13 Aralık 2024 Cuma

Sosyalist Devrim Mi? Demokaratik Devrim Mi?

                                                         Grevi yasaklanan metal işçileri

 

Sosyalist Devrim Mi? Demokaratik Devrim Mi?


Yusuf Köse


TDH içinde, 1960-1970’lerde “milli demokratik devrim” argümanı ağır basıyordu. O günlerde bu saptama ülke gerçeği ile genelde uyuşuyordu. Çünkü ülke gerçekten emperyalizmin yarı-sömürgesi durumundaydı ve nüfusun yarısından fazlası köylerde yaşıyordu. Ancak, 50 yılı aşkın bir süre sonra aynı sloganı kullanmak, işçi sınıfının önüne, stratejik hedefi olarak “demokratik devrimi” koymak, ülke geçeği ile uyuşmadığı gibi, dün doğru olan slogan bugün sosyalşevonist bir sapmaya dönüşmüştür. Demokratik devrimin bir yanı emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesini içerirken, bir yanı da tarım devrimini, daha doğrusu var olan feodal ve de feodal kalıntıları ortadan kaldırmayı hedefler. Yoğun bir topraksız köylü nüfusu olur ve toprak sorununu çözmek için demokratik bir devrim gereklidir. Ve demokratik devrim sosyalizme giden yolda ara bir aşama olur.


Çin Devrimi, yarı-feodal ve yarı-sömürge ülkeler için bir örnek teşkil eder. Kapitalizmin geliştiği, feodal üretim ilişkilerinin kalmadığı bir ülkede, toprak devriminden söz etmek, kapitalizm gerçekliğiyle bağdaşmaz. Ya da kapitalizm kısmen geliştiği, yarı-sömürgeciliğin ağır bastığı ülkelerde, “milli demokratik devrim” gündemde olabilir. Bu tür ülkeler, genelde Afrika'nın bazı ülkelerinde söz konusudur.


Örneğin, Ekim Devrimi öngününde, Rusya'da da yoğun bir topraksız köylü nüfusu vardı. Ancak 1917 Şubat devrimi ile bu çözüldü. Çarlığın devrilmesi ve burjuvazi ile uzlaşan menşevik ve Sosyalist Devrimciler'in “geçici hükümet”de yer almasıyla, siyasal olarak demokratik devrim geçekleşmiş oldu ve Bolşeviklerin önderliğinde gerçekleşen devrim doğrudan sosyalist devrim oldu. Bolşeviklerin, Sosyalist Devrimciler'in tarım programını kullanmaları, devrimin sosyalist niteliğini değiştirmedi.


Bazı anlayışlar, feodal üretimin yok edilmesi için “devrim” bekliyor. Yani, feodalizmin topraktan tasfiyesinin ancak ve ancak proletarya önderliğinde “demokratik devrimle”olacağı görüşünde. Bu gerçekci değildir. Emperyalizm ve proleter devrimler çağında,, emperyalizm girdiği ülkelerde feodalizmin çözülmesini hızlandırıcı bir rol oynamıştır. Kapitalizm, girdiği ülkelerde feodalizmle uzun süre birlikte içiçe yaşayamaz. Yeni olan, baskın olan, eskiyi şu veya bu şekilde tasfiye eder. Bu tasfiye işlemi, devrimci bir tarzda değil, kapitalist gelişmenin doğal eğilimi içinde olur. Emperyalist bir dünyada, üretimin uluslararasılaşmasının en üst boyuta çıktığı bir süreçte, eğer, feodal üretim ilişkileri, bazı ülkelerde, az ya da çok varlığını sürdürüyorsa, emperyalistler arası çatışmanın, pazar paylaşımının sonucu ortaya çıkan boşluklar içinde varlığını sürdürüyordur. Örneğin Afganistan ve Afrika kıtasındaki bazı ülkelerde olduğu gibi...

