Emperyalist
Büyük Savaşa Doğru-1
Yusuf
KÖSE
12 Öubat 2018
Emperyalist
savaş tehlikesinin kapıya dayandığını, gelinen aşamada bugün
hemen hemen herkes –burjuvazinin yayın organlarından The
Economist’de dahil- gizleyemiyorlar. Bunlar emperyalist savaşın
ekonomik nedenlerini gizleyip, karşıtı olduğu emperyalist gücün
saldırganlığına bağlarlar.
“Şom
ağızlı” olmak iyi bir şey değil, ancak, kapitalizmin nesnel
gerçekliği, bizi emperyalist savaşın bütün koşullarının –
bütün temel çelişmelerin keskinleşerek- olgunlaştığına
götürüyor. Stalin, 2. Emperyalist savaşın gelişini 1927 yılında
açıklamıştı.
Gelinen
aşamada ise, emperyalistler arasındaki çelişme “barış”
içinde çözülebilecek koşulları ortadan kaldırmıştır. Büyük
bir emperyalist savaşa doğru gidildiği gerçeği gizlenemez duruma
gelmiştir. Savaş, Trump, Putin, Şi Jinping vb. gibi bazı
liderlerin salt kötü niyetli oluşlarından değil, kapitalizmin
çarkının bu yönde işlemesinden kaynaklanıyor. Bu çarkı ancak
ve ancak uluslararası proletarya ve ezilen halkların birliği ve
mücadelesi durdurabilir. Başka kimse değil.
Bir
kaç yıl önce bunlar bu köşede de yazılmıştı. Son bir yıldır
ise, emperyalist savaş tehlikesinin ciddi bir duruma geldiğini ve
bunu önlemenin taktik mücadelelerinin geliştirilmesinden söz
etmiştik.
Yeni
bir emperyalist savaşın kapıya dayanmasını gösteren oldukça
fazla veri var. Birincisi, yeni emperyalist ülkelerin varlığı.
Dünyanın yeniden paylaşılma isteği.
Emperyalist
savaş, emperyalist ülkelerin birbirleriyle savaşmasıyla ortaya
çıkar. Bu da, dünyayı yeniden paylaşmak, daha fazla egemenlik
alanı ele geçirmek ve pazar alanlarını genişletmek içindir.
2.
Emperyalist savaşı öncesi, Alman emperyalizmi, dünya pazarındaki
egemenlik alanları diğerlerine göre (başta İngiltere ve
Fransa’ya karşı) daha geri durumdaydı. Alman
emperyalizmi ile aynı duyguları Japon ve İtalyan emperyalist
tekelleride paylaşıyordu.
1917
Rusya’daki Sovyet Devrimi’nden sonra dünya, esasta, kapitalist
ve sosyalist olmak üzere iki kampa ayrıldı. Ama, emperyalist büyük
devletler arasında da çelişme vardı ve bu çelişme ancak savaşla
çözülebilecek durumdaydı. Bu bağlamda, dünya üçe ayrılmıştı.
Birinci kamp SSCB ve ezilen dünya halkları (ulusal kurtuluş
savaşlarıda dahil), ikinci kamp ise, emperyalistlerin kendi
aralarındaydı. Burada birinci kamp, dünya kapitalist pazarına
egemen olan İngiltere ve bağlaşıkları olan ABD ve Fransa, ikinci
emperyalist kamp ise, başını Alman emperyalizminin çektiği ve
balağlaşıkları olan Japonya ve İtalya yer alıyordu. İtalya, 1.
Dünya savaşında birinci grup içinde yer almasına karşın, 2.
Emperyalist savaşta safını Almanya ve Japonya’nın yanında
belirledi. Emperyalistlerin safları çıkarlarıyla doğrudan
ilişkilidir. 1. Dünya savaşında İngilizlerle hareket eden
İtalya, bir çok bölgeyi kaybetmiş ve pazar alanlarını İngiliz
ve Fransızlara kaptırmıştı. Yani, “mağdur” durumdaydı.
Bugün
durum ise, daha farklıdır. Sosyalist ülkeler kalmamış ve
dünyanın 2. Emperyalist savaşından bu yana egemen olan ABD ise
giderek gerilemeye başlamıştır. Bu ABD’nin kendi isteğiyle
olan bir şey değil, yeni gelişen emperyalist devletlerin
(tekellerin) ABD pazarlarını ele geçirmeye başlaması ve
pazarlardan pay istemeleriyle oluyor. Ve ortaya kıran kıran bir
çatışma, mücadele, vekalet savaşları, bölgesel savaşlar
çıkıyor. Bu, ortadoğu’da olduğu gibi, vekalet savaşlarıyla
yürütülüyor. Ancak, vekalet savaşlarınında aradaki çelişmeyi
çözmeye yetmediğini göstermiştir. Emperyalistler, aralarındaki
çıkar çelişmelerini vekalet savaşlarıyla çözemeyince
doğrudan karşı karşıya gelmişlerdir. Bu Suriye cephesinde
şu anda böyledir. Günümüz koşullarındaki kapitalizmin krizi,
onları doğrudan savaşın sıcak ön cephesine doğru hızla
itmektedir. ABD emperyalizminin geçtiğimiz Aralık ayı ortasında
açıkladığı “strateji belgesi”, yeni bir emperyalist savaşa
hazırlık ve diğer emperyalistlere meydan okuma belgesidir. Bunun
içeriği yazının diğer bölümlerinde ele alınacaktır.
Çin’in,
denizden, karadan ve havadan hayata geçirmeye çalıştığı “ipek
yolları”, ABD emperyalizminin egemenlik alanlarını tehdit ediyor
ve dünyayı bir ahtapot gibi sarıyor.
Lenin’in
yüzyıl önce belirttiği, kapitalist-emperyalist sistemin eşitsiz
gelişme yasası, dünyanın büyük emperyalist ülkeleri ve
tekelleri arasında, dünyanın yeniden paylaşılmasını kaçınılmaz
olarak gündeme getiriyor. Kapitalizm var olduğu sürece bu yasada
yürürlükte olacaktır. Bazı emperyalist ülkeler gerilerken
bazıları öne çıkacaktır. Bazı tekeller yutulurken bazıları
gelişip palazlanacak ve yeni pazarları ele geçirme mücadelesi
verecektir. Kapitalizmin insanlığın başına bela ettiği bu kısır
döngü, kapitalizmin yıkılışına kadar devam edecektir.
Şimdi,
sırasıyla belli başlı emperyalist ülkelerin durumunu incelemeye
geçebiliriz.
Çin’in
Durdurulamayan Hakimiyeti
Yeni
gelişen emperyalist ülkeler hangileri? Birincisi Çin’dir.
1990’lardan itibaren hızla gelişen Çin, dünya kapitalist
pazarlarında söz sahibi olmaya başladı. Bugün Çin’in sermaye
olarak girmediği yer kalmamış ve bir çok bölgede ABD’nin önüne
geçmiştir. Örneğin, “ABD’nin arka bahçesi” olarak
adlandırılan Latin Amerika ülkelerinde Çin’in yatırımları
devasa bir boyut almıştır. Çin’in 2016 yılında Latin
Amerika’daki (LA) doğrudan yatırım tutarı 260 milyar ABD doları
kadardı. Çin bu yatırımını 2019 yılı sonuna kadar 500 milyara
çıkarmayı hedeflemiş durumda.
Çin,
Nikeragua’da, Panama Kanalı’na rakip olarak, Atlas okyanusu ile
Pasifik Okyanusunu birleştiren yeni bir kanal açıyor. Peru ve
Brezilya topraklarından geçen demiryolu projesi var. Böylece en
kuzeyden (Nikeragua) iki okyanusu dünyanın en büyük şileplerinin
geçebileceği kanal projesiyle birleştiriken, kıtanın ortasından
ise iki okyanusu demiryolu projesiyle birbirine bağlıyor.
Çin’in
bölgeye olan yatırımları giderek artıyor. Çin, Brezilya, Şili,
Peru ve Ekvator’un şu anda en büyük ticaret ortağı olmasının
yanında, diğer L. Amerika ülkelerini de (başta Arjantin olmak
üzere) boş bırakmış değildir. Çin, bu ülkeleri hem
borçlandırıyor hem de o ülkelere doğrudan yatırım yapıyor. L.
Amerika’da ABD yavaş yavaş gerilerken, bir başka emperyalist güç
olan Çin bölgeye bütün ağırlığıyla yerleşmiştir.
Kapitalizmin
gelişmesi için ulaşım önemlidir. Günümüzde üretimin
uluslararasılaşmasının yaygınlaşmasıyla, uluslararası
ulaşımın kolaylaştırılması daha bir önem kazanmıştır.
Tabi, bu ulaşım hatlarının egemenliği de bir o kadar önemlidir.
Bugüne kadar dünyanın çöpünün yarısını (%49'unu) alıp
işleyen (bu yılın başından itibaren artık fazla çöp
almayacağını açıkladı) Çin, dünyayı kendisine bağlamışa
benziyor.
Çin
her yere “barış” yolları yapıyor. Adı “barış” olan bu
yollar, Çin mallarını ve sermayesini daha hızlı bir şekilde
diğer ülkelere taşıması ve o ülkeleri Çin’e bağlaması
içindir. Kutup İpek Yolu ( The Polar Silk Road),
yine Türkiye’ye (Kars) kadar uzanan “Tren İpek Yolu” projesi
hayata geçmiş durumda. Türk burjuvazisi bu yolu, Samsun’dan
Mersin’e kadar getirmeyi planlıyor.
Çin’in
yayılmacılığı salt Güney Amerika ile sınırlı olmayıp,
Afrika ve Asya kıtasına da aynı ölçüde yayılmaktadır.
Özellikle Afrika’da doğrudan sermaye yatırımlarını
artırırken, doğrudan sermaye ihracıyla da kıtayı etkisi altına
almakta, başta ABD olmak üzere diğer emperyalistlerin pazarlarını
giderek daraltmaktadır.
Çin’in
Satın Aldığı Kıta: Afrika
Çin’in
Afrika kıtasındaki ülkelere yatırımı 2016 yılı sonu
verilerine göre yüz milyar ABD dolarını aşmış durumda. Yine,
Fortune dergisinin haberine göre 3100 üzerinde Çin şirketi Afrika
ülkelerinde iş yapıyor.
Alman
Zeit Online gazetesinin haberinde, Afrika-Çin ticaret hacmi 2016
verilerine göre 300 milyar ABD dolarını aşmış durumda. Bu,
son on yıl içinde on kat artış anlamına geliyor. ABD ve AB’nin
Afrika’yı açlık ve göçmen olgusuyla karşı karşıya
bıraktığını yazan gazete, Çin’in ise, iş imkanı yarattığını
yazıyor. Elbette Çin, daha ağır sömürü koşullarını Afrika
ülkelerine dayatıyor. Yer altı zenginlik kaynakları (maden,
petrol, gaz vd.) Çin’e taşınıyor. Ya da orada üretilip Çin
sermayesinin gelişmesine sunuluyor. Çin’nin önceki
emperyalistlerden bir farkı Afrika’nın kendisine doğrudan daha
fazla yatırım yapmasıdır. Diğerleri yağmalayıp kendi
ülkelerine götürürken, Çin, yağmaladıklarının çok az bir
kısmını Afrika’ya bırakıyor. Bu da, sınıf bilincinden yoksun
emekçilerin Çin’e daha farklı bakmasını sağlıyor.
