Emperyalizm
Üzerine Notlar -2
Yusuf
Köse
“Motor Üretimi
Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”
Soru:
2 -Türkiye'nin
kendi tekniği (gelişmiş
sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile
yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfurt'da
24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin ile Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)
Emperyalizm tartışmalarında, Türkiye ve diğer yeni emperyalist
ülkelerin emperyalist olduğunu reddeden anlayışların, karşı
eleştirlerin en sık getirileni, bu ikinci soru. “Türkiye
emperyalist olamaz, çünkü kendi tekniği yok, kendi üretim
araçları yoktur.” “Türk tekellerinin ya da şirketlerinin
kullandığı makineler ithaldir, dolaysıyla diğer emperyalistlerin
makineleridir, emperyalistler makine vermezse Türk devleti üretim
yapamaz.” vb. anlayışlar en yagın olanı.
Bunun yanıtı aslında çok basit. Sanayi gelişmemişse,
tekelleşeme de olamaz. Bu soru, Türkiye'yi kapitalist olarak kabul
edenlerinde sorusu. Örneğin, Marksist Teori, Türkiye
burjuvazisini, tekelci burjuvazi olarak değerlendiriyor ve ülkede
tekelci kapitalizmin egemen olduğunu savunuyor. Tekelci kapitalizmin
egemen olduğu bir ülkede, sanayinin gelişmediğinden söz
edilemez. Tekelcilik, sanayi sermayesi ile banka sermayesinin
birleşiminin adıdır. Ve tekelleşme, emperyalizm çağına
özgüdür. Yani kapitalizmin bir üst aşaması olan emperyalist
ekonominin bir ürünüdür. Tekelciliğin gelişmi, kapitalist
ekeonomiyi bir üst aşamaya çıkarır. Bu emperyalizmdir.
Türkiye'de
“motor üretilmiyor”,
“makine üreten makine üretimi
yok”
anlayışları, Türkiye kapitalizmini de tanımıyorlar dense
yeridir.
Evet, Türkiye, imalat sanayinde büyük oranda ithal girdilere
bağımlıdır. Ama bu onun sanayisinin olmadığı anlamına gelmez.
2023 yılında GSYH 1,1 trilyon dolar olan bir ülkenin, bu kadar
büyük bir sermaye birikimini tarım ürünlerinin satışından
elde ettiği varsayılıyorsa, yanılıyor. Aynı karşıt
eleştirciler, “tarımında yok edildiğini” söylemeleri, kendi
içinde tutarsızlık olduğunu da göremiyorlar.
“Emperyalist
Türkiye” kitabımda, “Türkiye'de İmalat Sanayinin Gelişimi”
başlığı altında incelenmişti:
“Kapitalizmi
kendinden önceki ekonomilerden ayıran noktalardan birisi, üretici
güçlerin ve üretimin merkezileştirilmesidir. Kapitalizmde,
sermaye ve üretimin merkezileşmeye doğru bir eğilim gösterir ve
kapitalist üretim sürdükçe sermaye birikiminin ve üretimin
büyümesinin merkezileşmesinin sınırı da yoktur.”
“Türkiye'de
makine üreten mikene üretimi yoktur” iddiası yüzeysel ve
ülkedeki kapitalist ekonomiyi yok sayan ya da küçümseyen
yaklaşımların bir sonucu olduğu gerçeğinin yanında, bu
iddiaları istatistiki veriler doğrulamıyor. Türkiye, 2001'den
itibaren makine sanayine daha fazla yatırım yapmıştır. Bu konu
bütün istatistiki verilerle adı geçen kitapda yer almaktadır.
Örneğin, 2001 yılında imlat sanyine yatırılan sermayenin
miktarı 7 milyar 378 milyon TL iken, 2018 yılında 106 milyar 523
milyon TL olmuştur. Kısacası 2001-2018 yılı arası, imalat
sanayine yatırılan toplam sermaye yatırımı 430,391 milyar TL
olmuştur.
“Aynı
kaynağın verilerine göre; Türkiye’de gayri safi sabit sermaye
yatırımı, 2018 yılı verilerine göre, Rusya, İspanya,
Avustralya, Meksika, isviçre ve Polanya’dan daha fazladır. Bu yıl
içinde dünya ortalaması %23,5 iken, Türkiye %29,9 civarında
gerçekleşmiştir. Bu alanda en yüksek yatırım %32 ile
Endonezya’da gerçekleşmiştir.
Makine
ve ekipman yatırımı artış hızında Türkiye, 2010-2017 yılları
arasında Fransa, Almanya, İngiltere, İspanya ve İtalya’dan daha
yüksektir.”
İmalat
sanayinde, yabancı serme yatırımı, bazı ulusalcı kesimlerin
abartısına karşın, 2015-2020 yılları arasında, %23,11
civarındadır. Türk tekellerinin ve şirketlerin yatırımı ise
%76,89 civarındadır. İmalat sanayinde yabancı sermaye yatırımı
2021 yılında 1,6 milyar dolar iken, 2022 yılında biraz
gerileyerek 1,59 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.
Makine
sanayinde yabancı yatırımı da oldukça azdır. Örneğin 2021
yılında 70 milyon dolar olan yabancı sermaye yatırımı 2022
yılında 44 milyon ABD dolarına gerilemiştir. Yani, 2021 yılında,
yabancı sermayenin makine sanayindeki payı %4,23 iken, 2022 yılında
%2,77'e gerilemiştir.
Burada, yeniden Türkiye'nin sosyo ekonomik yapısına ve
ayrıntılarına girmilmeyecek. Bu çok ayrı bir konu. Ancak, “motor
yok”, “teknik yok” gibi yüzeysel yaklaşımlar, Türkiye
kapitalizminin geldiği noktayı göremek ya da görmek istememekten
kaynaklı olduğu çok açık.
Ayrıca, Türkiye'nin emperyalist aşamaya geldiğini kabule
yanaşmayanlar, fosil yakıt olmadan sanayisi duracak ülkeleri
(örneğin AB'nin ileri gelen emperyalist ülkelerini, Çin'i) aynı
kaygıyla sorgulamıyorlar. Enerji açısından esas olarak fosil
yakıta (petrol, doğal gaz, kömür vb.) bağlı ülkeler, bu
yakıtlar olmadan “motorları”nı çalıştıramazlar, sanayinin
tekerleklerini dönderemzler. İstedikleri kadar motor yapsınlar,
teknikleri yüksek olsun, ama, bunlar için enerji lazım. Bu enerji
de belli sayıda ülkede var.
Örneğin, çip konusunda hemen hemen hepsi Tayvan'a bağımlılar.
Tayvan çip tekelleri üretimi durdursa, ya da “satmıyoruz”
deseler, çoğu sanayi ülkesi araba üretemeyecek, robot yapamayacak
ya da dijital üretimi gerçekleştiremeyecekler.
“Çip
üretiminde genel dünya sıralaması; Tayvan:
%54 | ABD: %12 | Güney Kore: %10 | Çin: %8 | Japonya: %7 | Avrupa
Birliği: %6 | Diğerleri: %3
Tayvan, TSMC adlı şirket sayesinde dünyanın en büyük ve en
değerli çip üreticisi konumunda. TSMC, Apple ve Intel gibi devlere
çip tedarik ediyor.”
Apple, İntel
gibi süper emperyalist tekeller ve daha bir çok teknoloji
tekelleri, Tayvan tekellerine bağlı. Çip üreticisi TMSC tekeli,
“benden size fayda yok” dese, Apple, İntel ve diğerlerinin
“büyüklükleri”, “süper tekel” oluşlarının hiç bir
anlamı kalmayacaktır. Emperyalizmi, üretimin temerküzü,
sermayenin yoğunlaşması ve tekelleşmesi olarak ele almayanların,
emperyalizmden anladıkları, “ya satmazsa ne yapacak”la sınırlı
kalıyor. Oysa, emperyalist sistem bir bütündür ve hepsinin
birbirine gereksinimi var. Birbiriyle ölümüne kapışsalarda,
üretim çoktan uluslararasılaşmıştır ve emperyalist sermaye de
uluslararsı bir sermeyedir. Dünyadaki uluslararası sermayenin
dolaşım hızı, bilgisayar tuşlarına basma anından daha hızlı
hale gelmiştir.
Dünya'da
çip üretimi çok az sayıda ülkenin elinde. “motor yok”
diyenler değil, “çip yok” diyenler daha önceliklidir. Çünkü
teknoloji giderek dijitalleşmekte ve yarı iletkenler olmadan artık
otomobillerde üretilemiyor.
Örneğin,
dünyanın belli başlı buğday üreticisi ülkeler vardır. Bunlar
buğdaylarını satmasa, ülkelerin çoğu aç kalacaktır.
Rusya-Ukrayna savaşında bu daha net ortaya çıktı. Oysa,
Ukrayna'nın buğday üretimi dünya buğday üretiminin %3'üne denk
gelmektedir. Türkiye ise, dünya buğday üretiminin %3,4'ünü
yapmasına karşılık yine de ithal etmek zorunda kalıyor. Dünya
buğday üretiminin büyük bir bölümünü, sırasıyla, Çin
(%20), Hindistan (%16) Rusya (%12) ve ABD (%7) üretmektedir.
Almanya
ve AB ülkelerinin çoğu, Rusya'ya yatırım uygulamamlarına, doğal
gaz ve petrol alımını sınırlamalarına karşın bütünüyle
kesemiyorlar. Almanya hala doğal gazının %4'ünü Rusya'dan almaya
devam ediyor. Almanya istemediğinden değil, Rusya Almanya'ya fazla
gaz vermek istemediği için, açık olan bir boru hattından az
miktarda gazı Almanya'ya satıyor. Şu anda Alman sanayicileri BDI
(Almanya'nın TÜSİAD'ı sayılır) isyan etmiş durumda ve hükümete
doğrudan ültimatov verdiler. “potansiyelimizin altında kaldık”,
ömrün azaldı diye. Çünkü, ucuz Rus gazı kesilince, emperyalist
Almanya ekonomisi giderek küçülmeye başladı.
Bütün
emepryalist ülkelerin birbirlerine gereksinimi var ve birbirleriyle
ticari (ithalat ve iharacat) ilişkisini sürdürmek zorundadırlar.
Motoru olmayan ya da yeterli motor üretemeyen motor ithal edecek,
gazı olmayan gaz, çipi olmayan çip, buğdayı olmayan buğday,
çocuk bezi üretemyen ya da yeterli üretemeyen çocuk bezi ithal
edecek ya da bunları fazlasıyla üretenler satacak. Kapitalist
ekonomide amaç, mal üretim stoklamak değil, fazlasıyla satmak ve
kar elde etmektir. Burjuvazi satamadığı malı üretmez.
Üretiklerini birbirlerine karş koz olarak kullanırlar mı? Elbette
kullanırlar! Eşitsiz gelişen kapitalist-emperyalist ekonomide bu
kaçınılmazdır.
Ayrıca,
burjuvazi içerde kendine yeterli üretiklerinin bir kısmını
dışarıya satar, ama karşılığında aynı maldan başka bir
ülkeden satın alır. Örneğin, Türkiye, kendi ürettiği buğdayı
hem ihraç eder, ama aynı zamanda başka bir ülkeden aynı kalitede
buğdayı ithal eder.
Tekelleşmiş
bir dünyada, tek tek tekeller için dünya bir pazar yeridir. O,
salt üretim üsünü düşünmekle kalmaz, bir bütün olarak
dünyayı düşünür, rakiplerinin kimler olduğunu, pazar
paylarının ne olduğunu, hangi bölgelerde (ülke-kıta)
yoğunlaştığını, zayıf ve güçlü yanlarını analiz ederek
üretimini pazara sunar ve pazardan pay almak için tüm gücüyle
(bol reklam, düşük fiyat, kalite, devlet olanaklarını kullanma,
pazar alanındaki isiyasal iktidar ile yakın ilişki -komisyon adı
altında büyük rüşvetler vererek- ) mücadele der. Sermaye
büyüdükçe, pazar payları artıkça kapitalistlerin uykuları da,
sermayenin büyüklük oranına göre kaçar. Tekelin esas düşmanı
işçi sınıfı olmasına karşın, kendi sınıfından her tekel
birbirinin de düşmanıdır. İşçi sınıfına karşı birlik
olurlar, ama bu birlik kendi içinde çelişmelidir. Halkımızın
deyimiyle, aynı zamanda, birbirinin kuyusunu da kazarlar ve asla
birbirlerine sırtlarını dönmezler. Bu durum, sermayenin büyüklüğü
ile doğru orantılıdır. Her bir kapitalistin gözünde
istatistikler, yılıdırm hızıyla gelip geçer. Doğaya, insana ve
her şeye zarar verme oranları da sermayenin büyüklüğü ile
doğru orantılıdır. Sermaye büyüdükçe vahşileşmesi de artar.
Emperyalizm
Çağında Milli Üretim
“Üretim
araçlarını üreten makine üretemiyor”, “motor yok”
diyenlerin, “milli ve yerli mal”dan söz ettikleri ve emperyalizm
çağında, burjuvaziden “millicilik” beklediklerinden kuşku
yoktur. Emperyalizm, ya da emperyalist tekeller, belli ülkelere
bağlıdır, ama, onlarda kapitalizmin ilk ortaya çıktığı
dönemdeki millicilik yoktur. Üretimleride uluslararasıdır.
Birkaç
örnek verelim. Örneğin, Mercedes, sadece tek bir seri araba için,
tam 1500 tedarikçi ile çalışıyor.
2014
yılındakki bir haberi buraya alalım:
“Mercedes
Satın Alma Direktörü Klaus Zehnder Pazartesi günü Stuttgart'ta
yaptığı açıklamada, Pekin ve ABD'deki C-Serisi üretiminde
tedarikçiler tarafından yerel olarak üretilen oranın yüzde 60
olduğunu söyledi. Bu sadece geçici bir durumdur. Gelecek nesil
için referans noktası yüzde 80'dir. Ve “Zehnder
dünya çapında yaklaşık 1.500 tedarikçiyle ilgileniyor.”
Bir başka
haber de Volkswagen ve Mercedes'den:
“Mevcut
VW Golf'ün tedarikçi listesi, birkaç değişiklikle Mercedes
A-Serisi ile aynı tedarikçileri içeriyor: Thyssen Krupp direksiyon
kolonundan, Martinrea yan panellerden, ITT Italia fren
balatalarından, Hellermanntyton ise direksiyon kolonundan sorumlu.
Fren sistemi, kilitleme sistemi için Kiekert, vites kutusu yatakları
için Koyo.”
Aynı haberin devamında Çin'in otomobil üretimiyle ilgili bir
bilgi var:
“Yakında
Avrupa pazarını sarsacak olan ve çok dikkat çeken Çin otomobili
Qoros 3 de ünlü tedarikçilerden alınan bileşenlerden oluşuyor.
Bunların aynı zamanda VW Golf veya Mercedes'i de donatan aynı
şirketler olması alışılmadık bir durum değil. “Automobilwoche”
ticari dergisinin verilerine dayanan birkaç örnek:
Motor ve şanzıman: Valeo, Mahle, Bosch, BorgWarner, Continental,
PMG, Getrag ve diğerleri
İç Mekan: Johnson Controls, Magna,
Bader, Magna, Marquardt, Valeo, IAC ve diğerleri
Navigasyon ve
radyo: Microsoft (telematik), Neusoft (bilgi-eğlence)”
Burada bir anımsatma yapıp devam edelim: TOGG “yerli ve
milli”diye pazarlama yapan hükümet ve buna karşı “yerli ve
milli değil” diyen burjuva muhalefet ve bir kısım solcu kesim.
Burjuva muhalefeti anlamak kolay da, kendine ML diyen kesimleri
anlamak zor. Bir taraftan emperyalizm ve proleter devrimler çağında
olduğumuzdan söz edilecek, öbür yandan burjuvaziden “milli”
üretim bekleyecek? Ama Çin'in en meşhur otomobilinde bir tane
“milli” parça yok. Ama çin “malı”. VW ve Mercedes'in
parçaları binden fazla tedarikçi (ezici çoğunluğu değişik
ülkelerden) tarafından üretilip ve beli merkezlerden montajlanarak
üretim sonlandırılacak. Bunlarda “milli”lik aranmayacak, ama,
TOGG'da “illa da milli ve yerli olması” değer bulacak. Sorun
TOGG'un parçalarının nerde üretilmesi değil, böyle bir
ototmobilin pazar alanaı bulabilecek mi? Diğer dev otomobill
tekelleriyle mücadele edebilcek mi? TOGG'u üretenleri ve buna
sermaye yatıranları en çok düşündüren bu sorundur.
Bugün, otomobilden, bilgisayara, cep telefonundan en yüksek
teknolojilere kadar, “yerli” üretim yoktur. Büyük markalar,
bütün parçaları yüzlerce değişik üretim alanında ürettirip,
bir merkezde montajını yapar. Örneğin, otomobil tekeli VW,
Almanya'da fabrikaları birer montaj yerleridir. Otomobilin parçaları
değişik ülkelerden gelir. Yukarıdaki haberler dikkat çekici
olmalıdır. Bu üretimin uluslararasılaşmasının en yüksek
seviyesini göstermektedir.
Elimizdeki
cep telefonları, bilgisayralar, içini açıp baktığımızda her
bir parçanın değişik bir ülkede yapıldığını görebiliriz.
Örneğin, Apple'in ürettiği çoğu cep telefonları,
biligisayarlar Çin'de üretilir, ama ABD malı olarak piyasaya
sürülür. Apple ürünlerinin Çin'deki üretici firmasıysa Tayvan
tekeli Foxconn'dur.
Şu söylenebilir, ABD, Çin, Japonya, Almanya, Tayvan vb. gibi bir
çok ülke yüksek teknoloji üretimine sahip. Türkiye ise bu üretim
alanında geri. Bu doğru. Ancak, bu durum Türkiye'nin üretiminin
toplusallaşmadını, tekeleşmenin olmadığı anlamına gelmez.
Örneğin, Türkiye'nin ihracat kalemleri arasında, ilk on kalemde,
sırasıyla; 1-otomotiv endüstrisi, 2- kimyevi maddeler ve
mamulleri, 3- hazırgiyim ve konfeksiyon, 4- elektrik ve elektronik,
5- çelik, 6- hububat, bakliyat, ayğlı tohum ve mamulleri, 7-
makine ve aksamları, 8- demir ve demir dışı metaller, 9- tekstil
ve hammaddeleri, 10- savunma ve havacılık sanayi gelmektedir.
Bunların bir kısmı yüksek teknoloji ürünü iken, bir kısmı
orta-yüksek teknoloji ürünüdür. Emperyalizmi salt yüksek
teknoloji ile tanımlamak, doğru bir yaklaşım değildir.
Emperyalizm, tekelleşmedir. Yani üretimin yüksek düzeyde
temerküzüdür. Üretimin yüksek düzeyde temerküzü, sermayenin
yüksek düzeyde birikimi ve yoğunlaşmasıdır. Yani, her alanda
tekelleşmedir. Serbest rekabetçi dönemde üretimin yüksek düzeyde
temerküzü yoktu. Küçük işletmelerden büyük sanayi üretimine
geçiş, tekelleşmeyi de doğurdu.
Bazı anlayışlar, emperyalizmi, ekonomik yapıdan ayrı ele alarak,
salt askeri saldırganlığa bağlıyorlar. Ya da emperlizmi salt
sisyal bir eğilim olarak değerlendiriyorlar. Bu eksik bir
tanımlamadır. Hiçbir siyasal eğlim ekonomik alt yapıdan bağımsız
olamaz. Emperyalizmin siyasal gericiliği, onun sahip olduğu
ekonomik yapıyla bütünleşmekte ve onun ürünüdür. Emperyalizm
kapitalizmin bir üst aşamasıdır. Bunun anlamı, daha yüksek bir
üretim biçimidir.
Lenin bunu şöyle tanımlar:
“Ekonomik
özü itibariyle, emperyalizmin tekelci kapitalizm olduğuğunu
gördük. Yalnızca bu, emperyalizmin tarihteki yerini belirlemek
için yeterlidir, çünkü serbest rekabet zeminide ve tamı tamına
serbest rekabetten doğan tekel, kapitalist düzenden daha yüksek
bir sosyo ekonomik düzene geçiştir.”
Demek
ki, emperyalizm burjuvazinin salt bir siyasal eğilimi değil, esas
olarak ekonomik bir temeli olan ve “kapitalist
düzenden doğan sosyo-ekonomik”
bir yapıdır. Siyasal eğilimler, ekonomik alt yapıdan bağımsız
olamaz.
Lenin, döne dolaşa, emperyalizmi tanımlarken; tekelleşmeden,
üretimin temerküzünden, sermayenin aşırı birikiminde, banka
sermayesi ile sanayi sermayesinin bileşmi ve finans sermayesinin
egemenliğinden, sermaye ihracından vs. söz eder. Serbest rekabetçi
dönem ile emperyalizm dönemini birbirinden ayıran temel ekonomik
olguları böyle sıralar.
Tekellerin egemen olduğu tekelci Türk devletini, esas olarak bir
kaç on tekelin egemen olduğu Türkiye ekonomisini, emperyalizm
olgusunun dışında tutatanların, Lenin'in emperyalizm tanımıyla
çeliştikleri bir gerçektir.
Devam edecek...
yusufkoese@hotmail.com