29 Aralık 2012 Cumartesi

dünya, ateş ve barutun üzerinde dönüyor



Şişecam Topkapı-İstanbul

Hindistan
dünya, ateş ve barutun üzerinde dönüyor


Yusuf KÖSE
Dünyadaki sınıf çatışmaları değişik bir biçimde kendini gösterse de, bu, emek-sermaye çelişmesinden kaynaklı mücadelenin, değişik ülkelerde değişik görünümlerinin aynı yönde ilerleyen toplamıdır.

Burjuvazinin değerler sisteminin bütünü, sermayenin kar oranıyla orantılıdır. Bu nedenle de, onun kültürel değerler birikimi de, borsaların iniş ve çıkış çizgileriyle sınırlıdır. İnsanlığın binlerce yıl yarattığı kültürel değer ve birikimler, burjuvazi için kara dönüştürülmediği sürece hiç bir değeri/önemi yoktur. O, karını artırmak için kendisini asacak ipi de kendisinin satmasını isteyecek etik bir değerler özeliğine sahiptir.

2013’e gireceğimiz bu günlerde, burjuvazinin durumu hiç de iyi değil. Dünya ateş ve barutla birlikte dönüyor. Bir tarafta burjuvazinin ezilenlere yönelik yoğun saldırısı ve diğer tarafta, başta işçi sınıfı olmak üzere, emekçilerin bunlara karşı sınıf savaşımı, ateşle barutun bir arada olması gibidir. 

 Burjuvazi, kan dökmeden ve ezilenlere karşı saldırganlığını artırmadan kapitalist sistemi sürdüremiyor. Bugün emperyalist burjuvazinin her tarafta ve değişik (“demokrasi”, “insan hakları” ve “terörizme karşı” vb. vb. gibi) adlar altında saldırganlığını artırarak varlığını sürdürmesi, kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretimi içindir. Bu ilişkiler, barış içinde üretilemez. Yani, hiç bir yerde savaş ve işgaller, acı ve göz yaşı olmadan, kan dökülmeden burjuvazi yaşayamaz, kapitalist sistemi sürdüremez. Bu, niyetten öte, sistemin kendi yapısal bir özelliğidir. Çünkü, kapitalist sistem tarihsel miadını çoktan doldurmuş ve devamı ancak yoğun bir savaşla sürdürülebilir. Burjuvazi de bunu yapıyor. 

Dünyanın her kıtasında ve her ülkesinde savaşlar mevcut. Ya ezilen ulusların ezen ulusa karşı savaşımı, ya emeperyalist işgal ve saldırganlık ve halkların buna karşı koyuşu ya da işçi ve emekçilerin sınıf mücadelesi vardır. Mezhepsel, dinsel ve daha değişik adlarda ve yer yer emperyalist tekellerin yönlendirmeleriyle süren savaşlarla dünya dönmeye devam ediyor.

Avrupa’dan Asya’ya, Afrika’dan Amerika’ya kadar dünyanın dört bir kıtasında genel anlamda ezilenlerin, özel olarak da işçi sınıfının geleceği kazanmak ve geleceği biçimlendirmek için sınıf mücadeleleri sürüyor. Emperyalist burjuvazi ve işbirlikçileri ne denli zora başvurursa vursunlar, sömürü ve zulümden kaynaklı çelişmeler çatışmasız duramaz. Önemli olan, bu çatışmanın doğru bir rotada hareket etmesini sağlamak ve bu çatışmaya daha geniş yığınları katarak daha örgütlü bir hale getirmektir.

Burada, sınıfın öz örgütlerine büyük görevler düşmektedir. Sınıf bilinçli olmayan mücadeleler başarıya ulaşamayacağı gibi, sınıfın kazanımlarını ileri taşıyamaz. Bu nedenle, sınıf bilinçli proletarya etrafında örgütlenmek ve devrimci mücadeleyi bu temelde yükseltmek zorunludur.

Dünyada, işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadelesi küçümsenecek gibi değildir. Burjuva basını onların sesini görmezden gelse de, yok saymaya çalışsa da, onlar sokakların hakimi olamya karalı gözüküyor.

