KÜRTLERDEN
UZAK DURUN (!)
Kürtlerden
uzak durun, “devlet baba kızıyor.” Faşist TC devleti, Kürtleri
yanlızlaştırmak ve elimine etmek için, bütün silahlarını
kullanıyor. Kürtlerle dayanışma gösteren sosyalist gençleri
Suruç’ta parçalarına ayırıryor. Kürtlerle ortak hareket eden
demokratik ve ilerici güçleri Ankara’nın göbeğinde
bombalıyarak, yüzü aşkın devrimci-demokrat insanı katlediyor.
Kürtlerin katledilmesine karşı çıkan aydınlar birer birer
tutuklanıyor, yıkımları haber yapan gazeteciler zindanlara
atılıyor, akedemisyenler, öğretmenler ve diğer kamu çalışanları
tasifye ediliyor.
Demokratik
Kürt Ulusal Hareketi’ne yanaşan, göz kırpan, el uzatan kim
varsa, bir şeklide saf dışı ediyor ve etmeye çalışıyor.
Kürtlerle ittifak kuranlara kızıyor. Eylem birlikleri yapanları
tehdit ediyor. Bu birliktelikleri ve demokratik dayanışmayı
bozmayanlara cephe alıp, onlara saldırıyor.
Burada
faşist Türk devletininin Kürt ulusuna neler yaptığını uzun
uzadıya yazmanın bir gereği var mı? Elbette yoktur! Çünkü bu
herkesin gözü önününde oluyor. Kürt Şehirleri bombalanarak
yerle bir ediliyor. İnsanlar topluca katlediliyor. Kürtlerin
“burjuva demokrasisi” sınırları içinde seçtikleri siyasal
temsilcileri gözaltına alınıyor, tutklanıyor, tartaklanıyor.
Kürtler, devletin tüm asimilasyon politikalarına rağmen Türk
olmadıkları için yok edilmek, yerlerinden sürülmek istyeniyor.
Kürt yerleşim yerleri boşaltılarak bölgenin demografik yapısı
değiştiriliyor.
Sistem,
12 Eylük Askeri Faşist Cunta’sının yarım bıraktığı
toplumsal yıkımı; faşist-ırkçı-şeriatçı rejimi, emperyalist
neoliberal politikalara uygun olarak toplumun her alanına egemen
kılarak tamamlamaya çalışıyor.
TC
Devleti Ne İstiyor:
“En
iyi Kürt ölü Kürt” politikası izliyor ve bunu yukarıda
sıraladığımız eylemleri(şiddeti)yle destekliyor. Sadece Kuzey
Kürdistan’ı yıkmakla yetinmiyor, Rojava ve diğer Kürt ulusal
kazanımlarını da yok etmeyi amaçlıyor.
TC
devletinin bütün birleşen egemen güçleri bu konuda “milli
mutabakat” sağlamış durumdalar. AKP,CHP-MHP ve bunlara ek olarak
faşizmin manipülsayon aracı ve ideolojik-siyasi kontrası Vatan
Partisi vb. irili ufaklı faşist-ırkçı örgütlenmeler bunların
yanında saf tutmuşlardır.
CHP’nin
“laik”liği, Kürt düşmanlığı yanında tali duruma
düşmüştür. Tarihteki bütün sosyal demokrat partilerde olduğu
gibi, faşizmin koltuk değnekçileri olmaktan geri kalmamışlardır.
Bugün AKP, faşist, dinci ve tekçi politikasını CHP’nin desteği
sayesinde rahatlıkla hayata geçirebilmektedir.
TC
devleti, Kürt düşmanlığı ve karşıtlığı temelinde, bütün
gerici kesimleri yanına toplamaya çalışarak, Erdoğan
diktatörlüğünü sağlamlaştırmaya ve uzun bir sürece yaymaya
çalışıyor. Kürt karşıtlığı ve düşmanlığında birleşmek,
burjuva demokrasisinin kırıntılarının tasfiyesi ve faşizmi her
alanda kurmlaştırmak; toplumu din cenederesi içine sokarak, faşist
islamcı bir rejimi pekiştirmek istiyor. Bunu önemli ölçüde
başarmış durumdadır. Yürürlükte olan sadece ve sadece
Erdoğan’ın faşist-ırkçı-şeriatçı yasaları söz konusudur.