 



Türkiye sosyalist devriminin önünde, bugün köylünün topraklandrılması esas görev değildir. Deyim yerindeyse, gelinen aşamada köylü kalmadı. TÜİK 2022 verilerine göre %7 civarında nüfus köylerde yaşıyor. Varolan köylülerin bir “toprak sorunu” yoktur. Kapitalizm köylülüğü son elli yıl içinde mülksüzleştirerek işçileştirdi. Varolan köylülük ise kapitalist üretim ilişkileri içinde olan bir köylülüktür. Yani, sosyalist devrimin çözeceği bir tarım sorunu vardır.


Türkiye'de, topraksız köylülük lafı edilmeyecek derecede azalmıştır. Çünkü daha önce var olan topraksız köylüler, şehirlere çekilerek işçileştirilmişlerdir. Az miktarda toprak sahibi olan köylülükte şehirlere göç etmiş ve köylülerin bir kısmı ise mülksüzleştirilmiştir. Özellikle Kuzey Kürdistan'da eski feodal toprak ağaları yoktur. Bunlar tamamıyle kapitalist çiftlikler halini almıştır. Ve tarım bütünüyle kapitalistleşmiştir. Kürdistan'da halen büyük toprak sahibi “şeyh” “şıh” varsa, bunlar kapitalist “şeyh” ve “şıh”tır. Toprağa bağlı müritleri olmayan, ama ücretli işçileri, dinsel ve siyasal etkinliği olan kesimlerdir. En gelişmiş kapitalist ülkelerde de bunların benzerleri bulunabilir. Büyük Toprak Sahiplerinin Tasfiyesi” başlığı altında köylü-toprak sorununa yeniden döneceğim.


Kapitalizm Boş Pazar Bırakmaz


Kapitalizm her şeyi pazara bağlamıştır. İran'ın şeriat rejmiyle yönetilmesi, Katar, S. Arabistan, BAE gibi ülkelerin “şeriat rejimleri” olması, o ülkelerin feodal ya da yarı-feodal bir ekonomiye sahip oldukları anlamına gelmiyor. Tersine özellikle körfez dikatatörlükleri en gelişmiş kapitalist ülkelerdir. Uluslararası sermayenin yoğunlaştığı alanlardır. Bu adlarını saydığım ülkeler emperyalist ülkelerdir. Nasıl ki, İngiltere ve Avrupa'nın bir çok ülkesinde “monarşi” kralların olması, o ülkelerin niteliğini “feodal” yapmıyorsa, “şeriat” adı altındaki yönetimleri de “feodal” nitelikli yapmıyor. Eğer, Afganistan, Taliban yönetimi altında devam ederse, dışardan ve içerden karıştırmalar olmazsa, orası da, bir süre sonra kapitalist üretim ilişkilerin egemen olduğu yer olmaktan kaçamayacaktır. Emperyalizm günümüzün en gerici sistemidir ve devamlı gericilik üretir. “Tanrı, nasıl, Trump'ı ABD'ye lider olarak gönderiyor”sa, bunları da yönettikleri halkın, inandığı tanrı  (sermaye) “lider olarak gönderiyor”.


Ayrıca, belirtmek gerekiyor, emperyalizmin krizi derinleştikçe, emperyalistler arası kutuplaşmadan kaynaklı çelişmeler keskinleştikçe, dinsel gericileşme, dine daha fazla sarılma'da birlikte gelir. Tek tanrılı dinler, her zaman egemen sınıfların hizmetinde olmuştur. Günümüzde de en sıkı şekilde emperyalizmin yayılmacılığının ve kapitalist sömürünün hizmetindedir. Kapitalist burjuvazi, feodal aristokrasiye karşı sekülerdi. Kapitalist gelişmenin o zaman buna gereksinimi vardı. Bugün emperyalizmin, sermaye birikimi ve egemenlik alanlarını genişletmesi için, sekülerizme değil dinsel gericiliğe gereksinimi var. Kapitalizmi seküler olarak görmek yanıltıcıdır. O gerilerde kaldı. Şimdi çağımız emperyalizm ve proleter devriler çağıdır. Burjuvazinin karşısında, feodal aristokrasi değil, onu yıkmak ve daha ileri bir sistem (sosyalizm) kurmak isteyen devrimci proletarya var.


