23 Şubat 2013 Cumartesi

Kürt Ulusal Hareketi ve Sınıf Tavrı (2)










Kürt Ulusal Hareketi ve Sınıf Tavrı (2)


PKK’nın Savaşçı Kaynağı ve Kürt İşçi ve Köylüsünün Beklentileri

Yusuf KÖSE
PKK’nın, Kürt işçi ve emekçilerden, altında toplanmasını istediği bayrak, ezilen Kürt ulusal burjuvazisinin burjuva çıkarlarının sembolü olan burjuva bayraktır. Kürt işçi ve emekçilerin çıkarlarını içeren bir bayrak değildir. Ancak, PKK’nın çağrısına uyarak, onun programı doğrultusunda savaşan da, bu savaşın bütün ağırlığını taşıyanda  Kürt işçi ve emekçileridir. Başta, Kürt köylüsü çoğunluktayken, 30 yıllık savaş süreci içinde, köylerinden şehirlere sürülen Kürt köylüler işçileşerek, PKK’nın savaşan gücü haline gelmiştir. Daha genel anlamıyla, PKK’nın saflarında aktif olarak savaşanlar Kürt işçi ve emekçileridir. 

Ezilen ulusal hareketinin, özünde bir köylü hareketidir. PKK’da başta Kürt köylüsünden önemli bir destek almıştır. 1994’lerden sonra PKK’nın savaşçı tabanı değişim göstermeye başlamıştır. 1994’lerin sonlarında Türk devletinin “alan hakimiyeti” politikası sonucu, yüzlerce Kürt köyü ya yakılmış ya da boşaltılmıştır. Köylüler zorunlu olarak şehir varoşlarına yığılmışlardır.

Devletin bu politikayla amacı, PKK’yı Kürt köylüsünden soyutlamak ve yalnızlaştırmaktı. Yani, gerilla kaynağını kurutmaktı. Ancak, bu, devletin düşündüğü gibi olmadı ve PKK’nın savaşçı kaynağı bu kez şehirler oldu. Aslında bu, kitleler içinde önemli bir yer edinmiş, yani, ezilen ulus emekçileri tarafından “özgürlük hareketi” olarak benimsenmiş bir hareketin, egemen sınıfların yoğun baskı ve katliamlarıyla onlardan soyutlanması pek olası değildir. Çünkü, bu hareket, hitap ettiği kitleler ile küçümsenmeyecek ölçüde bütünleşmişti. PKK, boşalan Kürt köylerinden beslenmese de şehirlere zorla göç ettirilen kitlelerden desteğini aldı ve almaya devam ediyor.

Bütün bunlar, PKK’nın tabanın, esas olarak Kürt köylüsü olmaktan çıkıp, Kürt işçi ve emekçileri olduğu gerçeğini ortaya koyar. Kürt şehirlerinde yapılan kitle mitingi ve gösterileri de bu saptamaları doğrular niteliktedir. PKK’yı “sol”a açık bırakan bir etken de burasıdır. Ayrıca, Kürt ulusal hareketinin sendikalar içindeki örgütlenmeleri, etkinlikleri de dikkate alınırsa, bu saptamanın doğruluğu keniliğinden anlaşılır. Bu veriler, elbette, PKK’nın Kürt köylülerinden destek almadığı anlamına gelmiyor. Ancak, eskisi gibi, köylü kalmadığı ve bu köylülerin şehirlere zorla itilmesi sonucu, ortaya çıkan nesnel bir durumdur. 

PKK’nın tabanın  esas tabanını işçi ve emekçilerin oluşturması, PKK’yı adında taşıdığı gibi, gerçek bir işçi partisi yapmaya yetmiyor. Burada önemli olan programdır. Bir siyasal hareketin niteliği sahip olduğu programdan anlaşılabilir. Program, işçi ve emekçilerin kurtuluşuna yönelik olmadığına göre, Kürt işçi ve Kürt köylüsü neden destekliyor sorusu da beraberinde gelmektedir.

Ezilen ulus burjuvazisi, kendi çıkarlarını ezilen bütün kesimlerin çıkaraları olarak gösterdiğinde, Kürt işçi ve köylüsü de, ezilen Kürt ulusal burjuvazisinin programında kendi kurtuluşunu arıyor ya da bu programın yaşam hakkı bulmasıyla kendinin de kurtulacağına inanmış olmalı ki, PKK’ya açıktan destek veriyor.

Ezilen ulus burjuvazisi ile proleterlerin “ortak”laştığı nokta, ezen ulus burjuvazisinin baskılarına karşı mücadeledir. Başta kimlik ve dil üzerindeki yasaklar olmak üzere, bir takım kültürel yasakların varlığıdır. Bu yasaklar ortadan kalktığında Kürt işçi ve emekçileriyle ezilen Kürt ulusal burjuvazisi arasındaki “ortak” noktaları da bütünüyle ortadan kalkacaktır. 

Yıllardır Türk egemen sınıflardan, sınıfsal  baskıların dışında, salt Kürt olduğu için baskı gören, katliamlara uğrayan, horlanan ve dıştalanan Kürt işçi ve emekçilerin, genel bir “özgürlük” şiarı ve istemiyle ortaya çıkan bir hareket karşısında sessiz ve duyarsız kalması beklenemezdi. Salt kimlik ve dil sorunu ve bunlardan dolayı ağır baskılara maruz kalması, ezilen ulus işçi ve köylüsünün sorun karşısında duyarlı kalmasına neden olur ve olmuştur da.

İşçilerin ve köylülerin esas sorunu, sınıfsal baskının ortadan kaldırıması olduğu halde, ezilen ulus burjuva hareketine, yoğun bir destek vermeleri, onun esas tabanı ve savaşçı kaynağı olması; sınıfsal baskının da Türk egemen sınıflarından geldiğini görmelerindendir. Kürt işçi ve köylülerinin, Kürt büyük toprak sahibinin ya da Kürt sermayedarın varlığı ve bunların sömürüsüne maruz kalmaları, Türk egemen sınıfların yoğun baskıları karşısında ikinci plana düşmektedir. Bu somut ve pratik durum, işçi ve köylülerin dikkatini, Stalin'in de belirttiği gibi, ezilen ulus burjuvazisinin “ortak çıkarlar harmonisi”ne çekmektedir.

Bu durumu Kaypakkaya, TC’nin kurulduğu ilk yıllardaki Kürt isyanlarını, 1970’lerin başında şöyle analiz etmişti:

Bütün bu nedenler, feodal Kürt beylerini, genç Kürt burjuvalarını ve aydınlarını, Kürt köylülerini yeni devletin egemeni olan Türk burjuvalarına, toprak ağalarına ve onlarla beraber hareket eden egemen büokrasiye karşı birleştirdi.”[1]

Gelinen süreç de, Kaypakkaya’nın sözünü ettiği ezilen ulus bileşenlerinin arasına Kürt işçilerini de kattı. Çünkü, eskiden köylü olanlar, süreç içinde işçileşti. Ulusal savaşla beraber şehirlere yığılma yığınsal bir hal aldı. Özellikle son 30 yıllık savaş, uyuşuk Kürt köylüsünü hem politikanın aktif içine çekerek, siyasal uyanıklığını sağlarken, hem de onları toprağından kopararak işçileştirerek, ezilen ulus sorunu bağlamında demokrasi mücadelesinin aktif birer savaşçısı haline getirdi. 

İkili ağır baskı altında sıkışıp kalan işçiler ve köylüler, bu baskıların bütün kaynağını “ulusal hakların gaspı”nda gördüğü ve bu baskılar kalkınca sınıfsal baskıların da ortadan kalkacağına inandırıldığı için, ezilen ulus burjuvazisinin çıkarlarını temsil eden bayrağın altında toplandılar.

Kürt işçi ve köylüsü ağır yoksulluk içinde yaşamalarına ek olarak, TC’nin kuruluşundan bu yana salt Kürt oldukları için büyük bir zulüm görmüşlerdir. Bu gerçeklik, ezen egemen ulus zulmü karşısında dirençli bir karşı koyuşu da beraberinde getirmiştir. En büyük karşı koyuşun, hem ulusal hem de sınıfsal olarak ezilen kesimlerden gelmesi kadar doğal bir şey yoktur. Ezilen ulus burjuvazisine, sadece önederlik etmek kalmıştır. O da, fazla gecikmeden, kendi bayrağına yazdığı “özgürlük”ün, bütün Kürtleri kucakladığını ilan ederek, herkesin bu savaşa katılmasını istemiştir. En fazla zulme uğrayanlar ise, bu savaşın temel dayanakları haline gelmiştir. Burjuvazi adına, esas olarak onlar savaşmakta, onlar ölmekte ve onlar savaşın sonunda, savaş meydanından mağlup ayrılacak olanlardır.

Bunu, yanı başımızda ki Güney Kürdistan gerçeğinde rahatlıkla bulabilir ve de görebiliriz. Irak ezen ulus egemenlerine karşı yıllardır silahlı savaşım veren Güney Kürdistan Kürt ezilen ulus hareketleri (Barzani ve Talabani önderliğinde), şu anda ezen egemen sınıflar haline gelmişlerdir. Güney Kürdistanlı Kürt işçi ve köylülerine ise barzanilerin ve talabanilerin sınıfsal baskıları kalmıştır. Şimdi onlara karşı mücadele ediyorlar. Güney Kürdistan burjuvazisi baskıdan kurtuldu, şimdi bunlar, “Kürt özgürlüğü” şiarı ile savaşa kattıkları işçi ve köylülere uluslararası sermaye ile birlikte sınıfsal baskı uyguluyorlar. Onları, burjuvazinin, özgürce sermaye birikim aracı haline getirdiler.

Güney Kürdistanlı emekçiler, silahla Barzani diktatörlüğüne karşı savaşmıyorlar, ancak, grevle, protesto gösterileriyle Kürt burjuvazisinin palazlanması ve uluslararası sermayeye karşı mücadele ediyorlar. Güney Kürdistan’da şu anda muazzam bir talanın olduğu ise bilinen bir gerçektir. Talandan ise, Kürt işçi ve emekçilerin payına sadece ve sadece baskı ve sömürü düşmektedir. İşte, ezilen ulus burjuvazisinin, "özgürlük" şiarının vardığı noktanın en yakın örneği! Kuzey Kürdistan işçi ve emekçilerinin güneyli soydaşlarının ve sınıf kardeşlerinin durumunu yakından bilmelerinde yarar var. 

Şu anda Irak egemen sınıfları arasında, “ezen-ezilen ulus”dan öte, pazarlara egemen olma savaşı yaşanmaktadır. Ezilen ulus sorunun vazgeçilmez bir yanı da, ezeilen ulus burjuvazisi için pazar sorunu gerçeğide bir kere daha yaşanarak görülüyor.

Talabani’nin de Irak Baas rejmine karşı savaşım verdiği yıllarda, özellikle 1990’lara kadar, “sosyalizm” şiarını eksik etmediği unutulmamalıdır. Barzani ve Talabani’nin de “sınıfları” yoktur, onlar, sadece “kürttürler”. Her şey “Kürdün güçlenmesi” ve “Kürt ulusunun zenginliği” için yapılmaktadır. Bu yaklaşım, ne Türk işçi ve emekçilerine ne de Kürt işçi ve emekçilerine “yabancı” gelmiyordur. Bu tür, "sınıflarüsüt" argümanlar, bütün burjuvalarda mevcuttur. Çünkü onlar için; “ulusun güçlenmesi”, burjuvazinin güçlenmesidir, “ulusun zenginliği”, bir avuç burjuvazinin zenginliğinde kendini bulmasının sermaye birikiminin hikayesidir.


Kürt Komünistlerinin Görevi

Ezilen ulus hareketleri, genel olarak, soyalizm ile şu veya bu oranda yakınlık kurmak zorunda kalıyorlar. Çünkü komünistler, ezilen ulus hareketinin dostu ve destekçileridir. Onlar, her türlü baskı ve sömürünün karşısında olmaları nedeniyle, ezilen ulus burjuvazisi de, ezilen ulus işçi ve köylülerini yanlarına çekmek içinde olsa, sosyalizmden etkilenirler. Hatta, bazıları, PKK’nın değişiminde görüldüğü gibi, “işçi sınıfı partisi” olarak ortaya çıkar ve süreç içinde, yani, güçlendikçe, gerçek sınıfsal niteliğini de daha açık bir şekilde belirginleştirir. Sınfsallığa karşı çıkarak, gerçek sınıfsal niteliğini ortaya koyar.

Her sınıf kendi savaşını insanlık adına olduğunu ileri sürer. PKK’da, kendi savaşını, salt Kürtler için değil, Ortadoğu ve insanlık için olduğunu sık sık tekrarlıyor. Kendi çıkarlarını insanlığın çıkarlarıyla özdeşleştirme de bir sakınca görmüyor. 

  PKK doğarken de toplumsallaşmayı hedefleyen bir hareketti. Mücadelesinde belli bir düzeye geldikten sonra devlete dayalı iktidar sorunlarının ortaya çıktığını gördü. Önderlik bunların reel sosyalizmle olan bağını çözdü, onun ideolojik, felsefi, örgüt ve eylem anlayışıyla olan bağını gördü. Oysaki PKK toplumsallaşmak isteyen bir hareketti. Bunun tedbirlerini aldı.   Bunu sadece PKK açısından yapmadı. İnsanlık açısından da yaptı. Bu açıdan büyük bir mücadele yürüttü. Bu büyük mücadelenin dayanaklarını ortaya çıkardı." (Cemil Bayık,  Tarihe Damgasını Vuran PKK'nin Kuruluş Öyküsü“, PKK WEB Sitesi)

Bayık’ın, “topsullaşma”dan kastı, sınıf hareketi ve sosyalizm uğruna mücadeledir. Bundan “kurtulmalarını” büyük bir olay, insanlık için bir "şans" görüyorlar. PKK’nın kendi tarihi içinde en büyük değişimi “olumlu yönde”, sınıf ve sosyalizm kelimelerini terk etmede buluyorlar. Bayık, bunu, “önderliğin en büyük yanı” olarak niteliyor. “Tedbir”den kasıt ise, bunun ideolojik ve siyasal alt yapısının bezenmesi ve Kürt işçi ve emekçilerinin kendi sınıf çıkarlarını unutmasının idelojik manipülasyonu ve ötelenmesi oluyor.

Bu, ezilen ulus burjuvzisinin en masumane görüntüsüdür. Soruna, işçi sınıfının penceresinden bakılmayınca, inanmak isteyen buna kolayca inanabilir. Ancak, insanlığın  kurtuluşu sınıfsız sömürüsüz bir sistemdedir. Bu işçi sınıfının bilimidir. Ezilen ulus burjuvazisinin bencil çıkarları, insanlığın kurtuluş umudu olmadı, olamadı. Olsaydı, kapitalzimin şafağında olabilirdi. Ancak, özel mülkiyetli toplumların ve sömürücü egemen sınıfların ya da bunu hedefleyenlerin böyle bir fonksiyonları ve de nitelikleri söz konusu değildir. Burjuvazinin, işçi ve emekçilere unuturmak istediği nokta da tam burasıdır.

Baştaki sorumuza dönersek, Kürt işçi ve köylüsünün PKK’nın önderliğinde yürüttüğü savaştan beklentisi, kimlik ve dil sorunudur. Kendi sınıfsal özgürlüğünü bununla bütünleştirmiştir. Bu da en büyük bir yanılsamadır. Ezilen ulus önderliğinde yürütülen silahlı savaşın kendi doğal gerçekliği, sınıf sorununu, sınıf gerçekliğini ikinci plana itmiştir. Ulusun “ortak acısı” birinci planda olmuştur. Bu da, Kürt komünistlerinin işçi ve köylüler içindeki etkinliklerinin ya olmaması ya da çok az olmasından kaynaklanıyor. Kürt işçi sınıfının içinde sınıf mücadelesinin geriliğini ortaya koymaktadır. Ulus kimliği için ölümüne mücadele eden bir sınıfın, asıl kendi sınıfsal çıkarları için duyarsız kalması, anlamsız gibi gelsede, az önce belirttiğimiz gibi, kitlelerin yanlış yönlendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu idelojik defarmasyonu yıkacak olan yine sınıf bilinçli Kürt işçi sınıfıdır.

Burada, Kürt komünistlerine önemli görevler düşmektedir. Sınıf gerçeğinin ortaya çıkması için, Kürt komünistlerinin soruna ulus duygusallığından değil, sınıf duyarlılığı açısından bakması gerekiyor. “önce ulusal çıkar, sonra sınıfsal çıkar”  anlayışıyla soruna yaklaşmak, komünistlerin yaklaşımı olamaz. Komünistler, nerde olursa olsun, soruna işçi sınıfının sınıf çıkarları açısından yaklaşmalıdır. Sınıfsal bakış ve sınıfsal duruş bunu gerektirir. Ötesi, işçi sınıfı aleyhine, burjuvazinin sınıfsal çıkarlarını esas alan bir programı hayata geçirme kavgasıdır. İşçi sınıfını ve emekçileri, burjuvazinin çıkarları için savaşa sürmek ise sınıfa yapılan en büyük ihanettir. ***

Devam edecek: Ulusal Çelişki ve Baş Çelişki



[1] İ. Kaypakkaya, Seçme Yazılar, sf. 255, Umut Yayımcılık

17 Şubat 2013 Pazar

Kürt Ulusal Hareketi ve Sınıf Tavrı









 Kürt Ulusal Hareketi ve Sınıf Tavrı (I)[1]*

Yusuf KÖSE
Ezilen Ulusun Haklı İstemleri

Ülkemizdeki siyasal gelişmeleri direkt etkileyen Kürt ulusal hareketinin durumunun, sık sık ele alınması kadar doğal bir şey yoktur. Hem hareketin gücü ve etki alanı açısından olsun hem de hareketin işçi ve emekçileri, özellikle de Kürt işçi ve emekçilerini etkileyen yönü açısından olsun, hem de uluslararası ve bölgesel boyutu açısından, sorunu yeniden yeniden ele almak, işçi sınıfının mücadelesi açısından bir zorunluluktur.

Ezilen ulusun mücadelesi ile işçi sınıfının mücadelesinin, birleştiği ve ayrıştığı noktaları doğru bir şekilde ele almak ve ortaya koymak; Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi sınıfının ortaklaşa mücadelesi açısından da teorik, siyasal ve pratik bir zorunluluktur. Sınıflar mücadelesinde sınıflar arası ilişkinin belirsizleştirilmesi, bulanıklaştırılması, işçi sınıfının mücadelesine zarar verir.

Sınıf hareketi ile ulusal hareketi karşılaştırmak ya da karşı karşıya koymak pek uygun olmasa da, ülkemiz açısından bunun teorik zorunluluğu da amprik olarak ortaya çıkmaktadır. Sınıf hareketinden kasıt işçi sınıfı hareketidir. Genel anlamda sınıf hareketi; işçi ve emekçilerin, yani tüm ezilenlerin  baskı ve sömürüden kurtuluşunu içerirken, özel de ise, nihai olarak; sınırsız, sınıfsız toplum olan komünizmi hedefler. Ve işçi sınıfı hareketi, iktidarı burjuvaziden almak için tüm strateji ve taktiklerini bu hedefe varmak için belirler. 

İşçi sınıfı hareketinin “ulusal kurtuluş mücadelesi”, ezen ulus burjuvazisinin ve daha genel anlamda burjuvazinin değil, ülkenin bağımsızlığıyla sınırlıdır. Sınıf hareketi, ezilen ulus burjuvazisinin ulusal demokratik haklarını savunur, ama, ezilen ulus burjuvazisinin istemlerini, işçi hareketinin istemlerinin yerine ve önüne geçirmez.

Ezen ve ezilen ulus işçi hareketi, özgürlüğü, ezilen ulus burjuvazisinin özgürlüğü ile asla sınırlamaz. Ezilen ulus burjuvazisinin özgürlüğü, burjuva demokratik bir sorun olmasına karşın, tüm baskılara karşı olması nedeniyle, ulusal hareketin demokratik istemleriyle de yakından ilgilenir ve bu bağlamda UKKTH[2] kayıtsız şartsız savunur.

Lenin ve Stalin’in izinden giden Kaypakkaya, ezilen Kürt ulusal hareketinin demokratik içeriğini şöyle açıklıyor:

“Kürt ulusal hareketi genel demokratik bir içerik taşır. Çünkü bir yönüyle, ezilen ulusun egemen sınıflarının zulmüne, zorbalığına, ayrıcalıklarına, bencil çıkarlarına karşı yönelmiştir. Ulusal baskının kaldırılması, milliyetler arasındaki eşitliğin sağlanması, egemen ulusun egemen sınıflarının ayrıcalıklarının kaldırılması, dil üzerindeki yasaklamaların ve sınırlamaların son bulması, her alanda uluslar arasında eşitliğin ve ulusal devlet kurma hakkı eşitliğinin tanınması, bütün bunlar demokratik ve ilerici istemlerdir.”[3]

İşte, işçi sınıfı hareketinin, ezilen ulus sorununda desteklemesi ve savunması gereken yer burasıdır. Ezilen ulus hareketinin demokratik istemlerinin desteklenmemesi sosyal şovenist bir politikadır. Ülkemizde, sol içinde  sosyal şovenizm eskiye oranla önemli ölçüde kırılmasına karşın, hala varlığını sürdürdüğünü belirlemek yanlış olmayacaktır.

Ezen ulus egemenlerin ezilen ulusa karşı baskı politikası, her zaman çeşitli uluslardan işçi ve emekçileri karşı karşıya getirdiği gibi, ister istemez, onları, sınıfsal sorunlardan ulusal soruna kaydırır.  Bugün ülkemizde olduğu gibi. Ezen ulus burjuvazisi, ezen ulus ırkçılığını ve milliyetçiliğini; “vatan, bayrak, millet, din vb.” argümanlarla, “birlik/beraberlik” çağrılarının arkasına gizlenerek, kitleleri sınıf sorunlarından uzaklaştırmaya ve birbirine karşı kırdırmaya çalışırken, ezilen ulus burjuvazisi de, ezilen ulus işçi ve emekçilerine, yeğane kurtuluş yolunu, “ulusun özgürlüğünde” olduğunu ileri sürer.

Türk egemen sınıfların, Kürt Ulusal Hareketinin haklı ulusal talepleri doğrultusunda mücadele vermesini, “bölücülük” olarak kitlelere göstermesinin hiç bir haklı yanı olmadığı gibi, kendi burjuva bencil çıkarlarını, bütün toplumun çıkarları olarak ortaya koymaya çalışması da aynı şekilde çıkarlarının bir gereğidir. Ve bunu Türk işçi ve emekçileri içinde şovenizmi geliştirmek içinde kullanır. Böylece, kitlelerin gerçekleri görmesinin önüne ırkçılık perdesini çekerek, ezilen kitlelerin burjuvaziye olan öfke ve bu öfkenin birleşerek burjuvaziye karşı güçlü bir birlik oluşturmasının önüne geçemek ister.

Kitleler içinde şovenizmin gelişmesi, çeşitli uluslardan işçi ve emekçilerin birlikte mücadelesini güçleştiriyor, aralarındaki sınıf dayanışmasını yıkarak, egemen burjuvazinin ikitidarını pekiştirme ve sürdürme aracı haline getiriyor. Oysa, sermaye sınıfı, işçileri sömürürken, onların alt kimlikleriyle değil, sınıf kimlikleriyle ilgileniyor ve sınıfsal olarak ortak hareket etmemeleri için işçiler arasında milliyetçiliğin gelişmesini sağlayıcı politikaları sürekli gündemde tutuyor.

TC’nin  kuruluşundan beri ırkçı poltikaları, kitleler üzerinde bir sindirme ve ideolojik olarak yönlendirme aracı olarak kullanan Türk egemen sınıfları, ülkemizin çok uluslu olması nedeniyle, her zaman bir “bölücü” milliyet ya da ulus bulmuştur. Kürtler her zaman egemenlerin “baş düşmanı” olmakla beraber, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve söylem düzeyinde ise Rusları (SSCB zamanı), ırkçı söylemlerinin hedefleri haline getirmişlerdir.

Türk egemen sınıfların, Kürt ulusunu baskı altında tutmaları ve tüm ulusal haklarını gasp etmeleri, dillerini yasaklamaları, katliam da dahil jenoside varan politikalara baş vurmaları, ezen ulus burjuvazisinin sınıfsal çıkaraları gereğidir. Bunun karşısında olmak; asgari oranda demokrat olmanın bir gereği ve demokratik bir duruştur. Ayrıca, ezilen ulusun ise, buna karşı mücadelesi ise haklı ve meşrudur, desteklenmelidir.


Ezilen Ulus Hareketinin İkili Niteliği ve PKK’nın “Sınıfsız”lığı

Burada PKK’nın teorik açılımlarını fazla irdelemeyeceğiz, konumuz bağalamında, sınıfsal niteliği ve yönünün daha iyi analaşılabilmesi açısından, kısa kısa vurgulayarak geçeceğiz.

Her ezilen ulusal hareketin ikili bir niteliği vardır. Birinci niteliği, ezen ulus baskısını ortadan kaldırarak ulusal hakları alma mücadelesi ve ikici niteliği ise; ezilen ulus burjuvazisinin çıkarlarını bütün işçi ve emekçilerin çıkarı olarak gösterip, kendi burjuva çıkarlarını garanti altına almak, işçi ve emekçileri kendi ulusal bayrağı altında toplamaktır.

Bu ikili karakter, ezilen ulus burjuvazisinin sınıf karakteri gereğidir. Başka türlü olması da sınıfsal davranış karakterine terstir. Ezilen ulus burjuvazisinin bu yönü görülmeyip, “kurtuluş”, “özgürlük” sloganlarına takılıp, bunların kimler için olduğu bilinmezse, işçi ve emekçilerin mücadelesi kolayca ezilen burjuvazinin politikalarına alet edilebilir.

PKK, kendini “Kürt özgürlük hareketi” olarak niteliyor. Bu özgürlükten kasıt Kürt burjuvazisinin özgürlüğüdür. Kürt işçi ve emekçilerin özgürlüğü değildir. Ancak, Kürt işçi ve emekçilere de bu özgürlüğün kendileri için olduğu söylenirken, sınıf sorununa, işçi ve emekçilerin sömürülmesi ve sınıfsal baskı altında tutlmasına karşı her hangi bir eylemi ya da programsal olarak bir çözümü gündeme getirmez. Bunu söylem düzeyinde bile olsa yapmaz, yapamaz.

PKK, ilk programında kendini, Kürt işçi sınıfının sınıf partisi olarak nitelerken, Öcalan’ın yakalanmasından hemen sonra  gerçekleştirdiği kongreden sonra bunu değiştirdi ve gelinen aşamda ise, “sınıf” sözcüğüne de karşı çıkar oldu. Yani, kendisini bir sınıf partisi olarak nitelemiyor. İşçi sınıfı ve işçi sınıfı mücadelesinin artık gerilerde kaldığını ve bunun aşılması gerektiğini vurguluyor. PKK lideri Öcalan, İmralı'ya getirildikten kısa bir süre sonra, bunları “aştığını” ve “yeni” bir paradigma çıkardığını ileri sürmeye başladı.

PKK’nın ilk programından ilk iki maddeyi buraya alalım:

MADDE 1: Kürdistan İşçi Partisi, Kürdistan işçi sınıfının Marxsizm-Leninizmle donanmış siyasi partisi olup Türkiye Kürdistanında kurulmuştur.

MADDE 2: Kürdistan İşçi Partisi'nin nihahi amacı, her türlü sınıf egemenliğine, sömürü ve zulme son vererek, sınıfsız toplumu gerçekleştirmektir. Kürdistanın bütünlüğünü sağlamayı hedef edinen Kürdistan İşçi Partisi ilk aşamada, Türk sömürgeciliğini, onunla uzlaşan Kürt komprador burjuvazisi ile feodal gericiliği ve bu güçleri ayakta tutan emperyalizmin yurdumuz üzerindeki egemenligi yıkıp Kürt ulusunun KENDİ KADERİNİ BİZZAT KENDİSİNİN TAYİN HAKKINI gerçekleştirecektir.“ (Sosyalist Forum sitesinden)

PKK’nın ilk programı’nı Mazlum Doğan 18.06.1981’de mahkemede verdiği „savunma“ da, şöyle belirtiyor:
“Partimiz, önüne yüce görevler koymustur. Bunlar, azami olarak sınıfsız toplum yaratmak, yani sınıfları ortadan kaldırmak, her türlü sömürü ve zulme son vermek göreviyle, asgari olarak ülkenin bagımsızıik ve demokrasiye ulaştırılma görevidir.“

PKK’nın ilk programındaki maddeler ile M. Doğan’ın savunması arasında birebir bir uyuşma var. Bu anlamda, PKK’nın ilk kurulduğu dönemde ML’den önemli ölçüde etkilendiği ve onu kendisine rehber edindiği açıktır.

Bugün ise, bu programdan geriye bir şey kalmamıştır, bunun yerini;

„… klasik devletçi, iktidarcı, milliyetçi ve şiddeti esas alan zihniyet ve politikaları aşan, demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü paradigmaya dayanan, halkların eşit ve özgür birliğini esas alan Demokratik Konfederalizm çözümü geliştirilemezse…“ (PKK’nın son programından)  reformist anlayışı almıştır. PKK’nın ilk programı sınıfsal iken, ikincisi ise, „sınıflarüstü“, yani, ezilen sınıflara egemenlik tanımayan, ezen sınıflara ise egemenliklerine devam ettiren ve kapitalist düzenin kısmen reforimize edilmesine denk düşen bir programdır.

Pratik olarak son programın, sınıflar mücadelesi dünyasında hayat bulmasının nesnel bir dayanağı da olmadığı gibi, teorik olarak da hiçbir  bilimsel tutarlılığı yoktur. O, sınıf ve sınıf mücadelesini reddederken, burjuvazinin „sınıflar yoktur, millet vardır“ desturuna gerilemiştir. „ulusu da reddetmesi, kendi pratiği ile çeliştiği gibi, verdiği mücadelenin esas yönünü Kürt işçi ve emekçilerinden gizleme tavrıdır. Bu anlayışın ideolojik yönü budur. Birinci program daha radikal iken, son program ise, „teorik ve felsefi“ sözcükler ve kavramlarla bezenmiş bir burjuva programdır.

Burjuvazi ne olacak, sömürü ve sınıf baskısı nasıl ortadan kalkacak, Kürt köylüsü ve işçisinin üretim ilişkisi içindeki yeri nerede olacak, burjuvaziden iktidar nasıl alınacak, özel mülkiyet sistemi nasıl ve hangi sınıflar aracılığıyla ortadan kaldırılacak vb. gibi sorulara hiç yanıt vermiyor. Bu anlayışa; TC’nin egemen sınıflarının, „sınıfsız, imtiyazsız bir zümreyiz“ anlayışının, yeni kavramlarla ve sözcüklerle bezenmiş ezilen Kürt burjuvazisinin versiyonu dense yeridir. PKK, Kürt burjuvazisini de, Kürt işçi ve emekçisini de, Kürt köylüsünü de „Kürt halkı“ kavramı içinde birleştirmiştir. Böylece, sınıfları ortadan kaldırmış oluyor. Bu programa göre, burjuvazinin özel mülkiyet edinme hukuku olduğu gibi hükmünü sürdürecektir. Böylesine bir yaklaşımın, işçi ve emekçiler lehine bir açıklamasını yapmaya çalışmak beyhude bir çabadır.

Bilindiği gibi, PKK’nın ilk kongresinde savunduğu, “Birleşik Kürdistan’ın bağımsızlığı” ilkesi de “misaki milli sınırlar için de demokratik özerkliğe” evrilerek “ana dilde eğitim”e kadar geriledi. Daha bir çok görüşleri temelden, en azından program düzeyinde değişti. Daha doğrusu, Türk egemen sınıfların benimseyeceği bir düzeye çekildi. Bunun “felsefi ve teorik” yanları da İmralı’da dolduruldu. Anarşizmin tutarsız burjuva teorileri bir nevi PKK’nın “yeni teorik açılımlarına” dayanak oldu. Özellikle, sınıfların varlığının inkarı, burjuvazinin çıkarlarını koruma temelinde ezilen sınıfların çıkarlarını savunulmasının terk edilmesine dönüştü.

PKK’nın “kapitalizme karşı” oluşu, salt söylem düzeyindedir. Kapitalizmin yerine koyacağı “demokratik özerklik” dediği konsept, kapitalizm karşıtı değil, onun liberalleştirilmiş halidir. Avrupalı Yeşillerin programıyla birebir örtüşmesede bazı benzer yanları da vardır. Avrupalı Yeşiller ise tekelci sermayenin, “ekolojıst ve cinsiyet örgürlükçü” söylemlerle yumuşatılmış birer stepneleridir. Alman Yeşiller ise tekelci sermayenin asli unsuru haline gelmiştir.

 Her ne kadar işçi partisi adını almışsak bile bir sınıf partisi de değildir.“ (M. Karasu, „ Tarihe Damgasını Vuran PKK'nin Kuruluş Öyküsü“, PKK WEB Sitesi)

Karasu, açık olarak belirtiyor. İsimleri her ne kadar işçi partisi olsa da, PKK bir işçi partisi değil. Sınıf deyince genelde işçi sınıfı anlaşılır. Karasu’da bunu belirtiyor. Ancak, burjuva sınıfından hiç söz etmiyorlar. Burjuvaziyi ürkütmemek için işçi sınıfının partisi olmadıklarını açık olarak belirtiyorlar. Onlar, “sınıf” sözcüğünden yalnızca işçi sınıfını anladıkları için, burjuvaziyi sınıf kavramının dışında tutuyorlar. Burjuvazi de aynen böyle düşünüyor. Kendilerini sistemin asli ve vazgeçilmez unsuru gördüklerinden, karşılarında alternatif olabilecek bir sınıfın varlığını yok sayarak, burjuva iktidarının alternatifsiz olmasını yeğliyorlar. “Demokratik Cumhuriyet” projesi de Kürt işçi ve emekçilerine bunu benimsetmek amacıyla ele alınmıştır. PKK’nın “yeni pradigma”sından çıkan sonuç budur.

PKK’nın kendisi silahlı savaşçı bir partidir ve silahlı savaşımla ve bir sınıfa (Türk egemen sınıflarına) karşı mücadeleyle bugüne gelmiş ve hala silahlı savaşımını sürdürmektedir. Ama o, Marksizmi, “sınıf savaşımını kutsallaştırmakla” eleştirir. Kendisinin bugüne savaşla geldiğini unutarak... 

„Aslında reel sosyalizm, sosyal demokrasi, ulusal kurtuluş, liberalizm ve muhafazakârlığa kapitalizmin en büyük mezhepleri olarak bakmak daha doğru olur.“ (PKK’nın son programından) 

PKK, programının kısa girişinde „bilimsel-demokratik sosyalizm“ gibi sözler kullanmasına karşın, onun programının aslında böyle bir şey söz konusu değil. Yukarıda ki alıntıda da görüldüğü gibi, sosyalizmi kapitalizmle aynı görüyor. Öcalan, savunmasında, herşeyi reddederek, yeni bir sistem ortaya çıkardığına inanılmasını istemiş. Oysa, yaptığı kapitalizmin kutsanmasından öte bir şey değildir. PKK’da  bunları olduğu gibi program haline getirmiştir.

PKK’nın destek ve savaşçı kitlesi dikkate alındığında, açıktan Kürt burjuvazisinin programatik görüşlerini savunamaz. Ancak, “teorik ve derin felsefi” görüşler adı altında, kitlelerin bilincini bulanıklaştırıp, ezilen ulus burjuvazisinin pratik çıkarlarını savunabilir. Bu nedenle de “Kürt özgürlük hareketi”, “halk savaşı”, “demokratik cumhuriyet” vb. söylemlerle kendini ifade etmesi, bu söylemlerde, Kürt işçi ve köylülerinin özgürlüğüne yer olmadığı açıktır. Çünkü, Kürt işçi ve emekçilerinin özgürlüğü sınıf mücadelesinin hedeflediği sosyalizm ile gerçekleşir. Nihai hedefi ise komünizmdir. Sosyalizm ve komünizmi içermeyen bir program, işçi ve emekçilerin programı olamaz ve onları özgürlüğe kavuşturamaz. Parti programına “halkçı” bir görüntü vermek de, onu, özünde bir burjuva programı olmasından kurtaramaz.

 PKK, kendisinin bir “sınıf partisi olmadığını” özellikle vurgulasa da, partinin içinde ve savunduğu görüşlerde Kürt küçük burjuvazisinin önemli bir izi bulunmakla beraber, o esas olarak ezilen Kürt ulusal burjuvazisinin temsilcisidir. O, “sınıfsız, devletsiz bir demokrasi” savunduğunu ileri sürse de, “Türkiye Kürt sorununu çözerse, bölgede en güçlü devlet olur” (A. Öcalan, A. Türk ve BDP eş başkanlarının yaptıkları konuşmalardan) belirlemelerini de asla ve asla eksik etmiyorlar. Ayrıca, Öcalan’nın avkatlarıyla konuşmalarında Türk devletinin bölgede nasıl güçleneceğine ilişkin epey bir “çözümlemesi”, daha doğrusu Türk egemen sınıflarına öğütleri vardır. Hem “devlet” olgusuna karşı çıkacaksın, hem de savaştığın, seni ezen bir devletin güçlenmesini isteyeceksin. Bunu; “Türk ve Kürt burjuvazisi birleşirse, bölgede, epey bir pazara sahip olur” anlamında anlamamak olası değildir. Ezilen Kürt burjuvazisinin pazardan pay kapmak için tavizin sınırının tek yanlı olarak belirsizleştirilmesi, ezilen burjuva sınıfın bencil çıkarlarına denk düşmektedir.
PKK ve ona bağlı güçler, İmralı sürecinden bu yana Kürt sorununu “dil ve kültür” sorununa indirgemişlerdir. Bunun böyle olması, ezilen Kürt ulusal burjuvzisnin daha fazla zarara uğramadan pazardan bir pay kapma tavizleri ve taktikleri olarak yorumlanmalıdır. Kürt pazarının bütününe hakim olamayınca, asgari düzeyde de olsa bir pazara sahip olmak, hiç yoktan iyidir diye düşünmektedir. Kürt ulusal hareketi, gelinen aşamada, ne kadar uzlaşıcı olursa olsun, dil ve kültürel haklardan vazgeçemez. Bunlardan vazgeçtiği anda, bütün haklarından vazgeçmesi olur ki, bu da onun ulusal intiharıdır.

Kısacası, Öcalan’ın ileri sürdüğü “demokratik cumhuriyet” de, Türk egemen sınıflarının egemenliği altında Kürtler için kısmi kültürel özerkliğin ötesinde bir şey yoktur. Ezilen ulus burjuvazisinden Kürt işçi ve emekçileri için sosyal kurtuluş programı beklemek ise, sınıf bilinçli proletaryanın MLM görüşlerinden uzaklaşanlara özgü, işçi sınıfıyla burjuva sınıfı arasında kalmış küçük burjuvaca bir beklentidir. Öcalan’ın “Sümer Rahip Devletinden Demokratik Halk Cumhuriyet” adı altında yayınlanan mahkeme savunmaları, PKK’nın gerçek görüşleridir. O görüşler ise, Kürt işçi ve emekçilerin ezilmesi, Türk egemen sınıflarının egemenliği altında Kürt burjuvazisine hak tanınmasıdır. Gersi ise, sorunun özünü ideolojik ve siyasal olarak bulanıklaştırmaya yöneliktir. 

„Devletin temel ilkelerine, üniter yapısı, anayasal kurumlarına karşı değiliz. Bizim bu kurumlarla bir sorunumuz yoktur. Bireysel haklar ve kültürel haklar önemlidir" (... ) "Bizim taleplerimiz MİT müsteşarının dile getirdiği görüşlerinden daha fazlası değildir". (şubat,2007 notları). (Aktaran,  Rucan Keleş, 'Abdullah Öcalan‘ın açıklamaları ve Kürd aydın duruşu' (2), Rızgari Online)

Bütün PKK’lı ve BDP’li yöneticilerin Öcalan’ın bu açıklamalarından bir fazla ya da eksik söyledikleri yoktur. Aynı zamanda, burada, Kürt işçi ve emekçilerine de yer yoktur. Laf kalabalıkların gerisinde; yazı içinde bir çok defa yinelendiği gibi, Kürt işçi ve emekçilerine yönelik türbünal çıkışlar ve onların desteğini sürekli canlı tutabilmek vardır. ****

Devam edecek. PKK’nın Savaşçı Kaynağı ve Kürt İşçi ve Emekçilerin Beklentileri (2)


*[1] Bu yazı dört bölüm halinde yayınlanacak. PKK’nın geniş bir değerlendirmesinden öte, güncel durumlarla ilgili olduğu kadarıyla ele alınmıştır ve aşağıdaki başlıklar altında sırasıyla yayınlanacaktır.
1-       Ezilen Ulus Hareketinin İkili Niteliği ve PKK’nın “Sınıfsız”lığı
2-       PKK’nın Savaşçı Kaynağı ve Kürt İşçi ve Köylüsünün Beklentileri
3-       Ulusal Çelişki ve Baş çelişki
4-       Kürt Ulusal Hareketi Bağlamında “Barış Görüşmeleri” ve “Yeni” Anayasa Üzerine
Böyle bir uzun yazı, bu köşeyi zorlamasına karşın, yazıyı yayınlayan site yöneticilerine, anlayış ve hoşgörülerinden dolayı teşekkür ederim.
PKK’nın son programı kendi resmi internet sitesinden alınmıştır.
[2] UKKTH: Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı
[3] İ. Kaypakkaya, Seçme Yazılar, sf. 230, Umut Yayımcılık