26 Nisan 2024 Cuma

Emperyalizm Üzerine Notlar -2

 

 

 

 

 


 

 

Emperyalizm Üzerine Notlar -2

 

 Yusuf Köse


Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”


Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfurt'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin ile Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)


Emperyalizm tartışmalarında, Türkiye ve diğer yeni emperyalist ülkelerin emperyalist olduğunu reddeden anlayışların, karşı eleştirlerin en sık getirileni, bu ikinci soru. “Türkiye emperyalist olamaz, çünkü kendi tekniği yok, kendi üretim araçları yoktur.” “Türk tekellerinin ya da şirketlerinin kullandığı makineler ithaldir, dolaysıyla diğer emperyalistlerin makineleridir, emperyalistler makine vermezse Türk devleti üretim yapamaz.” vb. anlayışlar en yagın olanı.


Bunun yanıtı aslında çok basit. Sanayi gelişmemişse, tekelleşeme de olamaz. Bu soru, Türkiye'yi kapitalist olarak kabul edenlerinde sorusu. Örneğin, Marksist Teori, Türkiye burjuvazisini, tekelci burjuvazi olarak değerlendiriyor ve ülkede tekelci kapitalizmin egemen olduğunu savunuyor. Tekelci kapitalizmin egemen olduğu bir ülkede, sanayinin gelişmediğinden söz edilemez. Tekelcilik, sanayi sermayesi ile banka sermayesinin birleşiminin adıdır. Ve tekelleşme, emperyalizm çağına özgüdür. Yani kapitalizmin bir üst aşaması olan emperyalist ekonominin bir ürünüdür. Tekelciliğin gelişmi, kapitalist ekeonomiyi bir üst aşamaya çıkarır. Bu emperyalizmdir.


Türkiye'de “motor üretilmiyor”, “makine üreten makine üretimi yok” anlayışları, Türkiye kapitalizmini de tanımıyorlar dense yeridir.


Evet, Türkiye, imalat sanayinde büyük oranda ithal girdilere bağımlıdır. Ama bu onun sanayisinin olmadığı anlamına gelmez. 2023 yılında GSYH 1,1 trilyon dolar olan bir ülkenin, bu kadar büyük bir sermaye birikimini tarım ürünlerinin satışından elde ettiği varsayılıyorsa, yanılıyor. Aynı karşıt eleştirciler, “tarımında yok edildiğini” söylemeleri, kendi içinde tutarsızlık olduğunu da göremiyorlar.


Emperyalist Türkiye” kitabımda, “Türkiye'de İmalat Sanayinin Gelişimi” başlığı altında incelenmişti:


Kapitalizmi kendinden önceki ekonomilerden ayıran noktalardan birisi, üretici güçlerin ve üretimin merkezileştirilmesidir. Kapitalizmde, sermaye ve üretimin merkezileşmeye doğru bir eğilim gösterir ve kapitalist üretim sürdükçe sermaye birikiminin ve üretimin büyümesinin merkezileşmesinin sınırı da yoktur.1


Türkiye'de makine üreten mikene üretimi yoktur” iddiası yüzeysel ve ülkedeki kapitalist ekonomiyi yok sayan ya da küçümseyen yaklaşımların bir sonucu olduğu gerçeğinin yanında, bu iddiaları istatistiki veriler doğrulamıyor. Türkiye, 2001'den itibaren makine sanayine daha fazla yatırım yapmıştır. Bu konu bütün istatistiki verilerle adı geçen kitapda yer almaktadır. Örneğin, 2001 yılında imlat sanyine yatırılan sermayenin miktarı 7 milyar 378 milyon TL iken, 2018 yılında 106 milyar 523 milyon TL olmuştur. Kısacası 2001-2018 yılı arası, imalat sanayine yatırılan toplam sermaye yatırımı 430,391 milyar TL olmuştur.2

Aynı kaynağın verilerine göre; Türkiye’de gayri safi sabit sermaye yatırımı, 2018 yılı verilerine göre, Rusya, İspanya, Avustralya, Meksika, isviçre ve Polanya’dan daha fazladır. Bu yıl içinde dünya ortalaması %23,5 iken, Türkiye %29,9 civarında gerçekleşmiştir. Bu alanda en yüksek yatırım %32 ile Endonezya’da gerçekleşmiştir.


Makine ve ekipman yatırımı artış hızında Türkiye, 2010-2017 yılları arasında Fransa, Almanya, İngiltere, İspanya ve İtalya’dan daha yüksektir.”3


İmalat sanayinde, yabancı serme yatırımı, bazı ulusalcı kesimlerin abartısına karşın, 2015-2020 yılları arasında, %23,11 civarındadır. Türk tekellerinin ve şirketlerin yatırımı ise %76,89 civarındadır. İmalat sanayinde yabancı sermaye yatırımı 2021 yılında 1,6 milyar dolar iken, 2022 yılında biraz gerileyerek 1,59 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 4


Makine sanayinde yabancı yatırımı da oldukça azdır. Örneğin 2021 yılında 70 milyon dolar olan yabancı sermaye yatırımı 2022 yılında 44 milyon ABD dolarına gerilemiştir. Yani, 2021 yılında, yabancı sermayenin makine sanayindeki payı %4,23 iken, 2022 yılında %2,77'e gerilemiştir.5


Burada, yeniden Türkiye'nin sosyo ekonomik yapısına ve ayrıntılarına girmilmeyecek. Bu çok ayrı bir konu. Ancak, “motor yok”, “teknik yok” gibi yüzeysel yaklaşımlar, Türkiye kapitalizminin geldiği noktayı göremek ya da görmek istememekten kaynaklı olduğu çok açık.


Ayrıca, Türkiye'nin emperyalist aşamaya geldiğini kabule yanaşmayanlar, fosil yakıt olmadan sanayisi duracak ülkeleri (örneğin AB'nin ileri gelen emperyalist ülkelerini, Çin'i) aynı kaygıyla sorgulamıyorlar. Enerji açısından esas olarak fosil yakıta (petrol, doğal gaz, kömür vb.) bağlı ülkeler, bu yakıtlar olmadan “motorları”nı çalıştıramazlar, sanayinin tekerleklerini dönderemzler. İstedikleri kadar motor yapsınlar, teknikleri yüksek olsun, ama, bunlar için enerji lazım. Bu enerji de belli sayıda ülkede var.


Örneğin, çip konusunda hemen hemen hepsi Tayvan'a bağımlılar. Tayvan çip tekelleri üretimi durdursa, ya da “satmıyoruz” deseler, çoğu sanayi ülkesi araba üretemeyecek, robot yapamayacak ya da dijital üretimi gerçekleştiremeyecekler.


Çip üretiminde genel dünya sıralaması; Tayvan: %54 | ABD: %12 | Güney Kore: %10 | Çin: %8 | Japonya: %7 | Avrupa Birliği: %6 | Diğerleri: %3 Tayvan, TSMC adlı şirket sayesinde dünyanın en büyük ve en değerli çip üreticisi konumunda. TSMC, Apple ve Intel gibi devlere çip tedarik ediyor.”6


Apple, İntel gibi süper emperyalist tekeller ve daha bir çok teknoloji tekelleri, Tayvan tekellerine bağlı. Çip üreticisi TMSC tekeli, “benden size fayda yok” dese, Apple, İntel ve diğerlerinin “büyüklükleri”, “süper tekel” oluşlarının hiç bir anlamı kalmayacaktır. Emperyalizmi, üretimin temerküzü, sermayenin yoğunlaşması ve tekelleşmesi olarak ele almayanların, emperyalizmden anladıkları, “ya satmazsa ne yapacak”la sınırlı kalıyor. Oysa, emperyalist sistem bir bütündür ve hepsinin birbirine gereksinimi var. Birbiriyle ölümüne kapışsalarda, üretim çoktan uluslararasılaşmıştır ve emperyalist sermaye de uluslararsı bir sermeyedir. Dünyadaki uluslararası sermayenin dolaşım hızı, bilgisayar tuşlarına basma anından daha hızlı hale gelmiştir.


Dünya'da çip üretimi çok az sayıda ülkenin elinde. “motor yok” diyenler değil, “çip yok” diyenler daha önceliklidir. Çünkü teknoloji giderek dijitalleşmekte ve yarı iletkenler olmadan artık otomobillerde üretilemiyor.


Örneğin, dünyanın belli başlı buğday üreticisi ülkeler vardır. Bunlar buğdaylarını satmasa, ülkelerin çoğu aç kalacaktır. Rusya-Ukrayna savaşında bu daha net ortaya çıktı. Oysa, Ukrayna'nın buğday üretimi dünya buğday üretiminin %3'üne denk gelmektedir. Türkiye ise, dünya buğday üretiminin %3,4'ünü yapmasına karşılık yine de ithal etmek zorunda kalıyor. Dünya buğday üretiminin büyük bir bölümünü, sırasıyla, Çin (%20), Hindistan (%16) Rusya (%12) ve ABD (%7) üretmektedir.

Almanya ve AB ülkelerinin çoğu, Rusya'ya yatırım uygulamamlarına, doğal gaz ve petrol alımını sınırlamalarına karşın bütünüyle kesemiyorlar. Almanya hala doğal gazının %4'ünü Rusya'dan almaya devam ediyor. Almanya istemediğinden değil, Rusya Almanya'ya fazla gaz vermek istemediği için, açık olan bir boru hattından az miktarda gazı Almanya'ya satıyor. Şu anda Alman sanayicileri BDI (Almanya'nın TÜSİAD'ı sayılır) isyan etmiş durumda ve hükümete doğrudan ültimatov verdiler. “potansiyelimizin altında kaldık”, ömrün azaldı diye. Çünkü, ucuz Rus gazı kesilince, emperyalist Almanya ekonomisi giderek küçülmeye başladı.7


Bütün emepryalist ülkelerin birbirlerine gereksinimi var ve birbirleriyle ticari (ithalat ve iharacat) ilişkisini sürdürmek zorundadırlar. Motoru olmayan ya da yeterli motor üretemeyen motor ithal edecek, gazı olmayan gaz, çipi olmayan çip, buğdayı olmayan buğday, çocuk bezi üretemyen ya da yeterli üretemeyen çocuk bezi ithal edecek ya da bunları fazlasıyla üretenler satacak. Kapitalist ekonomide amaç, mal üretim stoklamak değil, fazlasıyla satmak ve kar elde etmektir. Burjuvazi satamadığı malı üretmez. Üretiklerini birbirlerine karş koz olarak kullanırlar mı? Elbette kullanırlar! Eşitsiz gelişen kapitalist-emperyalist ekonomide bu kaçınılmazdır.


Ayrıca, burjuvazi içerde kendine yeterli üretiklerinin bir kısmını dışarıya satar, ama karşılığında aynı maldan başka bir ülkeden satın alır. Örneğin, Türkiye, kendi ürettiği buğdayı hem ihraç eder, ama aynı zamanda başka bir ülkeden aynı kalitede buğdayı ithal eder.


Tekelleşmiş bir dünyada, tek tek tekeller için dünya bir pazar yeridir. O, salt üretim üsünü düşünmekle kalmaz, bir bütün olarak dünyayı düşünür, rakiplerinin kimler olduğunu, pazar paylarının ne olduğunu, hangi bölgelerde (ülke-kıta) yoğunlaştığını, zayıf ve güçlü yanlarını analiz ederek üretimini pazara sunar ve pazardan pay almak için tüm gücüyle (bol reklam, düşük fiyat, kalite, devlet olanaklarını kullanma, pazar alanındaki isiyasal iktidar ile yakın ilişki -komisyon adı altında büyük rüşvetler vererek- ) mücadele der. Sermaye büyüdükçe, pazar payları artıkça kapitalistlerin uykuları da, sermayenin büyüklük oranına göre kaçar. Tekelin esas düşmanı işçi sınıfı olmasına karşın, kendi sınıfından her tekel birbirinin de düşmanıdır. İşçi sınıfına karşı birlik olurlar, ama bu birlik kendi içinde çelişmelidir. Halkımızın deyimiyle, aynı zamanda, birbirinin kuyusunu da kazarlar ve asla birbirlerine sırtlarını dönmezler. Bu durum, sermayenin büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Her bir kapitalistin gözünde istatistikler, yılıdırm hızıyla gelip geçer. Doğaya, insana ve her şeye zarar verme oranları da sermayenin büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Sermaye büyüdükçe vahşileşmesi de artar.


Emperyalizm Çağında Milli Üretim


Üretim araçlarını üreten makine üretemiyor”, “motor yok” diyenlerin, “milli ve yerli mal”dan söz ettikleri ve emperyalizm çağında, burjuvaziden “millicilik” beklediklerinden kuşku yoktur. Emperyalizm, ya da emperyalist tekeller, belli ülkelere bağlıdır, ama, onlarda kapitalizmin ilk ortaya çıktığı dönemdeki millicilik yoktur. Üretimleride uluslararasıdır.

Birkaç örnek verelim. Örneğin, Mercedes, sadece tek bir seri araba için, tam 1500 tedarikçi ile çalışıyor.


2014 yılındakki bir haberi buraya alalım:


Mercedes Satın Alma Direktörü Klaus Zehnder Pazartesi günü Stuttgart'ta yaptığı açıklamada, Pekin ve ABD'deki C-Serisi üretiminde tedarikçiler tarafından yerel olarak üretilen oranın yüzde 60 olduğunu söyledi. Bu sadece geçici bir durumdur. Gelecek nesil için referans noktası yüzde 80'dir. Ve “Zehnder dünya çapında yaklaşık 1.500 tedarikçiyle ilgileniyor.8

Bir başka haber de Volkswagen ve Mercedes'den:


Mevcut VW Golf'ün tedarikçi listesi, birkaç değişiklikle Mercedes A-Serisi ile aynı tedarikçileri içeriyor: Thyssen Krupp direksiyon kolonundan, Martinrea yan panellerden, ITT Italia fren balatalarından, Hellermanntyton ise direksiyon kolonundan sorumlu. Fren sistemi, kilitleme sistemi için Kiekert, vites kutusu yatakları için Koyo.”9


Aynı haberin devamında Çin'in otomobil üretimiyle ilgili bir bilgi var:


Yakında Avrupa pazarını sarsacak olan ve çok dikkat çeken Çin otomobili Qoros 3 de ünlü tedarikçilerden alınan bileşenlerden oluşuyor. Bunların aynı zamanda VW Golf veya Mercedes'i de donatan aynı şirketler olması alışılmadık bir durum değil. “Automobilwoche” ticari dergisinin verilerine dayanan birkaç örnek:

Motor ve şanzıman: Valeo, Mahle, Bosch, BorgWarner, Continental, PMG, Getrag ve diğerleri
İç Mekan: Johnson Controls, Magna, Bader, Magna, Marquardt, Valeo, IAC ve diğerleri
Navigasyon ve radyo: Microsoft (telematik), Neusoft (bilgi-eğlence)”


Burada bir anımsatma yapıp devam edelim: TOGG “yerli ve milli”diye pazarlama yapan hükümet ve buna karşı “yerli ve milli değil” diyen burjuva muhalefet ve bir kısım solcu kesim. Burjuva muhalefeti anlamak kolay da, kendine ML diyen kesimleri anlamak zor. Bir taraftan emperyalizm ve proleter devrimler çağında olduğumuzdan söz edilecek, öbür yandan burjuvaziden “milli” üretim bekleyecek? Ama Çin'in en meşhur otomobilinde bir tane “milli” parça yok. Ama çin “malı”. VW ve Mercedes'in parçaları binden fazla tedarikçi (ezici çoğunluğu değişik ülkelerden) tarafından üretilip ve beli merkezlerden montajlanarak üretim sonlandırılacak. Bunlarda “milli”lik aranmayacak, ama, TOGG'da “illa da milli ve yerli olması” değer bulacak. Sorun TOGG'un parçalarının nerde üretilmesi değil, böyle bir ototmobilin pazar alanaı bulabilecek mi? Diğer dev otomobill tekelleriyle mücadele edebilcek mi? TOGG'u üretenleri ve buna sermaye yatıranları en çok düşündüren bu sorundur.


Bugün, otomobilden, bilgisayara, cep telefonundan en yüksek teknolojilere kadar, “yerli” üretim yoktur. Büyük markalar, bütün parçaları yüzlerce değişik üretim alanında ürettirip, bir merkezde montajını yapar. Örneğin, otomobil tekeli VW, Almanya'da fabrikaları birer montaj yerleridir. Otomobilin parçaları değişik ülkelerden gelir. Yukarıdaki haberler dikkat çekici olmalıdır. Bu üretimin uluslararasılaşmasının en yüksek seviyesini göstermektedir.


Elimizdeki cep telefonları, bilgisayralar, içini açıp baktığımızda her bir parçanın değişik bir ülkede yapıldığını görebiliriz. Örneğin, Apple'in ürettiği çoğu cep telefonları, biligisayarlar Çin'de üretilir, ama ABD malı olarak piyasaya sürülür. Apple ürünlerinin Çin'deki üretici firmasıysa Tayvan tekeli Foxconn'dur.10


Şu söylenebilir, ABD, Çin, Japonya, Almanya, Tayvan vb. gibi bir çok ülke yüksek teknoloji üretimine sahip. Türkiye ise bu üretim alanında geri. Bu doğru. Ancak, bu durum Türkiye'nin üretiminin toplusallaşmadını, tekeleşmenin olmadığı anlamına gelmez.


Örneğin, Türkiye'nin ihracat kalemleri arasında, ilk on kalemde, sırasıyla; 1-otomotiv endüstrisi, 2- kimyevi maddeler ve mamulleri, 3- hazırgiyim ve konfeksiyon, 4- elektrik ve elektronik, 5- çelik, 6- hububat, bakliyat, ayğlı tohum ve mamulleri, 7- makine ve aksamları, 8- demir ve demir dışı metaller, 9- tekstil ve hammaddeleri, 10- savunma ve havacılık sanayi gelmektedir.


Bunların bir kısmı yüksek teknoloji ürünü iken, bir kısmı orta-yüksek teknoloji ürünüdür. Emperyalizmi salt yüksek teknoloji ile tanımlamak, doğru bir yaklaşım değildir. Emperyalizm, tekelleşmedir. Yani üretimin yüksek düzeyde temerküzüdür. Üretimin yüksek düzeyde temerküzü, sermayenin yüksek düzeyde birikimi ve yoğunlaşmasıdır. Yani, her alanda tekelleşmedir. Serbest rekabetçi dönemde üretimin yüksek düzeyde temerküzü yoktu. Küçük işletmelerden büyük sanayi üretimine geçiş, tekelleşmeyi de doğurdu.


Bazı anlayışlar, emperyalizmi, ekonomik yapıdan ayrı ele alarak, salt askeri saldırganlığa bağlıyorlar. Ya da emperlizmi salt sisyal bir eğilim olarak değerlendiriyorlar. Bu eksik bir tanımlamadır. Hiçbir siyasal eğlim ekonomik alt yapıdan bağımsız olamaz. Emperyalizmin siyasal gericiliği, onun sahip olduğu ekonomik yapıyla bütünleşmekte ve onun ürünüdür. Emperyalizm kapitalizmin bir üst aşamasıdır. Bunun anlamı, daha yüksek bir üretim biçimidir.


Lenin bunu şöyle tanımlar:


Ekonomik özü itibariyle, emperyalizmin tekelci kapitalizm olduğuğunu gördük. Yalnızca bu, emperyalizmin tarihteki yerini belirlemek için yeterlidir, çünkü serbest rekabet zeminide ve tamı tamına serbest rekabetten doğan tekel, kapitalist düzenden daha yüksek bir sosyo ekonomik düzene geçiştir.”11


Demek ki, emperyalizm burjuvazinin salt bir siyasal eğilimi değil, esas olarak ekonomik bir temeli olan ve “kapitalist düzenden doğan sosyo-ekonomik” bir yapıdır. Siyasal eğilimler, ekonomik alt yapıdan bağımsız olamaz.


Lenin, döne dolaşa, emperyalizmi tanımlarken; tekelleşmeden, üretimin temerküzünden, sermayenin aşırı birikiminde, banka sermayesi ile sanayi sermayesinin bileşmi ve finans sermayesinin egemenliğinden, sermaye ihracından vs. söz eder. Serbest rekabetçi dönem ile emperyalizm dönemini birbirinden ayıran temel ekonomik olguları böyle sıralar.


Tekellerin egemen olduğu tekelci Türk devletini, esas olarak bir kaç on tekelin egemen olduğu Türkiye ekonomisini, emperyalizm olgusunun dışında tutatanların, Lenin'in emperyalizm tanımıyla çeliştikleri bir gerçektir.


Devam edecek...

yusufkoese@hotmail.com



1Yusuf Köse, age, sf. 33

2Yusuf Köse, age, sf. 36 (ayrıca bkz. MAKFED, Türkiye'nin Makinecileri, Sermaye Yatırımları Analizi Raporu, Mayıs 2020)

3Y. Köse, age, sf. 35

4MAKFED, Makine İmalat Sektörü, Türkiye ve Dünya Değerlendirme Raporu, sf. 45, Ekim 2023

5MAKFED agR, sf. 45

6https://www.dunya.com/kose-yazisi/gelecek-icin-hangisi-cip-mi-bugday-mi/703770

7https://www.tagesschau.de/wirtschaft/konjunktur/kritik-bdi-regierung-100.html

10Bkz. Yusuf Köse, Dijitalleşme, İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih, sf. 80

11Lenin, Emperyalizm, “emperyalizmin tarihteki yeri”, sf. 147, Sosyalist Yayınlar

20 Nisan 2024 Cumartesi

Emperyalizm Üzerine Notlar-1

 

Emperyalizm tartışmalarında bitmeyen kafa karışıklığı ...

 

 

Emperyalizm Üzerine Notlar-1


Yusuf Köse

Giriş:


Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak değerlendiriyorum.


Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu, benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.


Elbette, çoğunluğun, Türkiye'nin emperyalistleşmesi görüşünü reddederken, Leninist emperyalizm teorilerini kabul ediyorlar ve Lenin'e bir itirazlara yok, güncelliğe itirazları var. Yeni emperyalist ülkelerin varlığına ve gelişmesine itirazlar var. Bir nevi, „eski emperyalist ülkelerle yetinelim“ anlayışı var desem yalan olmayacak. Bir analayış da, „emperyalizm“ den ABD tipi ve ayarı emperyalizm anlaşılıyor ya da böyle anlamak istiyenler var. Yani, emperyalist dengesiz gelişme yasası gözardı ediliyor.


Yeni emperyalist ülkeler „olabilir“, diyenler, yeni bir emperyalist ülke adı veremiyorlar. Çin ve Rusya'yı ise bir çoğu kabul etmezken, bir çokları bu iki ülkenin emperyalist olduğunu kabul ediyorlar. Kendine ML ve de komünist diyen bir çok örgüt ve parti, bu iki ülkeyi (özellikle de Çin'i) sosyalist bile değerlendirme gafletine düşebiliyorlar.


Emperyalizmin tekelleşme olduğunu, daha genel anlamda ise, emperyalizin kapitalizmin son ve bir üst aşaması olduğunu, ML ve devrimci örgütler kabul ediyor. Ya da kendilerini MLM değerlendirenler, bu dünya görüşünü benimseyenler hemen hemen herkes Lenin'in emperyalizm üzerine söylediği bu argümanları kabul ediyor.


Bu kabulleniş elbette ki iyi bir şey. Tartışmamızı, birbirimizi daha iyi anlamamızı ya da anlayabilmemize yardımcı oluyor.


Ben bu yazı serisinde, sorulan sorulara kısaca yanıtlar vereceğim. Amacım, bu tartışmayı derinleştirmek ve geliştirmektir. Emperyalist savaş tamtamlarının çaldığı şu günlerde, bu tartışmanın, emperyalist dünyayı daha iyi anlamamıza yardımcı olacağına inanıyorum.


Bir ülkenin niteliğinin analizi ve doğru belirlenmesi, sosyalizm mücadelesi için belirleyici bir yanı vardır. İşçi sınıfı partisi, sosyalizmin zaferi mücadelesinde, starteji ve taktiklerini, ülkenin ekonomik ve siyasal yapısının belirlemesinden çıkarır. Kapitalist-emperyalist sisteme karşı mücadele ederken, KP'leri, nesnel koşulları dikkate alarak strateji ve taktik üretirler. Çünkü, strateji ve taktikler nesnel koşulların ürünü olmak zorundadır. Bu materyalist bir anlayıştır. Metafizik düşüneneler, doğa ve nesnelliğin öznel düşüncelere uymasını isterler, oysa, materyalizm tam da bunun tersidir. „Tarihin Önünde Yürümek“ kitabımı yazarken, temel ilke olarak ele aldığım, Engels'in sözünü buraya alalım:


İlkeler, araştırmanın çıkış noktası değil, sonucudur; doğa ve insanların tarihine uygulanmazlar, bunlardan soyutlanırlar; doğa ve insan dünyası ilkelere uymaz, ilkeler ancak doğa ve insan tarihine uydukları ölçüde doğrudur. Sorunun tek materyalist anlayışı budur.1


Sosyalizm bir bilim haline gelmesinden bu yana, Marksistler, araştırmalarını, işçi sınıfının tstrateji ve taktiklerini bilimsel veriler üzerinden hareketle belirlerler. Engels'in dediği gibi; Marx'ın tarihi materyalist anlayışı ve artı-değeri bulmasıyla, sosyalizmin bir bilim haline gelmiştir. KP'leri bütün sorunları bilmsel olarak, diyalektik ve tarihi materyalist anlayış içinde ele almalıdırlar. Sorunlara bu anlayışla yaklaşılmadığı zaman, işçi sınıfı kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kuramaz. Bu anlayışla hareket etmeyen hiçbir KP'si işçi sınıfına sosyalizm mücadelesinde önderlik edemez.



Emperyalizmin Genel Tanımı:


En yalın tanımlamayla: “Emperyalizm tekeleci kapitalizmdir” (Lenin). Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminden çıkıp tekelleşmeye başlamasıyla bir üst aşamaya çıkmıştır. Özellikle, 1880'lerden itibaren kapitalist üretimin yoğunlaşmasıyla serbest rekabetçilik sönümlenmeye, tekelleşme ise kapitalist sisteme egemen olmaya başlamıştır. Kapitalist üretimin gelişmesi, yoğunlaşması ve merkezileşmesiyle, kapitalizmin serbest rekabetçi dönemi sona ermiş ve emperyalizm dönemi başlamıştır. Emperyalizm kapitalizmin en üst tekelci aşamasıdır. Kapitalist üretimin gelişmesi, sanayi ve finans sermayesinin birleşmeye zorlamıştır. Yani, serbest rekabetçi döneminde ayrı ayrı olan sanayi ve finans sermayesi, bunların birleşimiyle tekelleşmeyi, kapitalizmi üst aşaması olan emperyalizmin temel özelliği olmuştur. Emperyalizm olgusu, kapitalist gelişmenin diyalektiğinin bir sonucudur. Yani, emperyalizm iradi bir olgu olmayıp, kapitalist gelişme diyalektiğinin bir nesnelliğidir.


Kapitalist sistem de eşitsiz gelişme ile ilgili Lenin'e de başvuralım:


“... kapitalist düzende, işletmelerin, tröstlerin, sanayilerin veya ülkelerin eşit oranda gelişmeleri olanaksızdır...2


Kapitalizm eşitsiz gelişmedir. Emperyalizm de eşitsiz gelişme daha da artmıştır. Hiçbir ülke aynı düzeyde değil ve sürekli bir değişim içindedir ve emperyalist sermayenin dünyaya hakim olma isteği, onu diğer emperyalistlere karşı mücadeleye sevk eder ve aralarında ölümcül bir rekabet vardır. Bu rekabet emperyalist savaşlara yol açar.


Önceki yıllar bir yana, sadece 1980-2023 arası ekonomik büyüklüklerine göre ülke sıralamalarına bakıldığında, her yıl sıralama değişmektedir. Üstekiler alta doğru, alttakiler ise üste doğru bir trend izlemekte ve yer değiştirmektedir. Ekonomik büyüklükler durmadan değişmektedir. Bu emperyalist ekonominin dengesiz gelişmesinin bir sonucudur. Birkaç yıl içinde Hindistan, ABD ve Çin'in arkasından 3. büyük ekonomi olacaktır. Bu önlenemez bir gerçekliktir. Hiçbir emperyalist ülke Hindistan'ın bu gelişimini, belki yavaşlatabilirler, ama durduramazlar. Ancak kendi gelişim sınırına vardığında yavaşlar ve durur. ABD, ne denli ticaret yasakları, kısıtlamalar, ağır verğiler, ticaret savaşları uygulasa da, Çin'in yükselişinin durduramaz. Çin ekonomisinin durması, bütün emperyalist ekonomileri vurur. Çünkü emperyalist ekonomiler 1920'lerde değil, 2020'lerde ve üretim bütünüyle uluslararasılaşmıştır. Söylem yerindeyse; “kelebek etkisi” dünden daha fazladır. Emperyalist ülkelerin rakiplerine karşı, baskı ve çeşitli ekonomik ve siyasi yaptırımlar uygulamaları hiç bir zaman eksik olmadı ve olmyacak, ancak, kapitalist-emperyalist ekonomik sistemi temel ilkelerini değiştirmeye kadir değillerdir. Savaşlarla çözebilecekleri şey, egemenlik alanları üzerindeki söz söyleme ilişkileridir.


Emperyalizmin en temel özelliği, sermaye ihracıdır. Sermaye ihracı, yani dış ülkelere sermaye yatırımları, tekellerin kendi iç pazarının doyması ve sermayenin büyümesiyle dış ülkelere açılması ve oraları da sermaye ihracı yoluyla sömürmeleri, kendilerine bağlamaları, sömürü ve egemenlik pazar alanlarını genişletme eğilimi esas hale gelmiştir. Hiçbir kapitalist tekel iç pazarla yetinmez ve dış pazara açılarak sermayesini büyütmeye çalışır ve bu bağlamda da diğer rakip tekellerle pazarlara egemen olma mücadelesi verir. Dış pazarlara egemen olma eğlimi geçici bir eğilim olmayıp her tekelin ve emperyalist devletlerin esas eğilimi haline gelmiştir. Emperyalist devletleri tekellerden ayrı ele alınamaz. Kapitalizm tekelci kapitalizmdir ve kapitalist devlet ise tekelci devlettir.


Tekelleşme; kapitalizmin gelişmesi, yoğunlaşması ve merkezileşmesiyle ortaya çıkar. Daha açık bir söylemle, kapitalist üretimin gelişmesiyle tekelleşme doğru orantılıdır.


Ülke içindeki tekelleşmenin gelişmesi, kaçınılmaz olarak her tekeli ve elbette her ülkeyi dış pazarlara yöneltir.


Emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, üretim süreci değişmemiş, tersine yoğunlaşmıştır. Kapitalizmin ücretli işgücü sömürüsü üzerindeki gelişmesi, temel olarak ona dayanması, ya da Marx'ın söylemiyle, “kapitalizmin artı-değer üretimi olması”, emperyalizm aşamasında değişmemiş, tersine, emek-sermaye arasındaki, yani, kapitalist ile işçi arasındaki çelişmeyi daha keskinleştirip daha görünür hale getirerek, iki sınıf arasındaki çelişmeleri daha da netleştirmiştir. Ve kapitalizm emperyalizm aşamasıyla, sosyalist devrimlerin yolunu açmıştır. Bu nedenle, Lenin, 1917 Rus Devrimiyle birklikte, “çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır” belirlemesinde bulunmuş ve eklemiştir: “Emperyalizm proletaryanın toplumsal devriminin eşiğidir.”



1- Bir tekelin ya da bir ülkenin emperyalist aşamaya gelmesini belirleyen nedir?


„Emperyalist Türkiye“ kitabımda buna, kısaca şöyle yanıt vermiştim:

Bir ülkenin empeyalist olmasını belirleyen temel özellikler: Diğer emperyalistlere karşı açık tavır almasından çok, ülkedeki kapitalist gelişmişlikten, tekelleşmeden ve tekellerin uluslararsı bir niteliğe (başka ülkelerde sömürü ve sermaye yatırımları) sahip olmasıdır.3


Bu soruya verilecek yanıtı biraz daha genişletirsek: Kapitalist üretimin yoğunlaşması, sermaye birikiminin büyümesi ve merkezileşmesi ve bundan kaynaklı olarak tekelleşmenin gelişmesi ve dış ülkelere sermaye ihracıdır. Sermaye ihracını her şirket yapamaz. Sermaye ihracı demek, bir tekelin bir başka ülkede yatırım yapması, yani, fabrika kurması, fabrika satın alması, büyük emlak yatırımlarında bulunması ya da büyük inşaat işlerini yapması ve bir devlete borç para vermesi, çeşitli finansal yatırımlarda bulunmasıdır. Banka açması ya da satın alması, sigorta şirkelerini kurması ya da satın alması vb. yatırımlar sermaye yatırımlarıdır. Yani, belli bir miktarda sermaye yatırımı ile bir dış ülkeye yerleşmesidir. Amacı, o ülkede sermayesini büyütmek ve pazar alanlarını genişletmektir. Bu özellikler, şirketleri, serbest rekabetçi dönemden ayıran temel özelliklerdir. Bu nitelikler, kapitalizmin en üst aşaması olan emperyalistleşmenin özellikleridir.


Örneğin, bugün bir çok kişi Türkiye ya da dünyanın her hangi bir ülkesinden ev satın almaktadır. Bir başka ülkenin vatandaşı bir kişinin oturmak amaçlı bir ev alması esasta sermaye yatırımı değildir. Çünkü bireysel amaçlıdır. Tekellerin sermaye yatırımı ise tamamen sömürü amaçlı ve sermayesini büyütmek amaçlıdır. Ve küçük bir sermaye ile salt bir küçük ev almakla yetinmez, esas olarak sermayesini büyütmek amaçlı olur. Ve bunu sürekli hale getirir. Türkiye'de, İranlı, Rusyalı, Ukraynalı, Iraklı, Suriyeli, Suudi Arabistanlı, Almanyalı, İngiltereli ve daha bir çok ülkeden insanlar evler satın alıyor. Bunların büyük bir bölümü bireysel orturmak amaçlıdır. Bu tür yatırımlar tekelci sermaye yatırımları değildir.


Türkiye'de Koç Holding'in (KH) sayısız dış yatırımları var. Bu tekeli dışında başka bir tekel örneği verelim. Örneğin, Tosyalı Holding (TH). Bu tekelin, Cezayir'in Oran şehrinde Demir-Çelik fabrikası, Angola'da maden cevheri işletmesi ve İspanya'nın Alegría-Dulantzi şehrinde “Baika Steel Tubular System” sprial boru üretim tesisi (fabrikası) ve Senagal'de organize sanayi bölgesi var.4 Bu yatırımların toplam tutarı 2 milyar ABD dolarını geçmektedir.Ve bu fabrika orada üretime geçmiştir. Ve fabrikasını her geçen günde büyütmektedir. Bu tekel aynı zamanda, sermaye büyüklüğü bakımından Türkiye'nin de sayılı tekelleri arasında yer almaktadır. Türkiye'de genelde demir-çelik sektöründe yer almakla birlikte başaka sektörlerde de faaliyet yürütmektedir. TH'in Karadağ'da da bir demir-çelik fabrikası vardı, onu satmıştır. Kısacası, TH, bireysel ev almıyor, en temel üretim alanlarına yatırım yapıyor. Ve tek bir ülkede değil, birden fazla ülkede yatırım yapıyor. Bu, tipik emperyalist bir tekelin dış yatırımları, sermaye iharacıdır.


Konumuz açısından önemli olan, bu tekelin dış ülkelerde sermaye yatırımı olması ve o ülkelerdeki işçileri sömürümesi ve o ülkelerde pazar alanlarını genişletmesidir. Sermaye, salt para değildir. Esas olarak, bir egemenlik ilişkisidir. Sermaye, siyasal egemenliğiyle, kendi ulusal (emperyalist) kültürüyle ve daha bir çok sosyal faaliyetiyle orda yer alır ve sermaye gücü oranında, doğrudan, sisyasal iktidara etkide bulunur. TH bunlardan birisidir. Ve TH emperyalist bir tekeldir. Nasıl ki, ülkemiz de fabrikaları olan Alman BOSCH5 (Bosch San. ve Tic. A.Ş.) tekeli bir emperyalist tekel ise, TH'de emperyalist bir tekeldir. Bosch daha büyük bir tekel iken, TH ondan daha küçük bir tekel olabilir. Emperyalizmde tekeller arası bir eşitlik söz konusu olamaz. Önemli olan nitelikleridir.


Daha başka örnekler verilebilir. Ancak, buna gerek yok. Önemli olan bir tekelin dış ülkelerde sermaye yatırımı yapabilecek bir sermaye birikimi durumuna gelmesi ve sermaye yatırımlarını gerçekleştirmesidir. 2022 yılı verilerine göre, Türkiye'li tekellerin 128 ülkede, 2033 adet sermaye yatırımı vardır.6 Bu, onlarca Türk tekelinin yurtdışında yatırım yapabilecek sermaye birikimi olduğunun bir göstergesidir. Türk tekellerinin dış ülkelere sermaye yatırımları her geçen günde büyümektedir. Yalnızca bir kaç on tekel değil, dış ülkelere sermaye ihracı yapan tekel sayısı da artmaya devam etmektedir. Bir tekelin emperyalist nitelikte olması, o tekelin ülkesinin niteliğinden ayrı olamaz.


Emperyalist tekellerin, yatırım yaptıkları ülkelerde yerli tekellerle ortaklık (joint ventures) kurabilecekleri gibi, çok az bir hissesini de yerli tekele ya da bir başka emperyalist tekele verebilir ya da yatırımın yüzde yüzü kendisine de ait olabilir. Dünyanın en büyük tekellerinin gittiği ülkelerde ortaklıklıkları vardır. Bu tekellerin güçlerini koruma ve pazar alanlarını genişletmek amaçlı ilişkileridir. Örneğin, Otomobil tekeleri arasındaki kıyasıya rekabet nedeniyle, Fiat, Renault, Chrysler, güçlerini tek bir tekel altında birleştirdiler.


Tekellerin birleşmesi, ortaklıkları vb.nin bir çok örneği mevcut ve ortak bir şirket altında da rakiplerine karşı birleşebiliyorlar. Ya da eşit paylarla ortaklık kurabiliyorlar.


Türk tekelleri de gittikleri ülkede ya da Türkiye'de çeşitli yabancı tekellerle ortaklıklar kuruyorlar. Bazı ortaklıklarda kendi payları çok iken bazı ortaklıklarda ise kendi payları %50'nin altında kalabiliyor. Ortaklık oranı, bir tekelin emperyalist bir tekel olup olmadığının göstergesi olamaz. Örneğin, Çalık Holding (ÇH), Çöpler (Erzincan-İliç) altın madencilikteki payı %20 olarak açıklandı. Geriye kalanı Kanadalı SSR Mining & Alacer Gold (Türkiye'de bilinen adıyla “Anagold”) tekeline ait. ÇH'in Arnavutluk'da ve Kosova'da (adı, “Banka Kombëtare Tregtare” olan)7 bankası var ve bütünüyle ÇH ait. Yine ÇH'in Gine ve Mali'de maden arama şirketleri var. ÇH'in en az on ülkede sermaye yatırımı vardır. ÇH, küçük bir şirket değil, Türkiye içinde büyük bir tekel olduğu gibi, dış ülkelere de sermaye yatırımı yapabilecek duruma gelmiş emperyalist bir tekeldir.



Soruların Yanıtları:


1- Yeni emperyalist ülkeler çıkabilir, ama diğer emperyalistler buna izin vermez.


Bu sorunun cevabını „Emperyalist Türkiye“8 adlı kitabımda vermiştim. Diğer emperyalistlerin kendilerine rakip çıkarmak istemeyişi iradi değil nesneldir. Kapitalist gelişme yasaları içinde, büyük tekeller kendilerine karşı rakip çıkarmak istemez ve daha baştan boğmaya ya da en azından önlemeye çalışsa da, bu onun iradesinde olan bir şey olmayıp, kapitalist gelişme yasalarıyla doğrudan ilgildir. Böyle bir iradi önlem olsaydı, kapitalizm gelişemez ve kendisi gibi bir dünya yaratamazdı.


Kapitalizm, kapitalist gelişme yasaları içinde var olur ve gittiği her yere kendi yasalarını götürür. Örneğin, kapitalizmin çok az geliştiği ya da hiç gelişmediği feodal bir ülkeye'de gitse, orada kapitalizmin tohumlarını eker ve yavaş yavaş kapitalist gelişmeyi sağlayarak feodal ya da yarı-feodal ekonomiyi tasifyeye yönelir. Kapitalist ekonomi ile kapitalizm öncesi ekonomi belli bir süre içiçe olsa da uzun vadede kapitalizm kendisinden önceki ekonomik kalıntıları ortadan kaldırır. Bu kapitalizmin siyasal olarak ilerici olmasıyla bir ilgisi olmayıp, kapitalist ekonomik gelişme yasasıyla doğrudan ilgilidir.


Lenin, sermaye ihracının rolünü ilişkin bilinen formülünü buraya alalım. Bu formül bilinmesine karşın, bunun pratik karşılığı görülmezden gelinmektedir.


Sermaye ihracı, yöneltilmiş olduğu ülkelerde kapitalizmin gelişmesini, onu güçlü bir şekilde hızlandırarak etkilemektedir. O halde sermaye ihracı, ihraç eden ülkelerin gelişmesinde belli bir noktaya kadar bir yavaşlamaya yol açmaktaysa da bu, bütün dünyada kapitalizmi genişliğine ve derinliğine geliştirme uğruna olmaktadır.9 (abç)


Bugün kapitalizm bütün dünyada gelişmiştir. Yarı-feodal bir ülke yok gibidir. Sermayenin uluslararsılaşmasından öte, kapitalist üretim uluslararasılaşmıştır. Dünyaya bir avuç emperyalist tekeller egemendir. Hatta, dünyanın ilk en büyük 500 tekeli, dünya ekonomisini biçimlendirmekte ve yönlendirmekte olduğu rahatlıkla söyenebillir.


Kapitalizm serbest rekabetçi dönemden çıkalı yüzelli (150) yıla yakın bir zaman geçmiştir. Ve artık kapitalizm tekelci bir özelliğe sahiptir. Girdiği ülkelerde de buna göre gelişme gösterir. Yani, girdiği ülkedeki kapitalizm tekelleşme şeklinde ortaya çıkar. Emperyalist bir tekel, yeni girdiği bir ülkede, yerli işbirlikçiler ile ilişki kursada, o işbirlikçi kapitalist, tekelleşeme eğilimi taşır ve büyüdükçe tekelleşme artar.


2023 yılı itibariyle bütün ülkelerinin GSYH'nın toplamı yaklaşık 105 trilyon ABD doları kadar.10 Bu 1960 yılında 1 trilyon dolar civarındaydı. Bu, dünya ekonomisinin, son 60 yılda, yaklaşık 100 kat büyümesi demektir. Bu kapitalizmin büyümesidir. Kapitalizm derinlemesine ve genişlemesine büyüp gelişmiştir. Ve gelişmeye devam etmektedir. Bunun anlamı, hiç bir ülke ve hatta hiç bir yerleşim birimi kapitalizmin sömürü ağından kaçamaz durumdadır. Üretimin uluslararasılaşmasının gelişmesiyle beraber, kapitalizm en geri ülkelerdeki kapitalizm öncesi ekonomi biçimlerini söküp atmıştır.


Örneğin Koç Holding (KH), ilk başlarda işbirlikçiyidi. Emperyalist tekellere bağlı olarak gelişiyordu. Çünkü esas sermaye emperyalist tekelin elindeydi. Yani, kendisi komprador nitelikte bir kapitalisti. Ancak, zaman içinde sermaye birikimini büyüttü ve bağlı olarak büyüdüğü emperyalist tekele rağmen gelişme gösterdi ve bağımsız hareket etmeye başladı. Her kapitalist tekel, büyümek, bağımsız hareket etmek ve kendi sermayesini kendisi kontrol etmek ve dışarıya açılmak eğilimini taşır. KH'de bunu yaptı. 1927 yılında emperyalist tekelin (Ford Tekeli) ya da tekellerin işbirlikçisi olarak gelişti ve 1970'lerden itibaren kendi tekelleşmesini tamamlayarak, bağımsız hareket etmeye başladı. Ve bu süre içinde ülke ekonomisi içindeki payını artırdı. Ancak, bir süre sonra ülke içindeki pazar yeteli gelmeyip dışarıya açılmaya, dış pazarlarda yer edinmeye başaldı. Bu gelişme, KH'in emperyalist karakter kazanmasının, emperyalist aşamaya gelmesinin bir sonucudur.


Koç Topluluğu bugün, yurt dışında 60’tan fazla üretim tesisi ve pazarlama şirketi bulunan ve 150'den fazla ülkeye ihracat yapan büyük bir aile.„11 KH'e bağlı Arçelik tekelinin, Türkiye'de dahil 9 ülkede 30 fabrikası (üretim tesisi) var. KH büyüdükçe, dış ülkelerdeki ticari ilişkileri ve iştirakları, üretim alanları ve üretim tesisleri de artıyor. Bugün, KH'in, dünyada, ayak izlerinin olmadığı ülke yok gibidir. Ya ihracat, ya ithalat ya da üretim tesisleri, lojitstik ağları ve bürolarıyla uluslararası bir tekel konumundadır.


KH'in yıllık cirosu (örneğin 2022) Türkiye'nin GSYH'nın %9'una, ihracatı, Türkiye'nin toplam ihracatının %7'ine, İstanbul Borsa'sındaki şirketlerinin toplam değeri, borsadaki şirketlerin toplam değerinin %19'una denk geliyor. Bu büyük bir tekelleşmeyi göstermektedir.12 KH'in toplam cirosunun %30'u yurtdışı satışlarından oluşuyor.


Kapitalist bir ülkede, kapitalist bir tekelin gelişmesi, o ülkedeki genel kapitalist gelişmeden bağımsız olamaz. KH'in, büyümesi, gelişmesi ve dış ülkelere açılabilecek, yani sermaye ihraç edebilecek seviyeye gelmesi, Türkiye'nin kapitalist gelişmesinden ve emperyalist aşamaya gelmesinden bağımsız değildir. KH'in yıllık cirosu ilk defa (2023 son) 1 trilyon TL'nin üzerine çıktı ve Ali Koç'un ayağa fırlamasına neden oldu. Türkiye'nin 2023 GSYH ise 1 trilyon 100 milyar ABD dolarının üzerine çıktı.


Türkiye'de KH gibi onlarca uluslararsı Türk tekeli vardır. Bunları burada sıralamak fazlalık olacaktır. THY ve Şişecam gibi tekelleri incelemek bile, Türk devletinin emperyalist niteliğini ortaya koymaya yeter.


Örneğin bir THY tekeli (devlet tekelidir ve doğrudan TVF'a bağlıdır) ciro açısından Avrupa'nın Lufthansa, Fransa-KLM'den sonra 3. büyük tekelidir.13 İngilizlerin British Airways'ı 4. sıraya düşmüştür. Emperyalistler THY'ın büyümesini ve diğer havayolu tekellerin pazarını kapmasını önliyemiyorlar.


Türkiye'nin en büyük finans tekellerinden bir olan İş Bankası'na bağlı Şişecam tekelinin yükselişini ve Avrupa'da bir çok tekelin pazarını kapmasına, emperyalist büyük tekeller engel olamıyor ve Şişecam düzcam üretiminde Avrupa'nın 1-4 arasında yer almaktadır. Kendisi 1. olduğunu yazıyor.14 Ayrıca, İtlay'da iki, Bulagaristan'da bir üretim fabrikası olan Şişecam'ın üretimi AB'e dahil olmaktadır. Şişecam'ın 14 ülkedeki toplam 45 tesisi ve 22 bin çalışanı var ve50’den fazla ülkeye satış gerçekleştiriyor. Satışlardaki bölge-kıtaların payları: Avrupa % 87, ABD %3, Asya-Okyanusya'da %7 ve Afrika-Ortadoğu'da %3 kadar ve gelirlerinin %60 yutdışıdır.15


Bu bilgiler kolayca internet sayfalarında bulunabilir ve buradaki amaç, büyük emperyalist tekellerin daha küçük tekellerin gelişmesini ve büyümesini, yenilerin, eskilerin pazarlarını kapmalarını engelliyemiyorlar.


Büyük emperyalist ülkeler ya da büyük tekeller, yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışına izin vermez anlayışı, iradicilik ve kapitalizmin, komplo teorileri üzerinde geliştiğini sananların düşüncesidir.


Devam edecek...

e-mail adresim: yusufkoese@hotmail.com

 

 

 

1Friedrich Engels, Anti-Dühring, sf. 92, İkinci Baskı, Sol Yayınları

2Lenin, Emperyalizm, sf. 120, Sol Yayınları

3Yusuf Köse, Emperyalist Türkiye, sf. 309, 2022 , El Yayınları

4tps://www.tosyaliholding.com.tr/faaliyet-alanlarimiz/grup-sirketleri/yurt-disi-istirakler/sts-fabrikasi-ispanya

51972'den beri Türkiye'de faaliyet sürdüren Bosch tekeli, “2023 yılı ön kapanış rakamlarına göre yaklaşık 19.800 çalışanla 145 milyar TL toplam satış gelir“ elde etmiştir. https://www.bosch.com.tr/sirketimiz/bosch-tuerkiye/

6https://ticaret.gov.tr/data/5c4ac3db13b876297ce9a568/Yurtd%C4%B1%C5%9F%C4%B1%20Yat%C4%B1r%C4%B1m%20Anketi%20-%202022%20Sonu%C3%A7%20Raporu.pdf

7https://www.ekonomim.com/finans/haberler/calik-grubunun-arnavutluktaki-bankasi-bkt-10uncu-kez-yilin-bankasi-secildi-haberi-458254

8Yusuf Köse, Emperyalist Türkiye, sf. 309-323

9Lenin, Emperyalizm, sf. 66

10ttps://www.visualcapitalist.com/visualizing-the-105-trillion-world-economy-in-one-chart/

11https://www.koc.com.tr/faaliyet-alanlari/uluslararasi-ag

12KH 2022 faliyet Raporu, sf.4

14https://www.mordorintelligence.com/industry-reports/europe-flat-glass-market/market-share

15https://www.sisecam.com.tr/tr/Documents/Dunyada_Sisecam.pdf

7 Mart 2024 Perşembe

Kadınlar ve İşçiler


 

8 Mart Dünay Emekçi Kadınlar Günü“ için daha önce yayınladığım makalemi, güncelliğini koruduğu için bir kere daha yayınlıyorum.







8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun!

Jan Jiyan Azadi!

 





 

Kadınlar ve İşçiler

 

Yusuf KÖSE

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.



İnsanların tarihi toplumsal sistemler tarihidir. Ve insanların yaşam biçimlerini, aralarındaki ekonomik, siyasi, kültürel ilişkileri belirleyen, içinde yaşadıkları toplumsal sistemin karakteridir. Sınıfların ortaya çıkışından sonrada toplumsal sistemlere damgasını vuran ve onu daha ileri götüren, değiştiren sınıflar arasındaki mücadele olmuştur. Hiç bir toplumsal değişim sınıf mücadelesinden azade olmamıştır.



Toplumun sınıflara bölünmesinden beri de ona karakterini veren ezen sınıfların ekonomi-politiği, ezilen sınıflar ile ezen sınıflar arsındaki toplum içindeki ilişkileri belirleyen temel etken olmuştur. Toplumsal ekonomik yapı, kendi karakterine uygun üst yapıyı da belirler.




Toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, insanların sınıflı topluma geçmesiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Ve bu, kapitalist toplumda biçim değiştirerek daha kadınlar üzerinde daha yıkıcı bir hal almıştır. Kadın cinselliği, burjuva sermayesinin aşırı birikim ve meta aracı haline getirilmiştir. Ve burjuvazi, işçi sınıfını bölmek ve onun üzerindeki iktidarını pekiştirmek için, kadın üzerinde cinsiyet ayrımcı politikasını, sermayenin birikimi uğruna derinleştirmeyi esas politikalarından biri haline getirmiştir.

Toplumların ilk sınıflara bölünmesinden miras kalan kadının cinsiyet ayrımcılığına tabi kılınması politikası, kapitalist sömürücü sınıfların iktidarda kalmaları için vazgeçilmez ekonomik, politik ve ideolojik baskı aracına dönüştürülmüştür. Bu aynı zamanda, işçi sınıfını bölme, kadın ve erkek emekçiyi karşı karşıya getirme politikası olarakta yürülükte tutulmaktadır. Kadının daha fazla baskı altında tutulması, cinsiyet ayrımcılığıyla aşağılanması, aynı şekilde emekçi erkeğinde aşağılanmasını koşullamaktadır.



Sınıflı toplumların üretim biçimleri; maddi üretimin yanında, ezilen sınıfları politik olarak ezme, onları baskı altında tutma, bölme, kutuplaştırma, doğal biyolojik ayrımları sosyal ayrımcılık temelinde politikleştirerek derinleştirmeyi ücretli kölelik üzerinde yükselen ideolojik-politik üretimini de kaçınılmaz olarak üretir. Kapitalist toplum, bunu, daha modern ve daha derinlemesine geliştirmiştir. Bir taraftan sınıf çelişmesini keskinleştiriken, bir taraftanda artan ölçüde küçük burjuva düşünce tarzını topluma yayması, ezilen sınıflar arasında burjuvaziye ve onun ekonomi-politikasına karşı birliğin genişlemesini ve pekişmesini önleyici bir rol oynamaktadır.



Tarihsel materyalizmin ortaya çıkardığı  bir gerçek olarak, insanların tarihi toplumsal sistemeler tarihiyse, toplumsal sistemlerin karakteri de o toplumda yaşayan insanların ilişkilerinin temel belirleyicisidir. Kapitalist toplumda kadın ve erkek işçi ücretli kölelikten kurtulamaz. Çünkü, sınıflı toplum, ezen/ezilen, sömüren/sömürülen üzerine kuruludur. Ezen sınıflar, günümüzde kapitalistler, iktidarlarını ancak işçi (kadın-erkek) sınıfını sömürerek ve baskı altıda tutarak sürdürebilirler. Bu da yetmez. Toplumda sürekli kutuplaşmayı, ayrımcılığı (cinsiyet, dini, ulusal vb.) canlı tutar. Irkçılık, miliyetçilik, şovenizm, kadın-erkek ayrımı, dinsel ve ulusal azınlıklar üzerinde baskı ve kutuplaştırma burjuva toplumun vazgeçilmez politik ayrımcılık öğeleridir. Bunları bazan yoğun olarak derinleştiriler bazan ise yumuşatırlar. Ama asla ortadan kaldırıcı bir politika izlemezler, izleyemezler. Kapitalist üretim tarzının karakteri buna izin vermez. Çünkü, burjuvazi işçi ve emekçilerin direkt burjuvaziyi hedef alıcı politik eyleme geçmesini, özellikle de; sömürü sisteminin yıkma eylemine geçmesini istemezler ve bunu önlemek için en kanlı şiddet-terör dahil her türlü ideolojik-politik yanıltma, elimine etme politikasını sürdürürler.



Kapitalist toplum, işçi sınıfının ezilmesi ve sömürülmesi tarihiyse, aynı şekilde kadınların ezilmesi, sömürülmesi ve cinsiyet ayrımcılığına tabi kılınarak metalaştırılmasının ve aşağılanmasının derinleştirilmesinin tarihidir. Bu tarih, kadın ve erkek işçilerin, emekçilerin aynı sınıfın üyeleri olarak, kurtuluşlarının da ancak ve ancak birlikte mücadele ile olacağını göstermektedir. Bu sosyalizmdir.



Burjuva Toplumunda Kadın ve Erkek Emekçi

Burada somut bazı istatistikler vereceğim. Bu istatistikler, burjuva toplumu tarafından kadının neden ezilenlerin ezileni olarak tutulduğunun yanısıra erkek emekçilerin kaderi ile kadın emekçilerin kaderinin aynılaştığınında bir göstergesidir.

Ancak, unutulmaması gereken bir gerçek: Kapitalizmin krizinin faturaları emekçiler üzerinde bütün ağırlığı ile çökse de, kadınlar üzerindeki ağırlığı tartışılmaz ölçüde yüksek ve dayanılmaz acıları da birlikte getirmektedir. Bu istatistiklerde, kapitalizmin derinleşen krizinin kadınlar üzerindeki ekonomik, sosyal, toplumsal cinsiyet ayrımcı ve politik faturaları kısmen yansıtılmaktadır. Çünkü istatistikler, kadınların yaşadığı her türlü aşağılanmayı ve acıları tam olarak veremez.

ILO’nun 2020-2021 Küresel Ücret Raporu’na[1] göre, çalışanların kayıpları oldukça yüksek. 2020’nin ilk çeyreğinde, çalışma saati kayıplarının Asya ve Pasifik’te %15,2; Afrika’da %15; Arap Devletlerinde %16,9; Avrupa ve Orta Asya’da %17,3, ABD’de %28’e çıktığı ve dünya genelinde ortalama iş kayıplarının %17,3’e ulaştığı belirtilmektedir. Yaşanan yoğun işsizliğin ve işten çıkarma ve işsizliğin ise hesabı tutulamıyor.

İLO’nun aynı raporunda, gelişmiş 52 ülkede işçilerin üretkenliği 1999-2019 arasında %123 artarken, bu yıllar içinde işçi ücretlerindeki real artış ise %114 civarında kalıyor.

Aynı raporun yer alan bir başka önemli verisi ise; 2020’nin ilk ve ikinci çeyreğinde, bazı seçilmiş ülkelerdeki  ücret kayıplarının cinsiyetlere göre dağılımı:

Ülkeler

Ortalama (%)

Kadın (%)

Erkek (%)

Portekiz

13,5

16.0

11.4

İspanya

12.7

14.9

11.3

Fransa

10

13.1

7.7

İngiltere

9.2

12.9

9.1

Almanya

6

8.6

4.4

Danimarka

3.3

4.5

2.5

Hollanda

1.7

2.5

1.3

 

 

 

 

 

 

 

 

 Kaynak: İLO, Küresel Ücret Raporu, 2020-2021, sf. 46

 

 

Bu tablodaki veriler yanıltmasın. Sadece pandemi boyunca oluşan kayıplar. Kadınlar, bütün ülkelerde erkeklerden daha az ücertle çalışıtırılıyor. Bu kapitalist toplumun en görünen çıplak gerçekliğidir. En gelişmiş modern ya da “demokrat” olarak bilinen burjuva devletlerinde dahi aynı işi yapan kadın ve erkek işçi aynı ücreti almıyor. Kadın en az %22 daha az ücret alıyor. Kadının cinsiyet ayrımcılığına, aşağılanmasına, kadın üzerindeki erkek basıkısının nedenleri burada, sistemin bu işleyiş karakterinde aranmalıdır.

Bu veriler, kadın ve erkeğin en gelişmiş kapitalist ülkelerdeki durumları ve cinsiyet ayrımcılığının net göstergesidir. Kadının, toplumsal olarak ezilmesi, ikinci sınıf görülmesi, cinsiyet ayrımcılığı, iş yerlerlerindeki mobbingler, tacizler, tecavüzler, kadın cinayetleri, bu verilerin içindedir. Erkek egemen anlayışı besleyen etkenlerin başında, kadının daha baştan ekonomik olarak erkek karşısında negatif bir ayrımcılığa tabi tutulması gelmektedir. Diğer etmenler ise ikincildir. Tabi, bu verilerin içinde işçi ölümleri, yani çalışırken "iş kazası" adı altında ölen işçilerin şimdilik adı geçmiyor. Ama, sadece AKP Türkiye’sinde,  2002 Kasım’ından 2020 yılı sonuna kadar toplam 27 bin işçi iş kazasında ölüyor. Son dört yılda ise toplam  10 bin işçi iş cinayetine kurban gidiyor.[2] Nedeni çok açık; aşırı meta ve aşırı artı-değer üretimi için, yani kapitalist sitemin amacı olan aşırı sermaye birikimi için işçilerin katledilmesidir.

DİSK/Genel-İş Covid-19 Raporu’na (Mart 2021)[3] göre Türkiye’de 1 milyon 346 bin kadın işçi işten çıkarıldı. Son bir yıl içinde çalışanlarda kadın istihdamı %6,5, erkek isdihdamı %2,7 düştü. Bu da burjuvazinin öncelikle kadınları hedef aldığını gösteriyor.

Evet, bir tarafta kadınlar öldürülürken, bir tarafta ise işçiler öldürülmektedir. Bir tarfta kadınlar aşağılanırken, bir tarafta da işçiler en aşağılık koşullarda çalıştırılmaktadır.

İşçi hakları ile kadın hakları aynı kapitalist ekonomik-politiğin kıskacı altındadır. İşçi haklarının yüksek olduğu yerde kadın hakları da yüksektir. Bu ikisi birbirinden bağımsız değildir. Çünkü ikisi de burjuva sınıfının çıkarlarına terstir. Kadınların erkekler tarfından öldürüldüğü yerde, iş cinayetleri altında, ağır sömürü koşulları altında (daha çok erkek emekçiler) kapitalist sistem tarafından doğrudan katledilme eğilimi de her zaman yüksektir.


Kadınların kurutuluş mücadelesi ile erkek işçinin kurtuluş mücadelesi aynıdır. İkisininde gerçek kurtuluşu kapitalist toplumun yıkılıp yerine sosyalist toplumun kurulmasıyla gerçekleşecektir.

Elbette bugünden, demokratik hak ve özgürlüklerimiz için dişe diş mücadele etmeliyiz, edilmeli ve edilecektir. Nasıl ki, işçi ücretlerinin artırılması, işçinin ücretli kölelikten kurtuluşu  olmayacağını bildiği halde, ücretlerin artırılması için mücadele ediliyor ve edilmeye devam edilecekse... Aynı şekilde, kapitalist toplum içinde kadın üzerindeki ayrımcılığın ve aşağılanmanın ortadan kaldırılması olsun,  “İstanbul Sözleşmesi” için olsun mücadele ediyoruz ve etmeliyiz. “İstanbul Sözleşmesi” kadınlar için gerçek bir kurtuluş değil, ileri demokratik bir adımdır. Biz biliyoruz ki, burjuva toplumunda kazanılan demokratik ve ekonomik haklar bizim gerçek kurtuluşumuzu sağlamasada, ama sosyalizm için ileri bir adım olduğunu, bir basamak daha çıktığımızın bilinciyle hareket etmeliyiz. Hiç bir demokratik ve ekonomik hak mücadelesi küçümsenmemelidir.

Sınıfların ve ücretli kölelik sisteminin olduğu bir toplumda kadınlar üzerindeki cinsiyet ayrımcılığı belki azalabilir, geriletilebilir ama asla ortadan kalkmaz. Emekli kadınların emekli erkeklerden ortalama olarak %46 oranında daha az emekli aylığı aldığı ve yanlız yaşayan kadınların %28'i, yaşlandıklarında daha da yoksullaşan[4] ülkenin başbakanı Angela Merkel, sınıfdaşı Tayyip Erdoğan her sıkıştığında, onu kurtarmak için nasıl elini uzatıyorsa, kadın ve erkek emekçilerde aynı sınıfın üyeleri olarak, her yerde, her alanda, daha sıkı bir şekilde, her saniye cinsiyet ayrımcılığını üreten kapitalizme karşı birlikte ve örgütlü mücadeleyi geliştirmelidirler.

Bütün bu mücadeleler, sosyalizm için mücadele havuzunda birleştirilmesi hedefi ve amacıyla hareket edildiği anda, kadın ve erkek işçiyi ve tüm ezilenleri, sömürüsüz sınıfsız, sınırsız bir kurtuluş dünyasına ulaştıracaktır. 7 Mart 2021

***

[1] www.ilo.org.global-wage-roport/2020/2021.pdf  Erişim Tarihi: Mart 2021

[2] İSİG, işç Cinayetleri Raporu, www.isigmeclisi.org. 2021

[3] http://disk.org.tr/2021/03/covid-19-doneminde-kadin-isgucunun-durumu-raporu-yayimlandi/

[4] Rote Fahne, 5 mart 2021, Nr. 5, www.rf-news.de

 

***