Dünya’nın çeşitli ülkelerinde ezilenlerin bu mücadeleleri mevcuttur ve büyük ilerleme sağlayan ülkelerde vardır. Bazılarının karamsarlık yaymaya çalıştığı gibi, işçi sınıfı ve emekçiler, uyutulmaya çalışılsa da  uyumuyor. Tersine, bütün baskılara karşın sokakları zaptetmeye çalışarak, geleceğini inşa etmek için ilerliyor. 

Demokratik ve ilerici mücadeleler red edilemez. Ama bunlar,  proletarya diktatörlüğünü hedeflemeyen sosyalizm mücadeleleri  ile birleşmezse, burjuvazinin saltanatına son vermek olası değildir. Oportünizme karşı kararlı mücadele edilmeden emperyalizme ve gericiliğe karşı kararlı mücadele verilemez.


Kitleler, kendiliğinden mücadelelerin içine girerler, fakat, sınıf bilinçli işçilerin önderliği olmadan doğru yönü bulamazlar. Bazı ahmak küçük burjuvaların; “kitlelere dışarıdan bilinç götürmek gereksizdir” yollu söylemleri ve “öğütleri”, küçük burjuvazinin örgütlü mücadeleden kaçışından başka bir şey değildir. Kitlelere sosyalizm bilnci götürülmeli, örgütlenmeli ve mücadelenin içine çekilmelidir. Bu yapıldığı anda burjuvazinin ölüm çermberi her geçen gün daralıp, insanlığın diri yanı daha bir öne çıkacaktır. 

Ezilen kitleler, kendi kaderlerinin “yazgısını” burjuvazinin elinden alarak, kendi kaderlerine kendileri yön verme bilincine eriştiklerinde, burjuvazinin ve onun kapitalist sisteminin tarih sahnesinden silinmesi de aynı günlere denk gelecektir.


Haramilerin saltanatının yıkılması, sosyalizmin kurulması ancak ve ancak kitlelerin sosyalizm bayrağı altında ayağa kalkışıyla olacbilecektir.


Kitlelere,  sosyalizmin propagandasını, hayatın her alanında yoğun bir şekilde yapmak gerekiyor. Kitleler, kendi yaşamları, üretimdeki yerleri ve üretimden aldıkları payla bunu birleştirdiklerinde, kendi sınıf gerçekliğini daha iyi görecek ve sınıfının devrimci dinamiğini kuşanabileceklerdir.


2011’i Roboski katliamı ile kapatan Türkiye ve Kuzey Kürdistan, 2012’yi ODTÜ direnişleriyle kapatıyor. Bu da,  kitlelerin devrimci direnişlerinin gelişmesini ve 2013’ün daha yoğun bir sınıf mücadelesiyle dolu geçeceğinin işaretini veriyor. 


Dünya, ateş ve barutun birlikteliğinden gücünü alan sınıf savaşımların okları üzerinde; kapitalist sistemin sonunu getirmek, sosyalist sistemin inşasını başarmak için dönmeye devam ediyor.


Yeni yılda daha örgütlü, daha güçlü devrimci mücadele olması dileğiyle....

*** 30.12.2012

22 Aralık 2012 Cumartesi

HAVUÇ AYDINLAR




 Mayaların anısına
 


HAVUÇ AYDINLAR

Yusuf KÖSE

Burjuvazi, kendi sistemini “ilerici” ve insanlığın sahip olabileceği “en iyi toplumsal sistem” olarak tanıtmaya devam ediyor ve bu sistemi savunanları, bu sistemin sürdürülmesinin teorisini yapanları da toplumun karşısına “aydın” olarak çıkarıyor. Elindeki devletin baskı gücünü ve üretim araçlarına sahip olmanın getirdiği tüm avantajları kullanarak;  burjuva ideolojik manipüle araçlarını her saniye, her saat topluma empoze ediyor.

Burjuva aydını, feodalizme karşı kapitalist sistemi ve onun değerlerini savunurken aydındı. Feodal sistemi ve onun değerlerini savunanlar ise artık aydın olmaktan çıkıp gericileşmişlerdi. Çünkü onlar, ölen bir toplumsal sistemi savunuyorlardı, bu nedenle de “aydın” olamazlardı, olsa olsa yeni bir toplumsal sistemin karşısında yer alan karşı-devrimcilerdi. 

Aydını, salt aydınlatma kavramı içinde ele alsak dahi, toplumu aydınlatıcı bir görev üstlenmesi gerekiyor. Toplumu aydınlatma ise ölen, gerileyen ve artık toplumun sahip olduğu üretici güçlerin gerisinde kalmış ve onun gelişmesi önünde engel haline gelmiş, gerici üretim ilişkilerine sahip toplumsal sistemi savunmanın aydınlatıcı bir yanı olmadığı gibi, aydınlanmanın önünde bir engel oluşturmaktadır.

Bulunduğu toplumsal sistemi yargılamayan ve daha ileri bir toplumsal sistemi savunmayan ve bunun mücadelesini vermeyene aydın denemez. 

Ve artık, kapitalist sistem, sürdürülemez ve çürümüş bir toplumsal sistem haline gelmiştir. Her ne kadar kapitalist sistemi ayakta tutma adına; kapitalist üretim ilişkilerini yeniden ve yeniden üretmek için, yoğun bir savaşım (her türlü baskı, anti-demokratik uygulama, faşizm, kitlesel katliam, kitlesel aç bırakma, emperyalist savaş ve işgaller vb. vb.)  verse de, bu onun, toplumsal bir sistem olarak miadını çoktan doldurduğunun göstergesinden başka bir şey değildir. 

İnsanın insanı sömürdüğü, baskı altına aldığı, bir avuç sömürücü sınıflar dışında, çalışan emekçilerin tüm haklarının elinden alındığı bir sistemin, düzeltilebilecek, savunulacak bir yanı olamaz. Böylesi bir sistemi savunmak ya da bazı “aşırı uçların” törpülenmesiyle her şeyin yolunda olacağını savunmanın aydın olmakla hiç bir ilişkisi yoktur. Gericiliği savunmak ve  onu yaşatmaya çalışmak karşı-devrimciliktir.

Bugün, insanlık, daha ileri bir toplumsal sisteme sahip olabilecek bir gelişmeye sahiptir. İnsanın insanı sömürmediği, her türlü baskının ortadan kalktığı, özel mülkiyetçi sistemin yok edilip, toplumsal mülkiyetin hakim kılındığı sosyalist ve komünist bir toplumsal sistemin kurulmasının bütünüyle koşulları vardır. 

Bu anlamda, kapitalist sistemin savunucuları aydın olamaz. Aydın, daha ileri bir toplumsal (sosyalist-komünist) sistemi savunanlara denir. 

Bir işçinin grevle haklarını almaya çalışması, sömürülmeden insan gibi yaşamak istemesi bir aydının ve aydınlanmanın mücadelesidir. Binlerce adsız devrimci propagandistin, örgütleyicinin ve ajitatörün işçi ve emekçileri aydınlatmak için gece gündüz çalışması, sosyalizmin propagandasını yapması, toplumun en ileri aydınları olmasındandır. Gerçek aydın da bunlardır.

2009-2010 yılında Tekel işçilerinin, “grevden önce günde  beş vakit namaz kılıyorduk, şimdi beş vakit komünizmin propagandasını yapıyoruz” demeleri, onların toplumun en ileri aydınları arasına sokmuştur.

Ne AB emperyalist burjuvazisinin “sevgili” Pamuk’ları, ne fetullahcı Altan’lar ne de Belge’ler, Çalışlar’lar, Berktay’lar, Cemal’ler ve bunlara benzeyen daha yüzlercesi, burjuva sistemin direkt savunucuları ya da onun liberalize edilmesini isteyenler, ezilenlerin aydınlığını değil, burjuva karanlığının savunucularıdır. Günümüzde burjuvazinin “aydın” diye toplumun karşısına çıkardıkları, alınıp-satılan birer metadır. Bunlar, sermayeye hizmet ettiği, patronun karını yükseltiği oranda  burjuvazinin gözünde “aydın” adı altında birer üretim aracıdır. Gerici kapitalist sistemin kendini yeniden üretmenin aletleridir. Ve bunlar da bunun bilincinde olarak hareket ederler.

Burjuva “aydınları”nın en önemli görevlerinin arasında; kapitalist sistemi kitlelere “şirin” göstermek ve proletaryayı burjuvazinin çıkarları lehine uzlaştırmak vardır.... Bunlar; “kapitalist sömürücü sistemin bekası için bazı tavizler verin” diye burjuvaziye de öğütler de bulunurlar. “Demokrasi” oyununu asla ve asla elden bırakmayın derler. Ama, asla, kapitalist sistemin işçi ve emekçileri sömürmesine ve toplumun sahip olduğu üretim araçlarının bir avuç burjuvazinin elinde özel mülkiyet şeklinde toplanmasına dokunmazlar. İşçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki çatışmanın temelinde bunun olduğunu bildiklerinden, bunu doğal ve olması gereken bir şey gibi göstererek, burjuvazinin sopasını kitlelere “havuç” olarak gösterme aymazlığına girişirler. Eğer, bunlara bir sıfat yakıştırmak gerekiyorsa; “burjuvazinin havuç aydınları” demek, yerinde bir tanımlama olur. 

Tarihsel miadını çoktan doldurmuş ve insanlığın ve doğanın üzerine bir karabasan gibi çöken kapitalist sistemin savunucuları; “yazar, çizer, sanatçı, gazeteci, romancı, akademisyen vb. olabilirler. Ama içinde yaşadığımız toplumun aydınlatıcısı olamazlar. Çünkü böylesi bir ideolojik siyasal donanıma sahip değiller. Bu bağlamda da, bunları aydın olarak adlandırmak, eşyanın tabiatına terstir.

Sömürüye karşı çıkmayan, özel mülkiyeti savunan, ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunmayan, emperyalizme, kapitalizme ve faşizme karşı olmayan birisi AYDIN OLAMAZ VE BUNLARA AYDIN DENEMEZ. Burjuvazinin kapitalist sistemini kutsayanlara “aydın” demek, ezilen milyonlara, “ modern köleler olarak kalmaya devam edin” demekle aynıdır.

Burjuvazinin, işçi ve emekçilerin karşısına “aydın” sıfatıyla çıkardıkları, ideolojik manipüle araçları olarak, geleceğin ve daha ileri bir toplumsal sistemin savunucuları değil, kokuşmuş, çürümüş ve ölen bir sistemin savunucuları ve propagandistleridir.

Bugün, toplumu aydınlatmak için  burjuvazinin karanlık propagandistlerinin karşısında işçi ve emekçilerin devrimci propagandistlerinin mücadelesi vardır. Birinciler, aydınlanmanın karşısında yer alırken, ikinciler, aydınlanmanın kararlı savunucularıdır. Gerisi, burjuva propagandası ve burjuva ideolojisinin işçi ve emekçiler tarafından kabul edilmesini sağlama araçlarıdır. ***21.12.2012


11 Aralık 2012 Salı

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR




Tekel işçileri mitingi




SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

Yusuf KÖSE
Susumuş, susturulmuş, sersemleştirilmiş ve doğruların yanlış, yanlışların doğru olarak sunulduğu bir ortamda, sermaye daha fazla palazlanır. Emperyalist tekeller istediğini kolaylıkla yapar. Ve kıyasıya; çalışanların daha fazla sömürülmesi ve bu sömürüden daha fazla pay almak için bir yarış, kavga başlar. Ve sokaklar çapulcularla dolup taşar. Ve kitlelerin gözünde it izi at izine karışır. Çalışan emekçiler o kadar sersemleştirilmiştir ki, birbirinden çok farklı olan izleri seçemez.

Bunu yapmak için, önce sahneye, kelli felli liberal “aydınlar” sürülür. Bunlar, “demokrasi aşıkları” ve “demokrasinin kararlı savunucuları” olarak tanıtılır. Zaten, bütün yazılı ve görsel medyada bunlar vardır. Bunların dışında aykırı ses bulunmaz, yer verilmez. Ve genelde, çoğu “sol kökenli” gösterilmeye özen gösterilir ki, kitleler kolayca etkilenebilsin. Çünkü ezilenler, solu dürüst bilir, kendinden bilir. Doğru da bilir.

Liberallerin eşliğinde, ülkenin başbakanı olacak kişi, bol bol “demokrasi” nutukları çeker. “Batı istediği için değil, kendileri istediği için demokrasi” vaatlerinin ardı arkası kesilmez. Liberaller daha bir coşar, muhalif gözükenlere adeta savaş açarlar. Öncelikle de solu tüketmeye çalışırlar. “idelojik olarak solun bittiğinden”, çağın gerisinde kaldığından” ve hatta bazı yeminli ahmaklar gibi “gericileştiğinden” dem vururlar ki, kitlelerin solla birleşmesinin önü kesilsin, kitleler içinde etkinliği kırılsın. Böylece, “demokrasi”lerini rahatlıkla uygulayabilsinler.

Sermayenin önündeki ideolojik engelleri temizleme görevlileri olarak çalışır, liberaller. İşçi ve emekçileri yanlış yönlendirmeye, özellikle de kitlelerin ileri kesimlerini ideolojik ve siyasal olarak elimine etme çabaları daha fazla öne çıkar. Onları, sermaye düzeninin birer savunucusu haline getirme gayretleri vardır. “Sermayenin sunduğu fırsatlar bir gün size de düşer” hayallerini geliştirmeye çalışırlar. 

Burjuvazinin temsilcileri için bazı “sol” menşeli küçük burjuvalarda bu koroya katılırlar. Burjuvazinin bu oyununa “evet” diyerek katkı sunarlar. Egemen sınıf klikleri arasındaki çatışmada, birinin yanında diğerine karşı "demokrasi için" tavır almışlardır. Bu,  küçük burjuva oportünizmin tipik tarihsel sosyolojisidir.

Liberallerin demokrasiden anladıkları, sömürünün devam etmesi, bölüşümün kitlelerin sürekli aleyhine olmasıdır. Asla  özel mülkiyete karşı değildirler ve onun kutsallığını savunurlar. Hatta, çok kar yapan işverenleri överler. Çok iyi çalışıp çok kazandığından dem vururlar. Oysa, o "karın" işçilerin alınteri olduğu, işçilerden çalındığını asla ve asla yazmazlar ve yazanlara da sert bir şekilde karşı çıkarlar. Ama, arada bir, Afrika’daki açlardan da söz etmeyi unutmazlar, ki demokratlıklarına halel gelmesin!

Liberaller, sermayeye ait ne varsa hep kutsadılar. Emperyalistlerin, Afganistan’ı, yıllardır canlı atış poligonu haline çevirmelerini kutsadılar. Irak’da 1,5 milyonu aşkın insanın katledilmesine “amin” dediler. Onlar ki, Batılı emperyalistlerin canavarlıklarını “demokrasi aşkına” alkışlamaktan büyük bir zevk aldılar.

Emperyalistlere, kitleleri oyalayacak oyuncular gerekli. Yani, satranç tahtasının başına oturanlara piyonlar lağzım. Baş piyon Türk devleti. Erdoğan bu nedenle seçilip getirildi. Türkiye içinde Erdoğan’a ayak bağı olanlar temzilendi, hizaya sokuldu. Ayrıca, bir de ideoloji gerekliydi. O zaten vardı, geliştirildi. Sünni islam! 

Solun gelişmediği yerde, milliyetçilik ve dincilik gelişir, geliştirilir. Kitlelerdeki sol düşüncenin yıkılması, biat kültürün egemen kılınması ancak böyle olabilir. Baskılarda bunlara eşlik eder. Bunların tek bir düsturu vardır: muhalif olan, sermaye için tehlikeli olan ezilmeli. Solcular ve ulusal haklarını isteyen Kürtler ezilmeli! İşçiler ezilmeli, asla ayak baş olmamalı!

Toplumdaki sınıf farkı hariç, tüm mezhepsel, dinsel, ulusal ve hatta şimdiye kadar sesi çıkmayan etnik ve dinsel farklar, farklılıklar öne çıkarılır. Sınıf kimliği özellikle unutturulmaya çalışılır. Onun yerini diğerleri alır, aldırılır. Aynı fabrikada çalışan işçiler, sömürücü patrona karşı birleşerek haklarını almak yerine, birbirine düşman ettirilir. Kürt mehmet ile Türk mehmetin kardeşlikten başka paylaşacakları bir şey yokken, sınıf kardeşliği ellerinden alınıp, etnik düşmanlık ellerine tutuşturulur.

İşçi ve emekçilerin yıllar süren mücadeleleri sonucu kazandıkları tüm demokratik haklar çeşitli gerekçeler adı altında zorla geri alınır. Grevler, toplu sözleşmeler yasaklanır ya da kısıtlamalara gidilir. İşçi haklarını arayan sendikalara baskılar artar ya da işçiler, patron yanlısı sendikalara üye olmaya zorlanır.

Böylesi dönemlerde, egemen sınıflar arasında da pastadan pay alma yarışı daha da kızışır. Palazlanmalar artar. Yoksulluklar, yolsuzluklar ve her tülü çirkefliklerin döndüğü dönem böylesi dönemlerdir. Liberaller ve sermaye çevreleri, “büyoruz”, “gelişiyoruz” diye fetva verirler. Vurgunlar arttıkça, sömürü katmerleştikçe, baskılar arttıkça kitleleri en fazla etkileyecek gerici ideolojiler, hurafeler piyasaya sürülür ki, sermayenin pisliklerinin üstü örtülsün. Dinin toplumsal bir afyon olduğu gerçeği böylesi dönemlerde daha iyi görülür.

İşçi sınıfının ve emekçilerin sustuğu, susturulduğu bir ortamda, meydan çapulculara kalır. İşçi ve emekçilerin ileri unsurlarının ve örgütlerinin sustuğu, susturulduğu bir ortamda, kitleler bir süre yönünü kaybeder. Her geçen gün baskıların artarak sürmesi bundandır.

Sermayenin başbakanı Erdoğan’ın çırpınışları boşuna değil. Çalma ve çırmanın ayyuka çıktığı bir ortamda, ondan bekleneni yapıyor. Her tarafa saldırıyor. İyi olan her şeye saldırıyor. Çünkü emperyalist ve yerli sermaye böyle istiyor. Dönemin iyi bir piyonu olarak Erdoğan ve AKP’de, görevlerini yerine getiriyor. Tersi bir durumda, sermaye onları bir saniye bile orada tutmaz. 

Bu gerçekler, burjuvazinin de tarihsel olarak ne denli çürüdüğünü, durdukça insanı ve doğayı daha fazla çürüttüğünün, kokuttuğunun yalın göstergeleri oluyor. 

Solculara çok iş düşüyor ve onları çok zorlu görevler bekliyor!

Emperyalistlerin yapmak istedikleri çok basit. Dünya pastasını yeniden bölüşmek. Bu pastanın en büyük dilimlerinden biri olan Ortadoğu’nun yeniden bölüşümünü yapmak. ABD ve Batılı emperyalistler, buraya bütünüyle egemen olmak istiyor. Çin ve Rusya ise, pastanın bu büyük dilimini bütünüyle ABD ve partneri AB’li büyüklere kaptırmak istemiyor.

Dünyanın gözleri önünde süren bu dalaşmanın nedenleri, kitlelere, “çok bilinmeyenli denklem” olarak sunuluyor. 

Suriye’de bu oyunun bir kubanı. Küresel sisteme bütünüyle entegre etmek. Suriye’den istedikleri “demokrasi” değil, istedikleri, sermayenin karlarının daha fazla artması... Bu da insan kanıyla oluyor. Onun için kan akıtıyorlar ve insanların bir tavuk gibi boğazlanmasını piyonlarından istiyorlar. Sonra sıra İran'a gelsin.

ABD ve Batılı emperyalistler, bir avuç emperyalist ülke dışında hiç bir yerde “demokrasi” istemezler. kendi ülkelerinde olanı kadarını dahi istemezler. Kendi ülkelerinde de demokrasicilik oynamaya mecbur kalıyorlar. Arka cepheyi sağlama almak için.

 Direnen halk, doğruyu yanlışı birbirinden ayırmasını çabuk öğrenir. Mücadele, onu, doğru olanın yanına iter. Çünkü o, doğru olanı istiyor. Çünkü o hakkını istiyor.

Ve Mısır halkı, Türkiye ve Ortadoğu halklarına örnek olmaya devam ediyor!
*** 
11.12.2012