7 Kasım 2024 Perşembe

SOL'da BİRLİK


 

SOL'da BİRLİK


Yusuf Köse


Sol'da Birlik” sorunu, “sol”un ortaya çıkmasından bu yana tartışıla gelmektetedir. Ve bu sorun, bazı süreçlerde devrimci ve komünistlerin ana sorun olmuştur. “Sol” dendiğinde genelde sosyalist düşünceleri savunan, yani, kapitalist sistem yerine sosyalizmi savunan ve onun uğrunda mücadele edenleri kapsamaktadır. Tabi ki, bu kavramın içeriğini bulandırma, revize etme de söz konusudur. Yani, “sol”un içi, içeriği, kapsamı, niteliği iyice aşındırılmış ve zaman zaman burjuva sosyal demokrat partileri (SPD) bile “sol” olarak adlandırılmaktadır. 1. dünya savaşından önce gerçekten de “sol” olan SDP, o günden bu yana burjuvazinin gerçek temsilcileri olmuştur. Yani, işçi sınıfı saflarını terk ederek burjuvazi saflarına geçmişlerdir. Bugün bu partiler emperyalist burjuvazinin ve “yerli” büyük burjuvazinin partileridir.


Sol Birlik”, “Sol sosyalistlerin Birliği” vb. gibi adlandırmalar olsa da, Türkiye'de bu konu “sol” ortaya çıktığı günden itibaren tartışıla gelmiştir. Sol-sosyalist-komünist entetlektüel ve ilerici kesimler arasında sıklıkla tartışılmıştır ve tartışılmaya devam edecektir. Ta ki, sosyalizmin inşasına kadar bu tartışmalar sürecektir. Ondan sonrada başka bir şekilde devam edebilir. Bu “birlik” ve elbette “ayrılık” tarışmaları bir sınıflı toplum özelliğidir. Genel de ise, “ayrılmalıyız” değil, “birleşmeliyiz” şeklinde tartışmalar sürdürülmektedir. Daha çok, “birleşmeliyiz” tartışmasının sürdürülmesi; başta üretim araçları olmak üzere, devleti elinde bulunduran burjuvazinin baskısına maruz kalanların, daha fazla bölünmesinden kaynaklanmaktadır. Bu da, işçi sınıfı ve emekçilerin “birleşme” eğilimini ortaya koyan bir gösterge olması yanında, bu kesimlerin, birleşerek burjuvaziye karşı koyabileceklerinin de bilincinde olduğunu göstermektedir.


Kapitalist toplum, esasta, burjuva ve işçi sınıfı olarak ikiye bölünmüş olsa da, iki sınıf arasında kalan, bujuva ve işçi sınıfına ait olmayan orta ve ve küçük burjuva kesimlerde vardır. Üretimdeki yerleri nedeniyle, burjuva görüşlerinden daha fazla etkilenselerde, işçi sınıfına yakın olan küçük burjuva tabakalardır. Orta burjuvazi, burjuva sınıfına daha yakın iken, işçi sınıfına ise bir o kadar uzaktır. Küçük burjuvazi, her ne kadar büyük burjuva olma hayalleri taşısada, işçi sınıfına en yakın kesimdir ve büyük burjuvazi karşısında ezilirler ve her geçen gün ellerinde ve avuçlarında varolanı da kaybederek, yani mülksüzleştirilerek, işçi sınıfı saflarına itilirler.


Bu kesimler işçi sınıfının dünya görüşü olan marksist-leninist-maoist görüşlerden etkilenirler. Bu görüşleri kendi görüşleri olarak da kabul ederler, ancak, sınıfsal yapıları gereği, dünyayı yorumlamaları farklılaşır. Diyalektik materyalizm yerine metafizik idealist ideolojiden de bir o kadar etkilenirler. Bu nedenle de, burjuvazi ve işçi sınıfı gibi kendilerine özgü bir sınıf tavrına sahip değillerdir.1


Sosyalizm ve komünizm uğruna mücadele ettiğini söyleyen örgütler, belki uzun vadeli hedefte aynı şeyleri savunuyor gözükmelerine karşın, yol ve yöntemlerde farklılaşırlar. Bu farklışama çoğu kez devrimi önleme metodlarına, burjuvaziye hizmet etme taktiklerine ve mücadele biçimlerine dönüşebilir ve dönüşüyorda. Genelde, hepsi, kendisini işçi sınıfının partisi ve öncüsü olarak nitelendirse de, gerçekte böyle değildir. Bu bağlamda da kendine işçi sınıfının örgütü olarak adlandıran her örgüt ve parti, teori ve pratik duruşuyla işçi sınıfının partisi ve örügütü olamaz.


Bu örgüt ve partiler arasındaki farklılık, esasta idealizm ile materyalizm, metafizik ile diyalektik dünya görüşleri arasındaki bir farklılık ve çatışmadır. Sınıflı toplum varolduğu sürece bu ideolojik farklılıklar olacaktır. Yani, “sol içindeki bölünme”den çok şikayet edilse de, yakınılsa da, bu bölünme nesneldir. Bu bölünmeyi ortadan kaldırmanın, sınıflı toplum olan kapitalist toplum içinde olasılığı yoktur. Ancak, bu parçalanmaları aza indirme ve uğruna mücadele edilen bazı konularda asgari birlik sağlanabilme olasılığını ve gerçekliğinin de ortadan kaldırmaz. “Sol”da bölünmeyi salt “karyerist amaçlar” nedenine indirgemek, tam olarak sorunu açıklamaya yetmez. Bu tür amaçlarla hareket etmeler ve bunun sonucu bölünmeler olsa da, bölünmenin belirleyici nedeni olamaz. Bunun özünde de sınıfsal karakter, sınıfsal yaklaşım, sınıfsal ideoloji vardır. Yani, esas olarak, bölünmenin temelini farklı ideolojik ve siyasal yaklaşımlar oluşturur.


Burjuva sınıfları arasında da bölünme vardır. Burjuvazyi temsil eden büyük partilerin olmasına karşın, irili ufaklı parti sayısı da çoktur. Örneğin, Türkiye'de şu anda resmi olarak kurulu 157 parti vardır. 2 Bunlar legal partilerdir. Bir de illegal parti ve örgütler vardır. Bunların sayısı da az değilidr. İllegal partiler içinde kendilerini sol-sosyalist/komünist olarak adlandıran partilerde vardır. 157 partinin içinde büyük burjuva partilerinin yanı sıra sayısı hayli kabarık olan irili ufaklı burjuva dünya görüşüne daha yakın, yani kendini “sol” olarak değerlendirmeyen partiler vardır. Ve bunların içinde faşist, dinci, kemalist miliyetçi ve daha bir çok görüşe sahip olanlarda vardır. Örneğin Almanya'da parti sayısı 95 olarak veriliyor.3 Hangi ülkede olursa olsun bir çok partinin tabela partisi olduğu da bir gerçektir.


Burada söylemek istediğim, Türkiye'de burjuva partileri arasında da ideolojik olarak aynı olsalarda, (kapitalist sistemin sürdürülmesi), farklı görüşler nedeniyle ve esas olarak da iktidarın nimetlerinden daha fazla yararlanma amaçlı çıkar farklılıkları ve kavgaları vardır. AKP ve CHP'nin arasındaki ikidiarı ele geçirme savaşı gibi. Ama ikisi de devlete esasta egemen olan farklı burjuva kliklerin siyasal temsilcileridir. Bu her iki partide Türk egemen sınıfların partisi ve Türk devletinin “bekası” için, bu “bekayı” yıkmak isteyen sınıf bilinçli örgütlü işçi sınıfına karşı mücadele ederler. Bu burjuva partileri kapitalist sistemin sürdürülmesi için her türlü çaba ve kararlılığı gösteren partilerdir.


Sol' da Olan Birlikler


Türkiye özgülünde bu sorun ele alındığında, kendini “sol” olarak değerlendiren örgütler arasında bir çok birlik/ittifak vardır. Bu eylem birlikleri ve ittifaklar örgütsel birlik olmayıp, bir çok örgüt ve partinin belli konular etrafında kısa ve uzun vadeli olarak bir araya geldikleri ve ortak hareket ettikleri, etmeye çalıştıkları taktiksel birlikteliklerdir. Bunlar cephe şeklinde stratejik değil, taktik birlikteliklerdir. Cephe ise, ikidar hedefli stratejik bir bilikteliktir. Hedef ve program içeriği daha farklıdır. Bu birliktelikler, sosyalist ya da komünist birbirlikler değil, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması ve savunulması konusunda bir araya gelmiş bilikteliklerdir.


Örneğin, silahlı mücadeleyi savunan illegal örgütlerin 2016 yılında oluşturduğu Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) var. Bu birtelikteliğin (kendileri bu birlikteliğin “stratejik” olduğunu açıklamışlar) içinde kendine komünist diyen örgüt ve partiler olmasına karşın, genel de demokratik devrimi hedefleyen, bunun yanında sosyalizme de atıfta bulunan birlikteliktir. “Birleşik Devrim”den söz edilmesine karşın, içinde yer alan parti ve örgütler kendi dünya görüşüne göre pratik ve teorik bir hat izlemektedir. Bunun içinde yer alan örgüt ve partiler illegal örgütler, legal örütlenme ve mücadeleyi reddetmeyen, ama illegal örgütlenmeyi esas alan örgüt ve partilerdir.


Bunun dışında daha önce HADEP, sonra DEM Parti'si olarak faaliyetini sürdüren partinin bileşimi, esas belirleyiciliğini “Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi”nin legal kanadının yaptığı, bir demokratik birliktir. İçinde kendilerini sosyalist olarak adlandıran örgüt ve partiler var. Örneğin Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) bunlardan biridir. Bu ittifakın dışında “Birleşik Mücadele Güçleri” adıyla legal olarak bir /birliktelik/ittifak kuruldu.


Seçim dönemlerinde oluşturulan legal parti ve örgütlerin “seçim ittifakları” var. TKP ve SOL Parti ve diğer bazı partilerin içinde yer aldığı “Sosyalist Güç Birliği (SGB)” ittifakı, DEM Parti, EMEP, TİP , SMF ve daha bir çok parti ve örgütlerin oluşturduğu “Emek ve Özgürlük İttifakı (EÖİ)” vardı. Bu “ittifaklar” adı üzerinde olduğu gibi seçim içindi ve seçim bittikten sonra sürdürülmedi. EÖİ 'nı seçim sürecinde destekleyen, ama doğrudan bu ittifakın içinde yer almayan örgüt ve partilerde vardı.


Feminist kadın örgütlenmeleri de, faşizme karşı demokratik hak ve özgürlükler cephesinde yer alan bir oluşumdur. Radikal feministler, anti-komünist duruş sergileselerde, kadın yürüyüşlerine katılanların hepsinin feminist dünya görüşünü benimsediği anlamına gelmez. Feminist “gece yürüyüşleri”ne katılanların içinde devrimci ve komünist kadınlarda yer alamaktadır.


Ayrıca, yüzyıllardır dinsel-mezhepsel ayrımcılığa tabı tutulan, katliamlar uygulanan Alevi örgütleri de anti-faşist demokratik hak ve özgürlükler cephesinde yerini almalıdır, objektif olarak alıyorlar da.


