12 Eylül 2025 Cuma

Erdoğan, İktdarını Seçimle Bırakmayacaktır

 

 

 

                                                                     10 Eylül Kadıköy 

 

 

Erdoğan, İktdarını Seçimle Bırakmayacaktır

Yusuf Köse


Üretimin ve sermayenin uluslararsılaşmasının geliştiği bir dünya konjonktüründe, Türkiye'deki gelişmeleri, dünyadaki emperyalist savaş hazırlığının hızlanması ve iç faşistleşmeden ayrı ele alınamayacağı bilincinde olarak, Türkiye'deki son gelişmelerin ekonomik ve siyasal nedenlerine kısaca değinelim:


23 yıldır iktidarda olan faşist Erdoğan rejmi, burjuva demokrasisinin „seçimle gelen seçimle gider“ normlarını çoktan aştı. Her yönüyle devletle bütünleşmiş olan AKP-MHP hükümeti için, siyasal iktidarı „seçimle“ teslim etmek, iktidarı elinde tutan sermaye kesmi için olasılık dahilinin dışındadır. Faşist Erdoğan kliğinin, Bu norma uymayacağı uzun yıllardır belli olmasına karşın, burjuva liberalleri ve özellikle de CHP gibi burjuva partileri, „demokrasicilik“ oyununu oynayarak, „TC devletinin bekası“ adına, Erdoğan rejminin stepnesi olmayı temel politikaları haline getirdiler. AKP hükümetini, Erdoğan rejmi haline gelmesinin baş sorumlulardan biri, bu rejim tarafından bugün siyasal olarak yok edilmek ya da kitlelerin nezdinde var olan iktidara alternatif olamayacak duruma getirilmek istenen CHP'nin ta kendisidir. Bu öncelikle teslim edilmelidir.


AKP-MHP devletleşmiştir. Yolsuzluklarıyla, devletin tüm olanaklarına sahip olmakla, mahkemeleriyle, bürokrasisiyle, ordusu ve polisiyle ve mafyasıyla beraber devletleşmişlerdir. Elbette bu devlete egemen olan tekelci burjuvaziden ayrı ele alınmamalıdır.


Bugün tüm tekelci burjuvazi, Erdoğan rejminin arkasındadır. Ara sıra aykırı çıkışlar yapanlar ise, esasa değil, kredi desteği ve vergi indirimleri bölüşümlerindeki farklılıklar nedeniyle cılız ses çıkaranlardır. Daha sonra onlarda, siyasal iktidarın, sermaye kesimlerine ayırdığı cömert desteklerinden nemalandırılıyor. Egemen sınıf klikleri arasındaki çelişme hiç bir zaman bitmez. Bazan sertleşir, bazan ise yumuşar.


Sermaye sınıfın örgütleri TÜSİAD ve MÜSİAD, M. Şimşek programı (önceki ve yeni 2026-2028 Orta Vadeli Program) denilen, işçi sınıfını ve emekçileri baskı altında tutan programdan esasta memnunlar. İşçi sınıfı, tarihinin en baskıcı ve ağır sömürü koşullarıyla karşı karşıyadır. Uzun zamandır enflasyonun yüksek tutulması, işçiden alıp doğrudan tekelci burjuvaziye aktarılmasıdır. Diğer yandan ücretlerin ve maaşların olabildiğince en alt seviyede tutularak kitlelerin yoksuluğa mahkum edilmesi, yine tekellere büyük bir sermaye aktarım amaçlıdır. Ve bu uygulama, hala kararlı ve ısrarlı biçimde devam ettirliyor.


İşçi sınıfının örgütsüzleştirilmesi ve örgütlü olanların ise ezici çoğunluğunun devlet yanlısı sendikaların içinde örgütlenmeye zorlanması ve en az 8 milyon işçinin, tüm sosyal haklardan mahrum olarak kayıt dışı köle gibi çalıştırılması, tamda tekelci burjuvazinin, aşırı sermaye birikimi için istediği cennettir. Buna bağlı olarak en az 3 milyon göçmen işçinin yine kayıt dışı çalıştırılması ise, sermayenin cennetine bir cennet daha katarak, sistemin daha da barbarlaşmasını sağlamaktadır. Ve çalışanların neredeyse yarısının asgari ücret ve ona yakın düzeyde çalıştırılması, tekelci burjuvazinin Erdoğan rejminin arkasında sıralanmasının en temel nedenleri arasındadır.


Ayrıca, Türk tekelci burjuvazisi Erdoğan döneminde emperyalistleşmiştir. Yani, önceki yıllara kıyasla, sermaye, aşırı sermaye birikimini, yoğunlaşmasını ve merkezileşmesini bu dönemde daha fazla sağlamıştır. Çoğu Türk tekeli, uluslararsı tekel durumuna gelerek, kolaylıkla dış ülkelerde sermaye yatırımı yapar duruma gelmişlerdir. Sermayenin en büyük kesimleri, son 20 yıl içinde büyüdükçe büyüdü. Koç Holding dünyanın (2024 yılı) en büyük 500 tekeli içinde 75 milyar dolar toplam ciro ile ilk 200 (194. sırada) tekelin içinde yer alıyor.


Erdoğan rejmi süreci içinde, Türkiye'deki tekelleşme, sermayenin birikimi ve sermayenin mu-uzzam ölçüde merkezileşmesini de gerçekleştirmiştir. Türkiye'de tekelleşme yaygınlaşmıştır. Ülke içinde temel ekonominin sektörler bir kaç on tekelin hakimiyetindedir. Bu nedenle, çoğu orta ölçekli şirketler batarken, büyük sermaye kesimleri daha da palazlanmıştır. Kapitalist sistemin genel bir eğilimi olarak, küçük üreticilerin mülksüzleştirilmesine ek olarak, büyük tekellerin küçükleri mülksüzleştirerek semayenin birikimini, yoğunlaşmasını ve merkezileşmesini güçlendirir.


Türk tekelleri, Avrupa başta olmak üzere en az 132 ülkede sermaye yatırımları var. UNCTAD-2025 Raporuna göre; Türk tekellerinin 3. ülkerdeki şirketleri aracılığıyla yaptıkları yatırımlar hariç, toplam 60 milyar doların üstünde sermaye yatırımları var. Bu, Erdoğan rejminin işçi sınıfı üzerine uyguladığı ağır sömürü ve baskılar sayesinde gerçekleştirildi. Faşist rejim, İsrail'e, lafta çok şey söylemesine karşın, ekonomik ilişkileri kesemiyor. Çünkü sermaye kesmi, buradan gelen birkaç milyar ABD dolarından olmak istemiyor. Sermayenin tüm faaliyeti aşırı kar elde etme uğrunadır. Yani, sermayenin „insani“ vijdanı, insanı (işçiyi) daha nasıl sömürebilirimle ilgilidir. En yalın gerçeği; Soma'da 103 maden işçisinin topluca ve hergün onlarca işçinin “iş kazaları” adı altında katledilmesidir.


Başkanlık rejmini de Türk sermayesi istemiştir. Bunun açık bir faşist rejim olacağı daha baştan belliydi. Bütün işçi haklarının kısıtlandığı, demokratik hak ve özgürlüklerin yok edildiği bir siyasal rejim, aşırı sermaye birikimini kolaylaştıcı bir rol oynar. TÜSİAD daha bunu 1990'ların başında istiyordu.1


Sermaye kesminde Erdoğan rejmine eleştiri gelir, ama, onun yıkılmasını şimdilik istemiyorlar. Çünkü Erdoğan, tekelci sermayenin, emperyalist amacı doğrultusunda ülkeyi yönetiyor ve yayılmacı bir siyaset izliyor. Türk tekelci burjuvazi, emperyalist kamplar arasında şansını arayan bir siyaset izliyor. Bu da, Türk tekellerine uluslararsı alanda yeni pazar alanları açıyor.


CHP Küçültülme Operasyonu


Erdoğan rejmi, kendisi için siyasal tehlike haline gelen CHP'yi devletin tüm olanaklarını kullanarak bölmek isitiyor. CHP, 31 Mart 2024 yılındaki yerel seçimlerle böyle bir duruma geldi. En son normal bir seçimlerde cumhurbaşkanlığını kazanma şansı yüksek olan İBB başkanı İmamoğlu'nun üniversite diplomasının iptali ve tutuklanması, kendisi için bir tehlikeyi savuşturmak amaçlıydı. O da yetmezdi, birinci parti CHP'nin yıpratılması, zayıflatılması ve parçalanması gerekiyordu. Şimdi bu stratejiyi uyguluyor ve esas olarak da CHP'nin bölünüp parçalanmasına çalışıyorlar.


Bazılarının iddiasının tersine, Erdoğan, kendisinin kontrolündeki „çok partili“ rejimi ortadan kaldırmayacak. Şimdilik buna gereksinim duymuyorlar. Hatta, her zaman kazananı belli olan bu „çok partili seçimi yürürlükte kalması, Erdoğan'a „demokrat“, ülkenin ise „demokrasiyle yürütülüyor“ görüntü avantajı sağlıyor. Girdiği bütün seçimlerde halk, Erdoğanı seçiyor“ görüntüsünün kalması, ülke içinde ve uluslararası alanda bir avantaj olarak görüyor. Günümüz faşizmi bildiğimiz eski kalasik faşizm değil. Bu „modern faşist“ bir yöntemdir. Erdoğan, islamcı rejmi pekiştirici ve babadan oğula geçen bir sistem oluşturmak istediğide bir gerçektir.


Örneğin, faşist Erdoğan, küçük sol partilere yüklenmiyor, en büyük parti olan bir burjuva partisine, CHP'ye saldırıyor. Çünkü küçük „sol“ partilere, onun için bir tehlike değil, tersine, demokrasicilik“ oynunu oynaması için -o partilerin iradesi dışında- bir „araç“ oluyor. Ancak, küçük „sol“ partilere ara sıra ayar vermeye, tutuklama ve baskılarla „haddinizi bilin“ „uyarıları“ yapıyor. Ama, yasaklama yoluna gitmiyor. Ne zaman ki, komünistler güçlenir ve iktidar alternatifi olur, işte o zaman “devletin bekası” için bütün burjuva aprtileri (AKP, MHP, CHP vd.) birleşerek, bütün zorbalıklarıyla komünistlerin karşısına dikilirler. Şimdi böyle bir durum yoktur.


DEM Parti, şimdilik, Erdoğan-Bahçeli-Öcalan ortak perspektifi doğrultusunda, Erdoğan rejmi için „uysal“ bir rol oynama durumunda bırakılmıştır. Erdoğan rejmi için: Ülkenin en büyük burjuva partisine yüklendiği bir koşulda DEM Partiyi -en asgarisinden- sesizliğe sokmak, sokaklara çıkmasını önleme, ikircikli -hareketsiz- bir durumda bırakması, böylesi büyük bir siyasal kriz döneminde kendi siyasal iktidarı için önemli bir kazanç olarak görüyor. Ortada, devlet adına bir „barış“ yok, ama Kürt Ulusal Hareketi adına tek taraflı bir „barış“ var. Türk devleti, şimdilik, bu statükonun korunmasını istiyor. Ancak, DEM Partinin hareketsiz bırakılması, kısa ve de uzun vadede Kürt hareketinin yararına değil, tam tersine kendisine çok lazım olan demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması mücadelesinin -iktidar lehine-, zayıflamasına neden olduğu için, faşist Erdoğan rejmine karşı mücadelede tüm demokratik güçler için büyük bir kayıp olduğu ve olacağı görülmelidir. Bütün bunlara karşın, DEM Parti tabanının Öcalan'ın isteği doğrultusunda faşist rejim arakasında sıralanacağını beklemek saflık olur.


Türk devletinin amacı Rojava'nın kazanılmasıydı. Rojava kazanılmazsa2, ilerde, adını kendilerinin belirlediği„Terörsüz Türkiye“ sürecini, Rojavaya saldırarak rafa kaldırabilirler. Böyle bir durumda, İsrail ve ABD ile karşı karşıya gelmeyi göze alması gerekiyor. Bu oldukça zor.


Erdoğan Kansız İktidarı Bırakmaz


Ekonomik ve siyasal olarak kriz içinde olan Erdoğan rejmi, kendisi için en büyük siyasal kriz gördüğü CHP'yi bir şekilde, kendine karşı iktidar alternatifi olmaktan çıkarmak. Bunu başarıp başarmaması, başta işçi sınıfı ve tüm emekçilerin demokratik hak ve özgürlüklere sahip çıkması, faşizme karşı birleşik mücadeleyi geliştirerek, faşist baskıları geriletmesine bağlıdır. CHP'nin radikal bir halk hareketini örgütlemesi zayıf görünüyor. Radikallik, onun sınıfsal karakterine ters. Çünkü kitlelerin Erdoğan rejmine karşı birikmiş öfkesi, CHP'nin ideallerinin ilerisindedir. Ancak, işçi sınıfı ve devrimci-demokrat kesimlerin zorlaması ile, siyasal varlık-yokluk sorunu ile karşı karşıya kalan CHP, daha aktif mücadele içine çekilebilir.


Erdoğan rejminin CHP'ye saldırısını, salt, egemen sınıf klikleri arasında bir çatışma olarak ele almak yanıltıcı ve içinde bulunulan durumu tam olarak analiz edememektir. Bir yanı doğru olmasına karşın, bir yanıyla da, faşist Erdoğan rejmini güçlendirme ve kalıcı hale getirme saldırısı olarak okunmalıdır. CHP elbette egemen sınıfların bir temsilcisi. İktidara geldiğinde kısmi reformist politikalar izleyecek ya da izlemek istiyor. Kapitalist sistemin barbarlaşmış yüzünü kısmen de olsa törpülemek istiyor. Bu ayrı bir konu. Ancak, işçi sınıfı ve emekçileri ilgilendiren yan; acil olarak, ülkede 23 yıllık faşist iktidarın yıkılmasıdır. CHP'de en azından faşist iktidarın, kendi deyimiyle „diktatörlüğün“ yıkılmasını istiyor ve burjuva demokrasisinden yana olduklarını program olarak dillendiriyorlar.


Komünistler, faşizmin yıkılması ve demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması mücadelesine sırt çeviremez, tersine, asli görevlerinden bir olarak görmek zorundadırlar. Bu mücadelenin içinde „CHP var“ diyerek, mücadeleye sırt çevirmek, uzaktan izlemek, küçük burjuva „sol“culuğudur. Esasta ise, faşizme karşı mücadeleye sırt çevirmek gibi ağır bir suç işlemektir. Faşizme karşı mücadele eden, etmek isteyen tüm güçler ile bu amaç uğruna birlikte hareket edilmelidir. 2. emperyalist dünya savaşı öncesi ve sırasında -komünistler açısından- bunun yığınca örnekleri vardır.


CHP'yi susturmayı ya da bölmeyi başaran faşist Erdoğan rejmi, baskıları daha da artıracaktır. Bu net olarak bilince çıkarılmalıdır. CHP ile bu koşullar içinde faşizme karşı birlikte hareket etmek, onun çizgisini ve burjuva reformist politikasını teşhir etmemek anlamına gelmez. Onun niteliği, bir burjuva partisidir. Ama, gelinen özgül aşamada, onun da, demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesi için „demokrasiye“ gereksinimi vardır. Komünistler, faşizme karşı en geniş mücadele cephesini oluşturma ve mücadeleyi sürdürme taktiği izlemeli, CHP'de dahil, varolan faşist diktatörlüğe karşı çıkan herkesle birlikte hareket etmelidir.


CHP, Erdoğan'nın iktidarı kansız bırkmayacağı bilinciyle hareket etmezse, kendini elimine olmaktan kurtaramaz. Bu nedenle, onun da, komünistler dahil olmak üzere en geniş kitlelerle birlikte hareket etmek zorundadır. Bu mücadeleye, DEM Parti'de aktif olarak katılmalıdır. Faşist Erdoğan rejmini güçlendiren olmayan barış” adı altındaki tüm oyalamalardan kurtulmalıdır.


Faşist Erdoğan rejmini yıkmak isteyenler, kanlı bir mücadele sürecinin içine girildiğinin de göze almalıdır. Bu hesaba katılmadan, Erdoğan rejmine karşı kararlı ve sonuç alıcı bir mücadeleye girilemez. Ekonomik olarak oldukça zor durumda olan kitlelerin küçümsenmeyecek bir bölümü buna hazırdır ve Erdoğan rejmi esasta kitle tabanını kaybetmiştir. Erdoğan'ın en büyük korkusu kitlelerin sokaklara çıkması, daha güçlü „GEZİ“lerin yaratılması olasılığıdır. Şimdi faşizme karşı görev; genel grev genel boykot, olmazsa yaygın iş durdurmanın yanı sıra ve kitlesel gösterilerin yaygınlaştırılmasıdır. Bu mücadelenin kazananını, kitlelerin sokaktaki gücü belirleyecektir.


Faşizme, emperyalizme ve tüm kapitalist gericiliğe karşı, demokratik hak ve özgürlükler uğruna mücadele edilmeden, sosyalist devrim başarılamaz.


Sınıf mücadelesi diyalektiği önceden net kalın çizgiler ile çizilemez. Her gelişen yeni duruma göre yeni taktikler geliştirmek gerekiyor. Komintern'in faşizme karşı birleşik cephe siyasetini eleştirerek, demokratik hak ve özgürlükler uğruna mücadeleden uzak durmak, tam da küçük burjuva “sol” çocukluğudur.


Sözü, Lenin'in Gothe'nin Faust'undan aldığı bir betimlemeyle bitirelim:“... teori gridir dostum; ebediyen yeşil kalan ise hayat ağacıdır.” 11.09.2025






1Bkz. Yusuf Köse „Emperyalist Türkiye“, El yayınları

2 PKK, Türkiye Kürdistan'ından çıkarılıp Irak Kürdistan'ına sıkıştırılmasından sonra, TC için esas “mesele” olmaktan çıkmıştı, tersine, PKK'nin oradaki varlığını, Güney Kürdistan'a askeri olarak yerleşmesinin “gerekçesi” yaptı. Ve aynı zamanda, Türk ordusunu sürekli hareket halinde bırakması açısından TC'nin emperyalist yayılmacılığına bir avantaj sağlıyordu. Türkiye'nin, İsrail ve ABD ile Suriye üzerindeki kapışmaları, Türk emperyalist devleti için Rojava'nın önemi daha da artmıştır. Şimdi meselenin esası Suriye ve Rojava'dır.