Sömürücüler arasında tercih yapmak, sınıf bilincinden
yoksunluğun bir sonucu. Oysa, Çin’de dahil hiç bir emperyalist
olmadan Afrikalı emekçiler kendi yaşamlarını özgürce kurup
sürdürebilirler ve insanca yaşama olanaklarına da en kısa
zamanda kavuşabilirler.
Çin
Afrika’ya olanca gücüyle yüklenmiş durumda. Demir yolları,
büyük futbol sahaları, sosyal evler, alt yapılar, limanlar,
askeri harcamalar ve yatırımlar, enerji tüketimlerinin
karşılanması için yatırımlar vb. Ve ayrıca Çin, bir çok
Afrika (yaklaşık 60) ülkesinde Özel Ekonomik Bölgeleri (SEZ)
kuruyor. Bu projeyle Çin’li orta dereceli firmaların bile
Afrika’da yatırım yapmasının koşullarını oluşturuyor.
Devlet destekli Çin’li firmalar kolayca bu bölgelere giriş
yapabiliyor. Aynı zamanda yeni istihdam alanları yaratarak,
Afrika’nın ucuz iş gücü potansiyelini iliğine kadar sömürüyor.
Bir taraftan istihdam yaratırken, öbür yandan ise el koyduğu
artı-değer oranını artırıyor.
Çin’in
Afrika’da yaptığı otobanlar ve demir yolları, onu adeta oraya
kilitlemiştir. Aynı, Alman İmparatorluğu’nun Osmanlıya yaptığı
İstanbul-Bağdat demir yolu gibi. Osmanlı
ve peşinden gelen TC, Alman emperyalizmini bir daha terk edemedi.
Bugün’de Türk ve Alman burjuvazisi omuz omuza, kolkoladır.
Çin’in
her girdiği yere bir de “yol projesi” götürdüğünü
söylemiştik. Afrika’yı da demiryolu ağı ile birbirine
bağlıyor. Kenya, Uganda, Ruanda, Brundi ve Güney Sudan’ı 13.8
milyar dolarlık bir yatırımla devlete ait Çin Yolu ve Köprüsü
Kurumu (CRBC) eliyle gerçekleştiriyor. Bunların finansmanını ise
Çin Eximbank karşılıyor.
Ayrıca,
Afrika’nın işgücü potansiyeli 2050 yılına kadar iki katına
çıkacağı (2 milyar) hesaplanıyor ve Çin, yatırımlarını buna
görede yapıyor ve Çin 2020 yılına kadar ticaret hacmini 400
milyar ABD dolarına çıkarmayı hedefine koymuş.
Çin
Afrika’ya sadece sermaye ve doğrudan yatırımların yanında,
askeri alanda da yatırımlar yapıyor. Silah ihracatının yanı
sıra, bir çok Afrika ülkesinin ordularının silahlandırılması
ve yeniden yapılandırılmasını da yapıyor. Güney Sudan dahil
toplam Afrika’daki 7 yerde BM barış gücüne katılmıştır.
Sermayenin olduğu yerde onu koruyacak askerde olmalıdır.
Gelinen
aşamada, Afrika’da Çin’in üstünlüğünü bütün batılı
emperyalist tekeller kabul ediyor.
Ne var ki, Çin’in bu gelişmesi karşısında şimdilik
yapacakları pek bir şey de yok.
Sonuç
olarak ABD ve Batılı emperyalist tekeller Afrika’yı Çin
tekellerine kaptırmış durumda. Fransa bir kaç yerde direnmeye
çalışmasına karşılık, Çin’in bu kıtada ilerlemesini
durdurmaya gücü yetmiyor. Çin burjuvazisi gürültü yapmadan
sessizce Afrika’yı bir ahtopot gibi sarıyor.
Çin’in
yatırımlarından bazıları:
Çin’in
“Mega projeleri” olarak verilen ve çok az bir bölümünü
yanıstan aşağıdaki tabloya bir göz atmakta yarar var.
-
Proje/Ülke
|
Proje
Değeri
US dolar/
Mrd=milyar
|
Bitiş Yılı
|
Nijerya,
Demiryolu yapımı, 1.400 km
|
12 Mrd.
|
2014
|
Güney
Afrika, yeni şehir Projesi, on bin kişilik konut yapımı,
Johannesburg
|
7 Mrd.
|
2016
|
Kongo
Demokratik Cum. Madenlerin alımı için alt yapı
|
6 Mrd.
|
2007
|
Çad-Sudan
Demiryolu 1.344 km
|
5,6 Mrd.
|
2014
|
Nijerya,
sekiz eyalette Çimento genişletme projesi
|
4,3 Mrd.
|
2016
|
Kenya,
demiryolu projesi
|
3,8 Mrd.
|
2013
|
Mosambik,
baraj ve Hidroelektrik santralı projesi 1.500 MW
|
3,1 Mrd.
|
2006
|
Malawi,
kömür santralı, hava alanı, caddelerin yapımı, elektrik
santrali, hastane yapımı
|
1,7 Mrd.
|
2007
|
Tanzanya,
Bagamoyo deniz limanı
|
7 Mrd.
|
2015
|
Kaynak:
http/afkinsider.com/121477/10-mega-infrastructrual-projects-in-africa-funded-by-china/
Bu
tablo, Alman IHK (Endüstri ve Ticaret Odaları)’na ait. (IHK-
Orta-aşağı Ren bölgesi) www.subsahra-afrika-ihk.de/
19.06.2017
Küçük
bir istatistik daha verelim. Çin, AB ve ABD’nin 2015-2016 arası
Afrika ülkelerine yatırımları: milyar ABD dolar. Kaynak UNCTAD,
AEI ve Der Spigel online- 21.09.2017
-
Ülkeler
|
2015
|
2016
|
Çin
|
2,7
|
36,1
|
AB
|
26,5
|
11,9
|
ABD
|
6,4
|
3,6
|
|
Çin,
Afrika’nın gelişmekte olan en büyük petrol ülkesi ve yaklaşık
200 milyonluk nüfusa sahip Nijerya’da yatırımlarını artırdı.