2016 yılında kurulan Demokrasi İçin Birlik (DİP) oluşumu içinde 100'e yakın örgüt ve kurumun olduğu söyleniyor.4 DİP, kapitalist sistemle hesaplaşması olmayan, onun içinde kalarak, burjuva anlamda daha geniş demokrasiyi savunan, anti-sosyal şovenist, anti-faşist demokrat nitelikli ve Faşizme Karşı Birleşik Cephe içinde yer alaması gereken bir oluşumdur.


Yukarıda adı geçen “ittifaklar” içinde iki özellik ortaya çıkıyor. SGB, esasta Kürt ulusal demokratik hareketinden uzak duran ve Türk ulusalcılığı ağır basan ve “ulusalcı sol” denmesini, -ideolojik ve politik yapısı gereği- hak eden bir çizigide olan sosyal şovenist bir oluşumdur. EÖİ ise, Kürt ulusal demokratik hareketiyle birlikte hareket eden ya da etmeye çalışan örgüt ve partilerdir. Burada TİP için bir not düşmek gerekiyor. Seçim sisteminin getirdiği barajı aşmak için bu ittifakın içinde yer almıştır. Ulusalcı “sol” dediğim SGB ittifakına, dünya görüşü olarak daha yakın olmasına karşın, pragmatist yaklaşıp “milletvekili seçtirmek” amacıyla bu ittifak içinde yer almış, ama aynı zamanda ittifak içinde ayrı seçime girerek, ittifaka zarar vermiştir. TİP'in bu oportünist ve pargmatist tavrı, seçim sonrası ezen ulus “ulusalcılığına” tepki olarak kendi içinde ciddi bir bölünme yaratmıştır.


Yukarıda adlarını saydığımız birlik/ittifak gibi oluşumlar, hiç de Türkiye'de “sol biraraya gelmiyor” görüntüsü vermiyor. Biraraya geliyorlar, ama, toplumsal beklentiye karşılık olamıyorlar denebilir. Bu beklentinin başında, Erdoğan iktidarının yıkılması gelmektedir. Erdoğan giderse, burjuva anlamda demokrasinin geleceği beklentisi vardır. Ama “sol” GEZİ gibi toplumsal ayaklanmalarda biraraya gelebiliyor. Ancak, subjektif istemlerle sosyal gerçeklik her zaman uyuşmuyor. Subjektif istemler sosyal gerçekliğe uyduğu ölçüde, başarılar elede edilebilir. Bu nedenle Türkiye ve Kuzey Kürdistan “sol”unu, “hep bölünüyorlar, birleşmiyorlar” gibi karamsar bir tablonun içine oturtmak, sosyal gerçeklikten uzaklaşan bir yaklaşımdır. Burjuva liberallerin (örneğin “sol” liberal entellektüellerin yayın organı Birikimciler vb.leri), kitlelere,“sol”u küçük göstermek istediği yerde durmak sosyalistlerin işi olamaz. Tabi ki, bu gerçeklik, birleşmeyi zorlama, ayrılıkları eleştirme hakkını ortadan kaldırmaz.


Türkiye'deki “sol neden birleşemiyor” ya da “sol'da birlik” gibi tartışmalar, daha çok da “sol”u reformize etme, düzen içine hapsetme gibi amaçlarla yapılmaktadır. Bir kısmı, “sol”u ulusalcılığa çekmeye çalışırken, bir kısım “sol” liberal anlayışlarda, “sol”u kendi politik ve ideolojik bağlamından koparmayı “gerçek sol” olarak kitlelere sunuyor. Bu tür yaklaşımlar, sosyalist mücadelenin bittiğine inana liberal anlayışlardır. Bunlara karşı tavizsiz mücadele verilmelidir.


Kendini “sol-sosyalist” diye tanımlayan bazı kesimlerdeki (esasta reformist), beklenti ise,Yunanistan'daki Sryza, Almanya'daki küçük burjuva yapılanma reformist Die Linke (Sol Parti) gibi güçlenip hükümete gelemiyorlar. Sryza, sol sosyal demokratlar (reformistler), troçkistler, kendine komünist ve maoist olarak adlandıran irili ufaklı, ama esas ağırlığı “demokratik sosyalizm” savunusu yapan kesim oluşturuyordu. Programı ise reformist içerikliydi. İktidara geldikten sonra, kendi reformist programını devre dışı bırakıp AB emperyalistlerin baskılarına direnemeyip, uluslararası emperyalist tekelerin burjuva (kemer sıkma) programını harfiyen uyguladı ve kitlelerin tepkisini çekti ve sonunda iktidarı kaybetti. Almanya'daki Die Linke'de önceleri eski Doğu Almanya'da yer alan eyaletlerde güçlüydü ve eyalet hükümetlerinde yer alıyordu. Eyalet hükümetlerinde yer aldığı sürece, burjuva partilerin programnın uygulanmasına ortaklık etmiştir. Bu da, kitlelerin ondan uzaklaşmasını getirmiştir. Bu adı geçen partiler gerçek anlamda sosyalist değil, 1960-70'lerin Sosyal Demokrat Partileri gibi programlara sahiptir. Kapitalizmle hesaplaşma gibi bir girişimleri ve istekleri olmadı.


DEM Parti birleşenleri içinde kendine “sosyalist”, “komünist”, “ML” diyen örgüt ve partiler olmasına karşın, reformist bir programa sahiptir. Yani, hükümete geldiğinde, kapitalist sistemin bazı yanlarını torpülemenin ötesine gidemeyecektir. Genel çerçevesi, demokratik hak ve özgürlüklerin korunması, geliştirilmesi, sömürünün azaltılması, doğanın korunması, Kürtler üzerindeki ezen ulus baskısına son verilmesi, ve “barış” gibi hedefleri vardır. Genel anlamda, anti-emperyalist, anti-faşist reformist bir programa sahiptir. Kapitalist sistemi var eden “ücretli kölelik” olarak adlandırılan ücretli işgücü sistemini ortadan kaldırmayı hedeflemiyor. Bunu hedeflemeyen bir program sosyalist olamaz.


Türkiye'de sosyal şovenist düşünce yapısına sahip örgüt ve partiler esasta Kürt ulusal hareketi ve buna yakın anlayışta olan örgüt ve partilerden uzak duruyorlar. Örneğin, Sol Parti, CHP ile birlikte olmak ya da onun listesinden belediye ya da millet vekilliği için aday olabilirken, DEM Parti ile böyle bir ilişki içine girmekten uzak duruyor. Ulusalcı TKP de, demokrasi mücadelesi veren legal Kürt parti ve örgütlerinden uzak durmaya özellikle dikkat ediyor. TUSAŞ olayını kınıyor, burada ölenler için başsağlığı mesajı yayınlıyor, aynı gece Türk devletinin bombalarıyla ölen Rojavalı çocuklar ve halktan insanlar için başsağlığı mesajı bir yana, bu katliamı kınamaktan özellikle kaçınıyor. Bu da onu, ezen ulus egemen sınıfın devleti yanında “yurtseverlik” gösterisi sergilediğini net olarak göstermeye yetiyor. Rojava'nın Türk devletinin “Filistini” olduğu gerçeğini göremeyecek kadar sosyal şovenizm bataklığına batmış bir siyasal yapılanmanın adı dışında komünist bir nitelik taşımıyacağı bir gerçektir.


Oysa, Türkiye'de, genel anlamda burjuva anlamda dahi olsa demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması mücadelesinde DEM Parti ile birlikte hareket etmemek, faşist iktidarın istemlerine boyun eğmek olurken, ezen ulus şovenizmin savunuculuğunu yapmaktır. En asgarisinden demokratik hak ve özgürlüklerden yana olanların, bu uğurda mücadele eden güçlerle birlikte hareket etmemesi (eylem birliği ya da ittifak şeklinde) işçi sınıfı ve emekçilerin demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesine zarar verir.


Nasıl Bir Birlik?


Her örgütlenme bir ihtiyaçtan doğduğu gibi, toplumsal gelişmeler de birlikleri zaman zaman “aynıların aynı yerde olması” prensibini daha acil olarak dayatır. Çünkü soyut bir birlik olamaz. Toplumdaki somut gelişmelere göre birlikler oluşur ve oluşturulmalıdır. Yani, özellikle komünist ve devrimci parti ve örgütlerin birliği işçi sınıfın mücadelesinin gelişmesiyle yakından ilgilidir. Ve birlikler, sınıf mücadelesinin gelişmesine hizmet etmelidir.


Komünistlerin örgütsel birliği, sosyalizm mücadelesi için “yüce bir birlik” dense yeridir. Çünkü işçi sınıfının komünizm davası, insanlığın kurtuluş davasıdır. Bu bağlamda yücedir. Komünistler arasında, dünya görüşü açısından komünist olmalarına karşın bazı yorumlama ve bakış açılarındaki farklılıklar nedeniyle siyasal ve teorik ayrımlar olabilir. Ama, buna rağmen MLM dünya görüşü açısından bir yakınlık ve benzerlik olabilir. Bu tür partiler, eğer aralarında ideolojik aynılık varsa, iradi ve yoğun tartışmalarla kendi aralarındaki ilkesel olmayan farklılıkları giderebilirler. Tabi, burada, bu örgütlerin yönetici kesimlerinin bu konuda samimi olmaları, kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurma iradesinde kararlı olmaları, daha doğrusu iktidar perspektifine sahip olmaları halinde, birleşmenin önündeki programsal ve örgütsel farklıklarda, proleter tartışma kültürü ışığında aşılıp, birlik gerçekleştirilebilir.


Birlik” adına, oportünist uzlaşmacı, ciddi ideolojik ve teorik farklılıkları görmezden gelerek, salt “birlik olsun da ne olursa olsun” anlayışıyla hareket edilirse, elbette bu birlik, derin çelişmeleri de beraberinde getirir ve daha yıkıcı/yıpratıcı bir ayrılığa neden olabilir. Komünistlerin örgütsel birliğine bir eylem birliği olarak yaklaşılamaz. Program ve tüzük üzerinde anlaşılan, dünya görüşü konusunda farklı tereddüt ve ayrım yaşanmayan tam bir örgütsel birlik olmalıdır.


Birleşmek isteyenler, birlik sorunun canlı bir şekilde gündemde tutanlar, kendi aralarındaki tüm farklılıkları derinlemesine tartışmalıdır. Bu tartışmaya, birleşmek isteyen örgütlerin üyesinden en ileri tabanına kadar aktif olarak tartışmaya katılmaları sağlanmalıdır.


Bugün Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da kendini Marksist-Leninist (ML), Marksist-Leninist-Maoist (MLM) olarak adlandıran partiler var. Bunlar dışında sosyal şovenist TKP gibi ulusalcı “komünist(!)” partiler de var. Sosyalizm ve komünizm mücadelesinde kararlı ve ciddi olan partiler, “aynıların aynı yerde olması” prensibi gereği, iradi olarak başta her alanda eylem birlikteliklerini sıklaştırıp canlı tutarken, aynı zamanda örgütsel birlik içinde çaba harcamaları gerekir. Bunun yolu; proleter devrimci tartışma külütürü içinde, canlı siyasal tartışma ortamının sağlanmasından geçer. Kendine komünist diyen siyasi parti ve örgütler ne yazık ki, uzun bir zamandır birbirini eleştirmediği bir gerçektir. Bu suskunluk ya da duyarsızlık oprtünizmle uzalşama analyışının ta kendisidir. Teorik ve politik canlı bir tartışmanın olmadığı yerde, işçi sınıfı içindeki sınıf bilinçli örgütlenme de gelişemez.7.11.2024
















1Stefan Engel, İşçi Hareketi İçinde Düşünce Tarzı İçin Mücadele, sf. 130, Verlag Neuer Weg, 2001 Türkçe Basım

2https://www.yargitaycb.gov.tr/item/1093/siyasi-parti-genel-bilgileri

3https://de.wikipedia.org/wiki/Liste_der_politischen_Parteien_in_Deutschland

4https://demokrasiicinbirlik.com/hakkimizda/

16 Ekim 2024 Çarşamba

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi


 

 

 

 

 

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?


Yusuf Köse


Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.


Bu başlıklar, Nobel ekonomi ödülü alan Daron Acemoğlu'na (DA) da ait. DA'nın Nobel ödülü alması başta TC cumhurbaşkanı olmak üzere bütün burjuva ve küçük burjuva ulusalcı kanatları sevindirdi. Ne de olsa İstanbul doğumlu. Erdoğan, kendisinin tebrik ederken „afedersin Ermenisin“ demedi bu kez. Ödülü kendi hanesine kazandırmak istediğinden olsa gerek.


DA'nın kitaplarını okumadım. Ama, uzun yıllardır Türk burjuva basınında „dünyaca ünlü ekonomist“ olarak birinci sayfalarda konuşmalarına yer verildiği için görüşlerine aşinayım ve son olarak t24'ün düzenlediği Konferansa'da yaptığı konuşmayı dinledim. Konuşmasının özeti: Bütün kötülüklerin anası kapitalizm değil. Zaten bunu hiç ağzına almıyor. Onun kapitalizm ile bir sorunu yok. Kapitalist sistem iyi, ama bazı kötü yöneticiler var. Erdoğan, Trump, Şi Cinping, Putin, Orban, Modi vb. gibiler.. Bunlar olmasa, kapitalizmde eşitsizlikler olmayacak, doğa kurtulacak, baskılar ortadan kalkacak.


DA ve diğer iki ekonomistin ödül almasının nedeni, ekonomi ile sosyal olguları birleştirmeleriymiş. Yani, demokrasi olan ülkelerde ekonomik büyüme ve eşitlikler daha iyiyimiş.


DA'nın Marksizmden haberinin olmadığını sanmıyorum. O, marksizmin kapitalist eleştirilerini bildiği için, kapitalizmi kurtarma formülleri arıyor. Kendisinin de söylemiyle, „ekonomik çöküşü“ (kapitalizmimin çöküşü demek istediği açık) önlemek için, kendisinin saydığı formülleri hayata geçirmek gerekiyormuş. Ancak, ileri sürdüğü bütün önermeler, yeni olmadığı aşikardır. Çok eskilerden beri bütün burjuva liberal reformistler, kapitalist tekellerden „biraz insaf“ istemişler, işçi ücretlerini kısmen de olsa yükseltmelerini, toplumsal eşitsizliği fazla derinleştirmemelerini istemişlerdir.


DA, kapitalizmin aşırı üretiminde, aşırı kardan, kapitalistler arası rekabetin ve bunların geçici değil kalıcı olduğundan ve rekabetin savaşları, eşitsizliği yarattığından asla söz etmemiş, bunları anımsatacak kelimelerden kaçınmıştır. Burjuva demokrasisinin, ekonomik gelişme ile bir ilgisinin olmadığını bilmezden gelmeye çalışıyor. Çin'de burjuva demokrasisi yok, ama diktatörlük altında geliştiğini bilmesine karşın, Şili'de (11 Eylül 1973), Türkiye'de (12 Eylül 1980), Arjantin ve daha bir çok ülkede askeri faşist cuntalar vasıtasıyla, neoliberal politikaların kanlı bir şekilde uygulandığını ve o çok övdüğü G. Kore'de askeri faşist cunta eliyle toplumun nasıl bir cendere altına alındığını ve sermaye birikiminin bu kanlı yönetim altında biriktirildiğini görmezden geliyor.


Ve DA, kapitalist gelişmede geri kalmış ülke burjuvalarına, eğer biraz demokrasi uygularsanız daha fazla gelişirsiniz tavsiyesinde bulunarak, kapitalist gelişmenin ücretlerin düşük tutulmasıyla doğrudan bir ilişkisinin olduğunu özel olarak gizlemeye çalışıyor. Oysa, liberaller için en „demokrat“ sıralamasının başında yer alan (ABD, Almanya, İngiltere başta olmak üzere) ülkeler, emperyalist İsrail devletinin Filistin ve Lübnan'ı yok etmesi için başta, her türlü silah olmak üzere, çok yönlü olarak destekliyorlar. Burjuva demokrasilerinin „en ileri“ halleri GAZZE'dir! Açıktan soykırımdır! Bunu yaptıran, bir kaç kişinin „kötü niyeti“ değil, kapitalist-emperyalist sistemin kendisidir. DA gibi burjuva liberal „bilim“ insanlarının bunu bilmemesi olası değildir.

Örneğin, Nobel ekonomi ödüllü DA, kapitalist ekonomik krizlerin neden sık sık gündeme geldiğini açıklamaya yanaşmıyor. 2008 büyük ekonomik krizden söz ediyor, ancak, bunu ortaya çıkaran ekonomik nedenleri açıklamaktan kaçınıyor. Kapitalizmin kaçınılmaz krizlerinin en temel nedeninin; aşırı kar için aşırı meta üretimin olduğundan söz etmiyor.


Neoliberal ekonomi politikaları kısmen eleştiriyor. Örneğin, uluslararası yatırımın artmasını, ulusal ekonomileri zayıflattığından söz ediyor. Oysa, tekellerin esas eğiliminin uluslarası yatırım olduğunu, bu olmadan sermayelerinin esas olarak artıramayacağını göremiyor. Ya da öğretim üyesi olduğu Üniversitenin (MTI) en çok uluslararası tekellere ve askeri alanlar için araştırma yaptığını unutuyor.


Gelinen aşamada serbest rekabetçi döneme geçilemeyeceğini göremiyor. Ayrıca, kapitalizmin genel karakteri ulusal değil, uluslararsı oluşudur. Kriz dönemlerinden kısmen „gümrük duvarları“ daha fazla olsada, emperyalist sistem geriye dönemez ve ulusal çitler arasına sıkışmış bir kapitalizm kapitalizm olmaktan çıkar. DA, kapitalizmin en temel eğlimlerini iradeyle önelenebileceğini vaaz ediyor.


Bir başka liberal ekonomist şevket Pamuk, DA ve arkadaşlarını şöyle övüyor:


Daron Acemoğlu ve arkadaşları katkılarıyla, ‘bileklerinin hakkıyla’ ekonomi araştırmalarının 30-40 yıl önce neredeyse sadece ekonomiden ibaret olan ilgi alanını siyaset, kültür, güç ilişkileri, coğrafyayı da içerecek şekilde genişlettiler. Kurumları, oyunun kurallarının sürekli ve kalıcı olmasının önemini gündeme getirdiler.1


Bizim liberallerimiz de, uluslararsı liberallerden farklı düşünmüyorlar. Bu sınıfsal bir düşünüş tarzıdır. Başka türlüsü de beklenemez. TC liberalleri, TC'nin yüzyıllık tarihini materyalist bir anlayışla inceleseler kısmen gerçeği yakalayacaklar, ancak, onlar için „bilimsel gerçeklik“ kapitalizmin yaşatılması ve anti-komünist saflarda yer almak olunca, „bilimsel“ araştırmaları, temelden nemli duvara sıva yapmanın ötesine geçmiyor.

Burjuva kurumların varlığı, burjuva devletin ayakta kalması, toplumu, kapitalist sistemin yaşaması için „iyi idare“ edilmesi, kapitalist sisteme rıza göstermelerinin ve sömürü sisteminin devamı için zorunlu olduğunu bilmelerindendir.


Marx, bunu yaklaşık 175 yıl önce yazmıştı, üst yapıyı ( kültür, siyaset, güç ilişkileri vb.) esas olarak alt yapı, yani ekonomik yapı beliriler.


Ödenmemiş artı-emeğin –der Marx- doğrudan üreticilerden çekilip alınmasının özel iktisadi biçimi, doğrudan üretimin kendisinden doğan ve kendisi de belirleyici bir öğe olarak onu etkileyen, yönetenler ile yönetilenlerin ilişkisini belirler. … Tüm toplumsal yapının ve onunla birlikte egemenlik ve bağımlılık ilişkisinin siyasal biçiminin, en içteki sırrını, gizli temelini açığa vuran şey, her zaman, üretim koşullarına sahip olanlar ile doğrudan üreticiler arasındaki ilişkidir.”2


DA ve neobel ödülü alan arkadaşları, kapitalizmin ücretlik kölelik sistemi olduğu gerçeği, ve sistemin bütün ekonomik ve siyasal yapısını emek-sermaye arasındaki çelişmenin belirlediği gerçeğini gizliyorlar. Eşitsizliklerin temelinde ücretli köllelik sistemi olduğunu, kapitalizm varolldukça, insanın da doğanın da yıpranacağını, kapitalist tekeller arasındaki çelişmenin iradi olarak sonlandırılamayacağını ve bunun savaşlara yol açıtığını, deyim yerindeyse üzerini küllemeye çalışıyorlar.


DA, üretimin arttığından, buna karşın nüfusun yaşlandığından ve azalmasından söz ediyor. Ama bunu, refahın düşmesine bağlıyor.


Kapitalizmin işgücünün artık üretemez bir duruma geldiğini 2018 yılında yazmıştım. “Dijitalleşme” adlı kitabım da bu konu geniş olarak ele alınıyor. Aşırı sermaye için aşırı üretimin kapitalist sistemin kaçınılmaz bir eğilimi olduğu ve bundan hareketle doğanın ekolojik dengesinin bozulması, işçinin aşırı yıpranması ve aşağılanmasının en üst boyuta varması, gelinene aşamda, kapitalist sistemi, geriye dönülmez bir çöküşün eşiğine getirmiştir.


Yeşil teknoloji” ile, doğanın aşırı tüketimi ve katledilmesi olası değildir. Nedeni kapitalist aşırı üretimdir. Kapitalis sistemm yaşadıkça, doğanın geriye dönüşümsüz bozulması her geçen gün artacaktır. Ayrıca şunu da söylemek gerekiyor, gelinen aşamda doğanın ekolojik dengesinin bozulması canlı varlığını açıktan tehdit etmektedir. Kapitalizm bunu daha da derinleştirmektedir. Artık bu gerçeği burjuva “bilim” insanları da kabul ediyor.


Kapitalist üretim, aslında meta üretimi değil, artı-değer üretimidir. İşçi kendisi için değil, sermaye için üretir. Bu nedenle, artık sadece üretmesi yetmez, artı-değer üretmesi de zorunludur.”3 (Marx)

Kapitalist sistemde “demokrasi”nin geliştirilmesinden söz eden DA, Marx'ın kapitalist sistem için bu söylediği gerçeği görmek istemiyor. Kapitalist sistemin işçiden çalınan artı-değer üzerine kurulu olduğu gerçeğini kabule asla yanaşmıyor. Sahip olduğu bilim “ahlakı” buna izin vermiyor.


DA, “ekonomik büyümeden” söz ediyor, anacak, sermayenin büyümesinin ters orantılı olarak yoksulluğu genişlettiği ve derinleştirdiğinden söz edemiyor. Dünyanın en zengin 26 kişisinin4 sahip olduğu gelirinin dünyanın nüfusunun yarısının gelirine nasıl eşit olabildiğini es geçiyor. Böyle bir gerçekliği; doğanın katledilmesine, savaşların sürdürülmesine, aşırı silahlanmaya ve aşırı yoksullaşmaya karşın yaratan sistemin kapitalist sistem olduğunu gizlemek, olsa olsa “bilim” olarak önümüze sürülen burjuva aşağılanmanın en alçaklık halidir.


DA ve sınıfsal aynı düşünce tarzına sahip bütün liberallerin eşitlik anlayışı, yoksulların çoğalarak daha da yoksullaşması, zenginlerin ise daha da zenginleşmesi ve bunları yaratan ekonomik sistem olan kapitalist sistemin, yani ücretli kölelik siteminin sürdürülmesi... Bu yıl ki nobel ekonomi odülü bu formülün reformize edilerek açıklanmasına verilmiştir. 16.10.2024


***

2 K. Marx, Kapital C.III, sf. 695, Sol Yayınları, İkinci Baskı

3Marx, Kapital, C.1, sf. 538, Sol yayınları, Birinci Baskı

4https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46945215

1 Ekim 2024 Salı

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

 

Emperyalizm Üzerine Notlar-7





„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler


Yusuf Köse



Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.


Emperyalizm Üzerine Notalar-4”de “yarı-sömürgecilik”, “bağımlı ülke” ve “yeni sömürgecilik” kavramları ile ilgili kısa açıklamalar yapılmıştı. Şimdi bu bölümde, Türkiye'yi “yarı-sömürge” olarak değerlendiren ve işçi sınıfının önüne, sosyalizm yerine “bağımsız demokratik Türkiye” koyan bazı anlayışları ele alıp değerlendireceğim.


Önce, “Emek Partisi -EMEP-” çevresinin çıkardığı “Teori ve Eylem” dergisinde çıkan “Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığı ve anti emperyalist mücadele” ve “Kuruluşunun İkinci Yüzyılında Türkiye’nin Bağımlı Kapitalizmibaşlıklı, bir yıl arayla birbirinin devamı olan iki ayrı yazıdaki anlayış değerlendirmek istiyorum. Yusuf Akdağ imzalı bu iki yazıdaki anlayış, Türkiye'yi “bağımlı- yarı sömürge” ülke olarak değerlendiren diğer siyasetlerin ya da siyasi görüşlerinde yaklaşımlarıyla örtüşmektedir. Argümanlar genelde aynı: “Emperyalizme bağımlı”, “ekonomiye ve siyasete emperyalistler yön veriyor” vb. vb.


Ve bu iki yazıdaki anlayış, içinde sosyalizm kelimesi geçmeyen, Türkiyeli komünist ve devrimcilerin önüne “anti-emperyalist mücadeleyi” birincil görev olarak ortaya konuyor ve şöyle formüle ediliyor: “Bağımsız Demokratik Bir ülke İçin Anti Emperyalist Mücadele1


Akdağ'dan bir alıntı:


Türkiye, İsrail, Brezilya gibi devletlerin kendi hesaplarına da politikalar izlemeleri ya da izlemeye çalışmaları, bu ülkelerin emperyalist konumuna delalet etmez.

ve bir cümle hemen arkasından:

Emperyalist ülkelerle bağımlı ülkeler arasında ekonomik, mali, askeri gelişmişlik açısından büyük fark vardır.” 2

Hemen buraya bir not düşelim. Emperyalist ülkeler ile bağımlı ülkeler arasında, „askeri, ekonomik, mali“ gelişmişlik açısından büyük bir fark varsa, İsveç ile ABD arasındaki farklara ne diyeceğiz? İkisi de emperyalist. Biri dünyanın bir süper emperyalist gücü. Ve diğeri ise küçük bir emperyalist ülke. Ya da Lüxemburg ile Almanya arasındaki farklara ne diyeceğiz?

Yazarın anlayışına göre, emperyalistler arasında öyle büyük bir „fark“ yok. Hepsi üç aşağı beş yukarı „aynı“ demek istiyor. Elbette yanılıyor. Emperyalizm eşitsizlik demektir. Aynı emperyalist Lüxemburg ile emperyalist İngiltere arasındaki eşitsizliğin büyük olması gibi. Ya da emperyalist Danimarka ile emperyalist Japonya arasında varolan büyük farklar gibi.

Emperyalist ülkeler ile bağımlı ülkeler arasında fark olduğu gibi aynı şekilde emperyalist ülkeler arasında da büyük farklılıklar vardır. Emperyalizm, ülkeler arasındaki farkılılıkların büyüklüğüne ya da küçüklüğüne göre ortaya çıkmaz, kapitalizmin bir üst aşaması olan tekelleşmeyle ortaya çıkar. Bu tür anlayışlar, emperyalizmin tekelcilik olduğu ekonomik özünü görümezden gelmektedir. Emperyalist ülkelerin ortak yanı tekelleşme ve sermaye ihracıdır. Emperyalist ülkeler arasında, matematikteki ikinin ikiye (2=2) eşit olması gibi aralarında bir eşitlik olası değildir. Emperyalizm eşitsizlik demektir.

Uluslararası ve yerli büyük sermaye ekonomide köşe başlarını tutmakta; artı değerin büyük bir kesimini kâr-faiz ve rant getirisi şeklinde ele geçirmektedir.”

Kapitalist bir ülkede köşe başlarını elbette (ulusal-uluslararası) tekeller tutacaktır. Sorun bunlara karşı mücadele ve kapitalist sistemin sosyalist devrimle ortadan kaldırılmasıdır. Ancak, Türkiye’de uluslararası emperyalist tekellerin işçi sınıfının artı-değerini gasp ettiği bir çok köşe başını tuttuğu doğru, ne var ki, ülke içinde esas köşe başlarını tutanlar yerli tekellerdir. Bugün ülke ekonomisine hakim olan, devlete egemen olan Türk tekelleridir. Yabancı tekeller bunlardan sonra gelir. „Ülkemiz yabancı emperyalist tekellere peşkeş çekiliyor“ tek yanlı küçük burjuva ulusalcı çığırtkanlığı, tam gerçeği açıklamadığı gibi, gerçeğin esas yanını gizlemektedir. Çünkü ülke esas olarak yerli tekellerin eğemenliği altında ve artı-değerin çok büyük bölümünü bunlar gasp etmektedir. Basit bir toplma çıkarma matematik hesabıyla da bu rahatlıkla görülebilir.3

Ülke içinde, sadece “beşli çete” denen uluslar arası Türk tekellerine verilen krediler, alınmayan vergiler, yaptırılan köprü ve hava alanlarında belli bir “yolcu-araba geçiş kotaları”nın karşılığında ödenen avantalar dikkate alındığında bile sorun rahatlıkla görülebilir. Ülke “yerli” büyük Türk tekellerine öyle bir peşkeş çekliyor ki, Evrensel gazetesi şöyle bir başlık atarak aradaki çelişkinin büyüklüğünü okurlarına duyurmuştur: “İhalede bol sıfır, vergide tek sıfır: Saray'ın müteahhitleri vergi vermedi4 ve Evrensel'den de bir başlık daha: “Maskesiz beşler: İşçiler, Antep'in en büyük 5 tekstil şirketinden %824 fazla vergi ödedi.”5

Bianetten bir başka haber:

Türkiye'nin vergi vermeyen şirketleri

Türkiye'nin en büyükleri arasında yer alan Yapı Merkezi, Taşyapı, Limak, IC IÇTAŞ, TürkTelekom, Turkcell, Ülker, Getir, Zorlu Enerji, THY, Rönesans İnşaat, GDZ elektrik, EnerjiSA, Cargill, Anadolu Efes Biracılık, Hürriyet ve CNN TÜRK 2023'te kurumlar vergisi ödemeyenler arasında.6

Kısacası, bütün büyük tekeller işin içinde. İşçi sınıfı ve emekçilerin derin bir yoksulluğa mahkum edenlerin kimlikleri de, sınıfları da net.

AKP 22 yıllık iktidarı döneminde kendi burjuvazisini de yatarmıştır. Erdoğan'ın burjuvazisini salt küçük KOBİ'ler olarak görmek yanlıştır. Arkasında uluslararsı emperyalist niteliğe sahip bir burjuvazi vardır. Sadece bu olgu bile, özellikle son 22 yıldır, işçi sınıfı ve emekçilerin daha çok hangi tekellere peşkeş çekildiğini açıklamaya yeter. Ve Türkiye Varlık Fonu (TVF) içindeki tekellerin kimlere peşkeş çekildiğini görmekte yeterli olabilir. Bu da yeterli gelmezse, özellikle son 15 yıl içinde Türk silah tekellerinin en az dört tanesinin uluslararsı en büyük 100 silah tekeli içinde yer aldığı görülebilir. Bir başka örnek, Türkiye'deki özelleştirmelerin %78'i Türk tekellerine peşkeş çekilmiştir.7 TÜBRAŞ gibi en karlı büyük bir tekel, Koç Holding'e adeta hediye (4 milyar dolar) edilmiştir.

İsviçre bankası UBS'nin "2024 Küresel Servet Raporu"na göre Türkiye, kişisel servet artışında TL cinsinden görülen yüzde 157,78'lik büyümenin yanı sıra ABD doları cinsinden yüzde 63,2'lik büyüme oranlarıyla birinci sırada yer aldı.”8 Her halde bu %157,78'in içinde, her geçen gün alım gücü düşen işçi, emekçi, emekli, küçük üretici köylü ve hatta küçük esnaf yoktur. Belli bir kesim muazzam ölçüde palazlanmıştır. Ülkenin esas olarak kimlere peşkeş çekildiği, bu verilerden de anlaşılabilir.

Yazar Akdağ, Evrensel'deki bu haberleri okuyor elbette, ama, o dogmatik düşünme tarzını ilke edindiği için olsa gerek, varolan gerçekleri analiz etme yerine sübjektif dünyasını gerçek gibi kağıda dökmeyi teorik eylem bellemiş gibi “analizler” yapıyor.

Demek ki, ülke, daha çok yerli tekellere peşkeş çekiliyormuş. Kendi burjuvazisinin küçümseme sosyalşovenist bu anlayış nedeniyle de „anti-emperyalist bağımsızlık mücadelesi esas“ gibi, işçi sınıfı ve emekçilerin önüne yanlış hedef konmaktadır ve sosyalist devrim reddedilmektedir.

....ve yukarıdaki alıntının devamında;

işbirlikçi tekelci devlet yönetimi, ülkeyi emperyalist devletlerle uluslararası tekellerin üretim üssü haline getirmeyi, kalkınmanın ve rekabetin koşulu olarak göstermektedir.”9

Emperyalist Türkiye adlı kitabımda, “sermaye sermayeyi çeker” ara başlıklı bölümde, uluslararası emperyalist sermayenin en büyük yatırım alanları yine emperyalist ülkelerin kendileri olduğu, istatistiki verilerle doğrulanmaktadır. ABD, Çin, Hindistan, Almanya, Japonya ve diğer emperyalist ülkeler, en fazla dış yatırımı çeken ülkelerin başında gelmektedir. Özellikle ABD ve Çin, uluslararası sermayenin en fazla yatırım yaptığı ülkelerdir. Her iki ekonomi de büyük olduğu için, uluslararsı sermayeyi kendilerine çekiyorlar. ABD emperyalist devletinin “kızmasına” karşın, ABD'li büyük tekellerin Çin'e yatırm yapmasının önüne geçemiyor.


ABD'ye gelen dış sermaye toplamı 2000 yılında 2,8 trilyon ABD doları iken, 2021 yılında 13 trilyon kadar oluyor. ABD'nin dış ülkelerdeki sermaye yatırım toplamı ise, 2000 yılında 2,6 trilyon dolar kadar iken, 2022 yılında 8 trilyon dolara çıkıyor. Yani, ABD'e dışardan gelen sermaye daha fazla. ABD net sermaye ithalatçısı bir ülkedir.


Çin'de de durum aynı. 2000 yılında dışardan gelen sermaye stoku 193,4 milyar ABD doları iken, 2022'de 3,8 trilyon dolara yükseliyor. Çin'den dış ülkelere yatırım amaçlı giden sermayenin toplamı ise, 2000 yılında 27,7 milyar ABD doları iken, 2022'de 3 trilyon dolar civarında oluyor. Çin'e ait rakamların içinde Hong Kong'daki sermaye giriş çıkışları yoktur.10


Bütün emperyalist ülkeler dış sermayeyi çekmek için birbiriyle yarışıyorlar. ABD ve AB emperyalist bloğu Çin'in büyümesinin önüne geçmeye çalışmalarına karşın, kendi ülkelerindeki tekellerin Çin'e sermaye yatırımının önüne geçemiyorlar. Örneğin, ABD ve AB'nin baskılarına rağmen, dünyanın en büyük Alman kimya tekeli BASF, 2019 yılında Çin'de 10 milyar Avro'luk büyük bir sermaye yatırım yapmayı daha karlı buldu.11 Çin tekelci burjuvazisi, yabancı tekelleri çekmek için, ülkeyi uluslararsı tekeller için ucuz işgücü cennetine çevirmiştir. Bu nedenle Türk tekelci devletinin ülkeyi uluslararsı sermayeye peşkeş çekmesi ya da çekmek istemesi, salt Türk burjuvazisine özgü bir olgu olmadığı, kapitalist devletlerin (elbette kapitalizmin) genel eğilimi olduğu görülmelidir.


Türk tekelleri de son üç yıldır Mısır'da daha fazla yatırım yapmayı tercih ettiler. Mısır, özellikle, Türk tekstil tekelleri için adeta bir yatırım cenneti oldu. Bu nedenle de Evrensel gazetesi; “Tekstil patronu Mısır'a, işçi kapıyabaşlığını atmıştır.12 Tekstil tekellerin bir çoğu Mısır'da fabrika açmışlardır. Çünkü Türk tekelleri için Mısır'ın avantajları daha fazla. Her şeyden önce işçi ücretleri Türkiye'den daha düşük. ABD'e Mısır'dan kotasız ve vergisiz ihracat olanakları var. Bu durum da, Mısır burjuvazisi de Türk tekellerine ülkeyi peşkeş çekmektedir. Türkiye'de yatırım yapan diğer Uluslararası emperyalist tekeller gibi, Türk tekelleri de emperyalist amaçlarla Mısır'da yatırım yapıyorlar. Türkiye'de sömürü amaçlı yatırım yapan uluslararası emepryalist tekellere karşı çıkarken ve bunların emperyalist yüzleri net olarak görülürken, Türk tekellerinin de başka ülkelerde sermaye yatırımlarının emperyalist niteliği aynı netlikle görülmelidir. Birincisine karşı çıkıp, ikincisini görmezden gelmek sosyal şovenizmdir! 01.10.2024


Devam edecek....

1https://teoriveeylem.net/tr/2023/03/27/turkiyenin-emperyalizme-bagimliligi-ve-anti-emperyalist-mucadele/

2https://teoriveeylem.net/tr/2024/03/04/kurulusunun-ikinci-yuzyilinda-turkiyenin-bagimli-kapitalizmi/

3Evrensel: “Vergi cenneti Türkiye: Sanayi odaları başkanları vergi ödemiyor“ 18 Temmuz 2024 https://www.evrensel.net/haber/523482/vergi-cenneti-turkiye-sanayi-odalari-baskanlari-vergi-odemiyor

7Bkz. Yusuf Köse, Emperyalist Türkiye, sf. 108-113, El Yayınları 2022

8https://tr.euronews.com/2024/07/11/ubs-raporu-turkiye-tl-cinsinden-kisisel-servet-artisinda-yuzde-157lik-buyume-ile-ilk-sirad

9https://teoriveeylem.net/tr/2023/03/27/turkiyenin-emperyalizme-bagimliligi-ve-anti-emperyalist-mucadele/

10ABD ve Çin ile ilgili sermaye giriş çıkışlarına ait kaynak :UNCTAD 2023 Raporu

28 Eylül 2024 Cumartesi

Emperyalist Dünyanın 3. Süper Gücü Adayı: HİNDİSTAN

 



Emperyalizm Üzerine Notlar-6


Emperyalist Dünyanın 3. Süper Gücü Adayı:


HİNDİSTAN



Giriş: Almanya’nın Thüringen Eyaleti’ndeki Truckenthal’da 13-15 Eylül 2024 tarihleri arasında ICOR’un, Lenin’in 100. ölüm yıldönümü anısına, ”Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” adı altında uluslararası büyük bir seminer yapıldı. Bu seminer’de “Lenin ve Emperyalizm” başlıklı 1. bölüm’de ben de bir sunum yaptım.


Rothe Fahne (Kızıl Bayrak) dergisinden kısa bir bilgilendirmeyi buraya alıyorum.


45 ülke ve 40 kuruluştan 700'ün üzerinde katılımcı bir araya geldi. Bunlar arasında ICOR üyesi örgütler, ICOR dışındaki örgütler, deneyimli devrimciler ve savaşçılar yer alıyor. Madenciler, çelik işçileri ve otomotiv işçileri seminere deneyimlerini, fikirlerini ve önerilerini aktardılar. Çok sayıda işçinin yanı sıra çok sayıda genç, militan işçi hareketinden kadınlar, barış ve çevre hareketinden aktivistler, göçmenler, bilim insanları ve sanatçılar da vardı. 200 konuşma ve 26 hazırlanmış açılış konuşması“1


Birden fazla Hindistan’lı komünist parti ve örgütlerin yanı sıra, Türkiye’den ICOR üyesi TKP-ML, MLKP ve Bolşevik Parti (Kuzey Kurdistan-Türkiye) katılmışlardı.


Hindistan’lı örgütlerin çoğu, kendi ülkelerini, ya “yarı-sömürge” ya da “bağımlı” ülke olarak değerlendirirken, TKP-ML, ısrarla, “Arjantin, Türkiye ve Hindistan, yarı-sömürge yarı-feodal ülkelerdirbelirlemesinde bulundu. O zaman, Hindistan’a kısaca bir göz atalım:




Emperyalist Dünyanın 3. Süper Gücü Adayı:


HİNDİSTAN







Hindistan Ekonomisine Kısa Bir Bakış


Kapitalizm en hızlı şekilde sömürgelerde ve denizaşırı ülkelerde büyüyor. Bu ülkeler arasında yeni emperyalist güçler (Japonya) ortaya çıkıyor.” Lenin


Bu saptamasını Lenin 1916 yılında, „Kapitalizmin En Yüksek Aşaması Emperyalizm“kitabında yapıyor.



Hindistan kapitalizmi her geçen gün büyümektedir. Dünyanın büyük ekonomileri arasında en yüksek büyüme oranına sahiptir. Hindistan ekonomisi 2023 yılında % 7,8 büyümüştür. Büyüme oranı açısından Çin'i geçmiştir.2 2014 yılında dünyanın 10. büyük ekonomisi olan Hindistan, 2023 yılında 5. büyük ekonomisi olarak emperyalist dünya içindeki yerini yükseltmiştir.


Bir ülkenin kapitalist gelişmesi, temel ekonomik sektörlerin GSYH içindeki paylarından belli olur. Hindistan'da hizmetler sektörü'nin payı %48,44, sanayinin; %25,66, Tarımın payı ise %16,73 kadardır.3 1950-51 yıllarında ise, tarımın GSYH içindeki payı % 51,88; sanayinin payı % 16,19; hizmetler sektörünün payı % 29,54.


Diğer ülkelerde olduğu gibi, kapitalizmin gelişmesine bağlı olarak, tarımın GSYH içindeki payı giderek küçülürken, sanayinin ve hizmetlerin payı ise büyüyor. Ve hatta, sanayide yüksek teknoloji kullanımı arttıkça, ekonomi içindeki payı kısmen geriliyor. Hizmetlerin payı ise büyüyor. Bu, sanayinin küçülmesinden çok, bir çok üretim dalının (özellikle bilişim teknolojisi) hizmetler sektörüne dahil edilmesinden kaynaklıdır.


Dünya'da tarım ürünleri üretimi açısından 2. sırada yer alan Hindistan, tarım ise toplam istihdamın %44' gibi büyük bir kitleyi kapsamaktadır.4 Başka bir araştırmaya göre ise, 2023-2024 yılında tarımda istihdam yaklaşık 150 milyon, sanayide 108 milyon, hizmetlerde ise 164,5 milyon kişi istihdam ediliyor.5


Şehirleşme'de kapitalist gelişmeye bağlı olarak gelişmektedir. Hindistan'da şehirlerde yaşayan nüfus 2023 yılına göre 519,5 milyon kadardır.6 Şehirleşme, diğer gelişmiş emperyalist ülkelere ya da gelişmiş kapitalist ülkelere göre oldukça geridir. Buna rağmen, Hindistan'da kentleşme her geçen yıl artış göstermektedir.


Köylerde yaşayanların oranın yüksek olması, tarımda feodal üretimin egemen olduğu anlamına gelmiyor. Tersine, tarımın kapitalistleşmesinin köylünün topraksızlaştırılmasıyla doğrudan ilgisi vardır.


Hindistan, 2022 yılı verilerine göre, çelik üretiminde, Çin'den sonra, 125,3 milyon tonla dünyanın 2. büyük çelik üreticisidir. Oysa, aynı Hindistan'ın 1993 yılında 22 milyon ton çelik üretimiyle 10. sırada yer alıyordu.7 Worldsteel.org'a göre, Hindistan ürettiği çeliğin 12 milyon tonunu ihraç ederken, sadece 7 milyon ton itjhal etmektedir. Yani, bunun anlamı, ürettiği 125 milyon ton çeliğin yaklaşık 115 milyon tonunu ülke içinde tüketiyor.8


Hindistan elektrik üretiminde de Çin ve ABD'nin arkasından dünyada 3. sırada gelmektedir. Toplam elektrik üretimi 2022 yılına göre 1,636 TWh kadardır.9 Bu gidişle kısa bir süre içinde 2. sıraya yerleşeceği belki de Çin'i geçerek birinci sıraya yerleşeceği süre fazla olmayabilir.


Hindistan Tarımı


Hindistan tarımında kapitalist ilişkilerin esas olduğu bir gerçektir. Büyük ölçüde olmasa da, hızla endistürüleşmeye doğru gittiğini veriler ortaya koyuyor.


Hindistan tarımının makineleşmesiyle ilgili bir aktarma yapalım:

2021-22'de ülkenin genel çiftlik mekanizasyon seviyesi %47 oldu. Buğday, pirinç ve mısır, genel mekanizasyon seviyeleri sırasıyla %69, %53 ve %46 olan yüksek derecede mekanize ürünlerdir ve bunu bakliyat (%41), yağ takip etmektedir. tohumlar (%39), pamuk (%36), şeker kamışı (%35) ve sorgum ve darı (%33). 3 Januar 202410


Ve devamında;” Tarım sektörü, boyutları küçülmeye devam eden küçük çiftlik işletmeleri, çiftlik işgücünün azalması (2050 yılına kadar işgücünün yaklaşık yüzde 26'sına düşeceği tahmin edilmektedir)” deniyor.


1970-71'de Hintli çifçilerin %51'i bir hektardan daha az araziye sahipken, 2015-2016 yıllarındaki sayımda %68'i bir hektardan daha az arazide tarım yapıyor. Ancak, Hintli çiftçilerin %86'sı en fazla iki hektar büyüklüğünde arazide tarım yapıyorlar ve bu, çiftçiler işlenen toplam tarım arazilerin ancak %47'sine sahiptir.11 Bu da, tarımın tekelleşmesi yanında, yaygın bir küçük üretici topluluğunun olduğunu da gösteriyor. Ancak, küçük çiftçilerin üretimi de kapitalist pazar için üretimdir. Tarımdaki tekelleşme arttıkça, küçük çiftçilik de azalacaktır ve köylülerin çoğunluğu topraksızlaştırılmaya devam edecektir.


Hindistan'da yaklaşık 660 bin köy var ve özellikle küçük çiftçilerin ürünleri tefeciler tarafından satın alınmaktadır. Tefeciler ise çiftçilerin ürünlerini çok ucuza satın almakta ve köylüleri borçlandırmaktadır. Bu nedenle küçük çiftçi intiharları artmaktadır. Hükümet ise çiftçi intiharlarını görmezden gelmektedir. Tekelşme arttıkça, küçük çiftçilerin yok oluşu da intiharlarla birlikte gelmektedir. Hindistan kapitalizminin hızlı gelişmesi ve bir o kadarda tekelleşmesi, köylülüğü ve tarım işçilerini adeta intihara sürüklemektedir.


2022'de 11.290 çiftçi kendi canına kıydı; bu sayı bir önceki yıldaki 10.281 intihar vakasına göre artış gösterdi. Başbakan Narendra Modi'nin iktidara geldiği 2014'den 2022 yılına kadar 100.474 çiftçinin intihar ettiği kayıtlara geçti. Bu sayılar her geçen yıl artmaktadır.” Ve intihar edenlerin %41'i tarım işçileridir. Tarım işçileri arasında da intihar vakaları artmaktadır.12 Bu veriler, Hindistan’da kapitalizmin ne pahasına geliştiğinin göstergeleri olmaktadır.


Hindistan'da, 2020 verilerine göre, tarımda çalışanların, toplam çalışanlara oranı %41, bu oran 1980'lerin başında %75 gibi yüksek bir rakama sahipti.13 Kapitalist gelişmeye bağlı olarak, tarımda çalışanların saysısı azalmaktadır.


Hindistan'daki 93.09 milyon tarım hanesinin yüzde 82'si şaşırtıcı bir şekilde küçük ve marjinal çiftçilerden oluşuyor ve genellikle iki hektardan daha az araziye sahipler. Önemlerine rağmen, Hintli çiftçilerin ortalama aylık geliri ayda 125 ABD Doları civarında seyrediyor; bu, aylık 200 ABD Doları olan ulusal ortalama kişi başına gelirin çok altında.14


Emperyalizm, işçi sınıfı ve köylülüğün zenginliği değil, bir avuç kapitalist tekelci burjuvazinin zenginliği ve yağma düzenidir. Genel anlamda halkın ise yoksullaşmasının artması demeketir. Bazı küçük burjuva düşünce tarzına sahip olanlar, emperyalizmi genel anlamda kitlelerin “zenginliği” olarak görme yanlışına düşebiliyorlar. Ya da Hindistan’daki derin yoksullaşmaya bakarak, bu ülkenin ekonomisi değerlendirilebiliyor. Geniş ve derin yoksulluğun üzerinde Hindistan burjuvazisinin uluslararası alana yayılan sermayesi yükseliyor. Bu görülmezden geliniyor.


Örneğin gıda endistürüsi, yabancı sermaye çeken önemli yatırım alanlarından biridir. Hindistan ticaret bakanlığının verilerine göre:

2000-Eylül 2023 arasında kümülatif olarak yaklaşık 12,35 milyar ABD Doları tutarında Doğrudan Yabancı Yatırım (DYY) sermaye girişi çekmiştir. Bu, toplam DYY sermaye yaıtırımının%1,89'a tekabül etmektedir.”15 Yabancı emperyalist sermaye feodal tarıma değil, kapitalist tarıma ve en yüksek kar getiren ekonomik sektörlere yatırım yapar.


Hindistan'ın GSYH'yıllara göre büyümesine


Bir ülkenin GSYH'nın büyümesi de, o ülkede kapitalist gelişme ile doğru orantılıdır. Hindistan'ın 2000 yılında GSYH'ı 469,4 milyar ABD'dolarından yıldan yıla artarak 2023 yılında 3 trilyon 572 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiştir.16 Bu gelişmeler, Hindistan'ı, dünyanın en büyük 5. ekonomisi düzeyine getirmiştir. Önümüzdeki birkaç yıl içinde Almanya ve Japonya'nın önüne geçerek 3. sıraya yerleşeceği tahmin edilmektedir. “Yarı-feodal” bir ülkenin ekonomisi bu denli hızlı büyümeyeceği gibi, dünyanın en büyük ilk beş ekonomisi arasında yer alamaz.


Hindistan, bu ekonomik büyümeyle önümüzdeki 10 yıl içinde, ABD ve Çin'den sonra, dünyanın üçüncü süper gücü olacağını tahmn etmek zor olamasa gerek. Çünkü Hindistan'da bugün toplam çalışan sayısı 500 milyonu geçerken, bu sayı her yıl artmaya devam edecek, topraksızlaştırılan köylüler tekellerin, potansiyel artı-değer kaynağı işgücü olacaktır. Kapitalist gelişme, işgücünün sayısıyla da doğru orantılıdır. Hindistan hem genç nüfus hem de toplam nüfus büyüklüğüne sahip olan bir ülkedir. Şu anda nüfus büyüklüğü açısından dünyanın en büyük ülkesi. Bu nüfus büyüklüğü, aşırı kar için ülkeden ülkeye koşan uluslarararası emperyalist tekeller için büyük bir sömürü kaynağıdır. Bu nedenle de, en büyük emperyalist tekeller ucuz işgücü cenneti Hindistan'a yerleşmek için uzun zamandan beri yarışmaktadır.


Hindistan Emperyalist Bir Ülkedir17


Hindistan, dünyanın beşinci büyük ekonomisi olarak, uluslararası 500 en büyük tekel arasında 8 tane büyük tekeli var. Ülke içinde ise tekelleşme en üst seviyededir. Hindistan Merkez Bankası eski başkan yardımcısı Viral Acharya iddiasına göre, Hindistan'da “beş büyükler (Big 5)” olarak bilinen; Reliance, Tata, Birla, Adani, Bharti tekelleri, ülke içinde fiyatları kontrol etmektedir.18 Servet yönetimi firması MarcellaManagement tarafından hazırlanan bir rapora göre ise, ülkedeki en büyük 20 tekel Hindistan borsası NİFTY'deki servetin %80'ini ellerinde tutmaktadır.19


Forbes Global 500 Tekel içinde 8 tane, Forbes Global 2000 tekel içinde ise 55 tane Hindistan tekeli var. Oysa dünyanın 3. büyük ekonomisi olan Almanya'nın ise Global 2000 listesi içinde 64 tekeli var. ya da bir zamanlar, uzun bir süre Hindistan'ı sömürge olarak işgal atında tutan İngiltere'nin ise Global 2000 listesi içinde 72 tekeli var.


Hindistan Borsası içinde yer alan 570 tekelin toplam piyasa değeri 4 trilyon 323 milyar ABD dolar.20 Bu miktar, Hindistan'ın 2023 yılı GSYH'dan büyüktür. Daha da önemlisi, borsadaki ilk yüz tekelin içinde yabancı ülkelere ait tekel sayısı oldukça azdır.


Hindistan'ın en zengin yüz (100) kişisinin kişisel serveti yaklaşık bir trilyon ABD doları kadar.21 Bu miktar, Hindistan'ın 2023 yılı GSYH'nın üçte biri kadardır.


Emperyalist ülkelerde tekelcilik gelişirken, emperyalizme bağımlı ülkelerde tekelciliğin gelişmemesi beklenemez. Emperyalist ekonomi de kendi süretinde bir dünya yaratır. Özellikle 1980'lerden itibaren özelleştirmelerin yoğunlaşması ve özelleştirilen şirketlerin büyük bir bölümünün ülke içindeki teklellere satılması, hatta bir çoğunun “bedava” denebilecek miktarlarla verilmesi, iç tekelleşmeyi geliştirdiği gibi, bir çok tekelin emperyalist tekel haline gelmesine neden oldu.


CPI (ML) Red Star: “... neoliberalizmin ve aşırı dayatılan liberalleşme-özelleştirmenin Yeni-sömürgeci bağımlı ülkelere yönelik küreselleşme rejimi, bu ülkeler üzerindeki yeni-sömürgeci yağma ve aşırı sömürünün güçlenmesiyle sonuçlandı” belirlemesinde bulunuyor.


Oysa, bu belirleme gerçeğin bir yanını açıklıyor. Esas yanını ise gözardı ediyor. Yani, neo liberal politikaların işçi sınıfını ve halkları yoksullaştırdığı doğrudur. Ve yarı-sömürge ülkelerdeki yoksullaşmayı artırdığı da doğrudur. Ama, aynı zamanda emperyalist ülkelerdeki işçi sınıfını da yoksulaştrıdığı ve anti-demokratik uygulamaları geliştirdiği de bir gerçektir. Ve diğer bir gerçek ise, bazı yarı-sömürge ülkelerin emperyalist olmasını da sağladığıdır.


Emperyalist neoliberal politikalar, kapitalizmin işçi sınıfı ve emekçilere karşı saldırısını yoğunlaştırdığı, sömürü koşullarını daha da ağırlaştırdığı ve kapitalist geleişmeyi dünya çapında derinlemesine ve enlemesine geliştiridiği, üretimin uluslararasılaşmasını yaygınlaştırdığı ve esas hale getirdiği bir gerçektir.


Yeni emperyalist ülkeler, kapitalizmin yüksek düzeyde gelişmesinin ve yaygınlaşmasının bir sonucudur. Kapitalizmin gelişmesi ve yoğunlaşması salt eski emperyalist ülkelerle sınırlı olamaz ve böyle bir “kısıtlama” kapitalizmin uluslararası niteliğine terstir. Tersine emperyalist ülkeler (ve elbette tekeller), dünyadaki pazar alanlarını genişletmek, sömürüyü daha da yoğunlaştırmak ve sermaye birikimini yoğunlaştırmak için, kapitalizmi her yere yayama eğilimi içindedirler. Hiçbir tekel dışa açılmadan, dış ülkelerde yatırım yapmadan duramaz ve de büyüyemez. Sermaye birikimi ve daha fazla aşırı kar elde etme mutlak eğilimi onu uluslararası pazara çıkamaya mutlak bir şekilde zorlar.


Kapitalizmin gelişmesi, çelik ve enerji üretimi ve tüketimiyle de doğru orantılıdır. 1950 yılında dünyada toplam çelik üretimi 189 milyon ton iken, 2022 yılında 1 milyar 885 milyon tona yükselmiştir. Bunun 1 milyar 762 milyon tonu kullanılmıştır.22 Çelik üretimin gelişmesinden bakarsak, kapitalizm son 70 yıl içinde tam on kat büyümüştür.


Enerji üretimi ve tüketimi de kapitalizmin gelişmesiyle doğru orantılıdır. 1950 yılında 28,564 TWh elektirik tüketimi gerçekleşirken, 2022 yılında 178,889 TWh kadar elektrik tüketimi gerçekleşmiştir.23 Yani, son 72 yıl içinde yaklaşık 626 kat elektrik tüketimi artmıştır.


Dünya GSYH’nın 2050’e kadar 100 trilyon dolar daha yükselerek 187 trilyon dolara ulaşacağı tahmin ediliyor. Bu, aynı zamanda, tüketimin artışını ve doğanın da aynı şekilde -kapitalist üretimin bir eğilimi olarak- tüketilişinin ve tahrip edilişinin göstergesi olarak karşımızda durmaktadır. Üretimin, nüfus artışının çok çok üstünde olmasına karşın, bu üretim bolluğuna karşın, dünya nüfusunun neredeyse yarısı 1-3 dolar arası günlük gelire sahip. Bu durum, üretimin büyük bir bölümünün imha edildiğini ve bir bölümünün de çok az insan tarafından tüketildiğini göstermektedir. Ve bu durum, aynı zamanda, emperyalist sistemin insana ve doğaya bütünüyle yabancılaşması ve ona düşman haline gelmesinin göstergesidir.


Bir zamanlar, kapitalist gelişme açısından çok gerilerde olan ülkelerin, hızla kapitalist gelişmeyi yakaladığı ve büyümeye devam ettikleridir. Nüfusun büyümeye katkısı olmasına karşın, ekonomik büyümeyle nüfus büyüme oranı aynı katkıyı sağlamamaktadır. Ekonomik büyüme oranları devamlı bir artış eğilimi içindeyken, nüfussal büyüme oranları ise tersine azalma eğilimi içine girmiştir.



Hindistan'ın Doğrudan Dış Yatırımı (DYY)


Hindistan'a doğrudan dış yatırımlar (DYY) ile Hindistan'ın dış ülkelere sermaye yatırımı 2000'lerin başından itibaren artış göstermiştir. Sermaye ithalatına koşut olarak sermaye ihracı da artmıştır. 2000 yılında 16,3 milyar ABD doları sermaye girişi olurken, 1,7 milyar dolar sermaye çıkışı olmuştur. 10 yıl sonra, yani 2010 yılında, 205,5 milyar sermaye girişi olurken, 96 milyar dolar gibi yüksek miktarda sermaye çıkışı, yani, sermaye ihracı olmuştur. 2022 yılında 510,7 milyar dolar sermaye girişi olurken, 222,5 milyar dolar sermaye çıkışı olmuştur.


Hindistan'ın ihracatı 2022 yılında, bir önceki yıla göre %14,7 oranında artarak 452,7 milyar dolar olmuştur. Aynı yıl ülkenin ithalatı ise %28,4 oranında artmış ve 732,6 milyar dolar olmuştur. Oysa 2020-2021 yılında Hindistan'ın toplam ihracatı 291,8 milyar ABD doları kadardı. Bir yıl içinde, nerdeyse yüzde yüze yakın bir artış olmuştur. İthalatı ise aynı yıllar içinde 394,4 milyar ABD dolarından 714 milyar ABD dolarına çıkmıştır. Bu rakamların gösterdiği, Hindistan kapitalizminin devasa büyüdüğünü göstermektedir.24


2000-2021 yılları arasında ASEAN ülkelerinden Hindistan'a yapılan toplam Doğrudan Yabancı Yatırımlar (DYY) 117,88 milyar ABD dolarını buldu. Toplam 115 milyar ABD dolarını bulan bu yatırımların çoğunluğunun Singapur merkezli tekeller tarafından yapılmıştır. 2019-2022 yılları arasında ASEAN ülkelerinin Hindistan'a yaptıkları DYY tutarı 115 milyar dolar iken, Hindistan'ın ASEAN üklkelerine bu yıllar arası DYY 55 milyar ABD doları kadar olmuşştur. Bunun 51,5 milyar doları, bu topluluğun en gelişmiş ülkesi olan emperyalist Singapur'a yapılmıştır. 25


Hindistan'ın İngiltere'de yatırım yapan 954 tekeli var. Ve bu tekellerin İngiltere'de ki toplam yatırımı 50,3 (2022) milyar Sterlin (yaklaşık 64 milyar ABD doları). Bu şirketlerin iş yerlerinde toplam 105.931 kişi istihdam ediliyor. İngiltere'de yatırımları olan Hintli 79 tekel 2023 yılında %10'un üzerinde büyüme sağlarken, uluslararası büyük bir tekel olan Hindistan kökenli Reliance Big Entertainment Ltd, İngiltere'deki faaliyetlerinden dolayı %364 gibi yüksek bir büyüme elde ediyor.26


Hindistan'lı uluslararası tekeller, sadece Afrika ya da ASEAN ülkelerinde değil, AB ve ABD gibi ülkelerde de sermaye yatırımları vardır.


Hindistan'ın 2022 yılında ABD'ye yaptığı sermaye yatırımın tutarı 3,5 milyar ABD doları kadar. Çin'e yaptığı yatırımın toplamı 944 milyon ABD doları kadardır. Hintli tekellerin, “özellikle BT, otomotiv, ilaç ve biyoteknoloji sektörlerinde Almanya'ya 6,5 ​​milyar Euro'nun üzerinde yatırım yaptı. Bugün Almanya'da 200'den fazla Hintli şirket faaliyet gösteriyor.27


2023 yılında ise, Rusya'nın Hindistan Ticaret Komiseri Alexander Rybasverdiği bilgiye göre; Rusya'nın Hindistan'da sermaye yapltırımı toplamı 16 milyar ABD doları iken, Hindistan'ın Rusya'daki toplam sermaye yatırımı 14 milyar ABD dolarına yükseliyor.28


2018-2023 arasında Hindistan'ın kıtalardaki sermaye yatırımı rakamlarla şöyle :


Afrika'ya 26,39 milyar dolar; Kuzey Amerika'ya 13,31 milyar dolar; Ortadoğu'ya 17,47 milyar dolar; Batı Avrupa'ya 13,1 milyar dolar; Asya-Pasifik'e 7,26 milyar dolar; diğer Avrupa 3,61 milyar dolar; Latin Amerika'ya 1,93 milyar ABD doları.29


Bütün bu sermaye yatırımları, “yarı-sömürge yarı-feodal” bir ülkenini değil, emperyalist bir ülkenin yatırımları ve sermaye faaliyetleri olabilir. Uluslararası pazara çıkmış ve diğer emperyalist tekellerle kıyasıya pazrları ele geçirme mücadelesi veren bir ülkenin “yarı-feodal” olaması bir yana “yarı-sömürge” olarak değerlendirmek bile, o ülkenin emperyalist sömürücü yönünü gizlenmesine hizmet eder.


Hindistan'ın Nepal'in en büyük sermaye yatırımcısıdır. Hindistan'ın Nepal'deki toplam sermaye stoku -FDI- (Nepal Rupee'si ile 88 milyar 59 milyon NPR (yaklaşık 662 milyon ABD doları) kadar iken Çin'in Nepal'deki toplam sermayesi ise 33 milyar 34 milyon NRP kadardır.30 Nepal her açıdan Hindistan'ın yarı-sömürgesi durumunda bir ülkedir. Ekonomik, siyasi ve askeri olarak da baskısı altındadır. Doğrudan Nepal'in içişlerine karışarak siyasal yönelimi belirlediği de bir gerçektir.


Ayrıca belirtelim, Hindistan'ın dünyanın en büyük 500 Fon tekeli içinde 11 tane portföy tekeli var ve bunların en küçüğünün değer 11 milyar ABD dolarını aşmaktadır. Sadece State Bank of India'nın toplam 86 milyar doları aşan bir fonu yönetmektedir.31



Hindistan'ın Afrika'daki Faaliyetleri


Diğer yeni emperyalist ülkeler gibi, Hint emperyalizmi de Afrika'da yoğunlaşmaya çalışıyor. Hind tekelleri daha çok doğu ve Güney Afrika ülkelerinde yoğunlaşıyor. Hindistan, Çin ve AB'den sonra Afrika'yala ticareti en fazla olan ülkedir. 2003-2023 yılları arası Hindistan-Afrika ticareti %18 büyüyerek 103 milyar dolara ulaşmıştır. Hindistan'ın 44 Afrika ülkesiyle doğrudan ticari ve askeri anlaşmaları vardır. Ve sermaye yartırımları giderek artmaktadır. Hindistan ve Çin Afrika pazarlarına egemen olmanın savaşını da vermektedir. Şu anda Afrika'da Çin'in rakibi, esas olarak eski emperyalist ülkeler değil, yeni emperyalist ülke Hindistan'dır. Hindistan bir taraftan BRICS içinde Çin'le birlikte yer alırken, aynı zamanda Çin ile uluslararası alanda ve bölgede birbirlerine karşı rakipdirler.


Afrika-center'in haberine göre;

Çoğunlukla Afrika ve Asya'da olmak üzere 160 ülkeden 200.000'den fazla sivil ve savunma profesyoneline eğitim verdi. Hindistan'ın EXIM Bank'ı uluslararası finansman, teknik yardım ve ticareti teşvik planlarının yüzde 50'sini Afrika'ya ayırdı. Afrika'nın en büyük dijital projesi Pan African e-Network, telekomünikasyon, tıp, sağlık, kaynak haritalama ve e-yönetişim alanlarındaki uzmanlığı paylaşmak için Afrika'nın 54 ülkesini Hindistan'a ve birbirlerine bağlıyor.


Haziran 2023'te Afrika ve Hindistan hükümeti, özel sektör ve endüstri liderleri, Hindistan İhracat İthalat Bankası'nın (EXIM) Hindistan dışişleri ve ticaret bakanlıkları ortaklığıyla ev sahipliği yaptığı 18. Hindistan-Afrika Toplantısı gerçekleştirildi. Afrika-Hindistan Formu her üç yılda bir yapılıyor. Hint tekelleri Afrika'ya büyük bir önem veriyor ve eski epmeryalistlerin pazar alanlarını Afrika'da daraltmaya devam ediyor.


Hindistan, Afrikaya en fazla borç veren bir ülke. Yardımları, 1983 yılında katıldığı Afrika Kalkınma Bankası aracılığıyla yapıyor. Hindistan'ın 2023 yılı itibariyle Afrika'daki toplam sermaye yatırımı 70 milyar ABD doları aşmaktadır. Hint Sanayi Konfederasyonu, bu rakamı 2030'a kadar 150 milyar dolara çıkarmayı hesaplıyor.32


2011-2014 yılları arasında, Güney Afrika'da Hintli tekellerin yatırımları artmıştı ve burada kurulu “Hindistan İş Forumu”nun 90 üyesi mevcut. Bu ülkeye yatırım yapan bazı Hindistanlı tekelleri sırasıyla yazalım: TATAs, Sun Pharma, Dr.Reddys, Mahindra & Mahindra, L&T, Jindal, Vedanta, TCS, WIPRO, Infosys, Tech Mahindra, HCL, Zensar, Nihilent, Hindistan Devlet Bankası, ICICI Bank, Bank of Baroda, EXIM Bank, Bank of India, Canara Bank gibi önde gelen Hintli Uluslararası tekellerdir.33


Hindistanlı uluslararsı tekeller Afrika pazarında büyümeye devam ediyor. Dünyanın en büyük 250 tekstil tekelleri arasında yer alan Raymond Gruop, Etiyopya'da 2017 yılında bir fabrika açtı. Burada 2500 kişi istihdam ediliyor. Bu ülkeden ABD ve AB pazarı için üretim yapıyor. Etiyopya hükümeti bu tür yabancı tekellere her türlü kolaylığı sağlıyor. Uzun bir süre vergi almadıkları gibi, ucuz iş gücünden de sonuna kadar yararlanıyorlar.


Emperyalist sömürü ilişkisi içinde olan bir tekel, “yarı-sömürge” bir ülkenin tekeli olamaz. Uluslararası emperyalist tekeller, üretimin uluslararsı haline geldiği bir koşulda, nerede karlı bir ortam varsa kolayca oraya yerleşiyorlar.


Örneğin, Hindistan'da işçilerin ortalama aylık ücretleri 2023 yılı itibariyle 120 ABD doları34 iken, Etiyopya'da 50-70 ABD doları arası. Etiyopya hükümetinin verdiği sübvansiyonlar, yabancı tekellerin yatırım yapması için özel tanınan ayrıcalıklar, gümrük vergisinin düşüklüğü vb. gibi avantajlar ise ekstra bir kar sağlamaktadır. Bu tür ayrıcalıklar ve kolaylıklar, yapancı emperyalist tekellerin yatırım iştahını daha da kabartmaktadır.35


Birçok Hindistanlı tekelin Güney Afrika, Kenya, Mozambik, Mısır, Tunus, Fas ve daha birçok Afrika ülkelerinde yatırımları vardır. Hindistanlı tek tek tekellerin hangi ülkede yatırımı olduğunu buraya almak fazlalık olacaktır.


Emperyalist Ülkeler Arası Eşitsiz Gelişme


Hindistan, diğer emperyalist ülkelere bağlı olarak değil, kendi emperyalist çıkarlarına göre hareket etmeketedir. ABD (ve AB) emperyalizminin baskılarına rağmen, Rusya ile her türlü ticari ilişkilerini sürdürürken, aynı zamanda S 400 silahlarını alabiliyor. BRICS içinde yer alıyor ve BRICS içinde etkisini artırmaya çalışıyor. BRICS içinde esas olarak Çin'in ağırlığı olmasına karşın, bir çok alanda Çin ile rekabetini de sürdürmektedir. BRICS içinde yer alırken, aynı zamanda ABD ve AB ile de ticari ve askeri ilşkilerini sürdürmeye devam etmektedir.


Hindistan, diğer emperyalist ülkelerle uzayda da rekabet ediyor. Bu amaçla, şimdiye kadar diğer emperyalistlerin göndermediği Ay'ın güney kutbuna insansız uzay aracı gönderdi. 2020 yılında'da aya uzay aracı göndermişti, anacak başarılı olmamıştı. Temmuz 2023 yılında gönderdiği uzay aracını ayın güney kutbuna indirmeyi başardı. Hindistan burjuvazisinin ekonomisi büyüdükçe, emepryalist hedefleri de büyümektedir.



Örneğin, CPI(ML) “yarı-sömürge” olarak adlandırdığı Hindistan ve Türkiye ile ilgili, kamuoyuna yayınladığı bir yazısında, şöyle bir yorumda bulunuyor:

Hindistan ve Türkiye gibi ülkeler mevcut bağlamda emperyalizmin küçük ortakları rolünü en üst düzeyde oynayabilirler.


Bu anlayış, emperyalist ülkeler arasındaki eşitsiz gelişmeyi reddetmektedir. Ekonomik ve askeri olarak küçük emperyalist ülkeler, büyük emperyalist ülkelerin baskısı altıdadır ve genellikle onların çıkarlarına doğrudan karşı çıkamazlar. Örneğin, Hollanda, Belçika ve İskandinav ülkeleri (ki bunlar emperyalist ülkelerdir) ABD'nin, Almanya'nın ve de İngiltere'den bağımsız hareket edemezler. AB ülkeleri bugün ABD'nin sözünden çıkabilecek durumda değillerdir. Ya da bir Almanya, ABD'nin baskılarına boyun eğmek zorunda kalıyor. Ukrayna-Rusya savaşında bu daha net gözlemelenebildi. Ama bu durum, ABD'e boyun eğen emperyalist ülkelerin emperyalist olduğu gerçeğini değiştirmez.


Emperyalistler arası ilişkilerde sorunlara Aristo mantığıyla yaklaşılamaz. AB emperyalizminin ABD'e ve hatta Çin'e boyun eğdiğini görmeyip, bir İsveç emperyalizminin Rusya'ya “kafa tutmasını” arkasında ABD ve AB emperyalizmi olduğunu görmeyip, sadece Hindistan ve Türkiye gibi yeni emperyalist ülkelerin “boyun eğmeleri”nin görmek, Materyalist diyalektik bir yöntem olmadığı gibi, nesnel olguları doğru değerlendirmeden de uzaktır.


Diğer yandan kapitalizm eşitsizliktir. Hiçbir ülke bir diğeri ile kapitalist gelişme açısından da aynı düzeyde değildir. Kapitalist-emperyalist sistem eşitsizlik demektir. Hiçbir tekel bir diğeri ile aynı düzeyde değildir. Nitelikleri aynı olmasına karşın, pazarlardaki etki alanları farklıdir. Yani, birisinin diğerine göre etki alanı daha fazladır.




Hindistan'ın Afrika Ülkeleri ile Askeri ilişkileri


Hind burjuvazisi askeri olarakta güçlenmeye ve en modern silahlarla donanmaya devam ediyor. Hindistan ordusu aktif 1,2 milyon, toplamda ise 1,4 milyon kişiden oluşmaktadır. Global Firepower'in 2024 raporuna göre, ABD, Rusya ve Çin'in arkasından Hindistan ordusu dünyanın dördüncü en güçlü ordusu olarak değerlendiriliyor.36


Hindistan'ın dünyanın ilk büyük 100 tekeli arasında 2 tane silah tekeli var. Hindistan, 2023 yılında 83,6 milyar ABD doları silahlanma için harcama yapan Hindistan, ABD, Çin, Rusya'dan sonra askeri harcamalar açısından dünyanın 4. ülkesi oldu.37


Hindistan, Afrika ülkelerine askeri yardım'da bulunuyor. Askeri eğitim yanında ortak askeri tatbikatlar düzenliyor ve ayrıca, “Hindistan-Afrika Savunma Diyalogu (IADD) adı altında yıllık toplantılar düzenleniyor. Ve Hindistan-Afrika Ordu Şefleri toplantıları düzenleniyor. Özellikle askeri olarak güçlü emperyalist ülkeler, kendi, emperyalist çıkarlarını korumak ve genişletmek için askeri “yardım”, “askeri eğitim”, “terörizme karşı ortak savunma”, “ortak çıkarları koruma” adı altında, özellikle yarı-sömürge ülkeleri baskı altına alıyorlar. Yeni gelişen emperyalist bir güç olarak Hindistan'da bunlardan biridir.


Sonuç Olarak; bütün bu verilerden hareketle ve de büyük bir işçi potansiyeline sahip ve aynı zamanda uluslararası tekeller içn ucuz işgücü deposu olan Hindstan’ın çok yakın bir zamanda dünyanın 3. süper emperyalist gücü olacağını söyleyebiliriz. 25.09.2024



1 https://www.rf-news.de/2024/kw37/lenin-waere-begeistert-gewesen-von-diesem-seminar-der-icor

2 https://www.statista.com/statistics/263617/gross-domestic-product-gdp-growth-rate-in-india/

3 Published by Aron O'Neill, Januar 5, 2024 Distribution of gross domestic product (GDP) across economic sectors in India 2022, statistia.com 2024


4 https://www2.deloitte.com/us/en/insights/economy/asia-pacific/india-economic-outlook.htm

6 https://www.globaldata.com/data-insights/macroeconomic/the-urban-population-of-india-137042/

7 www.worldsteel.org/wp-content/uploads/Worldsteel-in-Figures-2022.pdf

8 www.statista.com/ındıa-consumtion-volume-of-finished-steel/2022

9 www.ourworldindata.org/graoher/electricity-prod-source-stacked

11 https://www.agrarzeitung.de/nachrichten/politik/landwirtschaft-in-indien-incredible-india-95004

12 https://www.eco-business.com/news/indian-farmers-are-killing-themselves-in-record-numbers-is-climate-change-to-blame

13 destatis

14 https://eastasiaforum.org/2024/03/30/farmers-agitations-and-the-indian-agricultural-system/

15 https://www.ibef.org/industry/agriculture-india

17 Lüxemburg’u Satın Alan Hindistan Kökenli : ArcelorMittal Tekeli.

ArcelorMittel Tekelini, az çok bu sorunlarla ilgilenler tanır. Ve bu tekelin esas sahibi, Hindistan’ın en büyük zengnlerindendir. Mittal Steel, xemburg’lu Arcelor Steel’i tekelini 2006 yılında, Mekskalı bir çelik tekelini de 2009 yılında satın alarak, dünyanın en büyük çelik üreticsi tekeli durumuna geldi. Merkezi Lüxemburg’da olan bu tekelin 2022 yılı satış ciroso yaklaşık 80 milyar ABD Doları. Lüxemburg’un ise, Dünya Bankası verilerine göre 2023 GSYH’ı 85 milyar ABD doları kadar. Bu nedenle “Lüxemburg’u satın aldı” dedim.

18 https://thewire.in/economy/big-five-inflation-india-viral-acharya

20 ttps://companiesmarketcap.com/india/largest-companies-in-india-by-market-cap/

21 https://www.forbes.com/india-billionaires/list/2/#tab:overall

23 www.ourworldindata.org/graoher/electricity-prod-source-stacked

24 https://commerce.gov.in/about-us/divisions/foreign-trade-territorial-division/foreign-trade-asean/

25 https://www.aseanbriefing.com/news/boosting-india-asean-economic-collaboration-key-highlights-from-pm-modis-12-point-proposal/

26 https://www.grantthornton.co.uk/globalassets/1.-member-firms/united-kingdom/pdf/publication/2023/india-meets-britain-tracker-2023-report.pdf

27 https://india.diplo.de/in-en/themen/wirtschaft/economic-relations/1991398

28 https://tass.com/economy/1719561

29 Danielle Myles, September 18, 2023 https://www.fdiintelligence.com/content/news/indias-ambitions-for-africa-trigger-mounting-fdi-wave-82958

30 www.aninews.in/news/business/india-largest-sourca-of-foreigen-direckt-investment-in-nepal

31 ttps://www.thinkingaheadinstitute.org/content/uploads/2023/10/PI-500-2023-1.pdf

32 https://africacenter.org/spotlight/africa-india-cooperation-benchmark-partnership/

33 https://www.cgicapetown.gov.in/page/brief/

34 https://bdeex.com/de/india/

35 Indian companies in Africa Leveraging Comerce System, Mitsui & Co. Global Strategic Studies Institute Monthly Report March 2020

37 www.sipri.org/2023/sipiri-top-100-arms-producing-and-military-services-companies-world-2022