AB’NİN
GÖÇMEN POLİTİKASI VE İŞİD’LE “SAVAŞI”
Yusuf
KÖSE
AB
burjuvazisi telaş içinde. “Göçmen akışını durdurun!” diye
feryat figan bağırıyor. Karar üstüne karar alıyor. “Böyle akın
akın gelirlerse AB’miz yıkılır”, “toplumsal yapımız
dejenere olur” diye yakınıyorlar. Kavimler göçünü ve
Roma’nın yıkılışını hatırlıyorlar.
Ellerine
kim geçerse yapışıyorlar. Bu konuda en büyük kurtarıcı olarak
faşist Türk devletini görüyorlar. “Ne istersen iste, yeter ki
göçmenleri bize gönderme” diye kırmızı halı üstünde
ağırlıyorlar. Kürt
katliamına yeşil ışık yakmalarının karşılığında, altın
varaklı kanlı sultan koltuklarında ağırlanıyorlar.
Alman
burjuva siyasetçileri, Erdoğan’a “kurtarıcı” olarak
yapışmış durumda. Merkel ve SPD şefi Gabriel, “Türkiye
güvenli ülke ilan edilmeli”1
diye AB parlamentosuna sesleniyor.
Kürtlerin katledilmelerine ses çıkarmıyorlar. Kürtler ya da diğer ezilen halklar onlar için önemli değildir. Önemli olan AB burjuvazisinin çıkarlarının korunmasıdır. On binlerce Kürt, yüzbinlerce Suriyeli, Iraklı, Libyalı, Yemenli, Afganlı, Afrikalı ya da bir başka halklar katledilmiş hiç önemli değildir. Bu ölüler, AB’nin “demokrasi” sicilini zedelememesi için istatistiklerinde bile yer almayabilir. Onlar için, sermaye birikiminin devamı, silah akışının kesintisiz sürdürülmesi, emperyalist pazarların genişlemesi ve güven altında olmasıdır önemli olan.
Kürtlerin katledilmelerine ses çıkarmıyorlar. Kürtler ya da diğer ezilen halklar onlar için önemli değildir. Önemli olan AB burjuvazisinin çıkarlarının korunmasıdır. On binlerce Kürt, yüzbinlerce Suriyeli, Iraklı, Libyalı, Yemenli, Afganlı, Afrikalı ya da bir başka halklar katledilmiş hiç önemli değildir. Bu ölüler, AB’nin “demokrasi” sicilini zedelememesi için istatistiklerinde bile yer almayabilir. Onlar için, sermaye birikiminin devamı, silah akışının kesintisiz sürdürülmesi, emperyalist pazarların genişlemesi ve güven altında olmasıdır önemli olan.
AB
burjuva “demokrasi”sinin sınırları içinde, demokratik
hak ve özgürlüklerin yeri yoktur. Var olanlar ise, işçi ve
emekçilerin mücadeleleriyle elde edilen kazanımlardır.
“İnsan
hakları”, “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” vb. bunlar,
emperyalist burjuvazinin kirli yüzünü örtmeye yarayan tül
perdeleridir. “İnsan hakları”, işçi ve emekçilere karşı
burjuva haklarını korumanın adından ötesi değil, onlar için.
AB
burjuvazisi göçmen sorununu çözmek istiyor mu?
Kesinlikle
hayır!
Neden
mi? Çünkü, AB göçmenliği ortaya çıkaran nedenleri ortadan
kaldırma yerine, o nedenlerin üzerine ateşle gidiyor. Ortadoğu ve
yakın çevresi emperyalistlerin atış poligonu haline getirildi.
Silah satışı ve tüketiminin ortamını oluşturdular.
AB
burjuvazisi, göçmen sorununu ortadan kaldırma yerine, AB
kapılarından uzak tutma politikası yürütüyor. “Ak deniz ve
Ege denizin ortalarından bu yana geçmesin, ama nerede ölürlerse
ölsünler, yeter ki, bizi rahatsız etmesin” politikası
uyguluyor. Ancak, ezilen halkları yerinden yurdundan etme
politikasından ise vaz geçmiyor.
5
yıl öncesine kadar “Suriyeli Göçmenler” diye bir sorun
yoktu. Ne zaman ki, ABD ve AB emperyalistleri Suriye’yi de Irak
gibi yıkma kararı aldılar, ondan sonra bu sorun ortaya çıktı.
Çünkü hepsi, bu sorunun Libya gibi bir kaç ay içinde
çözümleneceğini ve rahatlıkla paylaşacaklarını sanıyorlardı.
Ancak, evdeki hesap çarşıya uymadı. Karşılarında bu kez
arkasında Rusya ve İran olan bir ülke ile karşılaştılar.
Suriye’de Irak gibi, baskı altında tutulan çoğunluk Şii nüfus
yoktu. Suriye’de yönetim her ne kadar Alevi kökenli olsa da
ülkede çatışmalı bir Alevi-Sünni ayrımı yoktu. Sünni ler,
salt bu nedenle baskı altında değildi. Ve ülkenin büyük
burjuvazisi esas olarak Sünni kesimlerden oluşuyordu.
AB
İŞİD’e karşı değil
Batı
burjuvazisi, “İŞİD terörist örgüt, buna karşı mücadele
ediyoruz” diyorlar. Elbette yalan söylüyorlar.
Ne
ABD ne de AB’li emperyalistlerin İŞİD’e karşı mücadeleleri
yoktur. Yaptıkları, İŞİD’i sadece ve sadece kontrol altına
almak istedikleri gerçeği vardır. “Savaşıyor” görüntüsü
vermelerinin arkasında uluslararası kamuoyu nezdinde İŞİD’in
vahşetini savunamadıklarındandır. İŞİD vahşetini açıktan
sergilerken, bunlar daha gizli yapıyorlar. İŞİD kafa keserek
korku salıyor, bunlarda en modern ölüm silahlarıyla haklara korku
salıyorlar. Vahşilik konusunda aralarındaki “medeni” fark;
kravatın sakaldan uzaklığı kadardır.
Batının
İŞİD’den istediği; İŞİD’in Batı metropollerinde
katliamlara girişmemesi. Bunun dışında İŞİD’in İslam
ülkelerinde var olmasını istiyor ve destekliyorlar. İŞİD vb’i
çeteler olmazsa, “teröre karşı mücadele” adı altında,
halklara saldırma ve işgallere ne gerekçeler uyduracaklar?
Emperyalist
burjuvazinin neoliberal politikalar ile “uluslararası teröre
karşı savaşı” aynı zamana rastlar. Yayılmacı, işgalci,
egemenlik alanlarını genişletme amaçlı politikanın adı;
önceleri “komünizme karşı mücadele” iken, özellikle
1980’lerin sonlarından itibaren “uluslararsı teröre karşı
mücadele” adını almıştır.
İŞİD
vb. örgütleri beslemeleri ve desteklemelerinin temel nedenlerinden
biri de; halkları din ve milliyet ayrımlarıyla birbirine düşürmek,
işçi sınıfının mücadelesinin gelişmesinin
ideolojik-siyasal-sosyal yönünü tahrip ederek, emperyalist
neoliberal politikaların uygulanmasının önündeki en önemli
sınıf mücadelesi engelini zayıflatmaktır.
AB
burjuvazisi, yakındığı göçmen akınını
ortadan kaldıracak adımlar atma yerine, sadece tel örgü ve
toplama kampları oluşturma önerisi dışına çıkmıyor. İŞİD
vb. örgütleri ortadan kaldırma, bunları destekleyenleri teşhir,
tecrit etme yerine, göçmenleri AB kapılarından uzak tutacak
formüller üzerine çalışıyor. Halkların yaşamlarını çalarak,
onları ölüme mahkum ediyor.
Çünkü
AB burjuvazisi, Ortadoğu halklarını birbirine kırdırmayı
emperyalist çıkarları arasında görüyor.
Suriye’deki
savaş sonlandırmadan, oradaki emperyalist burjuvazi ve işbirlikçi
devletler adına savaş sürdürenler ellerini çekmedikçe, buradan
kaynaklı göçmen sorunu da bitmeyecektir.
İŞİD’e
militan akışı sağlandığı gibi, silah ve para akışı da devam
ediyor. Bunları sağlayanlar belli. ABD2
bu işin başını çekiyor. Bunu ABD’nin burjuva basını da
açıktan yazmak zorunda kaldı. Almanya, Fransa ve İngiltere’de
ABD kadar bu işin içindedir. İsrail ile İŞİD arasında petrol
ve silah alışverişi vardır. Ve bugüne kadar İsrail ve İŞİD
birbirine dokunmamıştır. Tersine, işbirliği içinde olduklarının
belgeleri yayınlanmıştır.
İŞİD’e
karşı Koalisyon Güçleri”ne bakın: ABD, AB, Türkiye, Suudi
Arabistan, Katar. Ortada bir koalisyon olduğu doğru. Ama bu İŞİD’e
karşı değil, İŞİD’de dolaylı olarak bu koalisyonun
içindedir. Direkt olmsada, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar
vasıtasıyla. ABD’nin bazen dolaylı bazen ise direkt silah
desteğiyle vs.
İkincisi
ise, Rusya, Suriye hükümeti ve İran.
ABD
ve AB’nin derdi; İŞİD vb. dinci terör örgütlerini bitirmek
değildir. Rusya ve Çin’in bölgeye yerleşmesini önlemek ve
enerji yataklarını kendi denetimleri altında tutmaktır. Savaşın
esas nedenini bu sorun oluşturmaktadır. Eğer batı burjuvazisinin
derdi “İŞİD terörünü bitirmek” olsaydı, bu sorun çoktan
çözülmüş olurdu.
Bugüne
kadar, gerçek anlamda İŞİD’e karşı mücadele eden ve onu
bölgede gerileten, darbe vuran PYD önderliğindeki Kürt
güçleridir. Ve PYD ile birlikte hareket eden Suriyeli Demokratik
Güçlerdir.
Kuzey
Kürdistan halkı ise, Türk devleti eliyle NATO’nun başını çeken
ülkelerin silahlarıyla vuruluyor.
Emperyalistler,
Suriye halkları adına, “barış” adını verdikleri bir
paylaşım masası kuruyor. Ama, masada Suriye halkları yok. İŞİD’e
karşı esas mücadele eden Kürtler, “barış” masalarından
uzak tutuluyor. Oysa, o masada tek demokratik bir güç Kürtlerdir.
Diğerleri ise, savaşın kaynakları gerici-faşist devletler ve
emperyalistlerdir. Zaten, emperyalistlerin bu savaşı sonlandırmak
gibi bir niyetleri de yoktur.
Bölgedeki
savaşların ortaya çıkmasına neden olan emperyalist burjuvazi,
tahrip olan ülkeler cephesini daraltma yerine giderek genişletiyor.
Türkiye yeni bir Suriye olma yolunda hızla ilerliyor. Bu da
var olan göçlere yeni göçleri ekleyecektir.
Bütün
bu gerçekler ışığında, AB’nin başını çeken emperyalist
ülkelerin göçmen sorununu çözme gibi bir politikaları olmadığı
gibi, İŞİD’e karşı mücadele politikaları da yoktur. Tersine,
İŞİD’in varlığı onların çıkarına gelmektedir. Çünkü,
Taliban, El Kaide, İŞİD, Boko Haram vb. gibi yüzlerce irili
ufaklı dinci, ve ırkçı-faşist terör örgütleri emperyalist
sistemin çöplüğünde yeşerip besleniyor. Aynı zamanda siyasal
bir gericilik olan emperyalizm, toplumun en gerici kesimleriyle
ilişki kuruyor. Ve onun üzerinden kendi çıkarlarını genişletme
ve koruma politik taktiklerini pratiğe geçiriyor.
AB,
yaratılmasında büyük payının olduğu göçmen
sorununu, yabancı düşmanlığını ve ırkçılığı
geliştirmenin bir aracı ve aynı zamanda ucuz iş gücü deposu
olarak kullanıyor. Ve halkın önemli bir kesimi üzerinde göçmen
korkusunu yaymış durumdalar.
Kapitalizm,
bağrında taşıdığı özel mülkiyetçi üretim ilişkilerinden
kaynaklı, bir taraftan en modern teknolojiyi üretirken, bir
taraftan ise en gerici siyasal oluşumları üretiyor. Teknolojik
yenilik, siyasal gericiliğin gerisinde kalıyor. Çünkü kapitalist
üretim ilişkileri, toplumsal gelişmenin dinamikleri olan üretici
güçlerin, özgür gelişmesinin önündeki en büyük engeli
oluşturuyor.
Kapitalizm,
toplumsal sorunları çözmüyor, derinleştiriyor ve insanlığı;
gözerimizin önünde eriyen kutup buzları gibi, geri dönüşümsüz yok oluşa
doğru götürüyor. 29.01.2016
***
1
http://www.dw.com/tr/gabriel-türkiye-güvenli-ülke/27.01.2016
2
ABD’nin bilgisi dahilinde 2013’te Doğu Avrupa ülkelerinden
alınan ve Ürdün üzerinden getirilen 600 ton silah Suriye’de
Esad’a karşı savaşan dinci örgütlere aktarılmış. Yine
Libya’dan gemilerle aktarılan silahlar var. Suudi Arabistan’ın
Ürdün üzerinden aktardığı silahların yanında, her gün Türkiye üzerinden aktarılanların ise hesabı yok.