Bu ülkede 2015 yılı verilerine göre, 240'ı aşkın Çin’li
şirket ile 404 proje gerçekleştirmiştir. Afrika’nın en
gelişmiş ülkelerinden Güney Afrika’da yatırımları da hızla
artmaktadır. Burada son 15 yıl içinde 280 proje
gerçekleştirmiştir. Zambia, Mısır, Etopya, Kongo Dem. Cum.,
Gana, Angola, ve bir “Çin şehri” olarak adlandırılan Zimbabve
ve Tanzanya’da da aynı şekilde büyük yatırımları ve
borçlandırmaları söz konusudur.
ABD’nin
Afrika’daki yatırımlarının tutarı yüzmilyar ABD doları iken,
Çin’in yatırımlarının tutarı ise 400 milyar ABD dolarına
yaklaşmış. ABD’nin paçalarının tutuşmasının ve doğrudan
Çin’i bir numaralı düşman ilan etmesinin nedenleri çok açık
değil mi?
Çin
Afrika’da ilerlerken, bugüne kadar Afrika’ya egemen olan diğer
emperyalistler ise gerileme gösteriyor. Eski emperyalistler Çin’in
bu gelişmesini bir savaş nedeni sayıyor. Şimdilik, en azından
ABD böyle görüyor. Bu bölgenin sessiz sedasız barış içinde
Çin emperyalizmine diğer emperyalistlerin terk etmesi olasılık
dahilinde gözükmüyor.
Çünkü, sorun Afrika’nın ötesine taşmaktadır. ABD’nin Sahra
altı Afrikasında en büyük askeri üssü Cubiti’de. Çin’de
aynı ülkeye askeri üs kurdu. Emperyalistlerin üsleri yanyana.
Söylem; “korsanlara ve teröristlere karşı”. Ancak, bunu
birbirlerine karşı kurduklarını şimdilik resmi olarak
açıklamıyorlar. İlginç olan, Kızıl Deniz ile Aden Körfezinin
birleştiği noktada stratejik öneme sahip olan Cubiti’de, ABD ve
Çin dışında, İngiltere, Fransa ve Japonya’nın askeri varlığı
söz konusu. Cubiti’nin nüfusu yaklaşık 800 bin civarında.
Kendi nüfusundan fazla emperyalist ülkelerin askerlerine ev
sahipliği yapan bir ülke, eski Fransız sömürgesi “bağımsız”
Cubiti.
Emperyalist
Çin’in Dünyaya Vermek İstediği Düzenin Adı: İpek Yolları
Dünyanın
küreselleşmesi kapitalizmle başlamıyor, daha önceki tarihlere,
Millattan önceki yıllardan başlayan ve Çin’den Avrupa’ya
kadar uzanan bir tarihi yol var. Bunun adı: İpek Yolu. Antik İpek
Yolu‘nu Tunç devrine kadar da geriye götürebiliriz. Hemen hemen
bütün medeniyetlerin uğrak yerlerinden,0 birisi olduğu
söylenebilir.
Ticaretin
başladığından bu yana Çinliler Avrupa’ya kadar yollarını
uzatmışlardır. Avrupalıların o zamanda Çinlilerden
öğrenecekleri çok şey vardı. İpek yolu, kapitalizmin
gelişmesiyle birlikte, Avrupalı burjuvazinin vazgeçilmez yolu
olmuştur. Bu kez ise tersine dönmüştür. Çin burjuvazisi İpek
Yolu‘nun egemenliğini yeniden ele geçirmiştir. Şimdi,
ipek Yolu’nun
hikayesini Marco Polo değil, Çin tekelci burjuvazisi
yazmaktadır.
Çinlilerin
„Yi Dai Yi Lu“ ya da ingilizcede söylendiği gibi „One Belt,
One Road“ (OBOR) ve Türkçe karşılığı olan „Bir Kuşak Bir
Yol“ (BKBY), yeni bir emperyalist süper gücün, dünyayı
paylaşma stratejisi olarak pratiğe geçirilmiş durumdadır. Bunun
önünde ne ABD ne de AB emperyalistleri durabiliyor. Kapitalizm
kendi kuralları içinde, yutarak, karşı koymaları bir şekilde
elimine ederek ve eski büyük emperyalist tekellerin egemenliklerini
elinden alarak yoluna devam ediyor. Aynı, öncekilerinin yaptığı
gibi.
2.
Emperyalist savaşından sonra ABD’nin „Marshall Planı“, nasıl
ki, ekonomik olarak geri ve zayıflamış ülkeleri bir ahtapotun
kolları gibi egemenlik altına almışsa, BKBY projesi de aynı
amacı taşımaktadır. Marshall Planı’nın resmi adı: European
Recovery Program-ERP
(Avrupa’yı Kurtarma Planı) Koşullar aynı olmasa da amaç ve
yöntemler aynıdır. ABD 2. Emperyalist savaşın yıkımından
yararlanarak, sermaye birikimini zayıf düşmüş ülkelere
aktararak onların „kalkınması“na yardım ettiyse, Çin’de,
„birlikte kalkınalım“ mesajıyla, aynı amacı, sermayesini
daha zayıf ülkelere katarak egemenlik alanlarını genişleterek
pazar payını olabildiğince yükseltmek istiyor.
Çin’in
BKBY projesini, çok önceleri gündeme getirmesine karşılık, ilk
olarak 2013 yılında açıkladı ve 14-15 Mayıs 2017 yılında ise
Pekin’de devlet ve hükümet başkanlarının ve çeşitli
uluslararası sermaye örgütlerinin katıldığı bir forumda
tanıtımını yaptı.
BKBY
Çin’in, Güney Pasifik Okyanusuna açılan Hangshou kentinden
başlayıp, Çin’in içlerinden Özbekistan, Kazakistan,
Tacikistan, Türkmenistan, Mogolistan, Rusya, Gürcistan, Azerbeycan,
Pakistan, İran, Hindistan, Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanan ve
Endonezya'dan başlayıp, Hindistan Okyanusu etrafında yer alan Asya
ve Afrika ülkelerini de kapsayan büyük bir deniz yolu projesidir.
Kuzeyden Asya ve Avrupa’nın sarılması yanında Güney’den ise
Deniz İpek Yolu projesiyle, Afrika ve Asya’yı bütünüyle
kucaklayan ve Akdeniz içlerine kadar ulaşan bir proje. Kısacası,
Orta Asya, Avrupa, Ortadoğu ve Güney Doğu Asya’nın demiryolları
ve deniz yollarıyla Çin’e bağlanmasının adı, Bir Kuşak Bir
Yol olarak adlandırılmaktadır.
Bu
projeyle, ABD’nin „yeni Dünya Düzeni“ yıkılırken, Çin‘in
„yeni dünya düzeni“ kuruluyor. Çin devlet başkanı Şi
Jinping, BKBY projesini açıklarken, amaçlarının yeni
sömürgecilik ve bu projeye katılanları sömürgeleştirmek değil,
„kazan-kazan“ işbirliğine dayanan bir anlayışla hareket
ettiklerini açıklıyor. Ve uluslararası yeni bir düzenin
getirilmesinden söz ediyor. ABD’de , „YDD“ni açıklarken aynı
„temennilerde“ bulunmuştu. „Dünyaya barış ve huzur
gelecekti“, tersine, çatışmalı ortam daha da arttı.
Her
emperyalist kendi egemenliğinde kendi düzenini kurmaya çalışır.
Çin tekelci burjuvazisinin yapmak istediği de budur. Çin
burjuvazisi bu yol projelerini 2049 yılına kadar bitirmeyi
planlıyor. 1949 Devrimi’nden geriye bir şey kalmamışsa da,
„devrimin yüzüncü yılını kutlama“ adı altında, Çin
tekelci burjuvazisi dünyaya egemen oluşunu kutlamak istiyor.
Çin
BKBY projesini hayata geçiriyor mu? Büyük ölçüde geçirmiş
durumda. Ipek Yolu Ekonomi Kuşağı
olarak adlandırılan ve Çin’den Türkiye ve oradan da Avrupa’ya
(Roterdam) uzanacak demiryolunun bir ayağı Kars’a kadar gelmiş
durumdadır. Bakü, Tiflis ve Kars demiryolu projesi Edirne’ye
kadar uzanacaktır. Bunun anlaşması yapılmış. Ayrıca,
demiryolunun kuzey kısmı ise Rusya üzerinden Avrupa’ya bağlandı.
Tekelci
sermaye, teknolojik gelişmelere bağlı olarak büyüyen ve hızlanan
kapitalist üretimin anında daha hızlı bir şekilde pazarlara
ulaşmasını hedefliyor. İpek yolu bunu sağlıyor. Çin’in
malları bütün ülkelere hızlı bir şekilde ulaşırken, oradan
da aynı şekilde Çin’e ulaşması sağlanıyor ve ülkelerin Çin
pazarına daha kolayca dahil olmasını ve Çin’in egemenliğinin
pekişmesine hizmet etmektedir. Aynı zamanda ulaşım süresini
oldukça kısaltmaktadır. Örneğin Çin-Türkiye karayolu ulaşımı
30 günden 10 güne, deniz yolu ulaşımı ise iki aydan iki haftaya
inecek. Çin’i demiryoluyla Londraya bağlayacak olan Kars-Edirne
arası demiryolu projesinin maliyeti 40 milyar ABD doları olarak
hesaplanıyor. Bu yol, Kars’a kadar geldi. Türk hükümetinin
Kars-Edirne Hızlı Tren Projesi” diye övünerek söz ettikleri
proje, Çin’in projesidir.
Projenin
maliyeti de bütün tekellerin ağzını sulandırıyor. Projenin
maddi büyüklüğü 21 trilyon ABD doları kadar.
Ancak en önemlisi, bu projenin kapsamı içindeki ülkelerle
birlikte ticaret hacmi oldukça yüksek. Birincisi, dünya nüfusunun
%70 (yaklaşık 4,4 milyar), dünyanın gayri milli hasılasının
%55’i, enerji kaynaklarının %75’ini ve toplamda 68
ülkeyi doğrudan içine alan devasa emperyalist proje.
2014-2016
yılları arasında Çin ve BKBY projesi dahilinde olan ülkelerin
ticaret hacmi 3 trilyon ABD dolarını bulurken, Çin bu ülkelere 50
milyar ABD doları yatırım yapmış.
Çin
bu proje için, Dünya Bankası ve İMF'ye karşılık Asya Altyapı
Yatırım Bankası kurmuştur ve bu banka bugüne kadar Orta ve Güney
Asya ülkelerine 40 milyar ABD doları yatırım yaptığını
açıklamıştır. Ayrıca, Çin’in kurduğu İpek Yolu Fonu vb.
gibi bir çok yatırım fonu ve sermaye destek bankaları söz
konusu.
Çin
sermaye ihracı yaptığı gibi, doğrudan yatırımlarda
yapmaktadır. Bu proje kapsamı içindeki ülkelerde alt yapı
yatırımlarını artırırken 20 ülkede ise 56 ekonomik iş birliği
bölgesi kurmuştur.
Çin'in,
bu yatırımlardaki hedeflerinden biri de Çin yuan’nın öne
çıkması ve doların yerini almasıdır. ABD’nin de en büyük
korkularından biri budur. Bu projenin önemli ölçüde hayata
geçmesi doların dolaşımını da azaltarak yuanı öne
çıkaracaktır. Bu kaçınılmaz olarak görülmektedir.
Çin
devlet başkanı Şi Jinping, 14-15 Mayıs 2017 BKBY Formu‘nda
konuşurken şu mesajları da sıralamaktan geri durmuyor:
“■ İpek
Yolu Fonu'na 100 milyar yuanlık ek katkı.
■ Çin Kalkınma
Bankası ile Çin İhracat-İthalat Bankası'nda toplam 380 milyar
yuan tutarında özel borç verme programının oluşturulması.
■ Projelerin
desteklenmesinde Asya Altyapı ve Yatırım Bankası, BRICS'in
Yeni Kalkınma Bankası, Dünya Bankası ve diğer çok taraflı
kalkınma örgütleriyle birlikte çalışılması.
■ BKBY
ülkeleriyle serbest ticaret anlaşmaları imzalanması için
görüşmelerin başlatılması.
■ BKBY Bilim,
Teknoloji ve Yenilik İşbirliği Eylem Planı'nın başlatılması.
■ Beş yılda 2
bin 500 yabancı genç bilim insanına kısa süreli araştırma
bursu verilmesi; 5 bin yabancı bilim insanı, mühendis ve
yöneticinin eğitilmeleri ve 50 ortak laboratuvarın kurulması.
■ Gelişmekte
olan ülkelere ve uluslararası örgütlere, halkın refahını
iyileştirmeye yönelik projeleri için 60 milyar yuan tutarında
yardım sağlanması.
■ Projeye dahil
gelişmekte olan ülkelere 2 milyar yuan tutarında acil gıda
yardımı ile Güney-Güney İşbirliği Yardım Fonu'na 1 milyar
dolar ek katkı yapılması.
■ İşbirliğini
güçlendirmek amacıyla izleme mekanizmalarının kurulması.“
ABD
Marshall Planı’nın Çin emperyalizmi nezdindeki 21.yy projesi ve
planı.
Çin’in
bu projesi dışında kalmak isteyen ülkeler olabilir mi? Oldukça
zor. Söylem yerindeyse; kapitalist ülkelerin hepsi (ABD, Japonya
hariç) balıklama bu projeye dalmışlardır. Yol güzergahı içinde
ya da kenarında kalan ülkelerin hiç biri bu projeye karşı
çıkmamış, tersine, Çin yatrımlarını çekmek için büyük bir
„nimet“ saymışlardır. Türkiye’de bunlardan biridir. ABD ve
AB sermayesi şimdilik bu nimeti sunmakta yeterli değiller. Sorunda
buradan kaynaklanıyor.
ABD,
Çin’in ipek yollarını elbette hoş karşılamıyor. Çin,
ABD’nin pazar alanlarını ve elbette egemenlik alanlarını
daraltmaya devam ediyor. Bu nedenle, çatışma ve çekişme ve
karşılıklı çok yönlü saldırı (şimdilik silahlar hariç)
devam ediyor. Çin, ABD’nin saldırgan tavırlarına rağmen
„barışçıl“ gözükmeye özel bir önem veriyor, ancak, geri
adım atma bir yana daha ileri gitmek için daha yoğun çaba
harcıyor. Dünyanın ticaret merkezini ABD’nin elinden alıp Çin’e
getiriyor. Bu aynı zamanda dünya emperyalist egemenliğinin Çin’e
geçmesi anlamına geliyor.
AB
ve İpek Yolu
AB
ülkelerinin başını çekenlerden biri olan Alman emperyalizmi,
Çin’in bu projesine destek veriyor ve katılıyor. Bu bağlamda,
BKBY projesinin finansı için kurulmuş olan Asya Altyapı Yatırım
Bankası’na (AIIB) % 4.7 oranında katılım sağladı.
Alman burjuvazisi, ABD’nin dayatmalarına karşı çıkıyor ve
pazarlarını genişletmek için Çin’in etkinliğinden
yararlanmaya ve o pazarlarda söz sahibi olmaya çalışıyor. Alman
tekelci burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda yayın yapan
muhafazakar Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) gazetesi, Çin’in
ipek yollarından övgüyle söz ediyor ve Marco Polo’nun yeni
versiyonu olarak yorumluyor.
Alman burjuvazisi ipek yolunu Duisburg’tan geçirirken, ticaret
merkezi Hamburg’u da karadan İpek yoluna bağlıyor. „İş
bitirir“ dışişleri bakanı Gabriel, 2017 Kasım ayında Çin
ziyaretinde bu işi netleştirdiğini basına açıkladı.
ABD’nin
tüm baskılarına karşı AB ve Asya’daki bir çok ülkenin yanı
sıra Güney Kore ve Avusturalya’da katılımcılar arasında
yerlerini aldılar. AIIB’nin ortakları arasında Almanya,
Fransa, İtalya, Hollanda, İngiltere ve diğer AB ülkelerinin hemen
hemen hepsi var. 2016 yılı verilerine göre toplam 57 ülke bu
bankanın ortakları arasında. Bunun anlamı, Dünya bankası ve
IMF’ye alternatif olarak kurulan bir bankadır. Japonya’nın da
buna benzer bankası olması nedeniyle, Çin öncülüğünde kurulan
bu bankanın karşısında yer aldı.
ABD’nin
en büyük korkusu, bu girişimin Çin’in „Bretton-Woods“
sistemi olmasıdır. Çin’inde hedefi bu. ABD’nin dolar
egemenliğini elinden alıp yuan egemenliğini yaşama geçirmenin
savaşını veriyor. Adı „Bretton-Woods“ değil, ama Çin „BKBY“
olarak şimdilik yerini ABD’nin B-W sisteminin karşısında yerini
almışa benziyor. Önümüzdeki süreç oldukça çatışmalı
geçecek gibi görülüyor. Olası bir kriz, ticaret çatışmasını
hızla silahlı çatışmaya dönüştürme kapasitesine sahip
gözüküyor.
