PKK’nın
Savaşçı Kaynağı ve Kürt İşçi ve Köylüsünün Beklentileri
Yusuf KÖSE
PKK’nın, Kürt işçi ve emekçilerden, altında
toplanmasını istediği bayrak, ezilen Kürt ulusal burjuvazisinin burjuva
çıkarlarının sembolü olan burjuva bayraktır. Kürt işçi ve emekçilerin
çıkarlarını içeren bir bayrak değildir. Ancak, PKK’nın çağrısına uyarak, onun programı doğrultusunda savaşan da, bu savaşın bütün ağırlığını taşıyanda Kürt işçi ve emekçileridir. Başta, Kürt köylüsü çoğunluktayken, 30
yıllık savaş süreci içinde, köylerinden şehirlere sürülen Kürt köylüler
işçileşerek, PKK’nın savaşan gücü haline gelmiştir. Daha genel anlamıyla,
PKK’nın saflarında aktif olarak savaşanlar Kürt işçi ve emekçileridir.
Ezilen ulusal hareketinin, özünde bir köylü hareketidir.
PKK’da başta Kürt köylüsünden önemli bir destek almıştır. 1994’lerden sonra
PKK’nın savaşçı tabanı değişim göstermeye başlamıştır. 1994’lerin sonlarında
Türk devletinin “alan hakimiyeti” politikası sonucu, yüzlerce Kürt köyü ya
yakılmış ya da boşaltılmıştır. Köylüler zorunlu olarak şehir varoşlarına yığılmışlardır.
Devletin bu politikayla amacı, PKK’yı Kürt köylüsünden
soyutlamak ve yalnızlaştırmaktı. Yani, gerilla kaynağını kurutmaktı. Ancak, bu,
devletin düşündüğü gibi olmadı ve PKK’nın savaşçı kaynağı bu kez şehirler oldu.
Aslında bu, kitleler içinde önemli bir yer edinmiş, yani, ezilen ulus
emekçileri tarafından “özgürlük hareketi” olarak benimsenmiş bir hareketin,
egemen sınıfların yoğun baskı ve katliamlarıyla onlardan soyutlanması pek olası
değildir. Çünkü, bu hareket, hitap ettiği kitleler ile küçümsenmeyecek ölçüde
bütünleşmişti. PKK, boşalan Kürt köylerinden beslenmese de şehirlere zorla göç
ettirilen kitlelerden desteğini aldı ve almaya devam ediyor.
Bütün bunlar, PKK’nın tabanın, esas olarak Kürt köylüsü
olmaktan çıkıp, Kürt işçi ve emekçileri olduğu gerçeğini ortaya koyar. Kürt
şehirlerinde yapılan kitle mitingi ve gösterileri de bu saptamaları doğrular
niteliktedir. PKK’yı “sol”a açık bırakan bir etken de burasıdır. Ayrıca, Kürt
ulusal hareketinin sendikalar içindeki örgütlenmeleri, etkinlikleri de dikkate
alınırsa, bu saptamanın doğruluğu keniliğinden anlaşılır. Bu veriler, elbette,
PKK’nın Kürt köylülerinden destek almadığı anlamına gelmiyor. Ancak, eskisi
gibi, köylü kalmadığı ve bu köylülerin şehirlere zorla itilmesi sonucu, ortaya
çıkan nesnel bir durumdur.
PKK’nın tabanın
esas tabanını işçi ve emekçilerin oluşturması, PKK’yı adında taşıdığı
gibi, gerçek bir işçi partisi yapmaya yetmiyor. Burada önemli olan programdır.
Bir siyasal hareketin niteliği sahip olduğu programdan anlaşılabilir. Program,
işçi ve emekçilerin kurtuluşuna yönelik olmadığına göre, Kürt işçi ve Kürt
köylüsü neden destekliyor sorusu da beraberinde gelmektedir.
Ezilen ulus burjuvazisi, kendi çıkarlarını ezilen bütün
kesimlerin çıkaraları olarak gösterdiğinde, Kürt işçi ve köylüsü de, ezilen
Kürt ulusal burjuvazisinin programında kendi kurtuluşunu arıyor ya da bu
programın yaşam hakkı bulmasıyla kendinin de kurtulacağına inanmış olmalı ki,
PKK’ya açıktan destek veriyor.
Ezilen ulus burjuvazisi ile proleterlerin “ortak”laştığı
nokta, ezen ulus burjuvazisinin baskılarına karşı mücadeledir. Başta kimlik ve
dil üzerindeki yasaklar olmak üzere, bir takım kültürel yasakların varlığıdır.
Bu yasaklar ortadan kalktığında Kürt işçi ve emekçileriyle ezilen Kürt ulusal
burjuvazisi arasındaki “ortak” noktaları da bütünüyle ortadan kalkacaktır.
Yıllardır Türk egemen sınıflardan, sınıfsal baskıların dışında, salt Kürt olduğu için
baskı gören, katliamlara uğrayan, horlanan ve dıştalanan Kürt işçi ve
emekçilerin, genel bir “özgürlük” şiarı ve istemiyle ortaya çıkan bir hareket
karşısında sessiz ve duyarsız kalması beklenemezdi. Salt kimlik ve dil sorunu
ve bunlardan dolayı ağır baskılara maruz kalması, ezilen ulus işçi ve
köylüsünün sorun karşısında duyarlı kalmasına neden olur ve olmuştur da.
İşçilerin ve köylülerin esas sorunu, sınıfsal baskının
ortadan kaldırıması olduğu halde, ezilen ulus burjuva hareketine, yoğun bir
destek vermeleri, onun esas tabanı ve savaşçı kaynağı olması; sınıfsal baskının
da Türk egemen sınıflarından geldiğini görmelerindendir. Kürt işçi ve
köylülerinin, Kürt büyük toprak sahibinin ya da Kürt sermayedarın varlığı ve
bunların sömürüsüne maruz kalmaları, Türk egemen sınıfların yoğun baskıları
karşısında ikinci plana düşmektedir. Bu somut ve pratik durum, işçi ve
köylülerin dikkatini, Stalin'in de belirttiği gibi, ezilen ulus burjuvazisinin “ortak çıkarlar harmonisi”ne
çekmektedir.
Bu durumu Kaypakkaya, TC’nin kurulduğu ilk yıllardaki
Kürt isyanlarını, 1970’lerin başında şöyle analiz etmişti:
“Bütün bu nedenler,
feodal Kürt beylerini, genç Kürt burjuvalarını ve aydınlarını, Kürt köylülerini
yeni devletin egemeni olan Türk burjuvalarına, toprak ağalarına ve onlarla
beraber hareket eden egemen büokrasiye karşı birleştirdi.”[1]
Gelinen süreç de, Kaypakkaya’nın sözünü ettiği ezilen
ulus bileşenlerinin arasına Kürt işçilerini de kattı. Çünkü, eskiden köylü
olanlar, süreç içinde işçileşti. Ulusal savaşla beraber şehirlere yığılma
yığınsal bir hal aldı. Özellikle son 30 yıllık savaş, uyuşuk Kürt köylüsünü hem
politikanın aktif içine çekerek, siyasal uyanıklığını sağlarken, hem de onları
toprağından kopararak işçileştirerek, ezilen ulus sorunu bağlamında demokrasi
mücadelesinin aktif birer savaşçısı haline getirdi.
İkili ağır baskı altında sıkışıp kalan işçiler ve köylüler, bu
baskıların bütün kaynağını “ulusal hakların gaspı”nda gördüğü ve bu baskılar
kalkınca sınıfsal baskıların da ortadan kalkacağına inandırıldığı için, ezilen
ulus burjuvazisinin çıkarlarını temsil eden bayrağın altında toplandılar.
Kürt işçi ve köylüsü ağır yoksulluk içinde yaşamalarına ek olarak, TC’nin kuruluşundan bu yana
salt Kürt oldukları için büyük bir zulüm görmüşlerdir. Bu gerçeklik, ezen
egemen ulus zulmü karşısında dirençli bir karşı koyuşu da beraberinde
getirmiştir. En büyük karşı koyuşun, hem ulusal hem de sınıfsal olarak ezilen
kesimlerden gelmesi kadar doğal bir şey yoktur. Ezilen ulus burjuvazisine,
sadece önederlik etmek kalmıştır. O da, fazla gecikmeden, kendi bayrağına
yazdığı “özgürlük”ün, bütün Kürtleri kucakladığını ilan ederek, herkesin bu
savaşa katılmasını istemiştir. En fazla zulme uğrayanlar ise, bu savaşın temel
dayanakları haline gelmiştir. Burjuvazi adına, esas olarak onlar savaşmakta,
onlar ölmekte ve onlar savaşın sonunda, savaş meydanından mağlup ayrılacak
olanlardır.
Bunu, yanı başımızda ki Güney Kürdistan gerçeğinde
rahatlıkla bulabilir ve de görebiliriz. Irak ezen ulus egemenlerine karşı
yıllardır silahlı savaşım veren Güney Kürdistan Kürt ezilen ulus hareketleri
(Barzani ve Talabani önderliğinde), şu anda ezen egemen sınıflar haline
gelmişlerdir. Güney Kürdistanlı Kürt işçi ve köylülerine ise barzanilerin ve
talabanilerin sınıfsal baskıları kalmıştır. Şimdi onlara karşı mücadele
ediyorlar. Güney Kürdistan burjuvazisi baskıdan kurtuldu, şimdi bunlar, “Kürt
özgürlüğü” şiarı ile savaşa kattıkları işçi ve köylülere uluslararası sermaye
ile birlikte sınıfsal baskı uyguluyorlar. Onları, burjuvazinin, özgürce sermaye birikim aracı haline getirdiler.
Güney Kürdistanlı emekçiler, silahla Barzani
diktatörlüğüne karşı savaşmıyorlar, ancak, grevle, protesto gösterileriyle Kürt
burjuvazisinin palazlanması ve uluslararası sermayeye karşı mücadele ediyorlar.
Güney Kürdistan’da şu anda muazzam bir talanın olduğu ise bilinen bir
gerçektir. Talandan ise, Kürt işçi ve emekçilerin payına sadece ve sadece baskı
ve sömürü düşmektedir. İşte, ezilen ulus burjuvazisinin, "özgürlük" şiarının vardığı noktanın en yakın örneği! Kuzey
Kürdistan işçi ve emekçilerinin güneyli soydaşlarının ve sınıf kardeşlerinin
durumunu yakından bilmelerinde yarar var.
Şu anda Irak egemen sınıfları arasında, “ezen-ezilen
ulus”dan öte, pazarlara egemen olma savaşı yaşanmaktadır. Ezilen ulus sorunun
vazgeçilmez bir yanı da, ezeilen ulus burjuvazisi için pazar sorunu gerçeğide
bir kere daha yaşanarak görülüyor.
Talabani’nin de Irak Baas rejmine karşı savaşım verdiği
yıllarda, özellikle 1990’lara kadar, “sosyalizm” şiarını eksik etmediği
unutulmamalıdır. Barzani ve Talabani’nin de “sınıfları” yoktur, onlar, sadece
“kürttürler”. Her şey “Kürdün güçlenmesi” ve “Kürt ulusunun zenginliği” için
yapılmaktadır. Bu yaklaşım, ne Türk işçi ve emekçilerine ne de Kürt işçi ve
emekçilerine “yabancı” gelmiyordur. Bu tür, "sınıflarüsüt" argümanlar, bütün burjuvalarda
mevcuttur. Çünkü onlar için; “ulusun güçlenmesi”, burjuvazinin güçlenmesidir,
“ulusun zenginliği”, bir avuç burjuvazinin zenginliğinde kendini bulmasının
sermaye birikiminin hikayesidir.
Kürt
Komünistlerinin Görevi
Ezilen ulus hareketleri, genel olarak, soyalizm ile şu
veya bu oranda yakınlık kurmak zorunda kalıyorlar. Çünkü komünistler, ezilen
ulus hareketinin dostu ve destekçileridir. Onlar, her türlü baskı ve sömürünün
karşısında olmaları nedeniyle, ezilen ulus burjuvazisi de, ezilen ulus işçi ve
köylülerini yanlarına çekmek içinde olsa, sosyalizmden etkilenirler. Hatta,
bazıları, PKK’nın değişiminde görüldüğü gibi, “işçi sınıfı partisi” olarak
ortaya çıkar ve süreç içinde, yani, güçlendikçe, gerçek sınıfsal niteliğini de
daha açık bir şekilde belirginleştirir. Sınfsallığa karşı çıkarak, gerçek
sınıfsal niteliğini ortaya koyar.
Her sınıf kendi savaşını insanlık adına olduğunu ileri
sürer. PKK’da, kendi savaşını, salt Kürtler için değil, Ortadoğu ve insanlık
için olduğunu sık sık tekrarlıyor. Kendi çıkarlarını insanlığın çıkarlarıyla
özdeşleştirme de bir sakınca görmüyor.
„ PKK
doğarken de toplumsallaşmayı hedefleyen bir hareketti. Mücadelesinde belli bir
düzeye geldikten sonra devlete dayalı iktidar sorunlarının ortaya çıktığını
gördü. Önderlik bunların reel sosyalizmle olan bağını çözdü, onun ideolojik,
felsefi, örgüt ve eylem anlayışıyla olan bağını gördü. Oysaki PKK
toplumsallaşmak isteyen bir hareketti. Bunun tedbirlerini aldı. Bunu sadece PKK açısından yapmadı. İnsanlık
açısından da yaptı. Bu açıdan büyük bir mücadele yürüttü. Bu büyük mücadelenin
dayanaklarını ortaya çıkardı." (Cemil Bayık, Tarihe
Damgasını Vuran PKK'nin Kuruluş Öyküsü“, PKK WEB Sitesi)
Bayık’ın, “topsullaşma”dan kastı, sınıf hareketi ve
sosyalizm uğruna mücadeledir. Bundan “kurtulmalarını” büyük bir olay, insanlık
için bir "şans" görüyorlar. PKK’nın kendi tarihi içinde en büyük değişimi “olumlu
yönde”, sınıf ve sosyalizm kelimelerini terk etmede buluyorlar. Bayık, bunu, “önderliğin
en büyük yanı” olarak niteliyor. “Tedbir”den kasıt ise, bunun ideolojik ve
siyasal alt yapısının bezenmesi ve Kürt işçi ve emekçilerinin kendi sınıf çıkarlarını unutmasının idelojik manipülasyonu ve ötelenmesi oluyor.
Bu, ezilen ulus burjuvzisinin en masumane görüntüsüdür.
Soruna, işçi sınıfının penceresinden bakılmayınca, inanmak isteyen buna kolayca inanabilir.
Ancak, insanlığın kurtuluşu sınıfsız
sömürüsüz bir sistemdedir. Bu işçi sınıfının bilimidir. Ezilen ulus
burjuvazisinin bencil çıkarları, insanlığın kurtuluş umudu olmadı, olamadı.
Olsaydı, kapitalzimin şafağında olabilirdi. Ancak, özel mülkiyetli toplumların
ve sömürücü egemen sınıfların ya da bunu hedefleyenlerin böyle bir fonksiyonları ve de nitelikleri söz konusu değildir. Burjuvazinin,
işçi ve emekçilere unuturmak istediği nokta da tam burasıdır.
Baştaki sorumuza dönersek, Kürt işçi ve köylüsünün
PKK’nın önderliğinde yürüttüğü savaştan beklentisi, kimlik ve dil sorunudur.
Kendi sınıfsal özgürlüğünü bununla bütünleştirmiştir. Bu da en büyük bir
yanılsamadır. Ezilen ulus önderliğinde yürütülen silahlı savaşın kendi doğal
gerçekliği, sınıf sorununu, sınıf gerçekliğini ikinci plana itmiştir. Ulusun “ortak
acısı” birinci planda olmuştur. Bu da, Kürt komünistlerinin işçi ve köylüler
içindeki etkinliklerinin ya olmaması ya da çok az olmasından kaynaklanıyor. Kürt
işçi sınıfının içinde sınıf mücadelesinin geriliğini ortaya koymaktadır. Ulus
kimliği için ölümüne mücadele eden bir sınıfın, asıl kendi sınıfsal çıkarları
için duyarsız kalması, anlamsız gibi gelsede, az önce belirttiğimiz gibi,
kitlelerin yanlış yönlendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu idelojik
defarmasyonu yıkacak olan yine sınıf bilinçli Kürt işçi sınıfıdır.
Burada, Kürt komünistlerine önemli görevler düşmektedir.
Sınıf gerçeğinin ortaya çıkması için, Kürt komünistlerinin soruna ulus duygusallığından
değil, sınıf duyarlılığı açısından bakması gerekiyor. “önce ulusal çıkar, sonra
sınıfsal çıkar” anlayışıyla soruna yaklaşmak, komünistlerin yaklaşımı
olamaz. Komünistler, nerde olursa olsun, soruna işçi sınıfının sınıf çıkarları
açısından yaklaşmalıdır. Sınıfsal bakış ve sınıfsal duruş bunu gerektirir.
Ötesi, işçi sınıfı aleyhine, burjuvazinin sınıfsal çıkarlarını esas alan bir programı
hayata geçirme kavgasıdır. İşçi sınıfını ve emekçileri, burjuvazinin çıkarları
için savaşa sürmek ise sınıfa yapılan en büyük ihanettir. ***
Devam edecek: Ulusal Çelişki ve Baş Çelişki