Buradan hareketle, kapitalist bir ülkede “demokratik devrim” savunuculuğu geri bir adım ve gericiliktir. Hele hele, Türkiye gibi emperyalist bir ülkede “Bağımsız Demokratik Bir ülke İçin Anti Emperyalist Mücadele1 “yi proleteryanın önüne esas starateji olarak koymak, Türk tekelci burjuvazisinin ülkeye her yönüyle egemen oluduğu gerçeğini yadsımak olur ki, bu sosyal şovenist bir teorik belilemedir.


Son olarak Evrensel'in TÜİK'in “yabancı şirketlerle” ilgili haberini buraya alalım:

"TÜİK yabancı kontrollü girişim istatistikleri"ni açıkladı. Buna göre, yabancı kontrolündeki girişim sayısı 2021'de 7 bin 424 iken, 2022'de 8 bin 134 oldu. Bu girişimlerin toplam cirodaki payı 2021'de yüzde 12,9, 2022'de ise yüzde 12,7 olarak kayıtlara geçti.2


Almanya'dan da bu konuyla ilgili rakamlar verelim. “2022 yılında tam 38.438 şirket yurt dışında yerleşik bir ana şirkete aitti.” ve “2022 yılı itibariyle, yaklaşık 4,4 milyon kişi yabancıların kontrolündeki şirketlerde çalışıyor.” ... “2022 raporlama yılında, Alman şirketlerinin neredeyse %14'ü orada (diğer Avrupa ülkelerinde -YK-) bulunan ana şirketler tarafından kontrol ediliyordu. ... 3 Almanya'da faaliyet sürdüren yabancı tekellerin, Almanya'daki istihdam içindeki payları %10,2 iken, toplam cirodaki payları ise %22,3'dür. Ve bu satışların değeri ise 1 trilyon 95 milyar Avro kadardır.4 Oysa, Almanya'nın 2021 yılı GSYH 3 trilyon 676 milyar Avro kadardı.5 Yani, Alman milli gelirinin yaklaşık üçte biri yabancı tekellerin kontrolündeki şirketlerin satışından elde edilmiştir. Ve bu tekellerin Almanya içindeki yatırımların payı, toplam yatırımların % 13,6'ını oluşturuyor. Almanya'daki brüt katma değerin %16,7'sini yabancı tekellerin işletmelerinden geliyor. Akdağ'ın anlayışıyla hareket edersek, Alman emperyalizmi yabancı emperyalist tekellerin işgali altında.

Bu örnekleri vermemin nedeni, sorunu yüzeysel ele alıp, emperyalist sistemin genel yapısı gözardı edilmektedir. İyi niyetli “anti-emperyalizm” karşıtlığı, emperyalist sistemin geldiği aşamayı doğru çözümlemeye yetmiyor. Emperyalist sistemin geldiği aşama diyalektik materyalist anlayışla ele alınmalıdır. Onu, ağır gümrük duvarları ile geriye döndürmenin olanaksızlığı açıktır.


İçinde Sosyalizm geçmeyen bir anti-emperyalizm


Y. Akdağ'ın adı geçen iki makalesinde de “sosyalizm” kelimesi geçmiyor. İnkar etmemek içn söyliyeyim. Bir tane geçiyor. O da M. Kemal'den aldığı bir alıntı içinde.


Türkiye'yi „kapitalist ülke“, „tekelci burjuvazinin egemenliği„ olarak değerlendirenlerin, sosyalist devrim yerine „demokratik devrimi“ esas almaları, kendi teorik saptamalarıyla çelişiyor. Bunlardan bazılarını buraya alıp değerlendirelim.