Emperyalist
Zincirin Halkaları
ABD
burjuvazisi, 18 Aralık 2017’de Trump’a okutturduğu „Ulusal
Güvenlik Strateji Belgesi‘nde–UGSB- “ birinci düşman olarak
Çin devleti görülüyor. ABD’nin Asya’daki çıkarları için
Çin büyük bir tehlike sayılıyor. Tabi, açıklanan UGSB’nin
içinde Rusya ve İran’da var. Bu ayrı bir konu olduğu için
geçiyoruz.
Büyük
emperyalist devletlerin açıklamaları içinde „öncelikle barış“a
yer verdiklerini ve bütün dertlerinin „dünya barışını
korumak“ olduğunun altını çizerek bıktırıcı bir
şekilde tekrarlarlar. Ancak, bunun tersini yaparlar ve savaşı
geliştirmekten ve körüklemekten başka bir şey de yapmazlar.
Çünkü emperyalist sermayenin büyüme karakteri, yağma savaşını
yaygınlaştırıcı ve geliştirici bir özellik taşır. Sermaye,
barışı değil savaşı sever. Bu durumu, insanlık günlük olarak
fazlasıyla yaşıyor.
ABD
emperyalizmi, Çin’i haklı olarak en büyük rakibi görmesine
karşın en büyük ticari ilişkileri de yine bir numaralı
„düşmanım“ dediği bu ülke ile olmaktadır. Sermaye sermayeyi
çeker. Gelişmiş emperyalist ülkelerin ticari ilişkileri birinci
derecede birbirleriyledir.
ABD’nin
GSMH’ı 18,6 trilyon ABD doları kadar. Çin’in ise dünyanın
ikinci büyük ekonomisi olarak GSMH’ı 11 trilyon ABD doları
kadar. ABD’nin ihracatı 1,42 trilyon ABD doları, ithalatı ise 2
trilyon 21 milyar ABD doları kadar.
ABD, Çin’e 115 milyar dolarlık ihracat yaparken, Çin’den ise
385 milyar dolarlık ithalat yapmaktadır. Yani, ithalatının en
büyük payını (en büyük rakibim dediği) Çin’den yapmaktadır.
Bu toplam ithalatının %20 kadarıdır. Diğer ülkelerin payı ise
bunun yarısı kadardır. Çinden sonra ABD’ye en fazla ihracat
yapanların başında Meksika (302milyar $), Kanada (296 milyar$),
Japonya (130 milyar $), Almanya (118 milyar$).
Çin’in
ekonomik verileri ise kısaca şöyledir:
Çin’in
GSMH’ı 11,2 trilyon ABD doları kadardır. İthalatı
1,32 trilyon $, ihracatı ise 2,06 trilyon $. Çin’in ihracattaki
en büyük birinci ortağı ABD’dir. 385 milyar $. Sırasıyla,
Hong Kong (287 milyar $), Japonya (129 milyar $), Güney Kore (93,7
milyar $), Almanya (65,2 milyar $).
Çin’in
ithalatındaki en büyük payı olan ülkeler sırasıyla şöyle:
Hong Kong’tan ( 285 milyar $), Güney Kore (124 milyar $), ABD (115
milyar $), Japonya (113 milyar $), Almanya (85,4 milyar $).
Çin,
net 736 milyar ABD doları ticaret fazlası verirken, ABD net 783
milyar ABD doları kadar ticaret açığı vermektedir.
İthalat
ve ihracatın en büyüğü emperyalist ülkelerin birbirleri
arasında olmaktadır. Küçük paylar ise geri kalan ülkelerin
ekonomik büyüklüklerine göre pay almaktadır.
ABD
istese de Çin ile ticaretini kesemez ve kesemiyor. Çünkü
emperyalist ekonomiler birbirlerine kopmaz bağlarla bağlanmıştır.
ABD, Çin’i ne denli “büyük rakip-düşman” olarak görürse
görsün, ithalatının en büyüğünü Çin’le yapmak
durumundadır. Çünkü, ABD sermayesi, Çin’in ucuz emtiasına
gereksinimi vardır ve onların iç pazara gelmesiyle kendi
sermayesini büyütmektedir. Ayrıca ABD’li tekeller Çin’de
yatırım yapmak ve ordaki sermayeden kar elde etmeyi “ulusal
onurla” karıştırmazlar. Onların ulusal onurunun derecesini
belirleyen sermayenin kar oranıdır. Örneğin, sadece 2016 yılı
verileri Çin’deki ABD’li tekellerin 36,2 milyar ABD doları kar
elde ettiklerini göstermektedir.
Dünyanın
en büyük yatırım sermayesini ABD çekmektedir. 18 trilyon ABD
dolarlık bir iç pazarın dönmesi için daha büyük sermaye
yatırımlarına gereksinimi vardır ve en büyük emperyalist
ülkelerin en fazla yatırım yaptıkları yerlerin başında ABD
gelmektedir.
Örneğin,
Çin’in 2016 yılında ABD’deki doğrudan sermaye yatırımının
tutarı 30 milyar ABD doları kadardır. Bu bir önceki yıla oranla
iki katına çıkmıştır. Ve ABD’de Çin’li şirket sayısı
1900’ün üzerinde ve burada tam zamanlı çalışanların sayısı
90 binin üzerindedir.
Dünyanın
en büyük borçlu ülkesi olan (19,2 trilyon, 2016 yılı için)
ABD’nin çıkardığı devlet tahvillerinin en büyük alıcısı
da yine Çin. Çin’in elinde 1.189 milyar
ABD doları tahvil var. Dünyanın en ucuz faizli tahvili ABD devlet
tahvilleri olmasına karşılık, hemen hemen bütün ülkeler ya da
şirketler ABD tahvillerini alır. Bu ABD’nin dünyanın en büyük
ekonomisi olmasından ve geri ödememe riskinin az olmasından
kaynaklanıyor. Ayrıca, ABD ekonomisinin krize girmesi bütün
emperyalist ekonomilerin krize girmesini beraberinde getireceği
için, aynı zamanda emperyalist ekonomiyi bir şekilde ayakta tutma
çabasıdır. Çin bunu yapmaktadır. Çünkü en büyük
ithalat-ihracat alanında ticaret ortağı ABD’dir. Aynı zamanda
ABD ekonomisinin girdiği ya da gireceği herhangi bir bunalım,
bütün emperyalist ekonomiyi ve kapitalist sistemi etkileyecektir.
Bunun en yakın örneği 2008 krizidir. Diğer yandan, ABD’ye karşı
bir koz olarak kullanma aracı olarak elinde bulundurmaktadır.
Emperyalist
ekonomik zincirin kopmaz bir şekilde birbirine bağlı olduğu
bilinir. Emperyalistler birbirine dayanmadan, birbiriyle ekonomik
ilişkiler kurmadan yaşayamazlar. Stalin bunu çok önceleri dile
getirmişti. Bugünde ne denli birbirine düşman olursa olsunlar,
birbirlerini düşman rakip olarak görürse görsünler,
birbirlerine ekonomik bağımlılıkları söz konusudur ve
emperyalist-kapitalist üretim uluslararası bir karakteri çoktan
almıştır. Emperyalist zincirin herhangi bir halkasının
zedelenmesi, yara alması bütün ekonomileri etkilemektedir.
Zincirin büyük halkalarını oluşturan (ABD, AB, Japonya, Çin vb.
gibi) ekonomilerin yara alması ise daha büyük sarsıntıları
gündeme getirmektedir.
ABD’de
gayrimenkul dahil yabancı varlıkların toplamı 27 trilyon ABD
dolarıdır.
ABD
emperyalist burjuvazisi her ne kadar “ulusal ekonomiyi korumak”
adına bazı emtiaların ithalatına vergi koysa ya da vergileri
yükseltse de, bu ABD ekonomisini dışa bağımlılıktan
kurtaramayacaktır. Emperyalist ekonominin en büyük parçasını
oluşturan ABD, bu zincirin dışına çıkamaz, çıktığı anda,
deyim yerindeyse; işi bitti demektir. Yani, hem kendisi hem
kapitalist ekonominin tüm zincirleri kopar. Bunu ancak enternasyonal
proletarya gerçekleştirebilir.
Çin’e
Doğrudan Yatırımlar
Birleşmiş
Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD), 2017 yılın
içinde doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının bir önceki
yıla göre % 16 düştüğünü ve bunun 1 trilyon 520 milyar ABD
dolarında kaldığını açıkladı.
Örneğin
ABD’de bir önceki yıla göre üçte bir oranında azalarak 320
milyar dolar civarında gerçekleşmiş. Çin’de ise tersi bir
durum gelişmiş. ABD’ye dış ülkelerin doğrudan yabancı
sermaye yatırımları azalırken Çin’e olan yatırımlar % 8
oranında artarak 144 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiş.
Çin’i
diğer ülkelerden farklı kılan bir özellik ise, dünya döviz
rezervinin (toplamda 11 trilyon 121 milyar ABD doları) neredeyse
üçte birine (yaklaşık 3.402,2 milyar ABD doları) yakınını
elinde bulundurmasıdır. Bu da Çin’in ekonomisini güçlü kılan
yanlardan birisini oluşturmaktadır. Bunun içine Honk Kong’un
elinde bulundurduğu 451,6 milyar ABD doları olan rezervini
katmıyoruz. Ve Çin’den sonra en büyük döviz rezervine sahip
olan Japonya‘nın (1.322,4 milyar $) rakamını da göz önünde
bulundurursak, Çin burjuvazisinin işi oldukça sağlama aldığı
görülebilir. Almanya’nın döviz rezervi ise 200,9 milyar ABD
doları kadardır.
ABD’nin döviz rezervi ise 122 milyar ABD doları olarak
gösterilmektedir.
Çin’in
finans sermayesi giderek öne çıkmaktadır. Örneğin, dünyanın
ilk en büyük on bankası arasında Çin ve ABD’nin dörder
bankası var. Diğer ikisinden biri Japonya’ya, biri de
İngiltere’ye ait. Sermaye büyüklüğü sıralamasında ilk iki
sırayı Çin bankaları kapmaktadır. Pazar büyüklüğü
sıralamasında ise iki ABD bankası önde gelmektedir.
Çin
burjuvazisi için pazarlar yeterli gelmemektedir. ABD burjuvazisi
için ise pazarlar egemenlik alanları giderek daralmakta ve
özellikle Çin tarafından (bunu, ABD, USGB vurgulamıştı) tehdit
altına sokulmuştur. Öte yandan Rusya’nın da giderek güçlenmesi
ve özellikle askeri alanlarda öne çıkmaya çalışması ve
egemenlik alanlarını yeniden sağlamlaştırma ve genişletme
hamleleri, emperyalistler arasındaki çatışmayı derinleştiren
nedenlerin başında gelmektedir.
Emperyalistlerin
aşırı üretimi, yeni pazar edinmeyi ve paylaşılmış pazarları
yeniden paylaşmayı kaçınılmaz olarak gündeme getiriyor.
Pazarların yeniden paylaşımı barış içinde çözülmediği
için, silahlı kapışmayı gündeme getirmesi de bu sitemin
karakteristik yapısı olarak öne çıkıyor. Çünkü bunun başka
türlü çözümü olmuyor. Özellikle aşırı üretim, ve tüketimin
bunu karşılamaması ve peşinden sıklıkla gelen ekonomik krizler
(finans ve değişik adlarla), emperyalistlere yeni pazarlar edinmeyi
ne pahasına olursa olsun dayatıyor.