Endonezya İşçileri
KİMSE
KOMÜNİSTLERİ SUÇLAMASIN!
Yusuf
KÖSE
Komünizm,
teorik ve pratik olarak burjuvazi için tehlikeli olmaya
başladığından bu yana, burjuvazinin en büyük düşmanı
komünistler olmuştur. Çünkü, burjuvazinin bütün çürümüşlüğünü,
kokuşmuşluğunu ve büyük bir haksızlık üzerinde kendini var
ettiğini ortaya koyan komünistlerdir.
Komünistler,
sadece teorik-siyasi olarak burjuvaziye karşı olmakla kalmamış,
pratik olarak da burjuvazinin karşısında yer alarak, onu yıkma ve
yeni bir toplumsal sistem inşa etme başarısını göstermişlerdir.
17 Ekim 1917 Rus Devrimi bunun en gerçekçi örneklerinden biridir.
Komünistler,
çok basit bir gerçeği ortaya koymuşlardır: Kapitalizm var olduğu
sürece, insanlar barış içinde yaşayamayacaklardır. Barışın,
kardeşliğin ve özgürlüğün bir numaralı düşmanı kapitalist
sistemdir. Ve kapitalist sistem ne kadar uzarsa toplumsal çürüme
ve kaos da bir o kadar artarak yaygınlaşır. İnsanın insana
yabancılaşması, insanın insanı yok etmesine dönüşür. Bugün
olduğu gibi...
Komünistlerin
kapitalizme karşı sosyalizmi savunmaları, kapitalist savunucuları
komünistlere karşı düşman etmiştir. En liberal burjuva
demokratlarından küçük burjuva revizyonistlerine kadar ele ele
vererek, komünistleri teşhir, tecrit ve yok etme ereğinde
birleşmişlerdir.
Oysa,
komünistlerin savundukları oldukça insani önermelerdir: Sömürü
olmasın! Ezen ve ezilen olmasın! İnsanla insan arasında ne sınıf
ne de sınır olsun! Ortaklaşa üretiklerimizi ortaklaşa
tüketelim!
Bütün
kavga, komünistlerin bu önermeleri üzerinde çıkmaktadır.
Komünistler bu ilkeleri, 1848 yılında Komünist Manifesto’da
ortaya koydular. Ve o günden beri bu ilkeler üzerinde kavga devam
etmektedir. Bu kavga, sınıf kavgasıdır.
Komünistler,
burjuvaziyle işçi sınıf arasındaki tarihsel kavgada, işçi
sınfının temsilcileri olarak burjuvazinin karşısında yer
almışlardır.
Ülkemizde
de en büyük zulmü komünistler görmüştür. Çünkü komünistler
tüm haksızlıkların karşısında yer almıştır. Ezilen
ulusların, ezilen sınıfların, ezilen etnik mezheplerin demokratik
haklarının savunucuları olmuştur.
Sermayenin
tek kişi faşist diktatörlüğünün resmileştirilmesinin gündemde
olduğu içinde bulunduğumuz günlerde, bunun sorumlusu elbette
başta sermaye sınıfıdır. Onların buna bir itirazları yoktur.
Sermaye sınıfı ekonomik ve siyasal krize girdikçe, kazanılmış
toplumsal özgürlüklere daha fazla saldırır.
Sermaye
sınıfı, işçi sınıfını ve emekçileri daha fazla sömürmek
ve karlarını artırmak için, Erdoğan şahsındaki faşist tek
kişi diktatatörlüğün savunucuları, koruyucuları ve gerçek
sahipleridir.
Ancak,
bugün islamcı faşist diktatörlükten zarar gören, ona muhalefet
eden liberal aydınların, liberal entellektüellerin ve burjuva
devletin ortaklarından sosyal demokratların payları da
birincilerden az değildir. Birinciler planlayıp yönlendirmişler,
ikincilerde toplumu adım adım sessizleştirmişlerdir.
Bunu,
“yetmez ama evet”, diyerek yapmışlardır. ABD ve AB emperyalist
haydutların “ılımlı İslam” modelini, topluma “demokrasi
modeli” olarak sunmuşlar ve benimsetmek için yoğun bir çaba
harcayarak, toplumun demokratik bilincini manipüle ederek, siyasi
islamın gerici ideolojisinin güçlü bir şekilde yerleşmesinin
koşullarını hazırlayarak yapmışlardır.
İslamcı
iktidara düşen ise, boşluğu hızla, iktidarda olma avantajını
ve zorunu kullanarak doldurmak olmuştur. Komünizme karşı, her
türlü gericiliği destekleyenler, siyasi islam cihadının
kurbanları arasına katılmaktan kendilerini de alamamışlardır.
Bu
kesimler, Türk sermaye devletinin ezelden beri ezilen ve azınlık
ulusların, özellikle de Kürt ulusunu yok sayma, Türkleştirme
politikalarına büyük ölçüde destek vermişlerdir. Bazıları
ise, “Biz PKK teröristlerine karşıyız, Kürtlere karşı
değiliz” diye sahtekarlık yaparak, bir ulusun hak alma
mücadelesini yok saymanın teorisini yaparak topluma empoze
etmişlerdir.
Bir
ulusun, bir başka ulus tarafından ulusal haklarının gasp
edilmesi, daha baştan burjuva demokrasinin en temel “politik
özgürlük” önermelerinin yok edilmesi olduğunu göremeyecek
denli, ezen ulus ırkçılığının şampiyonluğunu yapmışlardır.
Kapitalizme,
emperyalizme, ırkçılığa, ezen ulus milliyetçiliğine,
şovenizme, karşı çıkmayanların faşizmin kurbanı olmaktan
kurtulamayacaklarını bilmeleri gerekir.
“Laiklik
bizim yaşam biçimimiz” diyenlerin başında CHP gibi burjuva
partileri gelmesine karşı, laik Kürt Ulusal Hareketi’nin
bastırılması ve yok edilmesi için, İŞİD gibi düşünen ve
uygulamalara sahip olan AKP’ye destek olmuştur.
“Demokrasiden
yanayız”, “Hukukun üstünlüğü temel prensizbimiz” diyen
sosyal demokratlar, HDP milletvekillerin zindanlara tıkılması için
oy vermişler ve devletin demokratik kamuoyuna yönelik sürek avına
destek olmuşlardır. Deyim yerindeyse, kılını bile
kıpırdatmamıştır. Sadece, başkanlık yasalarının onaylandığı
gün, göstermelik olarak meclisin önünde kısmi bir protesto
yapılmasıyla yetinmiştir.
CHP,
“AKP PKK gibidir” diyerek, siysal sorununun, burjuva demokrasisi
değil, esas olarak, Kürt ulusunun ulusal hak mücadelesinin
bastırılması olduğunu her fırsatta tekrarlamıştır. Aynı,
1930 seçimlerinde SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi), Hitler’in
partisini değil, Alman Komünist Partisi’nin teşhir ve tecrit
etmeyi esas alması gibi... Çünkü büyük sermaye böyle
istemiştir.
Komünistler,
burjuvazinin tüm teşhir, tecrit, yok etme, her türlü zulmü
uygulama pahasına mücadelelerine devam etmişlerdir. Her zaman ve
her yerde bütün gericiliğin ve gericiliği yaratan kapitalist
sitemin karşısında durmuşlardır.
Burjuva
"aydınlanmacıları", ne zaman ki, burjuvazinin toplumu aydınlatacak
ne bilgisi, ne kültürü ne de toplumsal sistemi kalmadığını
gördüklerinde, işçi sınıfı ve emekçiler, burjuvaziyi toplumun
sırtından daha erken bir zamanda atarak, sömürüsüz ve savaşsız
bir dünya inşa edeceklerdir.
Kimse komünistleri suçlamasın. Komünistler, işçi sınıfını hala kazanamadıkları için kendilerini suçluyorlar. 10.01.2017
Kimse komünistleri suçlamasın. Komünistler, işçi sınıfını hala kazanamadıkları için kendilerini suçluyorlar. 10.01.2017
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder