İNCİR YAPRAĞI GÖLGESİNDE
1 KASIM SEÇİMLERİ
Yusuf KÖSE
Ülkemizde
de, önümüzdeki 1 Kasım 2015’de yeniden parlamento seçimleri var. Ancak,
burjuvazinin “demokrasi oyunu” içindeki bu seçim, başta Kürt ulusu olmak üzere,
işçi sınıf ve emekçiler üzerinde devlet terörünün en üst sınırına çıkarıldığı
bir “demokrasi” ortamı içinde yapılıyor. Ve buna ancak ve ancak; “İncir yağrağı
gölgesinde yapılan bir seçim” denebilir. Bu da burjuvazinin “demokrasi” oyunun
ayıbını örtmeye yetmeyecektir.
Gelen
gideni aratır Bu söylem bir ilke değil, ama kapitalizm koşullarında bir
gerçektir. Çünkü kapitalizm, iyiye doğru değil kötüye doğru gider. Her
kapitalist yeniden üretim çelişmeleri de yeniden üreterek, toplumsal
çelişmeleri artırıcı bir rol oynar ve burjuvazi, kendi iktidarını ayakta tutmak
için, kitleler üzerindeki baskı ve sömürüyü artırır. Bu ikisi olmadan
burjuvazinin, sömürü düzenini sürdürmesinin olasılığı ve üçüncü bir yolu
yoktur. Baskı-sömürü sarmalı içinde sürdürülen sistem, daha şiddetli baskı ve
daha ağır sömürü şeklinde devam eder. Toplumsal eşitsizliği işçi sınıfı
aleyhine derinleştirirken, sınıflar arasındaki çatışmayı da keskinleştirir.
Burjuvazinin
yönetimi altında kitlelerin sömürü ve baskıdan kurtulması mümkün değildir.
Kapitalist sistemin tek ve kaçınılmaz alternatifi sosyalizmdir. Kitleler
sosyalizm altında baskı ve sömürüden kurtularak gereçek kurtuluşlarını
sağlayabilirler.
Burjuvazi
her zaman sıkıştığında, çelişmeler derinleştiğinde, kaos ortamı arttığında ve
ekonomik ve siyasal bunalım derinleştiğinde, çıkış yolu olarak; burjuva
iktidarı altında bir başka burjuva partisini ya da burjuva liderini ortaya
sürer. Oysa, burda kitleler açısından bir kurtuluş olmamış, tersine gelen
gideni aratır olmuştur. Bu tür yöntemler, kapitalist sisteminin ömrünü uzatmak
için kısmi çare olabilmiştir. Ancak, kitlelerin ekonomik ve siyasal sorunlarını
çözme yerine, daha da derinleştirmenin ötesine geçememiştir.
Burjuvazinin
kitlelerin ekonomik ve siyasal sorunlarını çözme diye bir derdi de yoktur. Onun
tek derdi, el koyduğu artı-değer oranını artırmak, sermayesini büyütmek ve işçi
sınıfı karşısında kendini iktidarda tutan düzenini ayakta tutmaktır. Bunun için
kitleler üzerinde her türlü şiddeti uygulamaktan kaçınmaz.
T.C.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, söz konusu bu zoru bütünüyle ele geçirdiği için iktidarı
elinde tutabilmektedir. O, öncelikle orduyu, polisi, yargı mekanizmasını ve
bürokrasiyi bütünüyle ele geçirmiş ve peşinden ise rakiplerine karşı ciddi bir
üstünlük ele geçirerek, Türk devleti içinde söz sahibi olan tek yetkili duruma
gelmiştir. Ne var ki, iktidara sahiplik, çatışmalı ve siyasal çalkantıları da
güçlü bir şekilde içinde barındıran bir durum. Ve elbette ki, bu durum: Ne
iktidar sahiplerine “huzur” veriyor ne de iktidarda olmayanlara. Özellikle
iktidarı elinde bulunduranlar kızgın saç üstünde ortudukların bilinciyle
hareket ediyorlar.
RTE, iktidarda tek başına kalmak için şiddetin
boyutunu artırmak durumundadır. Yasaları da buna göre oluşturmuştur. Örneğin
polisin yetkilerini en üst düzeye
çıkarmış, işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlüklerini bütünüyle gasp
etmiştir. Başta Kürt ulusu olmak üzere, tüm azınlıklara ve farklı din ve
mezheplere sahip olan kesimlere karşı savaş açmıştır. Toplumsal kesim ve
sınıfları ırkçılık ve dincilik cenderesi içinde birbirine boğazlatarak
saltanatının ömrünü uzatma politikası izlemektedir.
RTE
elbette tek başına değildir. Arkasında küçümsenmeyecek bir sermaye gücü vardır.
Hem kendisi güçlü bir sermayeye sahiptir, hem de özellikle AKP iktidarı
süresince palazlanan bir sermaye kesimi oluşmuştur. Ayrıca, “muhalif” sermaye
kesimi de bu süreç içinde küçülmemiş,
tersine sermayelerini artırmışlardır. RTE’yi uzun bir süre ayakta tutanda bu
yerli ve dış sermaye kesimleri olmuştur. Emperyalist sermaye, RTE’yi hala gözden
çıkarmamıştır. Ne zamanki emperyalist ve yerli sermaye kesimlerin karlarında
düşüş olacaktır, o zaman onun iktidarda kalma direncinin ekonomik ayaklarını
hızla kesme yoluna gideceklerdir.
Türk
burjuva ekonomisi son bir kaç yıldır baş aşağıya seyretmesine karşın ciddi bir
kriz aşamasına gelmemiştir. Bu da RTE’nin arkasındaki sermaye güçlerinin hala desteğini
almasına olanak sağlamaktadır. Ancak, Türk ekonomisinin baş aşağıya doğru
gittiğini gösteren emarelerde giderek güçlenmektedir.
AKP-RTE
kliğinin gücünün zirveye ulaştığı dönem 2013 idi. Anacak, en güçlü olanların en
zayıf oldukları süreçte aynı döneme rastlar. 2013 GEZİ (Haziran Ayaklanması),
AKP iktidarını bir daha belini doğrultamayacak bir darbe vurdu. Söylem
yerindeyse; domino taşının ilk taşına dokunan GEZİ oldu. Ondan bu yanada AKP
kliği, işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki baskıların boyutunu artırarak iktidarda kalmaya devam ediyor. Yolsuzluklar ve katliamlar onun üzerinde
şekillendi. Eli kanlı bir diktatörün, saltanatı da kanlı olur. RTE’nin
suçlarını, ileride burjuva kesimlerin tümü ne kadar uzlaşırlarsa uzlaşsınlar,
onların mahkemeleri de bu suçların üstünü örtemezler. İşçi sınıfı ve emekçiler
RTE ve siyasal çevresinin yakasını asla bırakmayacaktır.
RTE,
kendinden olmayan ve kendini gözü kapalı desteklemeyen herkese karşı savaş
açmıştır. Burjuva liberallerinin eleştirilerini dahi kaldıracak durumda
değildir. Bu onun hem son çırpınışı hem de real gücünün artık olmadığının
kanıtıdır. Devlet şiddeti, terörü ve devlet katliamlarıyla ayakta
kalabileceğini umuyor. Ancak yanılıyor. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi onu
mutlaka ama mutlaka yıkacaktır. Onu kanlı-kirli saltanatından edecek tek güçte
esas olarak bu sınıflardır.
RTE,
AKP’nin önümüzdeki 1 Kasım seçimlerinde de hükümeti kuracak çoğunlu
alamayacağını görüyor. Bu nedenle de başta Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere tüm
devrimci-demokrat güçlere karşı vahşice saldırmaktadır. HDP’yi terörize etmeye
çalışırken, Kürtler üzerinde ki baskı ve şiddetin boyutunu da her geçen gün
artırıyor. PKK’ya fazla darbe vuramayacağını bilmesine karşın, en azından
HDP’yi baraj altında bırakmak ve de Kürdistan’da kitleleri sandığa gidemez
duruma getirmek istiyor.
Burjuvazi
bir taraftan “demokrasicilik” oynarken, bir taraftan da savaş çığırtkanlığı
yapmaktadır. RTE’nin işaretiyle, “Teröre Hayır Kardeşliğ Evet" mitingleri, bütün egemen sınıf
kliklerinin nasıl bir “demokrasi”den yana olduklarınında göstergesi olmuştur. Kürt
düşmanlığında egemen sınıfların bütün kesimleri birleşmiştir. Oysa, Kürtlerin
mücadelesi demokratik bir mücadeledir. Sözcü çevresi ile Akit çevresini Kürt düşmanlığında aynı bayrak altında birleştirmiştir.
Kitle
hareketleri, demokratik hak ve özgürlükler için mücadele geliştikçe, devlet törörüde o oranda artmakta
ve hatta daha ileri gitmektedir. Suruç katliamı Erdoğan’nın bilgisi dahilinde
yapılan bir katliamdır. Bu katliam tüm devrimci ve ilerici kesimlere yapılan
bir tehditti. Aynı şekilde Kürdistan il ve ilçelerinin kuşatılması, sokağa
çıkma yasakları ve silahsız kitlelerin bombalanması, devletin Kürt ulusuna
karşı açıktan savaşıdır. Ve bu savaşın gölgesinde yapılan bir burjuvazinin “demokrasi seçimi”ni, incir
yaprağı dahi örtmeye yetmeyecektir.
1 Kasım
seçimleri’nden hemen sonra da Erdoğan yerinden oynamayacaktır. Kamuoyu
yoklamalarına bakılırsa, bu seçimlerin sonucunun da bir önceki seçim sonucu gibi olacağı belli. Bu durumda devleti
ele geçiren Erdoğan, 7 Haziran Seçimleri sonrası yürüttüğü politikayı gündemde tutmaya
özel bir çaba harcayacaktır. O, seçimlere önem verdiğinden değil, seçimleri AKP
kazanırsa, iç ve dış kamuoyu karşısında kendini “yasal diktatör” ilan etmesinin
rahatlığı içinde olacağındandır. Ancak, Erdoğan’ın imdadına yine MHP ve CHP
yetişecek ve uzlaşma seneryolarıyla kitleleri oyalamaya çalışacaklarıda bir
gerçektir.
Erdoğan’ın
düşündüğünün tersine, Kürtlere açtığı savaş ve topyekün saldırı politikası, toplumda
ırkçılığı ve şovenizmi artırma ve ötekileştirme taktikleri; ona, diktatörlüğünü
sağlamlaştırma ve saltanat ömrünü uzatma olanağı vermeyecektir. Kürt Ulusal
hareketi ve tüm devrimci-demokrat güçlerin ortaklaşa mücadelesi, onu çok
güvendiği saltanat sarayından indirecektir.
Ancak,
istediği sonucu alamayacağı açık olan Erdoğan’ın, devlet terörünü daha da
artıracağı kesin. Bu da, daha büyük bir çıkmaza götürecek ve kendi yarattığı
terör içinde boğulacaktır.
Burada
liberal demokratlara, yani “burjuva demokrasisine” ve de kapitalizme inanan
kesimlere bir çift söz söylemek
gerekiyor. Sizlerin göklere çıkardığınız kapitalist sistemde; “tarafsız(!) yüce
mahkemeler”, “yüce adalet”, “yüce ordu”, “can güvenliğinden sorumlu polis”, “insan
hakları”, “demokrasi”, “ifade, vicdan ve din özgürlüğü” ve daha nice
“yüceleriniz” bir gecede bir diktatör tarafından kolayca çöpe atılabiliyor. Tek
dokunulmayan ve elinize verilen şey: “hür teşebbüs” oluyor. Böylece, ellerine sopa verilip
sokaklara salınan “bindirilmiş kıtalarlarla” uykuya yatma “özgürlüğü”yle
başbaşa kalıyorsunuz...
Erdoğan vb. faşist diktatör soytarılarını
yaratan emperyalist-kapitalist sistemdir. Bu sistem varolduğu sürece hiç bir
zaman “yumuşak rüya” göremeyeceksiniz. Bir gün uyandığınız da 27 Mayıs’lar, 12
Mart’lar, 12 Eylül’ler, 27 Şubat
vb.lerini sıkça gördüğünüz gibi, Erdoğan gibi birisinden “demokrat” yaratmak ta
ancak ve ancak sizin gibi burjuva meta ekonomisinin liberal ideolojik manipülasyon
aracı haline dönüşmüş olanlara nasip olabiliyor. Türk burjuvazisinin 1923-1960
arası ne haltlar işlediği açık. Onu buraya almaya gerek yoktur. Bu nedenle,
burjuva sistemini yağlamaktan vazgeçin. Bırakın işçiler ve emekçiler
burjuvaziyi daha net görebilsinler ki, yeryüzü cennete dönüşebilsin.23.09.2015
****