„Çocuklarınıza mutlaka şunu anlatın;
Bizler, kadınlar olmasaydık,
1945’in
İlkbaharı da olmazdı
Yaşanmazdı”
(Nonna Aleksandrovna)[1]
Bizler, kadınlar olmasaydık,
1945’in
İlkbaharı da olmazdı
Yaşanmazdı”
(Nonna Aleksandrovna)[1]
Berlin’e Savaşı
Öldürmek,
Sur’a Kürt katliamını Durdurmak İçin Gitmek...
Yusuf KÖSE
II. Emperyalist Paylaşım
Savaşı’nın en vahşi günleriydi. Bütün emperyalistlerin dört gözle, Sovyetlerin
Nazilerin eline düşmesini beklediği anlardı. Ama, Nazilerin hesaplayamadığı bir
şey vardı. Sovyet kadınları...
“Ben Sofiya
Kuntseviç, Berline Savaşı öldürmek için geldim.”[2] Böyle diyordu bir sovyet kadın partizanı.
Sovyet halkının çok acı çektiği, çok can verdiği ve nice
evlatlarını yitirdiği günlerde, dövüşen kadınlarda vardı. Hem de sayısız...
Onlar, Sosyalist Sovyet vatanlarını savunmak için, savaşın her alanında yer almışlardı ve hepsi
de yemin etmişlerdi: “Berlin’e kadar
gidip, savaşı öldürecğiz”. Öyle de yaptılar. Düşe kalka, ölülerini gömerek,
yaralıları geride bırakarak, bütün Sovyet yurdunu ve Doğu Avrupa halklarını karış
karış Nazi zulmünden kurtararak, kan ter içinde Berline vardılar. Nazileri
kendi inlerine gömdüler. Sosyalizmin sembolü Kızıl bayrağı, ilk onlar, Alaman
emperyalist burjuvazisinin ulusal semboli Brandenburg Tor’un tepesine diktiler.
II. Emperyalist Savaş’ı kadınlar başlatmadı. Ama kadınlar,
savaşı, savaşın başladığı Berlin’de bitirdi.
Kapitalist toplumun en fazla ezilen kesimlerinin başında
tartışmasız olarak işçi ve emekçi kadınlar gelir. Kapitalist baskı ve sömürü
koşulları erkek egemenliği ile birleşip kadınların üzerine bir kabus gibi
çöker. Sovyet kadını, tekrar eskiye dönmemek için hayatları uğruna sosyalist
vatanlarını savunmayı seçmişlerdir.
Sovyetler Birliği, kendi sosyalist vatanlarını kurtarmak
için tam 26 milyon vatandaşını bu savaşta yitirdi. Yaralı, sakat ve artık tek
başına yaşayamayacak denli bir taraflarını savaşta yitirmiş olanaların sayısı ise
yitirilenlerden çoktu. Sovyet kadını kendi özgürlüğü için savaşmak zorundaydı.
Özgürlüklerine kast edenlere karşı savaştılar ve büyük bedeller ödeme
karşılığında da olsa özgürlüklerinin boğulmasına asla ve asla izin vermediler.
Sovyet kadınları, savaşı Berlin'de öldürüp, bütün dünyaya baharı
getirdiler.
Sur’a
Katliamı Durdurmak İçin Gitmek
Bütün Kürt illeri Türk devleti tarafından bombalanıyor. Evler
yakılıp yıkılıyor. Ve korkunç büyük bir sessizlik içinde insanlar katlediliyor. “Kürt
illeri yanık insan eti kokuyor.” Hitler Almanya’sının, yahudi gettolarına
saldırdığı ve toplama kamplarında yaktığı gibi.
Türk devleti, Kürdistan’ı insansızlaştırmayı amaçlıyor.
Faşist AKP hükümeti ve onun şefi Erdoğan, devletin tüm gücünü
arkasına alarak, sadece Kürtlere değil, kendisine karşı olan herekese
saldırıyor. Demokratik hak ve özgürlük isteyenlere, kadınlara, aydınlara, akademisyenlere ve ülkede ilerici olan her şeye saldıryor. Börtü-böceği, ağaçları, kuşları ve hayatın kaynağı doğayı koruyana saldırıyor. Ücretlerine zam isteyen işçilere
saldırıyor. İnsanları korkutarak, sindirerek teslim alıp, sermayenin
hükümranlığını hayatın her alanında inşa etmek isitiyor.
Devlet sadece SUR’a saldırmıyor. O, insan ve doğanın en
doğal alanlarına saldırıyor. Özgürlüklerimizi elimizden alıyor. İnsanın
özgürlüğünü elinden aldığı gibi doğanın da özgürlüğünü yok ediyor.
Yeni yetme Hitler bozuntusu, öncelikle kadınlara saldıryor. “Anne olun”
diyor. Aynı Hitler gibi. “Avrupa’nın nüfusu azalıyor ve yaşlanıyor, çok çocuk
doğurun!” diyor. Çok çocuk doğurun ki; emperyalist burjuvaziye ucuz iş gücü ve
sermayenin çıkarı için ölecek asker yaratılsın. Sermayenin faşist beyinli
temsilcisi, kadını sadece doğum makinesi görüyor.
Sermayenin en büyük korkusu kadınların sokaklarda özgürce
dolaşmasıdır. Onların kadından istedikleri; çok çocuk doğurmaları, evde
oturmaları, kara çarşafı bir kefen gibi üzerlerine örtmeleri, kocalarının
sözünden çıkmamaları ve sistemin her dediğine kölece itaat etmeleridir.
Çünkü kadının köleliği toplumun köleliğidir. Kadının
özgür olması toplumun özgür olmasıdır. Kadının baharı dünyanın baharıdır. Bütün
diktatörlerin kadın korkusu bundandır.
Türk devletinin kontrolünü eline geçiren sermayenin
katiller şebekesi, özgürlük isteyen, hakkını arayan, farklı düşünce beyan eden
herkese saldırıyor. Evleri basıp katlediyorlar. Sokak ortasında gençleri,
kadınları kurşunluyorlar.
Bunca zulme rağmen, kadınlar direniyor. Komünistiyle,
demokratıyla, feministiyle, Kürdiyle, Türküyle ve diğer uluslardan halklarıyla
kadınlar, sokakları terk etmek istemiyorlar. Sokakları terk ettikleri anda,
tekrar oraları kazanmanın daha ağır bedeller gerektirdiğini de biliyorlar. Dün,
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle sokakları bir kere daha işgal
ettiler, dirençli ve mücadeleci sloganlarıyla, faşizme inat, meşalelerle karanlıkları bir kere daha aydınlattılar.
Faşizmin temel özelliği; bütün işçi ve emekçileri ve
özellikle de kadınları korkuyla esir
almaktır. Faşizm, toplumun sınıflara bölünmüş gerçeğini gizleyip, dinsel,
etniksel farklılıkları öne çıkararak birbirine düşman etmeyi amaçlar. Böylece,
kendi sömürü ve zulüm düzenine baş kaldırma yerine, birbirine düşürülmüş ezilen
kesimler üzerinden iktidarını yürütmektir.
Faşizmin merhametini bekleyerek evlerde orturup,
komşumuzun boğazlanmasını seyretmek çözüm değildir. Komşudan sonra sıra sana
gelecektir ve geliyorda. Kürdün boğazlanmasını seszice seyredenler, kendilerine
sıra gelmeyeceğini düşünmesinler. Sıra herkese geliyor. Aynı Nazi Almanya’sında
olduğu gibi.
Batı burjuvazisinden “demokratlık” asla beklemeyin.
Erdoğan ve arkasındaki sermaye gücü onların beslemesi ve büyütmesidir. Dünyayı
kana bulayan ve diktatör soytarılarını ezilen halkların başına sopa olarak
diken onlardır.
Bütün ezilenler olarak, sokaklara çıkmadan, zalimin
zulmüne karşı baş kaldırmadan ne katliamlar ne de baskılar bitecektir. Bu
nedenle, Sur’a, katliamları durdurmak için gitmeliyiz.
Kobane’de İŞİD çetelerine dur diyen kadınlar ve emekçiler, Türkiye ve
Kürdistan’da da Türk egemen devletinin saldırılarına dur demelidir.
Özgürlüğümüz için, geleceğimiz için, yaşam hakkımız için, bedel ödemeyi göze
alıp, aynı Sovyet kadınlarının yaptığı gibi, aynı Kobane’de Kürt kadınlarının
yaptığı gibi savaşmalıyız. Ve halka saldıranlar kendi inlerinde boğulmalıdır.
Faşist güruhun güçlü olduğunu sanmayın. Onlar her yönüyle
panik ve çırpınış içindeler. Bu nedenle daha azgınca saldırıyorlar. İşçilerin,
emekçilerin ve tüm ezilenlerin örgütsüzlüğü onların gücü oluyor. ÖRGÜTLENİN!
Sur’a
gitmek; her
yerde, işte, okulda, büroda, tarlada ve yaşamın her alanında direnişi sokaklara
yaymaktır. Her iş yerini, her mahalleyi faşizme karşı bir direniş ve
mücadele odağı haline getirmek elzemdir. Bu nedenle de, faşizme karşı olan
herkesle birleşmelidir. Çünkü biz çoğuz ve haklıyız. Bu savaşı kazanacak olan
da bizleriz!
Newroz’da Diyarbakır’a (Amed) akın akın akmak, Kürt halkının katledilmesini önlemenin ilk adımı olabilir.
Sovyet kadınları, Nazileri yenip, bütün dünyaya baharı
getirdiler. Kürdistanlı ve Türkiyeli kadınlarda Türk faşizmini ve
birleşenlerini yenip, baharı, bütün Ortadoğu’ya getirebilirler. 09.03.2016
***