...%98’i küçük işletme ölçeğinde olan işletmeler bu koşullarda faaliyet yürütmekte, bir kısmı tekelci ve emperyalist baskı nedeniyle iflasa sürüklenerek yok olurken, diğer bir kesimi büyükler için taşeron ve taşeronun taşeronu olarak yürüttükleri faaliyetle varlıklarını sürdürmekte;” 6

Yazar, bu değerlendirmeyi, ülkedeki küçük işletmelerin emperyalizmin etkisiyle iflasa sürüklendiğini gerekçelendirmek için yapıyor:

KOBİ'lerin toplam işletmeler içindeki yeri -en büyük emperyalist ülkelerden az gelişmiş kapitalist ülkelere kadar-, hemen hemen aynı orandadır. Yani, %99 -%98 arasındadır. Bu bilgi ve veriler “Emperyalist Türkiye” kitabımda yer almaktadır. Örneğin Almanya'da KOBİ'lerin toplam işletmeler içindeki oranı %99,3, büyük işletmelerin oranı ise %0,7 kadardır.7 Tekelciliğin geliştiği yerde, küçük üreticilerin ve küçük işletmelerin iflas ve yutulmaktan başka çareleri olamaz. Bu, ister Türkiye'de olsun, isterse ABD'de, genel durum budur ve bu, kapitalizmin olmazsa olmaz bir eğilimidir. Mülksüzleştirilme son sınırına kadar, yani mülksüzleştirenlerinde mülksüzleştirilmesine kadar devam eder. (Bir makalemde belirttiğim gibi, mülksüzleştirienlerin mülksüzleştirilmesi sürecine çoktan girilmişttir.)8 Büyük işletmeler %1'in altında olmasına karşın, belirleyici olan, ekonomiye ve siteme damgasını vuran ve devleti elinde tutanlar, söz konusu olan bu %1'dir. Bunun anlamı tekelleşmedir. Tekelci burjuvazinin egemenliğinin matematiksel göstergesidir. Ayrıca, küçük esnafın (genel anlmada KOBİ'lerin) iflasa sürüklenmesi, salt Türkiye'ye özgü değil, kapitalizmin en gelşmiş olduğu ülkelerde de KOBİ iflasları kapitalizmin krizileriyle daha da yagınlaşır. Yazarın, söz konusu küçük şirketlerin iflasının yoğunluğunu sadece “”yarı-sömürge”lere bağlaması, kapitalist sistemin genel yapısıyla çelişir. Sadece küçük şirketler değil, büyük tekellerin battığı ya da yutulduğu, kapitalist ekonominin genel bir eğilimdir. Özellikle krizi dönemlerinde bu tür iflaslar çoğalır. Şirket iflasları aynı yıl içinde Türkiye'de ise %19 azalmıştır.9 Şirket iflasları, “emperyalizme bağımlı ya da bağımsız olmakla” doğrudan bir ilişkisi olmayıp, kapitalizmin yapısal sorunudur.



Sosyalist devrimi'in “anti emperyalist” görevi yok mu?

Türkiye'deki bir çok devrimci örgüt ve parti, nedense, emperyalizmin ülkeden kovulmasının, ancak ve ancak “demokratik devrimle” başarılabileceğine inanıyor olmalılar ki, sosyalist devrimin önüne anti-emperyalizm görevini koymuyorlar. Ya da sosyalist devrimin böyle bir görevi başarıyor olabileceğine inanmıyor olmalılar ki, anti-emperyalist devrimi salt “demokartik devrim”le sınırlıyorlar.

Örneğin, MLKP'nin parti programının IV. Bölümü'nde ; “asgari program” olarak, “anti-faşist, anti-emperyalist, antisömürgeci, cins özgürlükçü demokratik devrim10. Bütün görevi demokratik devrime yüklemişler. Ama, sosyalizm de anti-faşist, anti-emperyalist, anti-sömürgeci ve “cins özgürlükçüdür”. Ayrıca, kadınların özgürlüğü demokratik devrimle kısmen gerçekleşirken, esas olarak sosyalizmle gerçekleştiği ve gerçekleşeceği bir gerçektir. Proletarya önderliğindeki demokratik devrimin herşeyden önce sınıf bileşimi daha farklıdır. Sosyalist devrimde proletarya önderliğindedir, ama sınıf bileşimi ve sınıf egemenliği daha farklıdır. Çin ve Rus Ekim Devrimleri bu iki devrime örnektir.

