23 Eylül 2015 Çarşamba

İNCİR YAPRAĞI GÖLGESİNDE 1 KASIM SEÇİMLERİ







İNCİR YAPRAĞI GÖLGESİNDE

1 KASIM SEÇİMLERİ



Yusuf KÖSE

Ülkemizde de, önümüzdeki 1 Kasım 2015’de yeniden parlamento seçimleri var. Ancak, burjuvazinin “demokrasi oyunu” içindeki bu seçim, başta Kürt ulusu olmak üzere, işçi sınıf ve emekçiler üzerinde devlet terörünün en üst sınırına çıkarıldığı bir “demokrasi” ortamı içinde yapılıyor. Ve buna ancak ve ancak; “İncir yağrağı gölgesinde yapılan bir seçim” denebilir. Bu da burjuvazinin “demokrasi” oyunun ayıbını örtmeye yetmeyecektir.

Gelen gideni aratır Bu söylem bir ilke değil, ama kapitalizm koşullarında bir gerçektir. Çünkü kapitalizm, iyiye doğru değil kötüye doğru gider. Her kapitalist yeniden üretim çelişmeleri de yeniden üreterek, toplumsal çelişmeleri artırıcı bir rol oynar ve burjuvazi, kendi iktidarını ayakta tutmak için, kitleler üzerindeki baskı ve sömürüyü artırır. Bu ikisi olmadan burjuvazinin, sömürü düzenini sürdürmesinin olasılığı ve üçüncü bir yolu yoktur. Baskı-sömürü sarmalı içinde sürdürülen sistem, daha şiddetli baskı ve daha ağır sömürü şeklinde devam eder. Toplumsal eşitsizliği işçi sınıfı aleyhine derinleştirirken, sınıflar arasındaki çatışmayı da keskinleştirir.

Burjuvazinin yönetimi altında kitlelerin sömürü ve baskıdan kurtulması mümkün değildir. Kapitalist sistemin tek ve kaçınılmaz alternatifi sosyalizmdir. Kitleler sosyalizm altında baskı ve sömürüden kurtularak gereçek kurtuluşlarını sağlayabilirler.

Burjuvazi her zaman sıkıştığında, çelişmeler derinleştiğinde, kaos ortamı arttığında ve ekonomik ve siyasal bunalım derinleştiğinde, çıkış yolu olarak; burjuva iktidarı altında bir başka burjuva partisini ya da burjuva liderini ortaya sürer. Oysa, burda kitleler açısından bir kurtuluş olmamış, tersine gelen gideni aratır olmuştur. Bu tür yöntemler, kapitalist sisteminin ömrünü uzatmak için kısmi çare olabilmiştir. Ancak, kitlelerin ekonomik ve siyasal sorunlarını çözme yerine, daha da derinleştirmenin ötesine geçememiştir. 

Burjuvazinin kitlelerin ekonomik ve siyasal sorunlarını çözme diye bir derdi de yoktur. Onun tek derdi, el koyduğu artı-değer oranını artırmak, sermayesini büyütmek ve işçi sınıfı karşısında kendini iktidarda tutan düzenini ayakta tutmaktır. Bunun için kitleler üzerinde her türlü şiddeti uygulamaktan kaçınmaz.

T.C. Cumhurbaşkanı Erdoğan, söz konusu bu zoru bütünüyle ele geçirdiği için iktidarı elinde tutabilmektedir. O, öncelikle orduyu, polisi, yargı mekanizmasını ve bürokrasiyi bütünüyle ele geçirmiş ve peşinden ise rakiplerine karşı ciddi bir üstünlük ele geçirerek, Türk devleti içinde söz sahibi olan tek yetkili duruma gelmiştir. Ne var ki, iktidara sahiplik, çatışmalı ve siyasal çalkantıları da güçlü bir şekilde içinde barındıran bir durum. Ve elbette ki, bu durum: Ne iktidar sahiplerine “huzur” veriyor ne de iktidarda olmayanlara. Özellikle iktidarı elinde bulunduranlar kızgın saç üstünde ortudukların bilinciyle hareket ediyorlar.

RTE,  iktidarda tek başına kalmak için şiddetin boyutunu artırmak durumundadır. Yasaları da buna göre oluşturmuştur. Örneğin polisin  yetkilerini en üst düzeye çıkarmış, işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlüklerini bütünüyle gasp etmiştir. Başta Kürt ulusu olmak üzere, tüm azınlıklara ve farklı din ve mezheplere sahip olan kesimlere karşı savaş açmıştır. Toplumsal kesim ve sınıfları ırkçılık ve dincilik cenderesi içinde birbirine boğazlatarak saltanatının ömrünü uzatma politikası izlemektedir.

RTE elbette tek başına değildir. Arkasında küçümsenmeyecek bir sermaye gücü vardır. Hem kendisi güçlü bir sermayeye sahiptir, hem de özellikle AKP iktidarı süresince palazlanan bir sermaye kesimi oluşmuştur. Ayrıca, “muhalif” sermaye kesimi de bu süreç içinde  küçülmemiş, tersine sermayelerini artırmışlardır. RTE’yi uzun bir süre ayakta tutanda bu yerli ve dış sermaye kesimleri olmuştur. Emperyalist sermaye, RTE’yi hala gözden çıkarmamıştır. Ne zamanki emperyalist ve yerli sermaye kesimlerin karlarında düşüş olacaktır, o zaman onun iktidarda kalma direncinin ekonomik ayaklarını hızla kesme yoluna gideceklerdir.

Türk burjuva ekonomisi son bir kaç yıldır baş aşağıya seyretmesine karşın ciddi bir kriz aşamasına gelmemiştir. Bu da RTE’nin arkasındaki sermaye güçlerinin hala desteğini almasına olanak sağlamaktadır. Ancak, Türk ekonomisinin baş aşağıya doğru gittiğini gösteren emarelerde giderek güçlenmektedir. 

AKP-RTE kliğinin gücünün zirveye ulaştığı dönem 2013 idi. Anacak, en güçlü olanların en zayıf oldukları süreçte aynı döneme rastlar. 2013 GEZİ (Haziran Ayaklanması), AKP iktidarını bir daha belini doğrultamayacak bir darbe vurdu. Söylem yerindeyse; domino taşının ilk taşına dokunan GEZİ oldu. Ondan bu yanada AKP kliği, işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki baskıların boyutunu  artırarak iktidarda kalmaya devam ediyor.  Yolsuzluklar ve katliamlar onun üzerinde şekillendi. Eli kanlı bir diktatörün, saltanatı da kanlı olur. RTE’nin suçlarını, ileride burjuva kesimlerin tümü ne kadar uzlaşırlarsa uzlaşsınlar, onların mahkemeleri de bu suçların üstünü örtemezler. İşçi sınıfı ve emekçiler RTE ve siyasal çevresinin yakasını asla bırakmayacaktır.

RTE, kendinden olmayan ve kendini gözü kapalı desteklemeyen herkese karşı savaş açmıştır. Burjuva liberallerinin eleştirilerini dahi kaldıracak durumda değildir. Bu onun hem son çırpınışı hem de real gücünün artık olmadığının kanıtıdır. Devlet şiddeti, terörü ve devlet katliamlarıyla ayakta kalabileceğini umuyor. Ancak yanılıyor. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi onu mutlaka ama mutlaka yıkacaktır. Onu kanlı-kirli saltanatından edecek tek güçte esas olarak bu sınıflardır.

RTE, AKP’nin önümüzdeki 1 Kasım seçimlerinde de hükümeti kuracak çoğunlu alamayacağını görüyor. Bu nedenle de başta Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere tüm devrimci-demokrat güçlere karşı vahşice saldırmaktadır. HDP’yi terörize etmeye çalışırken, Kürtler üzerinde ki baskı ve şiddetin boyutunu da her geçen gün artırıyor. PKK’ya fazla darbe vuramayacağını bilmesine karşın, en azından HDP’yi baraj altında bırakmak ve de Kürdistan’da kitleleri sandığa gidemez duruma getirmek istiyor.

Burjuvazi bir taraftan “demokrasicilik” oynarken, bir taraftan da savaş çığırtkanlığı yapmaktadır. RTE’nin işaretiyle, “Teröre Hayır Kardeşliğ Evet"  mitingleri, bütün egemen sınıf kliklerinin nasıl bir “demokrasi”den yana olduklarınında göstergesi olmuştur. Kürt düşmanlığında egemen sınıfların bütün kesimleri birleşmiştir. Oysa, Kürtlerin mücadelesi demokratik bir mücadeledir. Sözcü çevresi ile Akit çevresini Kürt düşmanlığında aynı bayrak altında birleştirmiştir.

Kitle hareketleri, demokratik hak ve özgürlükler için mücadele  geliştikçe, devlet törörüde o oranda artmakta ve hatta daha ileri gitmektedir. Suruç katliamı Erdoğan’nın bilgisi dahilinde yapılan bir katliamdır. Bu katliam tüm devrimci ve ilerici kesimlere yapılan bir tehditti. Aynı şekilde Kürdistan il ve ilçelerinin kuşatılması, sokağa çıkma yasakları ve silahsız kitlelerin bombalanması, devletin Kürt ulusuna karşı açıktan savaşıdır. Ve bu savaşın gölgesinde yapılan bir  burjuvazinin “demokrasi seçimi”ni, incir yaprağı dahi örtmeye yetmeyecektir.

1 Kasım seçimleri’nden hemen sonra da Erdoğan yerinden oynamayacaktır. Kamuoyu yoklamalarına bakılırsa, bu seçimlerin sonucunun da bir önceki  seçim sonucu gibi olacağı belli. Bu durumda devleti ele geçiren Erdoğan, 7 Haziran Seçimleri sonrası yürüttüğü politikayı gündemde tutmaya özel bir çaba harcayacaktır. O, seçimlere önem verdiğinden değil, seçimleri AKP kazanırsa, iç ve dış kamuoyu karşısında kendini “yasal diktatör” ilan etmesinin rahatlığı içinde olacağındandır. Ancak, Erdoğan’ın imdadına yine MHP ve CHP yetişecek ve uzlaşma seneryolarıyla kitleleri oyalamaya çalışacaklarıda bir gerçektir.

Erdoğan’ın düşündüğünün tersine, Kürtlere açtığı savaş ve topyekün saldırı politikası, toplumda ırkçılığı ve şovenizmi artırma ve ötekileştirme taktikleri; ona, diktatörlüğünü sağlamlaştırma ve saltanat ömrünü uzatma olanağı vermeyecektir. Kürt Ulusal hareketi ve tüm devrimci-demokrat güçlerin ortaklaşa mücadelesi, onu çok güvendiği saltanat sarayından indirecektir.

Ancak, istediği sonucu alamayacağı açık olan Erdoğan’ın, devlet terörünü daha da artıracağı kesin. Bu da, daha büyük bir çıkmaza götürecek ve kendi yarattığı terör içinde boğulacaktır.

Burada liberal demokratlara, yani “burjuva demokrasisine” ve de kapitalizme inanan kesimlere bir çift söz  söylemek gerekiyor. Sizlerin göklere çıkardığınız kapitalist sistemde; “tarafsız(!) yüce mahkemeler”, “yüce adalet”, “yüce ordu”, “can güvenliğinden sorumlu polis”, “insan hakları”, “demokrasi”, “ifade, vicdan ve din özgürlüğü” ve daha nice “yüceleriniz” bir gecede bir diktatör tarafından kolayca çöpe atılabiliyor. Tek dokunulmayan ve elinize verilen şey: “hür teşebbüs” oluyor. Böylece, ellerine sopa verilip sokaklara salınan “bindirilmiş kıtalarlarla” uykuya yatma “özgürlüğü”yle başbaşa kalıyorsunuz...

 Erdoğan vb. faşist diktatör soytarılarını yaratan emperyalist-kapitalist sistemdir. Bu sistem varolduğu sürece hiç bir zaman “yumuşak rüya” göremeyeceksiniz.  Bir gün uyandığınız da 27 Mayıs’lar, 12 Mart’lar, 12 Eylül’ler,  27 Şubat vb.lerini sıkça gördüğünüz gibi, Erdoğan gibi birisinden “demokrat” yaratmak ta ancak ve ancak sizin gibi burjuva meta ekonomisinin liberal ideolojik manipülasyon aracı haline dönüşmüş olanlara nasip olabiliyor. Türk burjuvazisinin 1923-1960 arası ne haltlar işlediği açık. Onu buraya almaya gerek yoktur. Bu nedenle, burjuva sistemini yağlamaktan vazgeçin. Bırakın işçiler ve emekçiler burjuvaziyi daha net görebilsinler ki, yeryüzü cennete dönüşebilsin.23.09.2015


****

4 Eylül 2015 Cuma

KAPİTALİZMİN ÖLÜMÜ







KAPİTALİZMİN ÖLÜMÜ


Yusuf KÖSE

Dünyamızda yaşananlar, kapitalizmin kaosu ve onun yarattığı ağır toplumsal dramdır. Karaya vuran minik göçmen bedenleri, sınır telörgülerine takılan çocuk yürekleri, denizde boğulan insanlık ve dalgalar arasına karışıp duyulmazdan gelen çığlıklar, kapitalist sistemin kaçınılmaz bir sonucu olduğu görülmediği sürece; daha yüzyıllarca bunları tekrar tekrar, ama daha fazla acılar katılarak yaşanacaktır. Ve eğer ki, işçi ve emekçi yığınların çığlıkları birleşerek burjuva sistemi üzerinde devrimci bir yumruğa dönüşüp, bu sonucu yaratan nedenlerin kökünü kurutmazsa, insanlık bir daha iki ayağı üzerine durmayacak kadar çürümüş olacaktır.

“Modern” AB’nin  kalın duvarlarına çarpıp  Bodrum’da karya vuran çocuk bedeni üzerine dökülen timsah gözyaşları, emperyalist burjuva basınına “vijdan” sözcüğünü yazdırmak zorunda kaldı. Ne yazık ki bu, sadece burjuvazinin ikiyüzlülüğünü gizlemeye çalışmadan öteye geçemedi. Geçemez, çünkü bu dramatik sonucu yaratan burjuvazinin kendisidir. Emperyalist sermayenin sınırsız büyüme ve egemenlik alanlarını sınırsız geliştirme isteği bu sonuçları her geçen gün büyüterek yaratıyor. Burjuva basını buna değinme yerine, daha fazla göçmen “kabuletmeyi” çözüm olarak sunmaya çalışıyor.

İnsanların yerini yurdunu terk edip daha “güvenli” bildiği bölgelere gitmeye çalışması analşılır bir şeydir. Ancak, o insanları yerinden yurdundan eden emepryalist burjuvazi ve onun sistemi sorgulanmadan, ne göçmenlik sona erer ne de göçmen ölümleri ve dramları biter.

Eğer burjuvazi ve onun kalemşörleri, çanak yalayıcıları, göçmen sorunun bitmesini, göçmen dramının sona ermesini istiyorlarsa, kendi sistemlerini sorgulamaları gerekir. Yani, kapitalist yağma sistemi yıkılmadan, emperyalist egemenlik sona ermeden, işbirlikçi burjuvazi devrilmeden ve sosyalizm gelmeden, insanlığın bu dramı bitmeyecektir.

Ve bugün tamı tamına yerinden yurdundan edilmiş 60 milyonu aşkın insan yollarda ve yeni bir yaşam alanı bulmaya çalışıyor. 

Afganistan’ı işgal edenler, Yugoslavya’yı parçalayanlar, Irak’ı ölüm yığını haline getirenler, Suriye’yi hücrelerine ayıranlar, Yemen’i leş kargalarına sunanlar, Afrika’yı her açıdan çölleştirenler, Asya’yı ucuz işgücü cennetine dönüştürenler sorgulanmadan ve yeryüzünden silinmeden, ne göçmenlik biter ne de onun dramı. Ne bebelerin kıyılara vurulmuş ölü bedenleri ne de anaların çığlıkları...

“ABD ve AB İŞİD’e karşıymış ve ona karaşı savaşıyorlarmış(.”(!)  Bunu haber olarak kitlelere sunan burjuva basınından “vijdan” muhasebesi beklemek, işçi ve emekçileri kandırmak demektir. Kitleleri yalan haber sunarak, daha fazla insanın yerinden yurdundan edilmesini desteklemek demektir. 

Sinsi ve iki yüzlü Alman emperyalist burjuvazisi ve onun basını “çok insani” mesajlar veriyor. Ancak, bütün göçmen ölümlerin altında onların imzası vardır. Bütün AB ülkelerine kalın duvar ördüren egemenlik alanlarını genişletme çabası içinde olan Alman emperyalist burjuvazisidir. Alman sermayesi, AB ülkelerini teslim almış durumdadır. O, ancak işçsizler ordusunun düşmesini önelyecek sayıda göçmen kabul etmektedir. Daha fazlasını değil. Bunlar, Nazi döneminden tercübe sahibi oldukları için, AB sınırları dışında “göçmen toplama kampları” kurduruyor ve yenilerinin kurulması için geri ülkelere baskı yapıyorlar.

Emperyalist AB burjuvazisinin kalın soğuk duvarlarına çarpıp kıyılara vuran ölü bedenler, kapitalizmin sistemin çoktan ölmüş, ama zorla yaşatılmak istenen halidir. 

Kendilerine kapatılmış, AB kapılarını zorlayan yoksul ülkelerin  işçi ve emekçileri, kurtuluşun, kendilerine ölüm seçeneğini dayatan kapitalist sistemi yıkmaktan geçtiğini gördükleri anda, toplumsal tarih kendilerinden yana dönecektir. 04.09.2015

***