5 Ekim 2012 Cuma

Tabutçu AKP Geleceğini Savaşa Bağlamıştır









Tabutçu AKP,  Geleceğini Savaşa Bağlamıştır


Tabutçu bütün umutlarını ölüm döşeğinde yatan yaşlı kadına bağlamıştır” Puşkin

Yusuf KÖSE
Türk meclisinde “savaş tezkeresi”nin kabul edilmesinin araka yüzü genel anlamda bilinmesine karşın, AKP’nin, emperyalist burjuvazinin nasıl bir savaş aracı haline geldiği, getirildiği daha iyi görülmesi için, bunun üzerine bir kaç söz söylemek gerekli hale geldi.

AKP, üzerinde tartışılmayacak kadar açık ve belgeli olarak, ABD emperyalist tekelleri tarafından iktidara getirilen bir siyasi güç olduğu açıktır. Uygulamaları ve poltikaları da bunun en yalın göstergeleri olarak siyaset sahnesindeki yerini, belirgin bir şekilde aldı ve almaya devam ediyor.

Emperyalizm şu anda ciddi bir kriz içinde ve bu krizi nasıl atlatacağını kara kara düşünmektedir. 2013 ve devamının daha ağır geçeceği ileri sürülmektedir ve ekonomik verilerde bunu doğrulamaktadır. Emperyalist burjuvazi büyük krizlerini savaşla atlamıştır. Küçük krizleri ise bölgesel savaşlarla atlatma yoluna gitmiştir. Bu savaşlar, emperyalistler arası çelişkilerin ve egemenlik alanlarının paylaşımının "çözümü" olarak gündeme sokulduğu/sokulacağı bilinen bir gerçektir. Ayrıca, emperyalizm olgusunu savaşsız düşünmek büyük bir yanılgı, Marksizm ters bir düşünce tarzıdır.

Suriye sorunu, bir Ortadoğu sorunu ve direkt Türkiye, İran, Suriye, Filistin, Kürdistan, Irak ve İsrail’i de içine alan geniş bir alana yayılmaktadır. Ortadoğu sorunu, yakın bir zamana kadar Türkiye’yi dışında tutmuştu. AKP hükümetine kadar Türk devleti’de direkt bu sorunun içine girmekten kaçınmıştı. Ancak, AKP direkt bu soruna bağlı olarak doğmuştur. Daha açıkcası, ABD’nin, Ortadoğu’nun yeniden paylaşımının bir ürünü olarak siyaset sahnesine çıkarılmış ve Türk egemen sınıfları arasındaki çatışmada AKP, ABD ve Batılı emperyalistlerce açıktan desteklenmiş ve bütünüyle devlete egemen olması –arkasındaki sermaye güçleriyle- sağlanmıştır. Türkiye’deki egemenler arasındaki –özellikle- son on yıllık gelişmeler, emperyalist (batı) burjuvazinin çıkarlarına uygun bir şekilde daha belirgin olarak dizayn edilmiştir.

Emperyalistler açısından, Suriye sorunu, Ortadoğu’ya egemen olmanın bir denklemi haline gelmiştir. Çünkü buraya egemen olmak, Ortadoğu’nun esas güçlerine egemen olmak anlamına geliyor. İran’ın düşme sorunu ya da iyice zayıflaması ve onun iç dengelerinin değişmesi de Suriye’nin düşmesine bağlıdır. Suriye ve İran’ın düşmesi, Çin ve Rusya’nın bölgede iyice zayıflaması ve bütün kozların batılı emperyalistlerin eline geçmesi demektir.

AKP ve Türk egemen sınıfları, başta ABD olmak üzere batılı emperyalistlerin bir savaş taşeronu olarak öne çıkarııp direkt savaşın içine itilmiştir. Türk egemen sınıfları, daha Libya olayında böyle bir savaşın içine itildi  ve Suriye sorunu ile tam  olarak emperyalistlerin öncü gücü, ileri karakolu ve deyim yerindeyse  paramiliter bir bölgesel güç durumuna getirildi. AKP, sadık uşaklık vizyonunu, kitlelerden, “din” perdesiyle gizlemeye çalışıyor.

AKP’nin 12 Haziran 2011 genel seçimlerinden sonra, totaliter bir dil kullanması ve faşist yasaları kolaylıkla meclisten geçirmesi, başbakan Erdoğan’ın açıktan meydan okuması ve her konuşması tehdit ve katliam içermesi, bir savaş hükümeti oluşumunun açık göstergeleriydi.

Tabutçular ve mezarcılar, nasıl ki, geleceklerini yaşlıların peş peşe ölmesine bağlamışlarsa, AKP ve arkasındaki sermaye gücü de geleceğini savaşa bağlamış durumdadır. Bu nedenle,  Kürt ulusuyla sürdürülen savaşa ek olarak bölgede diğer ülkelerle (Suriye ve İran) de savaşması kaçınılmaz gibi gözüküyor. Son tezkerenin ise "yabancı devletleri" içermesi tesadüfi bir şey değildir. Çünkü bu hükümet, bir savaş hükümetidir. Palazlanan burjuvazinin böyle bir savaşa gereksinim duyması doğaldır. İç sorunlar –ekonomik ve siyasal- onu böyle bir savaşın içine itiyor. Bu durum, emperyalizme bağımlılık ve onun istemleriyle birleşince, ortaya bir savaş hükümeti çıkarıyor.

AKP, bundan sonra içeride ve dırşarda savaş hali durumunda kalmadan iktidarda kalamaz. İçeride, başta Kürt ulusuyla bir savaş halinde ve bunu son genel seçimden buyana daha da tırmandırmıştır. Yine içeride, işçi ve emekçilere yönelik baskıların artarak devam ettirmesi,  daha genel anlamda ise, demokratik kamuoyunu ve tüm muhalifleri ezme ve sindirme politikaları da dikkate alındığında, bu onun savaş politikalarının bir devamı olarak ortaya çıkmaktadır.

AKP  4. Kongre öncesi Erdoğan’ın Kürtlere “mavi boncuk” dağıtmaya çalışması, Suriye’ye dönük politikasının bir ön girişimiydi. PKK’nın savaşını az da olsa hafifletmesini, (ve Öcalan’dan hemen dışarıya mesaj getirilmesi ) yeniden bekle-gör” tavrı içine sokma politikasıydı. Ancak, Türk egemen sınıfların içinde taşıdığı çelişmeler onları daha erken Suriye’nin derinliğine çekiyor. Zaten, Türk egemen sınıflarının eli, uzun bir süredir Suriye’nin içindeydi. Suriye karşıtı tüm paramiliter güçleri destekliyor, onları koruyor ve ek olarak en az sınırdan Suriye içlerine on-onbeş km kadar girip çıkıyor. Yer yer sınır karakollarını bombalıyor.

“Savaş Tezkeresi”ne gerekçe olarak öne çıkarılan “Akçakale” olayı ise, AKP hükümetinin bir senaryosuna daha çok benziyor. Son günlerde bu tür senaryolar hızla çoğaltılıyordu. Savaş uçaklarının Suriye hava sahasını ihlal etmeleri, Antep’de patltılan bombalar ve katliamlar, sık sık Suriye içlerinden Türkiye tarafına “düşen” bombalar, “tezkere gerekçeleri”ne yönelik girişimlerdi. Ve elbette bu tür hazırlıklar, Türk halkını bu savaşın bir taraftarı yapma girişimleriydi. Burjuva basınında öne çıkarılan “savaş naraları” manşetleri de göz önünde bulundurulduğunda; Türk egemen sınıfların, savaşa girmek için, iç ve dış kamuoyuna karşı kendilerini haklı çıkaracak bir fırsat kolladıkları ve bu fırsatları yaratmak için yoğun bir çaba harcadıkları açıktır.

Ortada ciddi bir durum, savaş durumu söz konusudur. Bu savaş, salt Türkiye-Suriye ile de sınırlı kalmayıp, bölgeyi bir bütün olarak kasıp kavuracaktır. Elbette, bölgede böyle bir savaşın ortaya çıkması, Emperyalistlerin uzaktan taşeronlarının bir birini yemesini seyretmesine de izin vermeyrek, emperyalist bir savaşa da yol açabilecek bir potansiyele sahiptir. Bu savaş, İran-Irak arasında sürdüğü gibi, “kimsenin bulaşmadan” uzaktan seyretmelerine izin veremez ve bir mıknantıs gibi, bu savaşı körükleyenleri de içine çekecek bir enerjiye sahip gözüküyor.

Ayrıca, görülmesi gereken bir nokta daha var; emperyalist burjuvazi, Türkiye’nin de “Lübnanlaşması”nı istiyor.  AKP’de bunun iyi bir aracı olarak kendisine verilen görevi yerine getiriyor.

Bu nedenlerle, savaşa karşı en aktif bir şekilde mücadele, emperyalizmin ve AKP’nin halk düşmanı politikalarının teşhiri ise kaçınılmaz bir zorunluluk oluyor.  Bu savaşa karşı geniş yığınların örgütlenmesi ve harekete geçirilmesi olmazsa olmazlardan biridir. Bu savaşı ve emperyalist politikaları boşa çıkaracak olan örgütlü kitle hareketleridir. Bu nedenle, emperyalist savaş karşıtı tüm güçlerle  eylem birlikleri ve ittifaklar yapılmalıdır.

Emperyalist saldırganlığı ve AKP’nin savaş politikalarını önleyecek olan yegane güç, işçi ve emekçilerin geniş birleşik bir muhalefetidir. AKP’yi de sahneden silecek olan yine bu güçlerdir. 05.10.2012