllar içinde azalmıştır ve azalmaya devam ediyor. Devlet de bunu destekliyerek, toprakların büyük mülk sahipleri elinde toplanmasını istiyor. Çiftçi sayısının her geçen gün azaldığının haberlerini, günlük bütün burjuva basını veriyor.

Binlerce dönüm toprak sahibi olan endüstiriel işletmeler vardır. Hayvancılık, tahıl, pamuk vb. gibi ürünleri üretenlerin elinde toplanmıştır. Bunlar tamamıyle endüstirieldir. Toprak sahipleri, ama sanayi içinde bir toprak sahibidir. Daha genel bir belirlemeyle, kapitalist üretim ilişkileri içinde olan toprak sahipleridir. Türkiye'deki “büyük toprak sahipleri” olsa olsa, ormanları, dereleri işgal ederek maden “arayan” Cengiz Holding vb.leri gibi uluslararası tekeller vardır. Ya da Bill Gates ve Jeff Bozes gibi teknoloji tekelleri sahiplerinin de milyonlarca dönüm arazileri var. Ama bunlar, esas olarak teknoloji tekelleridir.

Ülke, bütünüyle uluslararsı kapitalist üretim ilişkilerinin örgütlemesi altında ve tekelci burjuvazinin hakimiyeti altında olmasına karşın; TDH'nin 1960-1980 arasındaki siyasi gelenekten gelen bir çok siyasal yapı, ”demokratik devrim”den de, “toprak sahipleri iktidarın” belirlemesinden de vazgeçmediler ve vazgeçemiyorlar. 14.12.2024





1Yusuf Akdağ, https://teoriveeylem.net/tr/2023/03/27/turkiyenin-emperyalizme-bagimliligi-ve-anti-emperyalist-mucadele/

3https://www.destatis.de/DE/Themen/Branchen-Unternehmen/Unternehmen/Auslandskontrollierte-Unternehmen/_inhalt.html

5https://de.statista.com/statistik/daten/studie/1251/umfrage/entwicklung-des-bruttoinlandsprodukts-seit-dem-jahr-1991/

6Y. Akdağ, agM

7https://de.statista.com/statistik/daten/studie/731901/umfrage/verteilung-unternehmen-in-deutschland-nach-unternehmensgroesse/

8https://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/kapitalist-toplumsal-bir-kirilma-ve-yeniden-tarihi-yeni-bir-toplumsal-surec

9Federal İstatistik Ofisi'nin iflas istatistiklerine göre, Almanya'da 2023'te 17.814 şirket iflas başvurusunda bulundu; bu sayı, 2022'ye kıyasla yaklaşık 3.200 (+%22,1) daha fazla. Krizler ve artan finansman maliyetleri göz önüne alındığında bu artışın beklenmesi gerekiyordu. ABD'de (2023) iflaslar, bir önceki yıla göre %18 artarak 445 binin üzerinde gerçekleşmiş. https://www.ifm-bonn.org/statistiken/gruendungen-und-unternehmensschliessungen/unternehmensinsolvenzen https://www.marketingturkiye.com.tr/haberler/sirket-iflaslari-10-yilin-en-yuksek-seviyesine-cikti/

10İbrahim Çiftçi, Marksist-Teori, Ekim-Kasım 2024, sf. 93, sy. 62

11Yusuf Akdağ, https://teoriveeylem.net/tr/2023/03/27/turkiyenin-emperyalizme-bagimliligi-ve-anti-emperyalist-mucadele/

122022'nin ilk 8 ayında Türkiye'ye 28,3 milyar dolarlık kaynağı belirsiz para girişi oldu. https://www.sozcu.com.tr/kaynagi-belirsiz-para-girisi-8-ayda-283-milyar-dolar-oldu-wp7412642

13Bütün bu rakamlar 2UNCTAD'ın World Inwestment Report 2024, sf. 180-182'den alınmıştır. https://unctad.org/system/files/official-document/wir2024_overview_en.pdf

14Türkiye bankalar Birliği Tarım Sektörü Raporu, sf. 12 Haziran2023, İstanbul

15https://www.tarimorman.gov.tr/SGB/Belgeler/Veriler/IstihdamIsgucu.pdf

16https://www.kkb.com.tr/Resources/ContentFile/Tarimsal-gorunum-saha-arastirma-raporu2022.pdf

17Ali Ekber Yıldırım https://www.tarimdunyasi.net/2014/05/06/toprak-sahibi-40-milyon-hissedar-icin-karar-zamani/

18Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu ve Türk Medeni Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunhttps://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/273393

7 Aralık 2024 Cumartesi

Sosyalizmi Yeniden Yücelt!

Emperyalist savaş tehlikesine, soykırımlaralara, doğanın katledilmesine, faşizme, dünyanın her yerinin işçiler ve emekçiler için cehenneme çevrilmesine, ekonomik krizlere karşı, MLPD her zaman sosyalizmi savunmuştur. Almanya'da 23 Şubat Genel Seçimleri içinde ciddi bir hazırlık yaptıklarını ve anti-komünist histeriye karşı sosyalizmin en geniş propagandasını yapacaklarını açıkladılar: Türkiye'deki seçim çalışmaları için bir deneyim olması dileğiyle, Türkiye ve Kürdistan'lı türkçe okurları için MLPD'nin Halkla İlşkiler Bölümü'nün hazırladığı açıklamayı burada yayınlıyorum. 

Yusuf Köse

 

 

https://www.rf-news.de/2024/kw49/make-socialism-great-again



Sosyalizmi Yeniden Yücelt!




MLPD Halkla İlişkiler Bölümü:


Enternasyonalist Liste / MLPD posterlerini sunar!


Evet, MLPD her zaman erkencidir. Ama o kadar da erken değil. MLPD'nin yeni poster motifleri aynı gün baskıya girdi. Bunları Rote-Fahne-News okurlarına sunmaktan mutluluk duyuyoruz!

2 Aralık günü MLPD merkezinde telefon çalar. Telefonun diğer ucunda Thüringen'den dost canlısı bir belediye çalışanı vardır. Sorar: “Afişleri astınız mı? Çünkü fırının karşısında AfD'ye karşı bir afişiniz var.”


Sosyalizmi yeniden harika yapın!


„Amerika yeniden büyük” diye haykırın, ama faşist içeriklerini tam tersine çevirin! Büyük olması gereken şovenizm ve egoist ajitasyon değil, sosyalizmdir. MLPD böylece kendisini en tutarlı anti-faşist karşı kutup olarak konumlandırmaktadır. Ama aynı zamanda anti-komünizme karşı da saldırıya geçiyoruz. Gelecek sosyalizme aittir, Pazar günü InterBündnis'in ittifak konseyinde bir katılımcının ifade ettiği gibi “kriz içindeki kapitalizmden tek çıkış stratejisi” budur. Anti-komünizm Trump gibi insanlar üretir. ABD'li bir Amerikalı yeni afiş hakkında yerinde bir yorumda bulundu: “Trump'ın sloganı bir yalan. ABD hiçbir zaman 'büyük' olmadı. Sosyalizm öyleydi. Ama biz eski sosyalizme geri dönmek istemiyoruz, gerçek sosyalizm istiyoruz. İşte tam da bu tartışmanın içine giriyoruz.”


Olaf Scholz başkanlığındaki Alman hükümeti, her hükümetin er ya da geç yapacağı gibi, kapitalizmin yasaları nedeniyle başarısız olmuştur. Bu nedenle sistemdeki nedenleri ele almalıyız. Sosyal alternatif arayışı çok büyük. İnsanlar arasında “bir şeylerin temelde artık işlemediğine” dair bir his var. Beklentilerin ne olduğuna odaklanmamız gerekiyor.

Ancak bu afişle sosyalizmin öncelikle yeni ve kitlesel bir olumlu imaja ihtiyacı olduğunu da kabul etmiş oluyoruz. Bu asla silinemez. Yine de özellikle modern anti-komünizm çok zarar verdi. Tıpkı sosyalizme revizyonist ihanet gibi, pek çok insanın zihninde sosyalizme dair çarpık bir imaj oluşmasına katkıda bulundu. Buna ek olarak, kitlelerden neden artık sosyalist bir ülke olmadığına, sosyalizme neden ihanet edildiğine dair birçok soru var. MLPD'nin teorik yayın organında bu sorulara köklü yanıtları var ve biz bunları toplu olarak tartışmaya açıyoruz. Bu tartışmayı 16.000 afişte ana sloganımızla açacağız! Slogan biraz alışılmadık ve kutuplaştırıcı olabilir, ancak dikkat çekecektir!

Karl Marx'ın başının yer aldığı popüler posteri yeniden yayınladık: “Kapitalizmin Eleştirisi: Orijinal!” Evet, o kapitalizmin orijinal eleştirmenidir. Ancak, bilimsel sosyalizmin kurucusu olarak, aynı zamanda sağlam temellere dayanan bir yanıt da sunmaktadır. Ve MLPD onun adını taşıyan (Almanya'da) tek partidir.


Sosyal konulara güçlü bir ağırlık verin!

Çalışan aileler son yıllarda satın alma güçlerinin yüzde 15-20'sini kaybetti. Zengin Almanya'da çocuk yoksulluğu ve yaşlılıkta yoksulluk, tüm programlara ve Pazar konuşmalarına rağmen kalıcı bir olgu haline geldi. MLPD, iki yeni afiş ile parlamento seçim kampanyasında bu sosyal meselelerin önemini vurguluyor.

Burjuva politikacıların sığ vaatlerinin aksine, madalyonun her iki yüzünü de belirtiyoruz. Şirket kârları pahasına uygun fiyatlı kiralar olmalı! Vonovia 2022 yılında yaklaşık 5 milyar avro kar elde etti. Arsızca 2023'te yeni daire inşa etmeyi durdurdular. Yeterince kârlı değil. Boş emeklilik ve bakım fonları da bir doğa kanunu değildir. MLPD, sorunları çok övülen küçük insanlar lehine çözecek bir konsept öneren tek partidir. Şirketler ve bankalar ödesin! Sosyal vergi şimdi! Ciro üzerinden yüzde 8'lik bir sosyal vergi, tüm işçi ve çalışanların yanı sıra küçük serbest meslek sahiplerini ve zanaat işletmelerini sosyal güvenlik primlerinden kurtarabilir. İşçilerin net ücretleri bir çırpıda yaklaşık yüzde 20 oranında artacaktır! Son yıllarda karları patlayan büyük, yüksek cirolu tekellerin yükü daha ağır olurken, çok sayıda çalışanı olan ancak doğal olarak daha düşük ciroya sahip küçük şirketler önemli ölçüde rahatlayacaktır. Geleceği olan bir talep!


En iyi aday Gabi Fechtner

Öncü adayımız Gabi Fechtner'i iki afişle tanıtacağız. Kendisi eğitimli bir alet yapımcısı ve Almanya'da devrimci bir partinin başına geçen ilk kadın işçi. Büyük bir kalbe, sıradan insanlara yorulmak bilmeyen bir bağlılığa ve iktidardakilere ve onların tüm çürümüş politikalarına karşı korkusuz bir cesarete sahip yeni bir politikacı türünü temsil ediyor. Yerel bir politikacı olarak uzun yıllar Solingen belediye meclisinde Solingen Aktiv ittifakı için yetkin ve mücadeleci bir şekilde çalıştı.


Bir sürü başka poster

Bu beş afişe ek olarak, önceki seçim kampanyalarının popüler afiş serilerinden de bir demet kullanacağız. Çok sayıda var, evet, belki bazen fazla kafa karıştırıcı? Neyin nereye asıldığına daha fazla ağırlık vermek istiyoruz. Ancak bu çeşitliliğin gücü, insanların artık çok yönlü olan siyasetimizin çok yönlü bir resmini elde etmeleridir. Küçük çiftçilerden Filistinlilere kadar herkes ve her önemli konu için bir şeyler var. Ve milyarderler bile kendilerine hitap edildiğini hissedecekler: Milyarderler yerine işçiler için siyaset!


„Küresel çevre felaketi yerine gerçek sosyalizm!“
“AfD'ye oy veren, faşizme oy verir!”
“Putin ve NATO'yu durdurun! - Silah teslimatı derhal durdurulsun!”
“İstihdam ve çevre korunmalıdır!”!
“Sendikalar: İşverenlerle ortak yönetim yerine mücadele!”
“Milyarderler yerine işçiler için siyaset!”
“Emeklilik yaşı ve çalışma saatleri düşürülsün!”,
“3. dünya savaşına karşı aktif direnişe Geç!”
“Burjuva siyasetçilerin vaadi: sermaye için özgürlük, insanlar için dikenli tel!”
“İşçiler saldırıya geçti!”
“Enflasyon yoksulluk getirir - ücretler hemen artırılsın!”
“AfD ve tüm faşist örgütler yasaklansın”
“Kadınların özgürlüğü için Mücadele!”
“Gazze'deki soykırım derhal durdurulsun!”
“Uluslararası dayanışmanın şerefine! (Che)”,
“Dünya savaşı, faşizm ve çevre felaketi yerine gerçek sosyalizm!”
“Krizlere karşı tek çözüm: sosyalizm!”
“Krizlerin nedeni kapitalizmdir!”
“Gerçek sosyalizm için İşçi Partisi!”
“Katılın - böylece bir şeyler gerçekten değişsin!”

Ayrıca yerel olarak kullandığımız bazı afişlerimiz:


„Üretici fiyatları artırılsın - tüketici fiyatları düşürülsün!”
“Azadi bo Kurdistan!”
“Doğu ve Batı' (Almanya) da eşit ücret – hemen!”