Ülkenin ekonomik yapısının kapitalist ve egemenliğin tekelci burjuvazinin elinde olduğu kabul edilecek, ancak, yine devrim “demokratik” nitelikli olacak? Oysa, tekelci burjuvazi soyut bir kavram değildir. Ülkedeki kapitalistleşmenin tekelci olmasından kaynaklıdır. Tekelci burjuvazinin olduğu yerde tekelci kapitalizm vardır. Kapitalist bir ülkede ise proletaryanın önündeki görev; (ülkede kapitalizm ve kapitalizmle bağlantılı ekonomik ve siyasal yapılar, buna emperyalist ilişkiler ve yatırımlarda dahildir) sosyalist devrimdir.

Türkiye'de ulusal sorunun olması, bu sorunu sosyalist devrimin çözemeyeceği anlamına gelmez. Soyalist devrim altında birden fazla ulusal sorunun çözümüne, Rus Ekim Devrimi buna en iyi örnektir.

Ülkede feodalizm ya da feodal kalıntılar var, ve bunlar baş çelişkidir” diyenler, kendi belirlemeleri içinde “demokratik devrimi” esas almakla (ülkenin sosyo ekonomik yapısıyla çelişmesine karşın) tutarlıdırlar. Ama, kapitalizmin ve tekelci burjuvazinin egemenliğinden söz edenlerin, “demokratik devrime” sarılmalarının tek bir nedeni olabilir, halkçı politik çizgiden vazgeçememelerindendir. Halkçılık ise küçük burjuvazinin politikası ve düşünce tarzıdır. İleri olana karşı bu tür ayak diremeler, devrimci radikalizm yerine, reformizme sarılma düşünce tarzı olmasından kaynaklıdır. Tipik küçük burjuva düşünce tarzı.

Teori ve Eylem yazarı Y. Akdağ'dan uzun bir alıntı alalım. “Demokratik devrim”i savunanların hemen hemen hepsi aynı argümanları ileri sürüyorlar.

Bu da bağımsızlık için bağımlılık ilişkilerinin tüm biçimlerine son verilmesini; emperyalizmin, mali sermaye ve uluslararası tekellerin hakimiyetinin son bulmasını gerektirir. Ancak, emperyalist sömürü ve bağımlılık ilişkilerinin tasfiyesiyle işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin egemenliğine son verilmesi için yürütülen mücadele birbirinden soyutlanamaz. Anti emperyalist mücadelenin zafere ulaşması için, emperyalizmin içerideki işbirlikçilerinin iktidarına son verilmesi ve halkın demokratik egemenliğine dayanan bir yeni yönetimin oluşturulması şarttır ve bu mücadele ancak işçi sınıfı öncülüğünde, tutarlı antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı çizgide sürdürülürse kesin zafer yönünde ilerletilerek bağımsızlık teminat altına alınabilir. İşçi sınıfı öncülüğü, tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahipleri iktidarının yıkılması ve yeni bir toplumsal yaşamın tesisi için en güvenilir toplumsal sınıf dayanağını oluşturacak, mücadelenin başarılı ve tutarlı şekilde sürdürülmesini sağlayacaktır.11

Büyük toprak sahibi” , “yarı-feodal üretim tarzı”, “feodal kalıntılar” gibi belirlemelerde bulunanlar, bunların ülke ekonomisi içindeki yerlerini istatiksel olarak birer birer açıklasalar ne iyi ederler. Türkiye'de bütün tekeller, irili ufaklı işletmeler, üretilen ve tüketilen mallar, bütün kalemleriyle ithalatı ve ihracatı, tarımı, sanayisi ve hizmet sektörü, kısacası her şey kayıt altında. Hatta kaynağı “belirsiz” olarak ülkeye giren sermayenin bile tutarı bilinmektedir.12 O zaman, bu meşhur “büyük toprak sahipleri”de bilinebilir. Böylece bunların nasıl bir iktidar ortağı olduğunu o zaman daha iyi analayabiliriz.

Yanlış bir anlamaya mahal vermeden, bütün ülkeler emperyalist ekonomik zincirin birer halkalarıdır. Uluslararası üretimin gelişmesiyle bu daha da pekişmiştir ve uluslararası emperyalist sermaye bütün ülkelerin ekonomi ve siyasetine şu veya bu şekilde yön veriyor, etki ediyor. Emperyalist Türk tekelci burjuvazisi de uluslararsı emperyalist sermayeden ayrı değidir. Ama bu, birbirine bağımlılık, birbiriyle kıran kırana çatışmadıkları ve küçüklerin büyüklere boyun eğmediği anlamına da gelmiyor.

Öncelikle, alıntıdaki birinci cümleden başlayalım. Kapitalizmin egemen olduğu bir ülkede, sosyalizm neden bu görevi yapamasın? Sosyalist devrimin bunları başaramaması için bir neden mi var? “Demokratik devrimi” ileri sürenlerin tek bir nedeni olabilir? “Milli burjuvaziyi” küstürmemek ya da onları da devrime katma niyeti?

Oysa, enternasyonal proletaryanın önünde çok önemli bir sosyalist devrim deneyimi var. Rus Ekim Devrimi. O, nüfusun yaklaşık %70'nin köylü olduğu bir ülkede sosyalist devrimi gerçekleştirdi ve tam 14 emperyalist ülkeye karşı savaşım verdi ve onları ülkeden attı. Ama Lenin, “bu bir demokratik devrim” demedi.

Eğer “demokratik devrim”in gerekçesi, salt emperyalistlerin ülkedeki yatırımıysa, Türkiye'li devrimcilerden çok Alman, İngiltere ve ABD'li devrimcilerin önünde “anti-emperyalist bağımsızlık” mücadelesi olmalıdır. ABD'de uluslararsı yabancı tekellerin sermaye yatırımları, ABD'li tekellerin dış ülkelerdeki sermaye yatırımlarından daha fazladır.

Akdağ, emperyalizme bağımlılıkta yabancı sermayenin ülke içindeki sermaye yatırımlarına bakarak değelendirme yapmış. Türkiye'de 2022 yılında yaklaşık 202,5 milyar ABD doları sermaye yatırımı varken, 2023 yılında bu 156,5 milyar dolar'a düşmüş. Bu da bir yıl içinde, Türkiye'den ciddi bir sermaye kaçışının göstergesidir. Türk devletinin uzun zamandan beri ekonomik krizden çıkamamasının bir nedeni de bu büyüklükte bir sermaye çıkışı(kaçışı)dır. (UNCTAD WIR 2024)

ABD'ye bakalım. 2023 yılı itibariyle, ABD'ye dışardan gelen toplam yabancı sermaye yatırımı 12 trilyon 817 milyar ABD doları ve ABD'den dış ülkelere giden toplam sermaye yatırımının tutarı ise, 9,4 trilyon dolar. Yani, ABD yabancı sermaye cenneti. Akdağ'ın anlayışına göre, ABD'li devrimcilerin önünde duran esas görev; “antiemperyalist bağımsızlık” için “demokratik devrim” olmalı. Çünkü ABD'de uluslararası sermayeye “göbekten bağımlı”dır. İngiltere'de durum farklı değildir.

İşte, İngiltere'nin iç ve dış sermaye yatırım toplamı:

2023 yılı itibariyle, uluslararası yabancı tekellerin İngiltere'ye toplam sermaye yatırımı 3 trilyon ABD doları, İngiltere'nin dış ülkelere yabancı sermaye yatırımının toplamı ise 2 trilyon ABD doları civarındadır. Çin emperyalizminin durumu da farklı değildir. Bu ülkede uluslararası sermayeye “göbekten bağımlı”dır. İç sermaye (dışardan Çin'e gelen dış sermaye) stoku 3,5 trilyon ABD doları, dış sermaye (Çin'den diğer ülkelere giden doğrudan sermaye yatırım) stoku ise 2,9 trilyon ABD doları civarındadır.13 Faşist Trump'ın Çin'e giden dış sermaye yatırımını ABD'ye çekerek “Make America Great Again” ” vaat etmesinin bir nedeni de budur. ABD'ye daha fazla dış ülkelerden sermaye akışını kolaylaştıracak baskı ve teşvik politikalarını yürürlüğe sokmak istiyor. ABD ve diğer emperyalist ülkelerin dış borçlarını ise hesaba katmadım. ABD'nin toplam borcu, GSYIH'na oranı %130'u geçmektedir.

Burada anlatmak istediğim, uluslararsı sermaye yatırımının fazla olması, o ülkenin “yarı-sömürge”liğini göstermez. Dış sermaye daha fazla gereksinim duyduğu bir gerçektir. Bütün ülkeler, dış sermaye çekmek için yoğun çaba harcıyorlar ve uluslararası sermayenin gelip yatırım yapması için uzun vadeli büyük teşvikler sunuyorlar. Ancak, çok istemesine karşın, kriz içindeki emperyalist sermaye dış sermaye yatırımlarını yapamıyor. 2023 yılı itibariyle uluslararası toplam dış sermaye yatırımları 1,3 trilyona gerilemiştir. 2015 yıllarında yaklaşık 2 trilyon ABD doları civarındaydı. (bkz. UNCTAD WIR Report 2024)

Emperyalist sistemin bu denli içiçeliğe geçmesi, uluslararası sosyalsit devrimin nesnel koşullarının fazlasıyla olgunlaştığının bir göstergesidir.



Büyük Toprak Sahiplerinin Tasfiyesi”...



Teori ve Eylem Dergisi yazarı Akdağ'dan aktardığımız yukarıdaki uzun alıntıda şöyle bir belirlemede var.

Ancak, emperyalist sömürü ve bağımlılık ilişkilerinin tasfiyesiyle işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin egemenliğine son verilmesi için yürütülen mücadele birbirinden soyutlanamaz.”

Proletarya önderliğindeki anti-emperyalist demokratik devrimin hedefleri için doğru. Ancak, anlatılan Türkiye olunca, “büyük toprak sahipleri”nden kast edilen ne? Türkiye'de feodal büyük toprak sahipleri yoktur ve kendisinin de böyle bir belirlemesi ya da “analizi” yok. Varolan büyük kapitalist toprak sahipleri, tekelci burjuvazinin içindedir. O sınıftan ayrı değildir. “ ... tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin egemenliğine son verilmesi..” gibi iddialı bir belirleme, tekelci burjuvazinin dışında devlete egemen olan bir kesim ya da iktidar ortağı daha varmış anlamına gelir. Y. Akdağ'ın adı geçen incelemesinde, okuyucuyu ikna edecek böyle bir veri yoktur.

Geçerken değinelim; “büyük toprak sahipleri” iktidara ortak olacak kadar güçlüyseler, bunların GSYH'a büyük bir katkısı olması gerekir. Türkiye'de tarımın GSYH'a katkısı %5,8 civarındadır.14 Buna karşın, 2005'de %25,5 olan toplam istihdam içindeki payı, 2024'de %14,6'ya gerilemesine karşın hala yüksek bir rakamdır.15 Diğer yandan ekilen tarım arazilerinin toplamı içinde 500-1000 dekar arası arazi sahiplerinin oranı %20 civarındadır.16 Büyük çoğunluğu orta ve küçük işletme(çiftçi)lerdir. Çiftçi Kayıt Sistemi verilerine göre ise toplamda 2 milyon 177 bin çiftçi var.

2014 yılı verisine göre de durum şöyle: “Toplam 3 milyon tarım işletmesinin yüzde 65’i 50 dönümün altında arazi varlığına sahip. Yüzde 83’ünün ise tarım arazisinin büyüklüğü 100 dönümün altında.”17 Devletin, köylüyü hızlı bir şekilde mülksüzleştirmesi (topraksızlaştırma) olmasına karşın, toprağın “toplulaşması”ni daha başarılabilmiş değil.18 2014 yılında 3 milyon olan çiftçi sayısı yıllar içinde azalmıştır ve azalmaya devam ediyor. Devlet de bunu destekliyerek, toprakların büyük mülk sahipleri elinde toplanmasını istiyor. Çiftçi sayısının her geçen gün azaldığının haberlerini, günlük bütün burjuva basını veriyor.

Binlerce dönüm toprak sahibi olan endüstiriel işletmeler vardır. Hayvancılık, tahıl, pamuk vb. gibi ürünleri üretenlerin elinde toplanmıştır. Bunlar tamamıyle endüstirieldir. Toprak sahipleri, ama sanayi içinde bir toprak sahibidir. Daha genel bir belirlemeyle, kapitalist üretim ilişkileri içinde olan toprak sahipleridir. Türkiye'deki “büyük toprak sahipleri” olsa olsa, ormanları, dereleri işgal ederek maden “arayan” Cengiz Holding vb.leri gibi uluslararası tekeller vardır. Ya da Bill Gates ve Jeff Bozes gibi teknoloji tekelleri sahiplerinin de milyonlarca dönüm arazileri var. Ama bunlar, esas olarak teknoloji tekelleridir.

Ülke, bütünüyle uluslararsı kapitalist üretim ilişkilerinin örgütlemesi altında ve tekelci burjuvazinin hakimiyeti altında olmasına karşın; TDH'nin 1960-1980 arasındaki siyasi gelenekten gelen bir çok siyasal yapı, ”demokratik devrim”den de, “toprak sahipleri iktidarın” belirlemesinden de vazgeçmediler ve vazgeçemiyorlar. 14.12.2024





1Yusuf Akdağ, https://teoriveeylem.net/tr/2023/03/27/turkiyenin-emperyalizme-bagimliligi-ve-anti-emperyalist-mucadele/

3https://www.destatis.de/DE/Themen/Branchen-Unternehmen/Unternehmen/Auslandskontrollierte-Unternehmen/_inhalt.html

5https://de.statista.com/statistik/daten/studie/1251/umfrage/entwicklung-des-bruttoinlandsprodukts-seit-dem-jahr-1991/

6Y. Akdağ, agM

7https://de.statista.com/statistik/daten/studie/731901/umfrage/verteilung-unternehmen-in-deutschland-nach-unternehmensgroesse/

8https://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/kapitalist-toplumsal-bir-kirilma-ve-yeniden-tarihi-yeni-bir-toplumsal-surec

9Federal İstatistik Ofisi'nin iflas istatistiklerine göre, Almanya'da 2023'te 17.814 şirket iflas başvurusunda bulundu; bu sayı, 2022'ye kıyasla yaklaşık 3.200 (+%22,1) daha fazla. Krizler ve artan finansman maliyetleri göz önüne alındığında bu artışın beklenmesi gerekiyordu. ABD'de (2023) iflaslar, bir önceki yıla göre %18 artarak 445 binin üzerinde gerçekleşmiş. https://www.ifm-bonn.org/statistiken/gruendungen-und-unternehmensschliessungen/unternehmensinsolvenzen https://www.marketingturkiye.com.tr/haberler/sirket-iflaslari-10-yilin-en-yuksek-seviyesine-cikti/

10İbrahim Çiçek, Marksist-Teori, Ekim-Kasım 2024, sf. 93, sy. 62

11Yusuf Akdağ, https://teoriveeylem.net/tr/2023/03/27/turkiyenin-emperyalizme-bagimliligi-ve-anti-emperyalist-mucadele/

122022'nin ilk 8 ayında Türkiye'ye 28,3 milyar dolarlık kaynağı belirsiz para girişi oldu. https://www.sozcu.com.tr/kaynagi-belirsiz-para-girisi-8-ayda-283-milyar-dolar-oldu-wp7412642

13Bütün bu rakamlar 2UNCTAD'ın World Inwestment Report 2024, sf. 180-182'den alınmıştır. https://unctad.org/system/files/official-document/wir2024_overview_en.pdf

14Türkiye bankalar Birliği Tarım Sektörü Raporu, sf. 12 Haziran2023, İstanbul

15https://www.tarimorman.gov.tr/SGB/Belgeler/Veriler/IstihdamIsgucu.pdf

16https://www.kkb.com.tr/Resources/ContentFile/Tarimsal-gorunum-saha-arastirma-raporu2022.pdf

17Ali Ekber Yıldırım https://www.tarimdunyasi.net/2014/05/06/toprak-sahibi-40-milyon-hissedar-icin-karar-zamani/

18Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu ve Türk Medeni Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunhttps://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/273393

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder