11 Haziran 2013 Salı

DURMAYIN SOKAKLARA ÇIKIN Kİ;

Ankara 10 Haziran



Devrim Günleri....
DURMAYIN SOKAKLARA ÇIKIN Kİ;



ÜLKENİN HER YERİ TAKSİM OLSUN!


Yusuf KÖSE
“Osmanlı’da oyun çoktur” diye bir deyim vardır. Bu deyim, halkımız tarafından Osmanlı despotizmini ifade etmek için kullanılmıştır. Bunu genelleştirirsek, tüm burjuva devletlerinde oyun çoktur. Kitleleri mücadelesini ezmek, boğmak ve sindirmek için, ideolojik ve siyasal saldırıların yanında, aynı zamanda baskı ve zorla onların boyun eğmesini sağlamaktır.

AKP hükümeti ve arkasındaki sermaye güçlerinin gelişen kitle hareketinini önünü kesmek ve ezmek için bir çok yalanların yanında, özellikle devrimci güçleri teşhir ve tecrit etmek, için yoğun bir çaba harcamaktadır. Bu anlamda AKP’de oyun çoktur. Tehlikeli bir partidir. İktidarını kolay kolay bırakmayacağı, çatışmayı göze alacağı, hatta, kitleleri bir birine kırdırmaya çalışacağı da bir gerçektir. Bu hareket geliştikçe, kitleleştikçe ve kitleler baskılara karşı güçlü bir şekilde karşı koyduğu zaman, mücadelenin kitlelerden yana döneceği de bir gerçektir. Ya da tersi olacaktır. AKP kazanırsai baskıları daha da artıracaktır, çünkü AKP, baskılarla duruyor ve durabilir.

Bu bir sınıf mücadelesidir. İktidarı elinde bulunduran burjuvazi ile ezilen yığınlar arasında süren bir savaştır. Bu savaşın içinde, İktidarda olan AKP’ye karşı çıkan tüm sınıf ve katmanlar yer almaktadır. Ancak, savaşın başında ve içinde olan, gençler, işçiler, işsiziler, memurlar ve tüm emekçi kesimlerdir. Her ne kadar orta burjuvaziden de yer alanlar olsa da, savaşın önünde yer alan öğrenci ve emekçi gençliktir. Ancak, bu hareketi fitilleyenlerin sosyalist güçlerin olduğu unutulmamalıdır. Böyle bir hareket bilinçli olarak planlanmamıştı ya da böyle bir gelişme öngörülmemişti, ancak, hareketi fişekleyenlerin de sıradan demokrat güçlerin olduğunu ileri sürmek gerçekçi değil. Ama, kısa süre içinde bütün muhalif kesimler bu hareketin içinde yer aldı. Böylece, hareket, kısa süre içinde büyüdü, gelişti ve AKP tarafından kontrol edilemez hale geldi. Harekete tüm muhalif güçlerin katılması,  AKP’nin kendi dışındaki tüm siyasal güçlere (CHP’de dahil) baskı uygulamasının önemli bir rolü olmuştur.

Bu harekete, şu ana kadar, işçi sınıfı genel grevle ciddi bir destek veremedi ve içinde grevlerle yer alamadı. Sarı sendikalar, mümkün oldukça işçileri bu kitle hareketlerinin dışında tutmaya çalıştı. İşçiler, iş bırakarak olmasa da, işten sonra direnişlere katılarak, yüyüyüşlere ve mitinglere katılarak, sokaklara çıkarak, çatışmaların içinde yer alarak destek verdiler, içinde güçlü bir şekilde yer aldılar.

İşçiler, genel greve giderek ciddi bir destek verirse, hareketin yönü daha olumlu ve ileri bir yöne kayacaktır. Burjuvaziyi en çok sıkıştıran da genel grev olacaktır. Güçlü bir genel grev AKP hükümetini gitmesini de kolaylaştıracaktır.

AKP, iktidarını kalıcılaştırmak için, toplumu bütünüyle baskı altında tutmaya çalıştı. Son on yıllık iktidarı süresince kitleleri baskı cenderesi içine sıkıştırdı. Bu baskıya daha fazla dayanamayan kitleler, küçük bir kıvılcımla ayağa kalktı. AKP’nin iktidarını sürdürmesinin başkaca da bir yolu yoktu. Emperyalist neoliberal politikaların işlemesi için, AKP’nin önüne bu baskı ve ağır sömürü politikası konmuştu. Bu da, Kuzey Afrika ülkelerinde ve daha bir çok bir çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de patladı.