Burjuva devletin temel üst yapı kurumları buna göre
biçimlendirilmiştir.
Sermaye
Ne İstiyor?
Erdoğan
rejmine sermaye kesimi karşı değildir. Şu anda devletin
uyguladığı ekonomik ve siyasal politikalar, emperyalist neoliberal
politiklalarla koşutluk gösterdiği gibi, en vahşi bir
şekilde uygulama alanı bulabilmiştir. Sermayennin kar oranı
artmıştır. Büyük tekelci holdingler küçülmemiş, tersine
büyüme göstermişlerdir. Sermayenin en büyük düşmanı işçi
sınıfı zorla sindirilmiş, milliyetçilik/dincilik sarmalı içine
sokulabilmiştir. Sendikalar susturulmuş, grevler bir şekilde
yasaklanmıştır. İşçi sınıfının mücadelesini geliştirmede
önemli bir etken olan devrimci ve komünist güçlerin etkinliği en
alt seviyeye indirilmiştir. Kısacası, işçi sınıfı, devlet
şiddetiyle sermayenin istediği gibi hareketsiz bırakılmıştır.
Ülkede,
sermayeyi rahatsız edecek herhangi bir demokratik oksijen soluma
alanı bırakılmamış, her taraf sermayenin seveceği karanlık
odaya dönüştürülmüştür. Bu ortam sürdüğü ve sermaye
büyümeye devam ettiği sürece Erdoğan’ın tek kişi
diktatörlüğü ve rejimi sermaye tarafından desteklenmeye devam
edecektir.
Paramilitarist
Güçlerin Örgütlenmesi
Erdoğan
iktidarı, kendiliğinden gitmeyecek ve yıkılmayacaktır. O
toplumun önemli bir kesimini kendi etrafına toplamış durumdadır.
Aynı zamanda iktidarını daha uzun yıllar sürdürebilmek için
faşist örgütleme ağı içine aldığı kitleleri
silahlandırmaktadır. Bunu ilk örneklerini GEZİ direnişi
sırasında vermesine karşın, esas olarak 15 Temmuz darbe
girişimini fırsat bilerek kendi taraftarlarını sokaklara döktü.
Camileri açıktan siyasi arenaya çekti. Yine camilere bağlı
gençlik örgütleri kuruyorlar. Silah alma ruhsatlarını gevşetip
ve genişletiyorlar. Genişleme, elbette AKP’ye ve Erdoğan’a
bağlı güçlerle sınırlı olacaktır.
Mussolini,
Hitler, Franko ve diğer faşist diktatörler ne yaptıysa,
Erdoğan’da aynısını yapıyor. Devletin resmi şiddet ve baskı
güçleri asker ve polisin yanında her sokakta kitleleri sindirecek,
yıldıracak, ezecek paramiliter güçler oluşturacaktır. Böylece,
ktilelerin hoşnutsuzlukları, tepkileri anında yerinde
bastırılacaktır. Yani, devlet terörü her caddeye, her sokağa ve
hatta her eve yayılmaktadır.
Devlet
iktidarını elinde bulunduran güçler için, artık seçim, dış
kamuoyuna karşı yapılacak bütünüyle formaliteden ibarete
olacaktır. Her seçimi Erdoğan büyük bir farkla kazanacaktır.
Aynı Mısır’da Mübareke’in sürekli olarak, 30 yıl %80’lere
varan çoğunlukla kazandığı gibi.
Emperyalistler
Ne istiyor?
Yeni
bir emperyalist paylaşım savaşının tamtam seslerinin duyulduğu
bu günlerde, TC devleti, tam da emperyalist efendilerinin dediği
gibi hareket ediyor. Emperyalistler arasındaki çelişmeden
yaralanmak gibi hareket etmesine karşın, hareket sınırları
emperyalistlerce belirlenmiş ve o sınırların ötesine geçemiyor.
İçeride, hamasi milliyetçi-fetihçi nutukların atılması, iç
kamuoyuna yönelik olduğu bir gerçek. Bir gerçek daha var: Kürt
ulusal kazanımlarının yok edilmesi ve ondan duyulan rahatsızlık
ve saldırganlaşma...
Emperyalistlerin
TC’deki “demokrasi”den memnun oldukları aşikar. Onların tek
derdi, TC’nin kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi ve
emperyalist sermayenin büyümesini sağlayacak politikların
izlenmesi... Yani, neoliberal politikanın eksiksiz uygulanması.
Bunun ne adla uygulanıyor olması önemli değildir. İster islam
şeriatıyla uygula, ister ırkçılıkla uygula ya da “demokrasi”
adı altında faşist diktatörlükle uygula... Ancak, emperyalist
neoliberal politikalar burjuva demokrasinin bilinen geniş anlamına
uymaz. Bu nedenle emperyalist burjuvazi TC egemenlerinden “demokrasi”
istemiyorlar. Arada bir “kaygıyla izliyoruz” yarım ağız
mırıldanmaları, sorunu geçiştirmek amaçlıdır. Çünkü
emperyalizm, işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlüklerinin
düşmanıdır. Emperyalist burjuvazinin çıkarları işçi ve
emekçilerin çıkarlarıyla örtüşmez, çatışır.
Kürtler
Ne istiyor?
En
asgarisinden, burjuva demokrasisi istiyor. Politik özgürlük
istiyor. Siyasal haklarının tanınmasını istiyor. Ana dillerinden
eğitim istiyor. Kendilerini yönetmek istiyor.
Kürtlerin
en basit talepleri, normal bir burjuva demokrasisinde olan politik
gerçekler. Gerçekleşmemesi için hiç bir neden yoktur. Bir ulus
kendi kaderini özgürce belirleme hakkına sahiptir. Bu demokratik
bir istemdir. Kendine demokrat diyen her insanın bunu desteklemesi
zorunludur. Aksi taktirde demokrat bir niteliğe sahip olamayacağı
gibi, yeri Kenan Evrenlerin, Tayyip Erdoğanların yanıdır. Ya da,
daha yalın söylemle: 93 yıllık TC nin anti-demokratik ve faşist
inkarcı politikaların destekciliğidir.
Kürtler
Ne Yapıyor:
Kürtler
her gün ölüyor. Kürtler, üzerlerine düşen bombalara karşı
direniyor. Yıkılan şehirlerini tek etmemek için direniyor. En
doğal insani hakları için direniyor ve ölüyorlar. Aynı Kürtler,
bütün Türkiye halkları için demokratik bir mücadelede veriyor.
Kürtlerin ezilmesi, haklarının yok edilmesi, sadece Kürtleri
vurmuyor. Ülkedeki bütün işçi ve emekçilerin haklarını
vuruyor. Kürtlerin üzerine düşen her bomba, ülkedeki tüm
emekçilerin haklarını ve demokratik kazanımlarını vuruyor.
Bir
ülkede ezilen ulus mensupları, eziliyor, katlediliyor ve zindanlara
tıkılıyorsa, bu vahşetin onlarla sınırlı kalacağını ya da
kaldığını düşünmek, kör burjuva şovenizmidir. Ezilen ulus
üzerindeki baskı, işçi sınıfı üzerindeki baskıdır. Ezilen
ulusun haklarının yok sayılması, işçi sınıfının haklarının
yok sayılmasıdır. 93 yıllık TC tarihi, en asgarisinden kendine
“demokratım” diyenlere göstermiş ve öğretmiş olması
gerekiyor.
Demokrat
Kürt örgütleri ve Kürt Ulusal Hareketi, devletin tüm vahşetine
karşın mücadele edyor ve direniyor. Bu direnişin kırılması,
ezilmesi, ülkede daha büyük bir vahşetin sürmesinin yolu
açılacağı gibi, faşist-şeriatçı rejmin kökleşmesi
olacaktır.
Bütün
bu nedenlerle, Kürt Ulusal Hareketi ile ortaklaşa mücadeleyi
geliştirmek, işçi sınıfının mücadadelesinin örgütlenmesi ve
geliştirilmesi için koşular hazırlayacaktır. Tersi, “sınıf
mücadelesi” adı altında, ortaklaşa mücadelenin örülememesini
bedeli çok ağır olacaktır ve bu uzun yılları alacaktır.
Devrimci-Demokratlar
Ne Yapıyor? Ne İstiyor?
Hemen
herkesin kabul ettiği bir gerçek var: Ülkede burjuva
demokrasisinin kırıntıları dahi kalmadı. Faşist devlet terörü
hergeçen gün dahada azgınlaşmakta ve demokratik güçlere
saldırmaktadır. Devletin düşmanlığı, sadece Kürt Ulusal
Hareketi’yle sınırlı olmayıp, sınıfsal doğası gereği tüm
komünist, devrimci ve demokratik güçlere karşıdır ve bunlara
düşmandır. Her fırsatta bu güçleri ezmek ister. Bugün yaptığı
da budur.
Yazılanlara
ve istemlere bakılınca; herkes (devimci-demokrat güçler) faşizme
ve Akp diktatörlüğüne karşı ortaklaşa mücadele, eylem
birlikleri ve birlikte hareketten sık sık söz ediyorlar. Bunları
yinelemek yanlış değil, söylenenleri eyleme dökmemek, dökememek,
söz-eylem arasındaki çelişkiyi derinleştiriyor ve sözün
samimiyetini gölgeliyor.
AKP
faşizmine karşı demokratik birlikler var. Birincisi, illegal ve
silahlı cephede Halkların Birleşik Devrimci Harketi (HBDH). Diğer
ikisi legal cephede, Birleşik Haziran Hareketi (BHH) ve HDP-HDK
etrafındaki bir birlik. Bir de bunların içine girmeyen
ilerici-devrimci kesimler mevcut. Ancak, etkinlikleri yok denecek
düzeyde.
Faşizme
karşı birliği oluşturan esas ilkenin başında, faşizme karşı
demokratik hak ve özgürlükleri savunmaktır. Yani, bir nevi
demokratik politik özgürlük ortamını kazanmaktır.
Ne
yazık ki, BHH, kuruluş bildirilerinde de vurguladıkları gibi,
Kürtler’in haklarından söz ediyor, ama bu hakkın içinde
“ayrılık” yoktur. Kürtlerin ayrılık hakkını yok sayarak,
sosyal şovenist politik güzergahtan çıkamıyor. Ama CHP’yi de
“demokrasi güçleri”nin içine sokarak, hala burjuva sosyal
demokrasisinin faşizmin koltuk değnekçiliğini görmemekte ısrar
ediyor. BHH içinde, TC devletinin kuruluş felsefesine sıcak bakan
kesimlerin ortaklığı olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
Bunu her fırsatta dile getiriyorlar. Erdoğan’a karşı kemalizm
öne çıkarılıyor. Ancak, kemalizmin 1946 kadar tek parti
diktatörlüğü olduğu ve o günün uygulamaları ile bugünün
uygulamaları arasında “şeratçı” eğilim-uygulama dışında,
herhangi bir ayrımın ve burjuva demokrasisinin en temel öğesi
olan muhaliflerin politik özgürlüğünün olmadığını görmek
istemiyorlar. Faşist “laik” uygulamaları, “ demokratik ortam”
diye sunmak, burjuva demokrasisinin bile gerisine düşmektir.
Kürt
Ulusal Hareketi’ni “emperyalizm ile uzlaşıyor” diye suçlamak,
PKK’nın şu an içinde bulunduğu gerçekliği ile uyuşmadığı
gibi, bu tür iddialar, sosyal şovenist politikalarının üzerini
gölgeleme çabaları olarak öne sürülüyor.
“Devlet
baba kızıyor.” Reformizm de T.C.’yi fazla kızdırmak
istemiyor. Ne de olsa bu devletin “kuruluş felsefesi”ni
“ilerici” değerlendiriyor.
Ancak,
Kürtlerin demokratik bir mücadele verdiğini görümüyor. Bugün
hala kısmi bazı soluklanmalar oluyorsa, Kürtlerin demokratik
mücadelesi nedeniyle olduğu görmezden geliniyor.
OHAL’e
karşı olduklarını söyleyenler, “Kürtler var” diye, OHAL’e
karşı mitingde yan yana gelemiyorsa, burada faşizme karşı
mücadelede samimiyet aramak boşunadır.
TC’de,
şimdi “Kürt yok” demiyor. Ama, Kürtlerin siyasal haklarını
da yok sayıyor. Reformist sosyal şovenler ise, devletten bir adım
daha ileride olarak; Kürtlerin hakları var, ama, ayrılma hakkı
yok diyorlar. Yani, boşanma hakkını tanımıyorlar. Böylece
burjuvazinin, ezilen ulus üzerindeki baskısına destek veriyorlar.
Birlikten
söz edilipte en asgari birliktelikleri sağlayamayanlar, faşizme
karşı kararlı bir direniş sergileyemeyenler ve sergileyenlerle
yan yana, omuz omuza yürümeyenler, faşist-dinci rejimin, toplumu
en küçük alt hücrelerine kadar ayırmasına göz yumuyorlar.
Ortak
erekler için birlikte mücadele, ortak örgütlenmeyi zorunlu kılmaz.
Ama, ortaklaşa eylemleri çoğaltmayı zorunlu kılar.
Yapılmayan, yapılamayan budur. Reformist güçlerin kaygısı
“Kürtlerle yan yana gözükme” sendromudur. Ayrıca, bunlar
için, Kürtlerle birarada olmak, ortak hedefler için ortaklaşa
mücadeleyi geliştirmek, “milli his”leri geliştirici bir yanı
yoktur. Bu
nedenlerle, “demokratik hak ve özgürlükler için mücadele”
kaygıları, Kürt ulusal sorunu karşısında kaygısızlaşıyor,
“ezen ulus hisleri” hassaslaşıyor.
Laiklik,
Faşizme Karşı Mücadelenin Neresinde?
BHH
mücadelesinin odağına laikliği koymuş durumda. Laikliğin
savunulmaması elbette yanlış, ancak, TC, tarihinde hiç bir zaman
tam laik bir devlet olmadı. Başından beri, Türkiye’de yaşayan
insanların dinleri devlet kontrolündeydi.
M.
Kemal’in emriyle 1924 yılında başbakanlığa bağlı olarak
Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Ve TC devletinin milliyeti
“Türk”, dini ise “Sünni” idi. 1925 yılından itibaren
alevililerin ibadethaneleri kapatılarak yasaklandı. Bugün olduğu
gibi, TC, kurulduğu günden itibaren: “Tek
millet, tek bayrak ve tek din”
prensibinden vazgeçmedi.
Devlet,
dini ihtiyaçlarına göre, kimi zaman öne çıkardı, kimi zamanda
geriye çekti. Ama hiç bir zaman din üzerindeki kontrolünden
vazgeçmedi. Kitleleri Sünni dinine göre şekillendirmeye, “sapkın”
dediği diğer mezhepleri ise asimile etmeye çalıştı. Bunun için
yerine göre zora başvurdu, katliamlar yaptı.
Laikliği,
rejimin niteliğinden bağımsız olarak ele almak yanıltıcıdır.
Nazi Almanyası, Mussolini İtalyası ne kadar laik idiyse TC’de o
kadar laikti. Laikliği “ilerici” görmek ve ona demokratik bir
özellik yüklemek, gereksiz bir çabadır. Anayasalarında “laik”
yazmayan bir çok ülke, anayasasında “laik” yazan Fransa kadar
“laik “ olduğu kadar, ve anayasasında “laik” yazan bir çok
ülkeden (bunlardan biri TC) kat kat laiktir.
TC
laikliği, azınlıkların ve Kürt ulusunun yok sayılması,
Sünniliğin dışında başka mezhep ve dinin tanınmamasıdır.
Kilisenin doğrudan krallığa (kral-kraliçe) bağlı olduğu
İngiltere “laik” değildir. Ama, din özgürlüğü vardır.
Kimse “Anglikanist” (katolik-protestan karışımı) olmaya
zorlanmadığı gibi, herkes dini inancında özgürdür.
Bugün
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da sorun, laikliğin elden gitmesi
değil, laikliği de içine alan demokratik hak ve özgürlüklerin
yok edilmesidir. Daha özgülde politik özgürlüklerin yok
edilmesi, şeriatçı bir rejimin getirilmesi, farklı inançlara
mensup inançların yok sayılması ve herkesin Sünnileştirilmeye
zorlanmasıdır. Kürt ulusunun siyasal haklarının tanınmamasıdır.
“Tek millet, tek bayrak, tek din” gibi faşist-ırkçı-şeriatçı
bir sistemin pekiştirilmesidir.
12
Eylül Rejimi de “laik”ti. “Atatürk’ün inkilapları”ndan
hiç vazgeçmemişlerdi. Ama ortada bir faşizm vardı. Laikliği
mücadelenin odağı yapanlar, burada faşizmi görmezden geliyorlar.
Bu bağlamda, “lalikliği” öne çıkarmak yanlış ve hedef
şaşırtmadır. Mücadelenin
odağına: faşist-şeriatçı diktatörlüğün yıkılması
konmalıdır.
Halkların
Birleşik Devrimci Hareketi
Her
ittifak ve eylem birliği, bunu gerçekleştiren örgütlerin
karşılıklı tavizleriyle gerçekleşebilir. Bu birliktelikte öyle
olmuştur. İçeriğinde bir çok şey eleştirilebilir. Ancak,
silahlı mücadeleyi savunan örgütlerin, içinde geçtiğimiz
süreçte asgari oranda da olsa ortaklaşa mücadeleyi yükseltme
çabaları olumlu olarak değerlendirilmelidir. Böylesi bir
birliktelik, ileri kitleler üzerinde olumlu etki de bırkamıştır.
Ayrıca, faşizme karşı devrimci dayanışmanın yükseltilmesi,
geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması, hem Kürt Ulusal
Hareketine hem de sınıf mücadelesini esas alan örgütlere katkı
sunacaktır. Bu tür birliktelikleri zayıflatmak isteyenler
çıkabilir. HBDH kurulduğunda da devlet katında hiç de olumlu
karşılanmadı. “Terör örgütleri birleşti” diye duyuru
yaptılar. Ayrıca, bu oluşum içinde ayrılığı da yine AKP
tv’lerinin bazıları, “bölünüyorlar” diye sevinç haberleri
olarak kendi kitlesine duyurdu.
HBDH,
bir iktidar organı değildir. Bir ittifak organı olarak algılamak
gerekiyor. HBDH yönelik eleştiri ve kaygı, “ulusal sorunun öne
çıkarılması”. Bundan doğal bir şey olmaz. Çünkü bu
birlikteliğin bileşenlerinden PKK; bu oluşumun bel kemiğidir.
Ancak, eylemde birlik, ajitasyon ve propaganda da serbestlik ilkesi,
her örgütün kendi görüşlerini özgürce yaymasını kısıtlamaz,
kısıtlamamalıdır. Ve bu bileşen içinde yer alan her örgütün
kendi yayın organları var. Görüşlerini kitlelere
ulaştırabiliyorlar.
HBDH,
içinde yer alan örgütlerin bağımsız örgütlenemelerine
karışmadığı gibi engelleyici bir yanı da yoktur. Tersine,
kitleler içinde devrimci örgütlenmenin geliştitilmesinde bir
moral etkisi yaratıcı bir yanı vardır. İşçi sınıfı içinde
örgütlenmeye ve mücadeleyi geliştirmeye HBDH engel değildir. O
zaman, sorunu, bu oluşumda değil, öncelikle her örgüt kendi siyasal
çizgisinde ve pratiğinde araması gerekiyor.
Ulusal
hareketlerin uzlaşcı yanı vardır. Bu dikkate alınmalıdır. Ama,
bugün PKK demokrat nitelikli bir örgüttür. PKK, hem kitlesel
hemde örgütsel ve askeri olarak büyük bir örgüt ve bir çok
cephede savaş vermektedir. Bu da onun farklı yerlerde farklı
taktikler izlemesini koşullandırıyor. Ancak, genel
durşu anti-emperyalist, anti-faşisttir. PKK ile işçi sınıfı
hareketini ortaklaştıran yan burasıdır. PKK sosyalizmi
savunmuyor.
Ve HBDH’den de soyalist bir devrim ummak abesle iştigaldir. Onun
böyle bir hedefi de yoktur. Genel demokratik talepeler ve hedeflerle
sınırlıdır. Bu bağlamda, silahlı mücadeleyi savunup, ama bu
tür birlikteliklerin içinde yer almayanların kendilerine
güvenleri yoktur denebilir. Geçici siyasal taktik mücadeleleri,
nihayi ve stratejik hedeflerle karıştıranların, taktiklerde esnek
olması da beklenemez.
Gericilik
Dönemi ve Ne yapmalı?
Faşizmin
azgınca saldırdığı, yıktığı, demokratik tüm kazanımları
yok ettiği bir süreçte, yani gericilik döneminde, bir zaman
militan mücadeleyi savunan kesimlerin havlu attığı bir sürecide
beraberinde getirir. Sınıf uzlaşmacılığını, pasifizmi,
yılgınlığı, işçi sınıfı ideolojisinin dejenere edilmesi vb.
gibi yıkımlar yaşanır.
Umutsuzluk,
ezilmişlik, hedefsizlik, militan mücadele korkaklığı vb. gibi
moral yıkıntıları yaşanır. Siyasal çıkarları ortak olanlar
arasında bölünmüşlük gelişir. Baskılar arttıkça bölünmüşlük
yaygınlaşır ve derinleşir. Faşist diktataörlük bundan
yararlanarak işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki yılğınlığı
umutsuzluğu artırarak kendi iktidarını süreklileştirir.
Çoğunluk, bir avuç iktidar sahibi asalak katillerin esiri haline
getirilir.
İçinde
geçtiğimiz süreç tam da böylesi bir süreçtir. Faşizmin
baskısıyla sınıfsal yönelimini kaybedenler, egemen sınıfların
hışımlarından çekinip, en geri düzeyde mücadele etmek
isteyenler artacaktır. Her radikal direnişi, illegal örgütlenmeyi,
faşizme karşı silahlı direnişi vb.lerini, devlet ağızıyla
“terörizm” olarak niteleyenler az olmayacaktır.
Kürt
Ulusal Hareketi ile Türkiye işçi sınıfının ortaklaşa mücadele
ve dayanışması ve bunun geliştirilmesi kaçınılmaz bir
zorunluluktur. Demokrat Kürt ulusal hareketinin yıkılması,
ezilmesi, sindirlmesi, çeşitli miliyetlerden Türkiye işçi
sınıfının sindirilmesidir. Kuzey Kürdistan’daki işçi
sınıfının susturulmasıdır. Tüm demokratik hakların yok
edilmesidir. Kürtlerin siyasal haklarını kazanması, işçi
sınıfının ve diğer ezilenlerin de siyasal haklarını kazanması,
genişletmesi demektir.
Kürtlerin
tepelerine bombalar düşerken, Ankara cephesinde özgürlük
olacağını umanlar hep yanıldılar ve yanılmaya devam ediyorlar.
Yakında her işçinin, her demokratın, Sünni olmayan mezheplerden
ve Türk olmayan diğer azınlık mensubu insanların kapıları
birer birer çalınacak ve paramilitarist güçler soklara da egemen
olacaktır. Kürdistan yanarken, Batı, Kürdistan’ın akibetine
düşmekten uzak kalamaz. Halkların
kardeşliğinin pekiştirilmesi, Amed’in yanmasına ve yıkımına
seyirci kalmakla sağlanamaz.
Sistem,
kendini, sürekli savaş içinde ayakta tutabilecektir. O bunun
bilincinde olarak, kendini, Irak’ta, Suriye’de ve yeni çıkacak
cephelerin içine atmaya çalışacak ya da kitlelere böyle gösterme
gayreti içinde olacaktır. Böylece, gerici ve emperyalist savaş
atmosferinden yararlanarak, işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki
baskı mekanizmasını sürekli kılacaktır.
Teşhir
ve tecrit edilmesi gereken TC devleti olmasına karşın, bugün
ondan ayrı olmayan bir nevi özdeşleşmiş olan AKP ve Erdoğan
faşist diktatörlüğünün öne çıkarılması, yanlış deildir.
Kitlelere somut hedefler gösterilmelidir. Faşist ırkçı-şeriatçı
Erdoğan diktatörlüğününü teşhir edilmesi TC’ni, aklanması
değildir. Erdoğan devletin bütün güçlerini elinde toplamıştır.
Gerçek budur. Kitlelerin kazanılması için, soyutlama yerine somut
propagandalar yapılmalıdır.
Faşist
AKP diktatörlüğü, ekonomik durumdaki gelişmelere bakılınca,
hedeflediği 2023’ü göremeyecektir. Bunu daha çok da
emperyalistler arası çelişmenin barometresi belirleyecektir. Ancak,
Erdoğan diktatörlüğü, daha uzun bir süre iktidarda kalmak için
iç savaşı körükleme ve yaygınlaştırma gibi bir eğilimde
taşımaktadır. Gelişmeler buna işaret etmektedir. AKP kitlesinin
silahlandırılması, camilerde gençlik örgütleri (elbette
silahlı) oluşturması, iç savaş hazırlığı ve işçi sınıfı
ve emekçileri ve tüm demokratik güçleri bütünüyle baskı
altında almanın/tutmanın yöntemidir. AKP sadece devlet iktidarını
elinde tutan bir güç değil, aynı zamanda en geri kitleleri
örgütleyen bir iktidar gücüdür. 12 Eylül 1980 askeri cuntasıdan
ayrıldığı en önemli ayrım buradadır.
Erdoğan’ın
iktidarda kalması, bölgedeki savaşla yakından ilgilidir. Toplumun
sınıfsal dokusunun dejenere edilmesi (ırkçı-faşist-şeriatçı
kitle örgütlenmesiyle) doğrudan ilgisi vardır. AKP
diktatörlüğü, normal bir seçimle iktidardan uzaklaştırılmayacak
kadar derinleşmiş ve örgütlenmiştir. O artık, işçi ve
emekçilerin demokratik hak ve özgürlükler için sokaklara
dökülmesi ve kazanmasıyla devrilebilcektir.
Faşist
AKP diktatörlüğünü (faşist-ırkçı-şeriatçı) yıkmak uzun
bir mücadele sürecini kapsayacaktır. Komünist ve devrimci
güçlerin kitleler içinde örgütlenme ve çalışma yöntemlerini
buna göre belirlemeleri, verili durumun bir zorunluluğudur. Ve
faşizme karşı her türlü mücadele biçimini koşulların el
verdiği ölçüde geliştirmeleri de bir o kadar gereklidir.
Sınıflar
arası mücadelede ebedi bir şey yoktur. Her faşist iktidar, kendi
yıkımını hazırlayan koşulları ve çelişmeleri de beraberinde
yaratır.
Önemli olan bu çelişmelerin doğru ele alınması, mücadele biçimlerinin buna göre geliştirilmesi ve kitlelerin bu
doğrultuda örgütlenmesidir. Faşist baskıların artması, devleti
elinde bulunduran güçlerinde zayıflığınının da bir o kadar
artmasıdır. Bu
zayıf noktaların saptanmasına bağlı olarak, mücadele biçimlerinin ve çelişmelerin işçi sınıfı lehine derinleştirici temelde
geliştirilmesi, devasa gibi gözüken şiddet aracının
yıkılmasını da kolaylaştıracaktır. 30.10.2016
***