AKP’nin toplumu, neoliberal politikalar doğrultusunda dinci bir toplumsal formatın içine sıkıştırmaya çalışması’da, buna karşı çıkan laik orta sınıf da ciddi bir şekilde rahatsız etmişti. İçkisine, giyimine-kuşamına, yaşam şekline vb. karışılan bir siyasal politika ve bunun yasalarla ve zorla hayata geçirilmesi, kapitalist gelişmenin güçlü olduğu alanlarda, laik orta kesimleri de rahatsız ediyordu.

Ayrıca, Alevi ve diğer dinlere mensup insanlara karşı uygulanan baskılar ve horlamalar, sınıfsal konumu ne olursa olsun bunları da ciddi bir şekilde rahatsız etmişti. Yine, ülkenin her deresinin, akar suyunun HES adı altında pazarlanması, doğanın ve insanlarının en doğal yaşam alanlarının tahrip edilmesi, köylerin ve meraların “maden” arama vb. adı altında boşaltılmaya çalışılması, köylülüğün sert bir şekilde mülksüzleştirilmesi, şehirlerin “kentsel dönüşüm” adı altında rantlaştırılması, kitlelerin önemli bir kesimini öfkesini büyüten gelişmelerdir. Bu dıştalayıcı, yok edici, insanı kendine ve doğasına yabancılaştırıcı faşist saldırılara maruz kalanların daha fazla suskun kalması beklenemezdi. 

Ayrıca, ülkemizde, bugünkü ayaklanmanın ayak izlerinin öncelerini de görmek gerekiyor. Ankara Tekel işçilerinin 4 aylık direnişi, daha sonraki işçi direnişleri, 1 Mayıs gösterileri ve özellikle de son 1 Mayıs Taksim çatışmaları, taşeronlaşma, KİT’lerin özelleştirilmeleri sonucu yığınlarca işçinin işsiz kalması, esnek-çalışma vb. uygulamalar ve bunlara karşı verilen mücadeleler, kitlelerin sokaklara dökülmesini hazırlayan etmenlerin arasındadır.

Burjuvazinin dış politikaları, Suriye’ye yönelik savaş politikası, emperyalizmin ileri karakolu olma politikalarının da kitlelerin sokaklara dökülmesi de etken olmuştur. 

Kürt ulusunun yıllardır verdiği mücadele, yoğun baskı ve katliamlar, tutuklamalar ve bunlara karşı Kürt işçi ve emekçilerin direnişlerinin de bu ayaklanmada olumlu bir etkisi vardır.

Yukarı da kısaca sıralamaya çalıştığım bu denli ağır sömürü ve baskı poltikası karşısında kitlelerin patlamaması, ayaklanmaması olanaksızdı. Ayaklanmak için tüm koşullar mevcut hale gelmişti. Sadece bir kıvılcım gerekiyordu. O da, deyim yerindeyse; Taksim Gezi Parkı’ndaki  bir ağacın ölmüyle geldi. Bu direniş, isyana katılan tüm halkın temel istemleri, demokratik taleplerdir. 

Türkiye’deki bu direniş, bütün dünyada emperyalist neoliberal politikanın çoktan iflas ettiğini, kapitalizmin kendini yeniden üretmekte zorlandığını da ortaya koymasının bir ifadesidir denebilir.
***
Şu anda, faşist AKP hükümeti, “marjinal gruplar” dediği, devrici-komünist güçlere karşı saldırıya geçti. Başından beri, “içiniz de marjinal gruplar var” diye hazırlık yapıyorlar, saldırı ortamı hazırlıyorlardı. Faşist devlet, devrimciler ile kitlleri birbirinden ayrımak ve peşinden ise kitle hareketlerini bastırmak istiyor. Devrimcilerin kitle hareketinden tecrit edilmesi, demokratik kitle hareketinin ölümü demektir.

Bu koroya, kitlelerin ayaklanmasına “destek” verir gibi gözüken başından beri CHP’de ortak oluyordu. CHP’nin TV kanalı Halk TV, alt yazılarında sürekli olarak: “marjinal grupların oyunlarına gelmeyin, dikkat edin” diye not düşmeyi ihmal etmemiştir.

Tarih ortaya koymuştur ki, kitle hareketleri sol ile birleşmedikçe, sol kitle hareketine önderlik etmedikçe, kitle hareketi kısa zamanda boğulur ve hedefine ulaşamaz. Ya da Tahrir’de olduğu gibi, gericilerin iktidara gelme merdiveni haline gelebilir. Tahrir’de ki kitlelerinde istemleri demokratik taleplerdi. Ancak, dinci güçler (AKP’nin Mısır versiyornu) “demokratlık” adı altında kitlelerin demokratik taleplerini, kendilerinin iktidara gelmesi için kullandığı bilinen bir gerçek.

Bütün ilerici kitle hareketlerinde, burjuvazi, önce komünist ve devrimcilere saldırır. Sonra ise ilerici-demokrat güçlere ve peşinden ise kitleler üzerinde yoğun bir baskı uygular. Cadı avını başta komünist-devrimci güçler olmak üzere, kitlelerin ileri unsurlarına karşı sürdürür.

Devrimcileri teşhir ve tecrit etmek için tüm olanaklarını seferber eder. Geniş yığınları, bu hareketin “bir avuç marjinal grupların işi” olmaya inandırmaya çalışır. Bunun için elindeki tüm basın-yayın organlarını kullanır.

Oysa, burjuvazinin tek bir istemi vardır: Kitlelerin uyanmasını ve demokratik talepleri için sokaklara dökülmesini engellemek. Kitleleri sokaklara dökülmesini ve haklarını savunması ve korumasını isteyenlerde devrimci ve komünistlerdir. Bu nedenle de burjuvazi, hep komünist ve devrimcilerden korkmuştur. Ancak, kitleler, kendi öncülerine sahip çıkmadıkları sürece, demokratik hak ve özgürlüklerini de kazanamaycaklarını bilmelidir. Bu nedenle de, devrimci güçlerin kitlelerden tecrit edilmesinin önüne geçilmeli, buna karşı yoğun bir mücadele verilmelidir. Burjuvazinin tüm yalanları ortaya dökülmelidir. Bu konuda sosyal paylaşım siteleri önemli bir rol oynamaktadır. Bu iyi kullanılmalıdır. Bunun en geniş kitlelere ulaşılması sağlanmalıdır.

Devrimci ve komünistler, kitleler ile kendileri arasına sınır çizmek isteyen burjuvazinin faşist politikalarına karşı daha iyi taktik geliştirmeli ve kitleler ile içiçe olmasını bilmelidir. Şu ana kadar direnişler olumlu bir seyir izlemiştir. Bundan sonra da aynı politikalarla, ama daha geniş kitleleri bu hareketin içine çekerek ve daha güçlü birliktelikler oluşturarak, mücadeleyi sürdürmek hayati bir önem taşımaktadır.

Mümkün olduğunca devrimci-komünist güçler ortak hareket etmelidir. Tek bir yumruk, tek bir grup gibi olmalıdır. Grupçu kaygılardan arınarak, kitlelerle birleşmek ve ktitleleri örgütleyerek bu mücadelenin içine çekilmelidir. Taksim Gezi Parkı Dayanışma Komitesi’nin talepleri, demokratik taleplerdir ve bu talepleri kabul ettirmek bile oldukça ileri ve başarılı bir gelişme olacaktır ve kitlelerin kendilerine olan güvenleri artacaktır.

Hareketin sonu ne olursa olsun, nasıl biterse bitsin, Türkiye’de yeni bir süreç başlamıştır. Bunun devrim günleri olarak adlandırmak gerekiyor. Buradan elbette, bir devrim çıkmayacaktır. Ama, kitleler artık eskisi gibi olmayacaktır. Burjuvazi, artık eskisi gibi hareket edemeyecektir. Bu gelişmeler, halklarımız açısından tarihsel bir dönüm noktasıdır. Bunun geliştirilmesi ve geleceğe taşınması, devrimci ve komünistlerin çalışmalarına bağlı olduğu da bir gerçektir.

Bütün kaygılardan uzak olarak; tüm anti-demokratik ve faşist baskılara, yasalara karşı, toplumu dinci ve neoliberal bir formata sokmak isteye hükümete karşı ayaklanmak meşru ve zorunludur. Bu nedenle, her yeri Takism ve her yeri direniş haline getirilmeliyiz. Halklarımızı ancak böyle alabilir ve geliştirebilirz.

Durmayın, sokaklara akın!
***11.06.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder